4 Temmuz 2005
<B>AKP’</B>nin, TBMM İçtüzüğü’nü değiştirerek bazı yasalarda muhalefetin kendini ifade etmesini engellemesi CHP’nin Meclis’i terk etmesi sonucunu verdi. TBMM Genel Kurulu, AKP grup toplantı salonu havasına büründü ve iktidar, üç gün süreyle TBMM’yi, ‘Kabul edenler, etmeyenler; kabul edilmiştir’ dışında bir sözün duyulmadığı yasa çıkarma makinesi gibi çalıştırdı.
Üstelik, yasaların en az 10’u, ‘fırsat bu fırsat’ diye gündeme alındı.
Manzaranın bazı AKP milletvekillerini çok rahatsız ettiği biliniyor.
Oysa, ‘Boşaltırsa boşaltsın, biz çalışırız’ diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da CHP’nin yokluğunu şenlik havasında karşılayan AKP yöneticileri de aynı rahatsızlığı hissediyor gibi görünmüyor.
TBMM’de bu manzarayı önceki dönemlerde de görüldü. O günlerde de ‘dikensiz gül bahçesine’ yasa makinesi kuran iktidarlar oldu; ama bunun yararını değil zararını gördüler, Meclis dışında kaldılar.
BAYKAL İLE GÜNEŞ UYARDI
Son günlerde, siyasetin sıkıntılı bir atmosferi soluduğu hissediliyor.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, cuma günü, partisinin olağanüstü grup toplantısındaki çıkışı ve sözleri tabloyu ortaya koyuyordu.
Baykal’ın o günkü sözleri ne Başbakan gibi, ‘Artık kabak tadı verdi’ diye, ne eriyen bir partinin liderinin havayı sertleştirme girişimi, ne de Baykal’ın klasik muhalefet çizgisi biçiminde değerlendirilmemeli.
Aynı gün TBMM Genel Kurulu’nda da CHP İstanbul Milletvekili Hasan Fehmi Güneş, Baykal’ı tamamlayan uyarılarda bulunuyordu.
Bu iki siyasinin mesajlarının iktidar tarafından iyi okunması gerekirdi.
Bu yola gitmeyerek CHP’nin Meclis’i terk etmesi sonucunu yaratan AKP kadroları, ‘Muhalefeti sokakta da yaparız’ dediği için CHP’yi bir de ‘İstedikleri terördür’ imasıyla suçlayınca gerginliği artırmaktan başka bir sonuç alamadılar.
Çünkü, geçmişte sokağı sık sık kullanan bazı çevrelerin AKP iktidarı ile birlikte evden çıkmaz hale geldiğini görenler AKP’ye pek de hak veremiyor.
Ayrıca; iktidar olarak AKP’nin, tansiyonu düşürme yerine, kavgayı derinleştirme çabasına girişmesi kabul edilemiyor.
ERDOĞAN KAVGA EDİYOR
Başbakan Erdoğan’ın aynı yönde tutum alması ise oldukça yadırganıyor.
Oysa aynı Erdoğan, ‘var olma, yok olma’ mücadelesine dönüştürdükleri türban sorununda çözüm için kurumlar arası mutabakat aradığını söylüyor.
Bunu söyleyen bir Başbakan’ın, kendi kadroları olsa da bürokrasiden yakınması, onları oligarşik dikta diye suçlaması; her gün üniversitelerle kavga etmesi; Cumhurbaşkanı ile gerginlik içinde olması; başta Anayasa Mahkemesi, yargı ile uyumlu olamaması; ‘stratejik derinliğe’ gömülerek diplomatlara pek de güvenmediğini göstermesi anlaşılamıyor.
Silahlı Kuvvetler’le ilişkiyi daha başka bir platformda görmeli.
Her gün yeniden yaşandığı gibi içeride, ciddi terör tehdidi ile karşı karşıya olan bir ülkenin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde, Silahlı Kuvvetler’i sadece dış tehdit bağlamında görmek isteyen Başbakan’ın durumu yeniden değerlendirmesi gerekiyor.
