Şükrü Küçükşahin

Provokasyona gelenler saç baş yoldurdu

14 Mart 2005
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan</B>’ın, İspanya gezisini biz de izledik. Erdoğan, Madrid’de, Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Jose Mario Borrosso ve AB Dönem Başkanı Lüksemburg Başbakanı Jean Claud Junker’le de görüştü.

AB’nin tepesindeki bu iki isim, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun da önünde, masaya Dünya Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul’da yapılan izinsiz gösteride polisin orantısız güç kullanmasını getirmekten çekinmediler.

Konunun getiriliş biçimi nazikti.

Hükümetin, polislerle ilgili soruşturma başlatması, ‘Sevindirici bir önalma’ diye nitelense de bunun, diplomatik dille bir uyarı olduğu ortadaydı.

Gerçekte, konunun görüşmelerde gündeme gelmesi bile Başbakan için yeterince sıkıtı olmuştu.

YASADIŞI ÖRGÜT SAVUNMASI

Bu nedenle, Erdoğan, o görüşmelerde savunma gereği dahi duymadı.

Ancak, aynı Erdoğan’ın, Madrid’den döner dönmez, medyaya sitemi sürdürmesi, AB konusunda önemli çalışmalar yapan TUSİAD’ın açıklamasını, ‘İşlerine baksınlar’ bağlamında ele alması çarpıcıydı.

Buradan, bir kadının başına inen copun gündem yaratmasını Erdoğan’ın iç kamuoyunun suçu olarak görmeyi sürdürdüğü sonucunu çıkarmak mümkün.

Madrid’deki iki günlük izlenimimiz de AKP kadrolarının, tepeden tırnağa, konuya böyle yaklaştıkları ve olayın provokasyon olduğuna gerçekten inandıkları biçiminde.

Onlara göre, 600 kadın zamanından iki gün önce eylem yapmış, bunlardan 540’ı uyarılar üzerine dağılırken 60’ı ısrarını sürdürmüş, polise direnmişti. Bu bilinçli bir provokasyondu ve özellikle de AB troykasının Türkiye’ye gelmesinden hemen önce yapılmıştı.

Ancak çizilen senaryo doğru kabul edilse bile iki soru akla geliyor.

Birincisi, polisin yere düşen göstericiyi, doğrudan kafasını hedef alarak dövmesi normal mi?

İkinci soru da, ‘Provokasyonu gerçekleştiren o göstericiler yasadışı örgüt üyeleri’ savunması nedeniyle, ‘Onlar provokasyona girecekti de, peki ya bu provokasyonu göremeyen güvenlik güçlerine ne demeli?’ biçiminde geliyor.

İkinci soruya ilgiliden aldığımız yanıt; ‘İşte bizim de saçımızı başımızı yolduğumuz nokta bu. Nasıl bu provokasyona gelinir?’ oldu.

ÇİFTE STANDART ARAŞTIRILACAK

Bu yanıt, medyayı suçlamak yerine, amirleriyle birlikte bazı polislerin sorgulanmasını, haklarında işlem yapılmasını gerektiriyor.

Oysa bu noktada Başbakan’dan İçişleri Bakanı’na kadar her kademedeki AKP’liden, ‘Polisi incitmeme, yasadışı örgüt mensupları karşısında güçsüz durumda bırakmama’ savunması geliyor.

AKP kadrolarının, ‘Bunlar yasadışı sol örgüt üyesi’ savunması da ilginç

Aynı savunma, 8 Mart’ta Emine Erdoğan’ın konuşmasını protesto eden başı açık göstericiler konusunda da polisin, o göstericilerle türbanlı göstericilere müdahalede çifte standart uygulamasında da geçerli.

Türbanlı göstericilere karşı takınılan doğru tutumun diğerlerine karşı sergilenmemesi, ‘Onlar direniyor, onlar militan’ diye açıklanıyor.

Bu savunmalara rağmen, bundan sonra polisin eğitimine daha çok önem verileceğini, ‘çifte standardın’ altında polisin ideolojik bakışının yatıp yatmadığının ‘ciddi bir şekilde’ araştırılacağını duyurabiliriz.

