Şükrü Küçükşahin

263, AKP’nin iç dengesinin sonucu

2 Haziran 2005
<B>TÜRK </B>Ceza Kanunu, basına kısıtlama getiren hükümleriyle, dün yürürlüğe girdi. Basınla ilgili kısıtlamalara o kadar da önem vermeyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi, kanuna aykırı eğitim kurumlarıyla ilgili cezalarda indirime gitmekte hiçbir sakınca görmediler.

Bunun görünen ilk iki sonucu, TCK’daki bazı sıkıntıları gidermek amacıyla yapılan değişikliklerin de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e takılması ve iktidarla muhalefet ilişkilerinin yeniden gerilmesi oldu.

Düzenlemenin, dışarıda da hükümetle ilgili yeni bir kuşku dalgasına neden olduğu gözlendiğinden AKP’nin buna neden ihtiyaç duyduğuna bakmak gerekiyor.

BAŞBAKAN’KEN AYRI GENEL BAŞKAN’KEN AYRI

Konuyu, AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz’la konuştuk.

Kapusuz, CHP’yi eleştirerek, ‘263’üncü maddedeki düzenlemede bir şey yok. Bir suç olursa diğer kanunlar zaten gereken hükümleri barındırıyor’ diyor.

Kapusuz, ‘bir şey yok’un gerekçelerini ise önemli ölçüde, ‘AKP hükümeti, Kuran kurslarına ceza öngören bir düzenlemeye geçit verdi’ dedirtmenin kendileri açısından oluşturacağı sakıncalar üzerine oturtuyor.

‘Cemaat talebiydi’ iddialarını kabul etmeyen Kapusuz’un ‘Peki değdi mi? sorumuza yanıtı ise bir perdeyi aralar gibiydi:

‘Canım, bizim de kendi dengelerimiz var.’

Düzenlemenin seyri de Kapusuz’u teyit ediyor.

Çünkü, TCK’da değişiklik Bakanlar Kurulu’nda ele alındığında, 263 de gündeme gelmiş, Başbakan Erdoğan, ‘Buna gerek yok’ demişti.

Ancak aynı Erdoğan, birkaç saat sonraki AKP MYK toplantısından ise arkadaşlarının, ‘Düzenleme şart. Milletvekillerimiz önerge vermekte ısrarlı. Direnişleri partiye zarar verir’ uyarıları üzerine, aksi yönde ikna olarak çıkıyordu.

Erdoğan, tercihini Başbakan sıfatı yerine Genel Başkan sıfatıyla yapıyordu.

DIŞARIDAKİ TİTİZ ARŞİVCİLER

AKP, iç denge kaygısıyla bu düzenlemeyi yapmış olabilir; ama ABD ve AB’den bakıldığından iktidar üzerindeki kuşkuların arttığı da görülüyor.

Teklif TBMM’den geçtikten bir gün sonra sohbet ettiğimiz ABD’li bir diplomatın şu sözleri bunun birinci göstergesi:

‘Washington adına söylüyorum: AKP hükümetinin ne yaptığını anlayamıyoruz. 263 bunun son örneği. Teklif komisyondayken hiç ses yok. Sonra, aniden önergeyle yasaya konuluyor. Üstelik öyle bir madde ki, boğaya kırmızı şal göstermek gibi. Komisyondan Genel Kurul’a kadar ne değişti? Yoksa takıyye bu mu?’

Avrupa Parlamentosu eski milletvekili Ozan Ceyhun’un şu yazısı da Avrupa bakışını yansıtıyor gibi:

‘AKP’nin, AB üyesi birçok ülkede, köktendinci radikallerin yuvası olarak sorun yaratan Kuran kurslarını Türkiye’de legalleştirme operasyonunun özünde, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı atılmış adımlardan biri olduğunu bilmemesine inanmak için çok saf olmak lazım. Bu politikayı savunan Başbakan’ın ve AKP’li politikacıların açıklamaları hiç merak etmeyin, AB ülkelerinde, yarın kullanılmak üzere, büyük bir titizlikle arşivlenmekte. Bu tam bir bumerang aslında. Zamanı geldiğinde, aynı zina konusunda olduğu gibi geri dönecekler. Bir Hıristiyan demokrat şansölye bunları hatırlattığında lütfen kimse ona kızmasın. Çünkü sorumlular Ankara’da!’
Yazının Devamını Oku

Başbakan sattı Başmüzakereci Babacan tuttu

30 Mayıs 2005
<B>ALİ Babacan, </B>başmüzakereci atanması nedeniyle, Türkiye’de artık dikkatlerin üzerinde en fazla yoğunlaşacağı isim olacak. Türkiye’nin AB standartlarına kavuşması için büyük mücadele verecek olan Babacan, bu nedenle asıl müzakereleri Brüksel’de değil, oradan aldığı izlenimler doğrultusunda Türkiye’de yapacak.