Bütün bu tabloyu, iktidarın üzerinden üç yıl geçmesine rağmen, dini semboller üzerinde siyaset yapmadığı konusunda hálá bazı kurum ve kesimleri inandıramadığı ortaya çıkan bir partinin iyi okuması gerekiyor.
Aksi takdirde bu tablo en başta ‘aş, iş bulma; yolsuzlukla mücadele etme; istikrar’ sözleriyle iktidar olan AKP’ye zarar verir; çünkü mazeret dinlemeyen halk oy da vermez.
Yazının Devamını Oku 30 Haziran 2005
MİLLETVEKİLLERİNİN maaş yetersizliğinden yakınması bugüne değil, her döneme özgü bir sorun.Yakınma gerekçelerine bakıldığında milletvekilleri son derece haklı.Seçmen ağırlama, davetlere katılma, sık sık geziye çıkma, iyi giyinme, ziyaretlerde bulunma gibi gerekçeler milletvekili harcamalarını yükseltiyor.Bu harcamaların yüksekliğinin bilinmesine rağmen AKP dönemiyle birlikte, başlangıçta, farklı bir yaklaşım sergilendi.Lojmanları kullanmama kararı alkış tufanı ile açıklanırken, 2003 başında memura verilen yüzde 12’lik zam da milletvekiline verilmedi.Ancak aradan daha bir yıl geçmeden Türkiye, AKP Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa’nın ağzından milletvekillerinin geçinemediğini öğrendi. VALİ YİYİYOR VEKİL ÖDÜYORFatsa, 26 Ekim 2003 günü, ‘Arkadaşlar geçinememekten şikáyetçi. ‘Hırsızlık mı yapalım, bizi başka şeylere zorluyorlar’, diyenler var’ demeci veriyordu.Bir süre sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da maaşını Almanya Başbakanı ile kıyaslayarak, ‘Ticarette kazancım olmasa geçinemem. Schröder 15 bin Euro alıyormuş. Bizimki ne ediyor? 3 bin küsur Euro’ diye dert yanıyordu.Bugün ise geçim sıkıntısı az sayıda milletvekilini ilgilendirse de, 350’sinin emeklilik geliri olsa da Meclis koridorlarında ‘Maaşımız yetersiz’ yakınmaları oldukça artmış durumda. Milletvekilleri kiradan, dernek davetiyelerine ödenen yüksek bedellerden; şenliklerde açık artırmaların, biraz da iradelerinin dışında, yüksek bedelle üzerlerinde kalmasından; seçmene verdikleri yemek faturalarının ağırlığından, telefon giderlerinin yüksekliğinden; uçak, otobüs ödemelerinin bütçelerinde açtığı büyük deliklerden söz ediyorlar.Bir AKP milletvekilinin, ‘Milletvekiliyiz ya, hangi masada otursak, ödeme bize düşüyor. Örneğin bir ile gidiyorsun, vali dahil, o ilin ileri gelenleriyle yemektesin. Sıra faturaya geliyor. Bakıyorsun vali bile elini cebine atmıyor’ diye yakınması ciddi bir çaresizlik örneği.Ancak, halkın geçim sıkıntısı, devletten maaş alan herkesin en az milletvekili kadar haklı gerekçelerle ‘geçinemiyorum’ demesi, ‘Yoksulun sesiyiz’ diyen AKP’nin, soruna çözüm bulmasını zorlaştırıyor.Oysa asıl çare, milletvekilini dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek bir seçmen akını karşısında bırakan sistemi değiştirmektir.Bu yapılmadan, çoğu kişi için 10 YTL’nin bile büyük para olduğu Türkiye’de, milletvekili maaşı üçe de katlansa yetmez.Dahası, yoksulun gözü hep o maaşta olacağından bereketi de olmaz.HUKUK ÖNÜNDE EŞİTLİKDevlet Bakanı Nimet Çubukçu, geçen yazımızla ilgili bir düzeltme yaptı. Çubukçu, ayrıcalıklara karşı çıkarken, kadına kota tanınmasını kastetmediğini, kadının hukuk önünde eşitlik mücadelesine desteğinin tam olduğunu belirterek şunları dedi:‘Bazı kadınlarla aramızda olan dava, bu arkadaşlarımızın sözlerinin, eleştirinin ötesinde hakaret içermesiyle ilgilidir. Bu anlamda kadın diye de kimseye ayrıcalık verilemeyeceğini söylüyorum. Kota konusu bundan farklı bir konu. Ben o konuyu farklı zeminde düşünüyorum. Bu konunun siyasi partiler ve seçim yasalarında değil parti tüzüklerinde düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum.’