İzleyip, göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

AKP’nin bürokrasi titizliği

10 Mart 2005
<B>AKP’</B>nin iktidar olmasından sonra bürokratik kademelere yaptığı atamalar, gerek Cumhurbaşkanı <B>Ahmet Necdet Sezer</B>’in vetoları, gerek önemli pek çok makamın 2.5 yıldır vekáleten yürütülmesi nedeniyle sık sık gündeme geldi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde yürütülen yolsuzluk operasyonu da bazı atamalarda yeterince titiz davranılmadığını ortaya koydu.

Operasyon nedeniyle, bu atamalarda parti etkisinin öne çıktığı, AKP Genel Sekreteri İdris Naim Şahin’in bürokratik atamalarla ilgili olarak geçmişte, Başbakanlık’ta yoğun mesaide bulunduğu basında yer aldı.

Enerji operasyonunda tutuklu olan bürokratlarla ilişkiye bakıldığında da bu etkiye atıf yapmak mümkün.

YANDAŞLIK ÖNE ÇIKINCA

AKP döneminde eski hatalar nüksedip yandaşlık öne çekilince hata yapılması da kaçınılmaz hale geliyor.

Yoksa örneğin, önceki dönemlerde düzenlenen müfettiş raporlarına bakılsaydı, şu anda tutuklu sanık olan Enerji Üretim Genel Müdür Yardımcısı Servet Üst’ün üst düzey görevlere getirilmesinde ciddi çekince gösterilebilirdi.

Bir an için o raporların, önceki iktidarların ideolojik değerlendirmelerini yansıttığı düşünülsün; peki ya mahkeme kararlarına ne demeli?

Bu yöndeki bir örneği de yine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinden verelim.

AKP iktidar olduktan sonra, Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) Genel Müdürlüğü’ne, Ankara Büyükşehir Belediyesi ASKİ Genel Müdürlüğü’nden mühendis Yılmaz Karaman atandı.

ASKİ Spor Kulübü yöneticisi de olan Karaman, 1996’da takımı deplasmana götürmesi için kendisine verilen 1 milyar 300 milyon lirayı, adına, repoda değerlendiriyor.

Karaman, bunu Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesi önünde ikrar edince, mahkeme 1999/01322 karar numarasıyla şu hükme varıyor:

‘Kastın yoğunluğu, suçun sebep ve saikleri de göz önünde tutularak 6 ay hapis, 860 bin lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına; samimi ikrarı nedeniyle cezanın altıda bir indirilmesine; kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın paraya çevrilmesine, neticeten; 1 milyar 466 milyon 750 bin lira para cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın teciline karar verilmiştir.’

Bu karar kendisinin yeni göreve atanmasına hukuken engel oluşturmayabilir; ama bu kararın atamada bir titizlik göstergesi olarak kabul edilmesi gerekmez miydi?

GETİRDİKLERİ GİBİ ALDILAR DA

Milli görüşe yakınlığıyla bilinen Yılmaz, bu kararına rağmen BEDAŞ Genel Müdürü yapıldı.

Aradan iki yıl geçti ve Bakan Hilmi Güler, Karaman’ı sessiz sedasız görevden aldı.

Görevden alma gerekçesinin yine akçalı konular olduğu biliniyor; en azından raporlar bu yönde işaretler veriyor.

Bu bürokrat şimdilerde, meydan okurcasına, ‘Ben o göreve yine geleceğim’ diyor.

Bakana rağmen de bu olabilir; çünkü referanslar oldukça güçlü görünüyor.

Kendi akraba ve yakınlarını kamu görevi dışında tutma konusunda büyük özen gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, en azından adları şaibeli işlere, ilişkilere karışmış bürokratların referanslarına bakmasını önermemizin nedeni de işte bu gerekçe.
Yazının Devamını Oku

Cemal Kaya unutulur İbrahim Selçuk kalır

7 Mart 2005
<B>ENERJİ </B>ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde yürütülen, AKP’li birkaç siyasinin de adı geçen yolsuzluk operasyonunun basına yansımasının üzerinden üç hafta geçti. Bu AKP’lilerden biri olan Ağrı Milletvekili Cemal Kaya, Hürriyet’ten Şaban Sevinç’e, ‘Bunlar unutulur, unutulur’ dedi.