AB standartlarını yakalamış bir Türkiye için, zaman zaman toplumun her kesimini karşısına almak zorunda da kalacak Babacan’ın, bu süreçte öncelikle kendisinin AB’nin standartlarına uygun bir siyasetçi olması önem kazanıyor.

Kendisinin örnek olması bakımından da bu çok önemli.

ŞİRKETLERİNDE HİSSEDAR

Babacan
öncelikle, Avrupalı bir siyasetçinin yaptığını yapmak durumunda.

Kendisi AKP hükümetinin kurulduğu günden bu yana ekonominin başında; ama aradan geçen iki buçuk yıla rağmen, şirketlerinde hissedarlığını sürdürdüğünü öğrenmek bizim için sürpriz oldu.

Başbakan Erdoğan’ın bile şirketlerdeki hisselerini sattığı bir dönemde, ekonominin başındaki bir bakanın bu davranışı daha önce yapması beklenirdi.

‘Belki de en uygun tarih bugündür’ anlayışıyla, Babacanlar’ın şirketlerindeki tabloyu ortaya koyalım.

Babacanlar’ın, Manterol Teks. Ltd. Şti, Babacan Met. San. Tic. Ltd. Şti, Babacan Teks. Çey. San. Ltd. Şti (tasfiye halinde), Babacan Teks. Tuh. Çey. San. A.Ş. (bu da tasfiye halinde), Ali Babacan Teks. San. A.Ş. adlarında 5 şirketi bulunuyor.

Babacan Met. San. Tic. Ltd’nin kuruluşunda, Ali Babacan, İrfan Babacan ile yüzde 50 oranında ve 25’er YTL ile hissedar.

Ali Babacan, bu şirketin 7 Ekim 2004 günü genel kurulunda yapılan sermaye artırımı ardından, hissedarlıktan çıkıyor; şirketin yeni hissedarları İrfan Babacan, Ekrem Babacan ve Adnan Babacan oluyor.

Tasfiye halindeki iki şirketin birincisinde iki hissedar var:

Babası Hilmi Babacan’ın payı 275 YTL, oğul Babacan’ın ise 225 YTL.

İkincisinde ise baba ve oğlun yanında sembolik oranlarda ailenin diğer üyeleri var; ama babanın payı 510 YTL, Ali Babacan’ın ise 450 YTL.

ASIL TAŞIYICI FİRMA

Manterol’de ise İspanyol Manterol S.A. ile Ali Babacan Teks. San. A.Ş. 14 bin 275’er YTL ile eşit hissedarlar.

Bu şirketin ortağı Ali Babacan Teks. San. A.Ş., ailenin en yüksek cirolu, ana taşıyıcı firması. 19 Aralık 1993 günü kurulan şirketin 1 milyar TL sermayesi; Güner Babacan(520 milyon lira), Ali Babacan (450 milyon lira) ve 10’ar milyon lira ile Betül Babacan, Tuba Babacan ve Gülşen Pehlivanoğlu arasında paylaşılıyor.

Şirket, 2 Aralık 2004 günü sermayesini 50 milyar liraya çıkarma yoluna gidiyor ve hissedar yapısında önemli değişiklikler yaşanıyor.

Baba Hilmi Babacan, 25.5 milyar lira ile Güner Babacan’ın yerine birinci hissedar olurken, Ali Babacan payını 22.5 milyar liraya çıkararak ikinciliğini sürdürüyor.

Güner, Tuba, Betül ve Merve Babacanlar ise 500’er milyon TL’de kalıyor.

Sermaye artırımı toplantısına Ali Babacan’ın katılmayıp, vekaletini Hulusi Tümer’e verdiğini belirtmeli.

Ancak, hem ekonominin başındaki bir isim hem de başmüzakereci olarak Babacan için artık vekalet vermek de yeterli sayılamaz.