button
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2005
<B>NİMET Çubukçu</B>’nun bakanlığı, ne AKP içinde ne de bu partiyi tanıyanlar arasında sürpriz oldu. Ancak Çubukçu, aile ve kadından sorumlu bakanlık görevine getirilince, kadın sorunlarına bakışındaki farklılık yeniden gündeme geldi.
Zina tartışmasında zinanın ceza kapsamına alınmasından yana çıkan Çubukçu, kadın derneklerinin yıllardır mücadelesini yaptığı bazı alanlarda kadınlara özel kota tanınmasına da karşı çıkıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemden beri tanıdığı Çubukçu, milletvekili seçilmeden önce AKP’ye yakın bazı işadamlarının avukatlığını da üstlenmişti.
Bazı kadın derneği yöneticileri, bu iki nedenle Çubukçu’nun siyasete rahat giriş yaptığını düşünüyor; kotaya karşı çıkışını da buna dayandırıyorlar.
KADIN BAKAN, AYRIMA DA AYRICALIĞA DA KARŞI
Bakanlığı üzerinden 25 gün geçmesine karşın, henüz görüşlerini kamuoyu önünde dillendirmeyen Çubukçu ile Meclis kulisinde küçük bir sohbet yaptık.
Eleştiriler, ‘Bakan Çubukçu’nun görüşlerini değiştirmiş değil.
Kadın ve kadın sorunları konusunda görüşlerinin sağlam temeller üzerinde yükseldiğini söyleyen Çubukçu, yine bazı kadın derneklerini üzecek gibiydi:
‘Cinsiyet ayrımcılığına da, ayrıcalıklara da karşıyım. Örneğin kota konusu; bence bu bir ayrıcalık. Ayrıcalık isteyerek, ayrıcalık yaratarak olmaz.’
Kadın dernekleriyle davalık olduğunu anımsatıp, ‘Bakan olduğunuz için davalardan vazgeçmeyi düşünmüyor musunuz?’ diye soruyoruz.
Yanıt, ‘Derneklerle değil, bazı kadınlarla davalığım. Davayı da ben açmadım. Ben, bir milletvekili olarak suç duyurusunda bulundum; savcı kamu davası açtı. Ayrıca tazminat davası açmadığıma da dikkat ediniz’ oluyor.
SOKAK ÇOCUĞUNU KRİZ TETİKLİYOR
Sokak çocukları ve yetiştirme yurtları konusuna geçtiğimizde ise Çubukçu, olumlu bir gelişmeye işaret ediyor.
Rakamların sokak çocukları sayısında azalmayı gösterdiğini; ancak bunun henüz hissedilmediğini aktararak şunları söylüyor:
‘Sokak çocuğu gerçeğini ekonomik krizler tetikliyor. 2001 krizinde de bunu görüyoruz. Büyük artış yaşanıyor; ama hemen o yıl hissedilmiyor. Şimdi de aksi oluyor. Bunun sonuçları da sonradan ortaya çıkacak.’
Çubukçu, bu alanda doğru projelerin yürütülmekte olduğunu vurguluyor. Yaklaşık 25 bin aileye doğrudan destek sağlandığı bilgisini verirken, bu projelere devam edileceğinin de altını çiziyor.
Sohbetimizde Çubukçu’nun küçük bir rahatsızlığını fark ediyoruz.
Çubukçu, bakan olur olmaz, yetiştirme yurtlarında meydana gelen bazı olumsuz olayların peş peşe basına yansımasını bu göreve atanmasıyla bağlantılı varsayıyor.
Parti içine mesaj niteliği taşıdığını da düşündüğümüz Çubukçu’nun bu varsayımını şu sözlerinden çıkarıyoruz:
‘Basında yer alan beş olay da benden önceki dönemde meydana gelmişti. Ama tarih verilmediği için yeni gibi anlaşıldı. Hepsinin üstüne de müfettişler gitmiş, gidiyor da.’