Kaya, ilk kez milletvekili olduğundan, ‘Bazı siyasiler, bazı olayların unutulduğunu düşünür; oysa o olaylar unutulmaz, başka olaylarla üst üste gelir ve bir siyasi kadroyu tümden çürütür, yok eder’ kuralını bilmiyor olabilir.

Ancak, iktidar başarısı bu kuralın geçerliliğine bağlı olan AKP’nin harekete geçmekte gecikmesini anlamak mümkün değil.

AKP Grup Başkanvekilleri düne kadar, ‘Soruşturma gizli, elimizde bilgi yok’ diyordu.

Bu ne kadar inandırıcı gerekçe bilemiyoruz; ama sonuçta doğru olan yapıldı ve cuma günü bir komisyon oluşturuldu.

FITIK İYİLEŞTİRME MERKEZİ

Sanıyoruz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın düğmeye basması beklendi.

Oysa gecikme AKP’yi daha çok yıpratmak, kuşkulara neden olmak dışında bir işlev görmüyordu.

Operasyonun merkezinde olan müteahhit İbrahim Selçuk’un, kamuda yaptığı tek bir iş bile olmadığı halde, AKP’li bakanların, milletvekillerinin, bürokratların kendisiyle samimiyetinin, ne konuştuğunun sorgulanmaması iz bırakıyordu.

Çünkü burada Selçuk’a ne denebilir ki?

O, kendi yolunu tutturmuş ve bu yolda ne silah, ne şiddet kullanmış.

Karşılıklı saygı, çıkar ilişkisi içinde davranmış.

Dostlarının ihtiyacı neyse hepsini gidermeye çalışmış, hatta bazı siyasi arkadaşlarını fıtık hastalığından kurtarmak için bürosunu, Taylandlı doktorları bile devreye sokarak, ‘fıtık iyileştirme merkezi’ haline getirmiş.

Bugün cezaevinde olan ve sadece bir iki dostu tarafından ziyaret edilen Selçuk’un, nedense fıtıklı günlerinde bürosuna sık sık uğrayanlar dahil siyasi dostları tarafından unutulmuş olması siyasetin normal kuralıdır.

Oysa Selçuk, ziyaretçi dostlarına, ‘Suçum yok, ilk duruşmada çıkacağım’ diyor.

Çıkması da sürpriz olmaz ve Selçuk her dönem olduğu gibi bundan sonra da kervanı yürütebilir.

Ancak Cemal Kaya gibi siyasilerin unutulup gitmesi de unutulur gider.

İLİŞKİLER SORGULANMALI

‘Unutulma’
dan AKP’nin de nasibini almaması için Başbakan’ın, bu operasyonu fırsata dönüştürmesi mümkün.

Erdoğan, kurulan komisyona, operasyonla ilişkili tek bir AKP’li dahi olsa, üstüne gitme talimat ve yetkisi mutlaka vermiştir.

Bu vesile komisyona, bürokrat atamalarının nasıl yapıldığı; en azından adları çeşitli olaylara karışan bürokratların referanslarının, akrabalarının kimler olduğunu da sorgulatsa ilginç verilere ulaşabilir.

Tek bir akrabasına kamuda görev verdirmeme özeni içinde olan Erdoğan, komisyona bir de, ‘kamuda görev yapan kaç milletvekili yakını, AKP iktidar olunca üst düzey görevlere atandı’ çalışması yaptırsa yine ilginç sonuçlar edinebilir.

O zaman, uygulanan sistemin önceki iktidarlara getiremediği yararı AKP’ye getirmeyeceği de görülür.
Yazının Devamını Oku

Başbakanlık Müsteşarlığı ve AKP'den açıklamalar

3 Mart 2005
<B>‘OKEY Masasının İlginç Karesi’ </B>başlıklı yazımla ilgili olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı <B>Dengir Mir Mehmet Fırat</B> aradı ve üzüntülerini bildirdi. Fırat, Enerji Bakanlığı ekseninde ortaya çıkan yolsuzluk soruşturmasının kilit isimlerinden tutuklu sanık müteahhit İbrahim Selçuk'un bürosuna bir kez gittiğini; onun da bazı arkadaşlarının davetinden kaynaklandığını belirtti. Fırat, ‘Kendisini orada görünce bir kez de eski yıllarda karşılaştığımı anımsadım. Bunun dışında ilişkim yok’ dedi.