Babacan’ın bu konuda acilen karar alması gerektiği ortada.

Aksi takdirde yarın, bu şirketlerle ilgili beklenmedik bir tartışma doğarsa Babacan, ciddi bir inandırıcılık sorunu yaşayabilir.
Yazının Devamını Oku

Babacan açıklamasını geciktiren neden

26 Mayıs 2005
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan,</B> uzun bir gecikmenin ardından başmüzakerecinin Devlet Bakanı <B>Ali Babacan </B>olduğunu açıkladı. Ali Babacan, AKP bünyesinde başmüzakerecilik için en doğru isimdi. Bürokrasi, iş dünyası ve AB çevrelerinin beklediği isim de Babacan’dı.

Bizim 6 Eylül’deki yazımız, bu üç çevrenin beklentisi nedeniyle de başmüzakerecilik için ilk seçeneğin Babacan olduğu yönündeydi.

Bunun gerekçesini de, Babacan’ın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le uyumu; İngilizce’ye hákimiyeti; görüşmecilikteki yumuşak ama kararlı tutumu; hem teknik, hem de siyasi kimlik taşıması; en aykırı sorulara bile nazik yanıtlar veren kimliği gösteriliyor’ diye dile getirmiştik.

ERDOĞAN YETKİYİ İKİ AY ÖNCE ALDI

Başbakan Erdoğan, günlerdir, ‘Başmüzakereci benim; diğer ülkelerde başmüzakereci yoktu’ deyip durdu; ama atama için Bakanlar Kurulu’ndan yetkiyi tam iki ay önce aldığını biliyoruz.

Ayrıca, Erdoğan da, Gül de başmüzakerecinin en geç mart ayında açıklanacağını söylemişlerdi.

Ciddi bir zaman kaybı olarak görülen bu gecikme, tamamen parti içi dengelerden kaynaklanıyor.

Erdoğan, her ne kadar ‘Başmüzakereci benim’ dediyse de kendisinin ifade etmek istediği anlamda, Türkiye’de gerçek başmüzakereci hep Abdullah Gül olacak.

Bu nedenle seçilecek isim, Dışişleri Bakanı sıfatı nedeniyle doğal başmüzakereci olan Gül’le tam uyum sağlayacak, onun ‘güçlü’ desteğini alacak biri olmalıydı.

Ama AKP içinde, Gül’ün parti ve kabinedeki üstünlüğünü burada da ele almasına itiraz edenler olduğu da bir gerçekti.

Kabinede de hissedilir düzeyde temsil edilen ve sık sık Gül’le çekişen bu grubun önemli bir isminin dün bize,Gül, kendine bir sekreter seçti. Onun için en uygun isim Babacan’dı. Zaten eskiden beri beraber çalışıyorlardı’ dedi.

Bu cümlelerde bir anormallik yoktu; ama ardından gelen, ‘İşte ülkeyi bunlar yönetecek’ cümlesi oldukça manidardı.

Başbakan’ın iki ay önce aldığı yetkiyi, ancak şimdi ve oldukça çekingen bir üslupla açıklamasında bu tepkinin izlerini görmek mümkün.

Yoksa, başmüzakereci gibi önemli bir ismi, konuşmasının ortalarına sıradan bir cümle olarak sıkıştırarak ve hem de, ‘Kendisinin bile haberi yok’ diye açıklamasını nasıl yorumlamak gerekecek ki?

Öyle görünüyor ki, Başbakan parti içi denge hesapları arasında kaldığı için açıklamayı geciktirdi; ama en doğru isim Babacan’dı ve sonuçta bazı riskleri alarak açıklamayı yaptı.

Bu risk ise AKP’deki gruplararası çekişmenin artması olacaktır.

SELÇUK’UN AÇIKLAMASI

12 Mayıs günlü, ‘Edü ile Büdü’ye 2.1 milyon dolar!’ başlıklı yazımız üzerine, Beyaz Enerji davasının bir numaralı sanığı İbrahim Selçuk’un avukatı Jirhat Kılıç’tan bir mektup aldık.

Kılıç, yazımızın görülmekte olan davayı etkilemeye yönelik olduğunu; iddianamede yer alan, bazı harflerin karşısına yazılmış para miktarlarını gösteren belgeyle ilgili gerekli soruşturmanın yapıldığını ve hiçbir suç unsuruna rastlanmadığını belirtiyor.