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2005
<B>TÜRK </B>Müteahhitler Birliği (TMB), üyeleri kamu ihalelerine giren müteahhitler olduğu için her dönem, hükümetlerle iyi geçinen, tepkisini kapalı kapılar ardında, didişmeden ortaya koyan bir örgüt oldu. Bu nedenle de muhalefetle mesafeli kalmaya özen gösteren TMB pazartesi günü, ‘Uzlaşma Becerisi’ konulu panelde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı ağırladı.
Görünüşte garipsenecek bir şey yoktu; ama toplantıya katılan müteahhitlerle sohbet edip, TMB Başkanı Erdal Eren’in açış konuşmasına bakıldığında, bu kesimle hükümet arasında ciddi güvensizlikler yaşandığı gözleniyordu.
İLGİ TEPEDE
Eren ve müteahhitler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bakanlar ve bürokratların kendilerine çok büyük ilgi gösterdiklerini; Başbakan’ın her zeminde kendilerini takdim ettiğini, destek verdiğini; bakanlarla bürokratların kendilerini can kulağı ile dinlediklerini itiraf ediyorlar.
Ancak, müteahhitler, sorunun da bundan sonra ortaya çıktığını belirterek, ‘Her konuda haklı da bulunuyoruz; ama çözüme yönelik tek adım atılmıyor. Artık anlatmaktan yorulduk. İsteğimiz, önümüzü görebilmek için olumlu ya da olumsuz bir cevap’ diyorlar.
Müteahhitler hükümetle diyaloglarını esprilerle de dile getiriyorlar:
‘Teminat mektupları konusunda Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ile görüşüyorduk. Erdal Eren, ‘Dinleniyor, hak veriliyoruz; ama çaylarımız hep Dursun’a ısmarlanıyor’ dedi. Şener, güldü; ama 1.5 yıl geçti, hálá Dursun’u bekliyoruz.’
Dün konuştuğumuz Şener, teminat mektupları konusunda bir ölçüde yardımcı olduklarını aktararak, ‘Biliyoruz bazı sorunlar hálá var. Ama yılmasınlar, dakikada 3 defa sipariş tekrarı yapsınlar. Bu 24 saat sürebilir; ama siyaset böyle yürüyor’ diyor.
YALANLARIN YERİNE YENİLERİ
Şener’in tavsiyesini ne kadar dinlerler bilinmez; ama müteahhitlerin, en büyük sorunu Karayolları ve DSİ genel müdürlüklerinde yaşadıkları bir gerçek.
Bu nedenle geçen hafta, Enerji Bakanı Hilmi Güler’i bir kez daha ziyaret eden müteahhitler adına Eren, ‘Sayın Bakan, bu son ziyaretimiz. İş zaten yok. Bürokratlarınız da geçmişe yönelik ödemelerde kesinti yapmaktan başka şey yapmıyor’ diyor.
Bir üye ise, ‘Hedef, gurur duyduğunuz bizleri batırmak mı?’ diye soruyor.
Güler, bu değerlendirmenin haksız olduğunu, Başbakan’ın her zaman kendilerine müteahhitlerin sorunu çözümünü telkin ettiğini belirterek, bir hafta süre istiyor.
Güler’in, ‘Gelişme olmazsa o zaman Başbakan’a gidin’ diyerek gönül alma çabası bile konukların, ‘Belki haberiniz yok; ama yapılan bu. DSİ ile mahkemelik olmayan müteahhit kalmayacak’ sözleriyle karşılanıyor.
Eren, dün de hálá beklemede olduklarını söylüyordu.
‘En can alıcı sorunlarınız ne?’ sorumuza yanıt verirken bile Eren, hükümetle ne kadar büyük bir güven kırılması içinde olduklarını ortaya koyan şu sıralamayı yapıyordu:
- Yurtdışı ihalelerde teminat mektubu almak çok zor.
- DSİ ve Karayolları bürokrasisinde, müteahhitler geçmişte çok çaldı, şimdi geri versinler anlayışı ve ‘Biz böyle düşünüyoruz, isteyen mahkemeye gider’ yaklaşımı egemen.