Buna karşılık, yazımızda yer alan kendisinin Mahatma Gandi Caddesi'nde bir bürosunun bulunduğu ve bu büronun daha önce Selçuk tarafından kullanıldığı yolundaki bilginin doğru olmadığını aktaran Fırat'tan ve kızından bu ifadelerimiz nedeniyle özür dileriz.

Bu arada AKP Genel Sekreteri İdris Naim Şahin adına da avukatı, bir açıklama göndererek, vekili ile ilgili iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtti. Avukat, vekilinin dürüst, şaibesiz kişiliğinin siyasi kimliği ile sürdürmeye kararlı olduğunu bildirdi. Basın ilkeleri doğrultusunda bu açıklamaya da yer veriyoruz.

MEĞER KÖŞK İLE SORUN YOKMUŞ

Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer de, ‘Başbakanlıkta Ders Ömer Dinçer Okumak’ başlıklı yazımız için, noter kanalıyla bir düzeltme ve cevap metni gönderdi.

Yazıda asılsız iddia ve ithamların yer aldığını belirten Dinçer, kendisi hakkında kullandığımız ‘tartışmalı kişiliği’ ifademizi kişiliğine saldırı olarak niteliyor.

Bizim, ‘tartışmalı kişilik’ derken, kendisinin 1995'te yaptığı ‘21. yüzyıla girerken dünya ve Türkiye gündeminde İslam’ başlıklı konuşması nedeniyle adı etrafında doğan hararetli tartışmaları dile getirmenin ötesinde bir amacımız olmadı.

Yazımızda, Dinçer'in sık sık yurtdışına çıktığını yazmıştık. Dinçer, kendisinin üç kez yurtdışına çıktığını, dolayısıyla ‘sık sık’ ifadesinin kullanılamayacağını belirtti.

Dinçer'in dış gezilerinde vekáleti Müsteşar Yardımcısı Mustafa Çetin'e bırakmasını ‘vekilin vekáleti’ başlığı ile vermiş ve bu durumun Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile zıtlaşma içerdiği izlenimi yarattığını belirtmiştik. Başbakanlık Müsteşarı, bu ifadeyi ‘Bürokrasinin zirvesinde çatışma olduğu mesajı vermek, kasıtlı olarak Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık kurumlarını yıpratmaya çalışmak’ olarak görüyor.

Dinçer'in bu sözlerinden, Çankaya Köşkü ile Başbakanlık bürokrasisi arasında bir çatışma olmadığı anlamı çıkıyor. Kuşkusuz Ankara'da bu görüşte olmayan çok sayıda gözlemci de var.

Dilediği yardımcısına, gerekçe göstermeksizin vekálet verme hakkı olduğunu belirten Dinçer, Çetin'in İçişleri Bakanlığı Teşkilat Kanunu çerçevesinde, valilik unvanını muhafaza ederek görev üstelendiğini; bu nedenle Cumhurbaşkanı'na, Çetin'le ilgili kararname gönderilmediğini aktarıyor.

Dinçer, ‘Söz konusu yazıda şahsımla ilgili olarak öne sürülen iddia ve ithamlar, gerçekleri yansıtmayan, kamuoyunu yanıltmaya yönelik ve iyi niyetten uzak suçlamalardır. Dolayısıyla, gerçek dışı yakıştırmalarla adımın söz konusu yazıda kullanılmasını, kamuoyunu yanıltıcı gayretlerinin bir ürünü olarak kınıyorum’ diyor.

DİNÇER'DEN BEKLENTİ

Yazımızda Köşk’le zıtlaşma konusunu, Cumhurbaşkanı’nın, bu tür üst düzey görevlere asaleten atama yolunu tercih etmesi ve bu konudaki hassasiyetini zaman zaman göstermesi nedeniyle kaleme almıştık.

Bunun ötesinde Dinçer’i suçlamak, kendisi hakkında yakıştırmalarda bulunmak gibi bir amaç gütmedik.

Görevlendirme yoluyla atanan bir bürokratın asil olanın şartlarını taşıdığı biliniyor.