Kılıç, belgenin müvekkili Selçuk veya sekreteri Demet Göktaş tarafından kaleme alınmadığını ve her iki ismin belge konusunda hiçbir bilgisi olmadığını da aktarıyor.
Yazının Devamını Oku

Oğul Unakıtan’ın vergisi sıfır

23 Mayıs 2005
<B>MALİYE </B>Bakanı <B>Kemal Unakıtan</B>, bu koltuğa oturduğundan beri bir yandan, kendisi için vergi afları çıkardığı, 2B arsaları bulunduğu, kaçak konut inşa ettirdiği gerekçeleriyle; diğer yandan da oğlu <B>Abdullah Unakıtan</B>’ın sahibi olduğu AB Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin faaliyetleri nedeniyle sık sık gündeme geliyor. Unakıtan, AB Gıda’nın faaliyetleri nedeniyle, zaman zaman CHP milletvekillerinin soru önergelerini yanıtlamak zorunda da kalıyor.

Son olarak geçen hafta, oğlunun şirketinin ödediği vergiyi merak eden CHP Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer’e yanıt veren Unakıtan, ‘sır’ kavramına sığındı.

Unakıtan’ın böyle bir sığınmaya neden ihtiyaç duyduğunu anlamak mümkün değil; çünkü geçen yıl CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’ın sorularını yanıtlarken, her şeyi ortaya koymuştu.

YATIRIM YAPTI VERGİ VERMEDİ

Mesut Değer
’e, ‘Bu ticari bir sırdır’ diyen Bakan Unakıtan, 26 Temmuz 2004 günü, Atilla Kart’ın AB Gıda’nın ödediği vergiyle ilgili sorusunu, Maliye Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü antetli, B.07.0.ÖKA.0.00/310/4613 sayılı bir yazıyla yanıtlıyor.

Unakıtan’ın yanıtının son paragrafı aynen şöyle:

‘Adı geçen nezdinde, Vergi Daireleri Otomasyon Projesi kapsamında yapılan sorgulama neticesinde, ilgilinin ortak olduğu faal firmaların 2003 hesap dönemine ilişkin olarak 1.143.229.400.000 (Bir trilyon 143 milyar 229 milyon 400 bin) TL kár beyanında bulunduğu; firmanın yatırımları neticesinde ortaya çıkan yatırım indirimi rakamının söz konusu tutardan tenzili neticesinde kurumlar vergisi matrahı oluşmadığı tespit edilmiştir.’

Bu paragrafın açılımını şöyle yapmak mümkün:

AB Gıda, 2003 yılında 1.4 trilyon lira kár etmiş ve bu kár nedeniyle ödenmesi gereken vergi yaklaşık 377 milyar lira.

Ancak, firma yatırım yaptığından vergi indirimi alıyor.

AB Gıda, sektörü nedeniyle yüzde 40’lık yatırım indirimi diliminde.

Dolayısıyla; firmanın, 2003’te en az 2.8 trilyon liralık yatırım yaptığını söylemek mümkün.

Çünkü; ancak bu rakam vergi matrahını ‘sıfır’a çekebiliyor.

Firma, 2.8 trilyon lirayı aşan bir yatırım da yapmış olabilir.

Bu durumda, 2003 vergi matrahı yeterli kalmadığından, aşan kısım için 2004 yılı vergisinden indirime gidilmesi gerekiyor.

2004 yılı vergi beyanları Maliye Bakanlığı’na yeni ulaştı.

Bu nedenle yeni matraha bakmadan, yatırım miktarını kesin söylemek mümkün değil.

TAVUKLAR YİYECEKTİ

Hızlı büyüdüğü anlaşılan AB Gıda, 2003 yılında 4 bin ton mısır ithal edince gündeme geldi.

Nedeni de, Bakan Unakıtan’ın ‘Çiftliklerindeki tavuklarına yedirmek üzere, yemlik olarak tamamen kendi ihtiyaçları için ithal etmiştir’ dediği ithalatın zamanlamasıydı.

Mısır ithalatında, koruma amaçlı olarak ve genelde de haziran aylarında gümrük vergisi oranı yüzde 20’den yüzde 70’e çekilir.

2003 yılında düzenleme zamanında yapılmadı.