- Yeni müteahhit yaratma çabası, dünya markası haline gelmiş şirketlerimizi işsiz bırakıyor
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2005
<B>BİR </B>yazımızda aile şirketlerindeki hissedarlığını sürdürdüğünü konu ettiğimiz Devlet Bakanı ve Başmüzakereci <B>Ali Babacan</B>’la, perşembe günü İngiltere Büyükelçisi <B>Peter Westmaccot</B>’un verdiği resepsiyonda karşılaştık. Hissedarlık konusuna girmekten kaçınan Babacan’a önce bir düzeltme yaptık.
‘Hissedarları Ali ve İrfan Babacan olan Babacan Met. San. Tic. A.Ş. size ait değilmiş: İsim benzerliği hatası yapmışız’ dedik.
Babacan, ‘Demek ki kaynağınız doğru bilgilere sahip değilmiş’ dedi.
Şirketleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler edindiğimizi, ailenin dört şirketinden üçünün tasfiye aşamasında olduğunu, bir tek yüzde 45 hissesi kendisine ait Ali Babacan Tekstil Tic. A.Ş.’nin faaliyetini sürdürdüğünü söyledik.
Dinlemede kalmayı yeğleyen Babacan’a bir de, ‘Yazımızın ardından Milliyet’te, hissedarlıktan ayrılmayı düşündüğünüz haberi çıktı’ dedik.
Babacan, bu kez, ‘Yakın çevremden öğrenmişler’ yanıtı verdi.
BAŞBAKAN ENGELLEDİ
Bu görüşmeden sonra biz de Babacan’ın yakın çevresinden yeni bilgiler aldık.
Bu bilgilere göre, hissedarlığı daha önce bırakmayı düşünen; ancak konuyu açtığı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘Karıştırma bu işleri’ demesi üzerine o gün için düşüncesini buzdolabına koyan Babacan, hissedarlıktan ayrılma işlemini şu günlerde gerçekleştirmek üzere.
Yakın çevreden gelen bu bilgiler de doğrudur, umarız.
Babacan’ın hissedarlığından ayrılmayı düşündüğü Ali Babacan Tekstil Tic. A.Ş. ise iyi yönetildiği ortaya çıkan bir şirket.
Sürekli olarak enflasyon oranında büyüdüğü dikkat çeken şirketin, en büyük özelliği yüksek stokla çalışması.
Son üç yılda yaklaşık 10’ar trilyon liralık alış ve satışı görünen şirketin stokları 3, 3.5 trilyonun altına düşmüyor.
En son 1998’de 23 milyar lira vergi ödeyen şirket, 1999 yılında aldığı bir teşvik belgesi nedeniyle yatırım indiriminden yararlandığından sonraki altı yılda vergiden muaf oldu.
YÜKSEK ALACAK
Ciroya oranlandığında düşük kárlılıkla çalıştığı anlaşılan şirket, 2003’te 7 milyar lira olan kárını nihayet 2004’te 287 milyar liraya çıkarmayı başarıyor.
Bu kárlılığa, kullandığı yabancı kaynak nedeniyle 1.4 trilyon liralık finansman giderine rağmen ulaşan şirketin, hesaplarındaki bir ilginç gösterge, 2000’de 855 milyar liralık olarak bilançoya giren bir alacağın, o tarihten beri devam ederek 2004’te 2.3 trilyon liraya ulaşması.
Uzmanlara göre, bu kadar uzun süreli ve tahsilatı gerçekleşmeyen borç, bir şirket için önemli gösterge; ancak Babacanlar, şirketi iyi yönettikleri için bu konuda da mutlaka gerekli önlemleri almışlardır.
Yine de uzmanlar, ticari mahiyette bir alacak olmadığı anlaşılan bu paranın tahsilinin şirkete, her açıdan büyük katkı sayılacağı görüşünde.
Yüksek stokla çalıştığından indirilecek KDV’si, ödenecek KDV’den sürekli yüksek çıkan şirket, 2001’de 975 milyar TL’ye kadar ulaşan farkı 2004’te birbirine yaklaştırıyor.
Şirketin 2000, 2001 ve 2002 hesaplarının Maliye denetiminden geçtiğini; ancak tek bir kusur bile bulunmadığını da kayda geçirmeli.
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2005
<B>DYP </B>Genel Başkanı <B>Mehmet Ağar</B>’ın, Almanya gezisi bize gurbetçilerin, üst üste ne kadar ağır maddi darbeler yediğini bir kez daha gösterdi. Onlarca yıllık tasarruflarını Merkez Bankası temsilciliğine yatırdıkları için Alman devletinin soruşturmalarına ve vergi cezalarına muhatap olan gurbetçiler, altın darbeyi ise İslami holdinglerden yemişler.
Şu sıralar da Alman vatandaşlığını kaybetmeme mücadelesi veren gurbetçiler arasında, İslami holding vuruşuna uğramayan kalmamış gibi.
Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) Başkanı Faruk Şen, resmi rakamı, ‘190 bin kişiden 5.5 milyar Euro toplanmış. Yani Almanya’daki her üç Türk ailesinden biri para kaptırmış’ diye açıklasa da asıl rakamın çok daha büyük olduğu tahmin ediliyor.
İKİNCİ YILDA
NALLAR DİKİLDİ
Köln’den TAM’a giderken otobanda bir benzinlikte verdiğimiz molada tesadüfen karşılaştığımız iki gurbetçi ile sohbetimiz de Şen’i doğruluyordu.
Konu, İslami holdinglere gelince, ‘Herhalde siz para kaptırmadınız?’ dedik.
‘Burada para kaptırmayan mı var?’ yanıtı aldıktan sonra, Zonguldaklı Şevki Bostan, 28 yıl emaye boyacılığı yaptığını, bunca yılın tazminatıyla birikimlerini, 1999 yılında, 50 bin mark olarak Yimpaş’a verdiğini açıkladı ve şöyle konuştu:
‘İlk yıl 11 bin mark alınca çok sevindim; ama ikinci yıl nalları dikti. Çok uğraştık, elimize sadece 60 bin marklık hisse senedi kupürü verdiler. Onların da bir anlamı yok. Artık düşünmek istemiyorum. Paraları camide topladılar. Toplayanlar sakallıydı. Gelir gelmez de hemen namaza durdular.’
Bostan, kaybını düşünmek istemeyerek ruh sağlığını korumaya çalışsa da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Berlin’de görbetçilere, ‘Bana mı sordunuz?’ demesine içerlediğini, ‘Bizi suçlamak yerine, bizi anlasa daha iyi olurdu’ sözleriyle gösteriyor.
Anlatılan öyle olaylar var ki, gerçekten de bu insanları anlamak gerekiyor.
Bunun için de, kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nun işe, paralarını kaptıranları dinleyerek başlaması daha iyi olurdu.
Çünkü, sorun Türkiye’den yeterince görülemiyor.
Para toplanmasına bazı imamların aracılık etmesi de, özellikle AKP’li üyelerin üzerinde özenle durması gereken bir konu olmalı.
AKP’LİLER TEŞVİK ETMİŞ
Duyduklarından çok etkilenen Mehmet Ağar, Başbakan Erdoğan’ın söylemini eleştirerek, hükümetin mağdurlara, hem Almanya’da hem de Türkiye’de hiç olmazsa hukuk desteği vermesini önerdi.
‘Hortumcuya yapılan bu holdinglere de yapılamaz mı?’ diye soran Ağar, ‘Ayrıca AKP bu işten kaçamaz gibi. Çünkü, vatandaş bize, bugün AKP’de olan bazılarının, buralara gelip, bu holdinglere para yatırılmasını teşvik ettiğini, ‘yatırın’ dediğini söyledi’ diyor.
İnsanların yılların emeğinin karşılığının dindarlık kisvesi altında sömürülmesine ayrıca karşı çıkılması gerektiğini de anlatan Ağar, kendi adına, gurbetçilere, bundan sonra iki ayda bir ziyaretler yaparak, sorunlarını paylaşma sözü verdi.
Eylül ayında Almanya’ya tekrar gelip, on binlerin katıldığı bir demokrasi şöleni yapacaklarını da söyleyen Ağar iddialı konuştu:
‘Buraların sadece Milli Görüş’te olmadığını herkes anlayacak.’