Bu nedenle AB Gıda’nın 4 Ağustos’taki ithalatı artıştan etkilenmedi.

Ancak, bu ithalattan 4 gün sonra, 8 Ağustos’ta, oran yüzde 70’e çekildi.

Bu değişikliğin AB Gıda’ya kilo başına 90 TL, toplamda da 366 milyar TL avantaj sağladığı ileri sürüldü.
Yazının Devamını Oku

60 ülkede 63 milyar dolarlık iş

19 Mayıs 2005
<B>TÜRK </B>firmalarının yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, Türkiye’nin ihracat ve turizmden sonraki en önemli döviz girdi kapısı haline geldi. Bu sektörün önemli firmalarından NUROL ve MESA’nın Varşova’da yaptığı 700 dükkanlık toptan eşya satış merkezi, Türk müteahhitlik firmalarının Rusya dışında da yüklenicilikten öte yatırımcı haline geldiğini gösteriyor.

Açılışını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Polonya Başbakanı Marek Belka’nın birlikte yaptığı, 70 milyon dolarlık yatırımla gerçekleşen iş merkezi bir yılda bitirildi ve hizmete girdiği gün talebi karşılayamaz hale de geldi.

Kısa sürede 300 milyon dolarlık yatırımla dev bir merkeze dönüşecek olan merkezin açılışı nedeniyle geldiğimiz Varşova’da müteahhitler ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmenile sektörle ilgili sohbet etme olanağı bulduk.

TEMİNAT MEKTUBU SORUNU

Türk Müteahhitler Birliği (TMB) Başkanı Erdal Eren, Özal politikaları ve iki büyük kriz nedeniyle sınırdan öteye adım atmaya hiç niyetli olmayan müteahhitlerin bile yurtdışında ihale kovaladığını belirtiyor.

‘60 ülkede 63 milyar dolarlık iş yüklendik’ diyen Eren, geçen yılki rakam olan 7 milyar doların aşılacağını, kısa sürede de yıllık 10 milyar doların üzerine çıkılacağını savunuyor.

NUROL’un sahiplerinden Oğuz Çarmıklı da, ‘Bu rakama çok rahat ulaşırız. Sadece bizim yeni başladıklarımız yarım milyar dolarlık işler. Bir milyar dolarlık işte de çok şanslıyız’ diyor.

Eren, bu noktada siyasi desteğin önemine şu gerekçeyle işaret ediyor:

‘Avrupalı firmalarla büyük rekabet yapıyoruz. Türk bankalarının kredi mektubu sorununu çözmediğimiz için Avrupa bankalarına gidiyoruz. Bu çifte garanti gösterme, çifte komisyon ödemek demek. Arap ülkelerinde bu da yetinmiyor; üçüncü teminat istiyorlar. Bunlar maliyetimizi artırdığı için rekabetimizi güçleştiriyor. Bu nedenle, banka sorunu çözülmedikçe siyasi destek önemli.’

TMB Genel Sekreteri Selçuk Polat ise teknik adam olarak iki uyarı yapıyor:

‘Birincisi çok sayıdaki Türk firmasının aynı ihaleye teklif vermesini önlemeli. İkincisi de iki yıl sonra Basel Kriterleri geçerli olacak. Sermayesi yeterli olmayan, uluslararası denetim yaptırmayan firmaların şansı kalmayacak.’

BANKALAR KORKUYOR

Kürşad Tüzmen
de teminat konusunu önemsiyor. Bankaların, dışa açılmada korkak davrandığını savunan Tüzmen, ‘Pakistan’ın Habib Bank’ı 15 yıldır İstanbul’da; ama bizim bankalar, müteahhitlerimizin büyük işler aldığı Irak ve Suriye gibi ülkelerde bile yok’ sitemini dile getiriyor.

Bankaları, Hazine kağıdı yoluyla bu duruma devletin zorladığını da kabul eden Tüzmen, ‘Oysa arkasında banka yoksa, şirketler büyüyemez’ diyor.

‘Dünya şirketleri böyle oluşuyor. Bunu biz de yapabilirsek sadece müteahhitlik hizmetlerinden bile hayal edilmeyecek döviz girdisi sağlarız’ diye devam eden Tüzmen, bu tabloya kurun gerçek değerine ulaşması umudunu da ekliyor.