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2005
<B>DYP </B>Genel Başkanı <B>Mehmet Ağar, </B>bugün partisinin Avrupa’da yaşayan Türklerle bağını güçlendirmek amacıyla kurulan Avrupa Demokrasi Vakfı’nın açılış törenine katılıyor. Vakıf Başkanı <B>Aydın Yardımcı, </B>İkinci Başkan ise <B>Hüseyin Baraner.</B> Yardımcı, uzun yıllar ANAP’ın Avrupa’daki eli kolu oldu; özellikle Mesut Yılmaz’a en yakın isimler arasında yer aldı.
Erkan Mumcu’nun Genel Başkan olmasına kadar ANAP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeliğini sürdüren Yardımcı, son kongre öncesinde DYP’ye geçerek Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi oldu.
Baraner ise Türk turizm sektörünün çok yakından tanıdığı, projeci bir isim.
Ağar, bu iki isimle, Avrupa’daki Türkler arasında güç kazanmaya çalışıyor.
AVRUPA DEVRE ARASI VERMEK ZORUNDA
Baraner, Köln’deki merkezi Ağar tarafından açılacak olan Vakfın, Avrupa’da yetişmiş, geleceğini burada değil Türkiye’de gören Türk gencini ülkeye kazandırmayı da hedeflediğini belirtiyor. ‘Bunu Özal’ın, prens anlayışı ile değil, bu eğitimli insanların memleketlerine döndüğünde yerel veya ulusal düzeyde aktif görev alması yoluyla yapmayı araştıracağız’ diyor.
Almanya ve Avrupa’da büyük firmaların iflas etmekte olduğu, ekmeğin azaldığı bir dönemin yaşandığını anlatan Baraner şu tespiti yapıyor:
‘Türkiye’nin şansızlığı, ekmek korkusunun salgın hastalık ötesi korku yaydığı bir dönemde ortaklığa talip olması. Oysa bugün, Avrupa’nın devre arası verip bir düşünmesi gerekiyor. Çok dağınık şekilde bazı şeyler üretildi; ama paylaşımı iyi yapılmadı. Evinin önünde beş araba olan da, buzdolabı boş olan da var.’ Türkiye’nin bu tabloya karşın, AB halkları üzerinde iyi bir PR çalışması yapmadığını savunan Baraner, vakfın asıl amacının bu olacağını söylüyor.
KONGRE BAŞKA REEL SİYASET BAŞKA
Köln gezimiz öncesinde Ağar’la DYP’yi de konuştuk. Kongrede ortaya çıkan olumlu havanın Türkiye çapında sürdüğünü söyleyen DYP lideri, GİK listesine giremedikleri için istifa eden dört milletvekili hakkında artık pek konuşmak istemiyor.
Ancak Ağar, ‘Gelinen noktada, arkadaşlarımı üzmek beni üzmüştür; ama ben, onların daha farklı değerlendireceklerini düşünüyordum. ‘Bırakıp giden gider’ demek bizim de işimiz değil, yolumuza devam ediyoruz. Bir arkadaşımız da döndü, sevindik’ diyor.
Teşkilatın çok moralli olduğunu özenle vurgulayan Ağar’a, kongrede eski Genel Başkan Tansu Çiller’in mesajı okunurken yapılan büyük alkışı ve bu alkışa farklı değer yükleyenlerin bulunduğunu anımsattık.
Ağar, bu konudaki görüşlerini ise, ‘Partiye zarar vermedikçe, DYP herkese vefa gösterir. Sonuçta 2002 seçimi ortada. Kongre başka, siyasetin reel gerçekleri başka. Ancak, geçmişi eleştirerek, kırarak ilerlemek benim işim değil. Halk her şeyi biliyor, ben partimi iktidara taşımanın kararlılığı içindeyim’ diye özetliyor. Partiye katkı verecek herkesle yürümeye hazır olduğunu aktaran Ağar, merkez sağda buluşma konusunda eski görüşlerini yineliyor:
‘Adresin neresi olacağını nasıl göstersin millet artık. Alternatif ortadadır, bunu sanal görüntülerle saklamak mümkün değil.’
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2005
<B>KABİNE </B>değişikliği ardından, Aile ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı <B>Nimet Çubukçu, Güldal Akşit</B>’ten görevini sesiz sedasız devralırken, Bayındırlık ve Tarım bakanlıklarında sanki başka partiden devralma havası vardı. Bunda, Bayındırlık Bakanlığı’nın Güneydoğu kökenli bir isimden Karadeniz kökenli bir isme; Tarım Bakanlığı’nın ise Orta Anadolulu bir AKP’liden Güneydoğulu bir bakana geçişi de etkili olmuş olabilir.
O nedenle de bu iki bakanlıkta, AKP dönemi kadroları olmalarına rağmen, yeni bakanlara istifa sunan, görevden alınmayı bekleyen bürokratlar var.
KROKİLER REVAÇTA
Tarım Bakanı Mehdi Eker, entelektüel birikimi seven, böylesi sohbetlerden hoşlanan bir isim; ancak belki de kendisinden habersiz, görevi devralmasından az sonra 20-25 kişilik bir ekibin bakanlığa toplu giriş yapması şaşkınlık yarattı.
Bu kadronun bazı üyelerinin koridorlarda, görevlilere, ‘Binanın krokisini istiyorum’ diye seslenmesi şaşkınlığı daha da artırdı.
Böylece Eker’in arkadaşları, krokiler üzerinden odaları aralarında nasıl paylaşacaklarını kararlaştırma heyecanını herkese hissettirmeyi başardılar.
Kroki incelemelerinden sonra bazı odalarda hemen temizliğe girişildi de.
Bu tablo, mevcut kadrolarda, ‘Bizimle çalışmayacaklar’ mesajı bıraktı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eski bakan Sami Güçlü’yü görevden alış şekline de üzülen bazı bürokratlar, yeni bakana istifalarını sunma yoluna gittiler.
Eker’in, ‘Bekleyin, birbirimizi tanıyalım’ deme gereği görmeden, teşekkür edip dilekçeleri alması eski kadrolardaki kuşkuyu daha da artırdı.
Bakan Eker, doğal olarak ilk günler ziyaretçi akınına uğradı; ama kapısında Rusya’nın Türkiye’den sebze ve meyve ithalatını durdurmasından kaynaklanan sorun bekleyip duruyordu. Bu soruna yoğunlaşmayı bir süre ertelemekte sakınca görmeyen Eker, aceleci olmadığı izlenimi bıraktı.
Bakanlık içinden geliyor olması kendisine güveni de artırıyordu; ancak bürokratların verdiği brifingler sırasında, Eker’in bakanlıkta görev yaptığı dönem ile bugün arasında önemli değişiklik yaşandığı ortaya çıktı.
Brifinglerde dillendirilen bazı rakamlar karşısında, bakanın gözlerindeki şaşkınlık, yüzünde oluşan mimikler bunun işaretleri gibi algılandı.
FINDIK YEMEK MECBURİ
Faruk Özak da müteahhit olarak Bayındırlık Bakanlığı’na yabancı değildi; ancak gelişinin hissedilmesinde bu yönü değil, Trabzonlu olması ağır bastı.
Hemşerileri kutlamalara sepetler dolusu fındıkla gelince, bakanlık odalarına bol fındık servisi yapıldı.
Getirilen fındık miktarı arttıkça, bazı odalara servis birden fazla oldu.
Nezaketen, ‘Teşekkür ederiz, daha önce aldık’ denilen odalar olmadı değil; ama Özak’ın Trabzonlu arkadaşları fındığın yararları üzerine konferans(!) verince, fındık atıştırması mecburen sürdü.
Bu bakanlıktaki diğer yenilikler de yeni kadronun telefonlarından yükselen kemençe müziği ve her zeminde Trabzonspor hayranlığının dillendirilip muhabbetinin yapılması oldu.
Bürokraside ise Tarım’a oranla daha geniş değişim bekleniyorsa da Özak’ın, ‘Bir süre birlikte çalışalım; birbirimizi tanıyalım, anlaşırsak devam ederiz, anlaşamazsak yolları ayırırız’ sözleri rahatlatıcı olmuş.
Yazının Devamını Oku