Tüzmen, ‘İşte o zaman dış ticaret açığımız diye bir şey olmaz’ iddiasında bulunuyor.
Yazının Devamını Oku

Liste çıktığı an DYP’yi sıkıntı bastı

16 Mayıs 2005
DYP’ye yeniden Genel Başkan olan Mehmet Ağar, kendisini ittifakla seçen delegenin önüne, daha çıktığı an sıkıntı yaratan sürpriz bir Genel İdare Kurulu (GİK) listesi koydu.Sürpriz, yaratılan havanın aksine listede, merkez sağın yıldız isimlerinin değil, delegenin de pek tanımadığı isimlerin yer almasıydı. Ağar, eski yıldızlar yerine ‘yeni yıldızlar’ yaratmayı düşünmüş olabilir. Ancak, DYP’nin, klasik bir taban üzerine oturduğu bir gerçek. Ağar’ın döneminde seçilmiş olsa da delegenin, partilerini baraja gömmüş Tansu Çiller’e verdiği alkış desteği, bu tabanın eski isimleri öyle pek kolay unutmadığını bir kez daha gösterdi.Ayrıca, Ağar önderliğindeki DYP, delegeyi tatmin etmiş olsaydı, kongrede Çiller’in adı sadece buruk bir tat olarak hissedilebilirdi. Bu nedenle alkışın, Çiller dönmek istemese bile, DYP’nin eskileri tarafından Ağar üzerinde bir psikolojik baskı olarak kullanılması mümkün. MERKEZİ KUCAKLAYAMADIÖte yandan, ittifakla seçilmiş olması Çiller baskısını kırsa bile, GİK listesinin yaratacağı sıkıntının atlatılması uzun zaman alacak gibi.Liste ortaya çıkar çıkmaz, Erkan Mumcu’nun 9 milletvekilinin tümünü ANAP Genel Başkan Yardımcısı yaptığı bir dönemde, GİK’e girmeye çok istekli olmalarına karşın, teki dahi listeye alınmayan DYP’nin 6 milletvekilinin tepkisini herkes merak etmeye başladı. ‘İstifa ederler’ söylentisinin yayılması ile istifaların gerçekleşmesi peş peşe oldu. En yakın arkadaşları bile, Ağar’ın bu hatayı nasıl yaptığını; 40 kişilik GİK’e en eski DYP’lilerin bile tanımadığı 23 yeni isim koyarken 6 milletvekilini nasıl göz ardı ettiğini anlayamadıklarını söylediler. İstifalarla ilk darbeyi alan listenin merkez sağı kucakladığı da söylenemez. Listede, ANAP kökenli isimler arasında Birkan Erdal ve Mesut Yılmaz’ın Almanya’da en yakın çalışma arkadaşı olan, Erkan Mumcu öncesine kadar ANAP’ta MKYK üyesi olan Aydın Yardımcı dışında dikkat çeken isim yok. Oysa ANAP’tan, iradelerinin de dışında, Nesrin Nas, Ahat Andican ve Lütfullah Kayalar’ın isimleri fısıldanıyordu. Fısıldanan DYP kökenli isimler Yalım Erez ve Fuat Miras kadar, DYP genel başkan yardımcıları Saffet Kaya, Oğuz Tezmen ve Yıldırım Ulupınar’ın listesinde yer bulamaması dikkat çekiciydi.Hele Aydın Menderes’in de listede olmaması bir tasfiye işareti miydi? İKİ PARTİ BÜTÜNLEŞMEDİKÇEKongre salonunun dünkü havasına baktığımızda Ağar’ın listesi, bırakın sıradan DYP’liyi, listedeki bazı isimlerce bile umut var görülmedi.Çalışkanlığı, halk adamlığı ile öne çıkan Ağar’a, bu listenin ne kadar yardımcı olacağı ileride görülecek; ancak şu bir kez daha ortaya çıkıyor ki, şehirli ANAP’la kırsalda güçlü DYP’nin bütünleşmesi sağlanmadıkça merkez sağın her liderinin işi çok zor. Hele hele milliyetçi çizgisini daha fazla öne çıkaran, kongre konuşmasında ‘Kürt’ demekten kaçınan, ‘Alevi’ demektense Şah İsmail’e atıf yaparak dolambaçlı yol izleyen Ağar’ın, ‘Biz Aleviyiz de’, ‘Biz Kürdüz de’ diyen Erkan Mumcu ile kıyaslanabilme olasılığı DYP’nin işini daha güçleştiriyor gibi. Ayrıca; Mehmet Ali Bayar ve İlhan Kesici, Erkan Mumcu ile birlikte hareket ederse, Ağar’ın işinin daha da zorlaşacağını söylemek kehanet olmaz.
Yazının Devamını Oku

Edü ile Büdü’ye 2.1 milyon dolar!

12 Mayıs 2005
<B>GEÇEN </B>hafta görülen Beyaz Enerji davasında tutuklu sanıkları Enerji Üretim A.Ş (EÜAŞ) Genel Müdür Vekili <B>Önder Piyade </B>ile müteahhitler <B>Muzaffer Nasıroğlu </B>ve <B>Cemil Kazancı</B> serbest bırakıldılar. Davanın şu an için tutuklu iki sanığı kaldı.

Bir numaralı sanık İbrahim Selçuk ile EÜAŞ Genel Müdür Yardımcısı Servet Üst.

Mahkeme kararı pek de sürpriz oluşturmadı; ancak bu davada, olayın mali soruşturmasının henüz yeterince ortaya çıkmadığı izlenimi ediniliyor.

Oysa, rüşvet suçlamasının önemli bir iddia olarak yer aldığı davanın mali boyutunun, banka yeminli murakıpları ve maliye uzmanlarınca titiz bir araştırmadan geçirilmesi gerekiyor.

Bu yöndeki araştırmaların sürmekte olduğu belirtiliyor.

Tabii sonucun ne olacağını şimdiden kestirmek mümkün değil.

Ancak, dava iddianamesinde büyük para hareketlerine atıf yapılması, konu üzerinde önemle durmayı zorunlu kılıyor.

‘SELÇUK’A ÖDEME VEYA ÇIKTI’

İddianamede, İbrahim Selçuk’un işyerinde yapılan aramada, sekreteri Demet Göktaş’ın masasında ele geçen bir yazılı belgeye yer veriliyor.

Bu belgede TL, dolar ve euro cinsinden para listesi var.

Listedeki paraların karşılığında ise harfler yazılmış.

Savcılık, iddianamede bu listeyle ilgili şu yorumu yapıyor:

‘Listedeki harflerin kimlere ait olduğu anlaşılamamış ise de harfler karşısındaki rakamların, ihaleye giren şirketler tarafından sanık İbrahim Selçuk’a, faaliyetleri karşısında ödenen paralar olacağı, bu paraların bir kısmının da çıktı olarak şirketler arasında paylaşıldığı düşünülmektedir.’

Sekreter Demet Göktaş da savcılıktaki ifadesinde, listedeki paraların ne anlama geldiğini bilmediğini, böyle bir listeyi hatırlamadığını; ancak ‘F.M’den gelen’ ibaresini, ‘Fernas Muzaffer’ olarak düşündüğünü söylüyor.

İbrahim Selçuk ise ifadelerinde, bu listenin ne anlama geldiği yönündeki ısrarlı tüm soruları yanıtlamama yoluna gidiyor.

E.B. İLE R.K.

İddianamedeki belge ise aynen şöyle:

İBRAHİM SELÇUK’UN ŞAHSINA: 1- 250 bin dolar, 2- 30 bin dolar, 3- 15 bin dolar, 4- 10 bin dolar, 5- 5 bin dolar, 6- 27 milyar TL.

İRBAHİM SELÇUK HARCANAN: 1- S.İ 100 bin euro, K.B. 25 bin dolar, 3- B.B. 20 bin dolar, 4- G.N. 10 bin dolar, 5- S.İ.-G.H. 35 milyar lira.

F.M’DEN GELENLER (Rakamlar oldukça büyüyor): 1- E.B. 2 milyon 150 bin dolar, 2- G.S. 250 bin dolar, 3- R.K. 475 bin dolar, 4- R.K. 300 bin dolar, 5- S.İ. 100 bin dolar, 6- R.R. 50 bin dolar, 7- P.U. 15 bin dolar, G.N. 10 bin dolar.

Görüldüğü gibi en büyük rakam E.B. harfleri karşılığında yazılmış.

Bu kadar büyük miktarda paranın elden dolaştırılacağı düşünülemeyeceğine göre, banka hareketlerine bakmak çok önemli hale geliyor.

Yoksa bu harflere bakarak Edü ile Büdü’yü veya Ecüş ile Becüş’ü mü düşüneceğiz!

Ayrıca karşısında toplam 775 bin dolar yazılı R.K. neyin şifresi olabilir ki?

Bu kadar büyük rakamlara muhatap olan E.B. ile R.K. ve de diğerleri kim veya kimler acaba?
Yazının Devamını Oku

İran ’dan atıldıkları gün Mısır’a girdiler

9 Mayıs 2005
<B>ATATÜRK </B>Havalimanı’nı inşa eden ve işletmekte olan TAV, dün Kahire Havaalanı’nın inşaatına başladı. Dünkü temel atma töreni nedeniyle geldiğimiz Kahire, yılda 25 milyon turist ağırlayan dünyanın önemli merkezlerinden biri.

Mısır’ın en büyük gelir kaynağı olan turizmi sabote etmek için son yıllarda patlayan bombalar nedeniyle Kahire tam bir polis kenti olmuş.

Neredeyse her metrede beyaz elbiseli bir polisin görev yaptığı Kahire’de turist olmak da ayrıcalıklı hale getirilmiş.

Kahire’de lokantalara giriş bile detektör aramasından geçmekle mümkün olsa da bütün sıkıntılara rağmen oteller ve turistik yöreler dolu.

‘KARDEŞ’ İRAN’IN TAVRI

TAV CEO’su Sani Şener, ‘Böylesine önemli bir merkezde havaalanı inşa etmek bizim için önemli. Artık Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da varız’ diyor.

Suudi Bin Ladin Ailesi, Amerikalı, Japon, Fransız ve Yunan firmaları ile çekişerek 342 milyon dolarlık işi alan TAV, İran’dan çıkarılmanın etkisini atlatmış.

TAV, Tahran İmam Humeyni Havaalanı’nı işletme ve bir terminal binası inşa etme projesini 8 Mayıs 2004’te devralacaktı.

Ancak o gün, törenin birkaç saat öncesinde ‘firma yabancı’ diye direnişe geçen muhafazakárların temsilcisi İran ordusunun kara gücü piste tank yerleştirirken, hava gücü de uçakların inişini engelledi.

Muhafazakár direniş, Türk hükümetinin bütün girişimlerine rağmen de kırılamadı.

O günden beri TAV’ın bilgisayarlarını, mutfağını ve bagaj taşıma araçlarını kullanmalarına rağmen İran’ın TAV’a işi iadesi pek mümkün değil gibi ve gelecek hafta da her şey bitmiş olacak.

Şimdi TAV, yatırdığı 20 milyon doları almanın mücadelesini veriyor.

İlginçtir ki milyarlarca dolarlık doğalgaz aldığımız İran, aynı muameleyi 400 milyon dolarlık ihalede Turkcell’e de yapmak üzere.

Türk firmaları İran’da yedikleri darbeyi başka ülkelerde gideriyorlar.

İran’dan 8 Mayıs 2004’te çıkarılan TAV; bir yıl sonra aynı gün Mısır’a giriyor.

Yine de ‘kardeş’ İran’ın tavrının iki ülke ilişkileri açısından daha özenle değerlendirilmesi gerektiği de ortada.

ERDOĞAN’IN DESTEĞİ

Sani Şener
yaşadıklarını, ‘Dünya markası olmak kolay değil’ diye açıklıyor.

Kiev Havaalanı’nın inşaatında da iddialı olduklarını söyleyen Şener, yıllık 100 milyon yolcu kapasiteli Hindistan’da Bombay ve Yeni Delhi, Katar’da Doha, Yemen’de Sanaa, Tunus’ta Enfidia havaalanları ile en önemli hedefleri olan Atatürk Havalimanı’nı 15 yıl daha işletmeye talip tek Türk firması olduklarını anlatırken İran’a yanıt verir gibiydi.

Şener, ‘Marka olmak için bazı zorluklara da katlanacaksınız’ diyor.

Türk firmalarının kendi başarıları ne kadar önemli olsa da çoğu zaman, hükümetlerin desteği firma başarısının önüne geçiyor.

Mısır’daki başarıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün kişisel girişimlerinin ağırlığı da var.

Bu ağırlığın her yabancı ülkede hissedilmesi çok önemli.
Yazının Devamını Oku