Ama devlet geleneklerinde, asaleten atanan bürokratın daha önde olduğu da bir gerçek ve de tercih edilen, bürokratik kadroların asalaten atananlar tarafından doldurulmasıdır.
Yazının Devamını Oku

32/4’teki kareye bak kareye

28 Şubat 2005
<B>ENERJİ </B>ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde sürdürülmekte olan operasyonun tutuklu sanığı müteahhit<B> İbrahim Selçuk’</B>a ait Uğur Mumcu Caddesi 32/4’ün konuklarının kimler olduğunu soran, Radikal yazarı <B>Murat Yetkin’</B>in merakını gideren bir yetkili henüz çıkmadı. Belki biz, bir sonbahar gecesinde, 32/4’te kurulan okey masası etrafında dönen bir öykü ile Yetkin’e yardımcı olabiliriz.

32/4’ün gece yarısı konuğu okeycilerin sohbetinden, buraya, bir kamu bankasının Gaziosmanpaşa’daki lokalinde yedikleri yemeğin ardından geldikleri anlaşılıyor.

Bankanın yöneticisinin de bulunduğu yemek davetinin sahibi ise bir AKP yöneticisi.

ÖNCE YEME İÇME SONRA OKEY

Doğal olarak ev sahibi bankacının, hesabı AKP yöneticisine ödetme kabalığı gösterdiğini hiç tahmin etmiyoruz.

Allah’tan devir AKP devri; Petrus şarapları içilemeyeceğinden hesap da kabarık çıkmamış olsa gerek.

Okey sohbetinden, 23.00’e kadar süren yemekte iş konularının ele alındığı da öğreniliyor; ama bu bölümü geçiyoruz.

Yemekte kimlerin bulunduğu merak konusu olduysa, giderelim.

Hemen hemen tüm konuklar yemekten 32/4’e geçtiklerinden, iki tarafın da listesi aynı gibi.

Yemeğin ev sahibi ile davet sahibine ilaveten, enerji operasyonunun sanıkları Enerji Üretim A.Ş’nin Genel Müdürvekili Önder Piyade ile yardımcısı Servet Üst, operasyonda adı sık sık anılan AKP Ağrı Milletvekili Cemal Kaya, eski Ağrı Milletvekili Celal Esin (yemekte yok) operasyonun tutuklu müteahhitleri İbrahim Selçuk ve Muzaffer Nasıroğlu.

Bu kalabalıktan en iyi okey karesi nasıl çıkar, sorusunu da yanıtsız bırakmayalım:

Önder Piyade (halen tutuklu), Servet Üst (halen tutuklu), İbrahim Selçuk (Üst’ün ‘Sayın Bakanım’ diye hitap ettiği meteahhit, halen tutuklu).

Ya dördüncü isim; hadi artık onun da adını verelim: AKP Genel Sekreteri İdris Naim Şahin.

Okeyin boşuna oynandığını da düşünmeyin; ama o kadar da önemli değil; ortada sadece bir iki milyar lirayı bulan Vakko marka kıyafetler var.

MİR BEY RAHATLATTI...

Enerji operasyonuna takılanlar bugünlerde bazı şeyleri pek anımsayamıyorlar.

Belki kendisine ulaşmayı başaramadığımız İdris Bey de bu kareyi anımsayamayacak; ama kaynak çok yakınından.

Daha da önemlisi; yukarıda Allah var ve o her şeyi görüyor.

Bu arada AKP’nin iki numaralı ismi Dengir Mir Fırat da operasyonda adı kullanılan bir siyasetçi ve bundan çok rahatsız.

Murat Yetkin’in cumartesi günkü yazısından anlıyoruz ki, Fırat, 32/4’e bir kez akşam yemeği için konuk olmuş ve ev sahibinin İbrahim Selçuk olduğunu çıkarken öğrenmiş, başkaca tanışıklığı yokmuş...

Demek ki, Fırat bazı soruları sonradan değil önceden sorsa, halen kullandığı ve kızının da çalışma mekanı olan Mahatma Gandi Caddesi’ndeki bürosunun kendilerinden önce İbrahim Selçuk’a ait olduğunu da öğrenebilirdi.

Neyse; yine de Fırat’la ilgili fotoğraf netleşti.

Böylece en azından, Enerji Bakanlığı müsteşar yardımcılarından birinin görevde kalması için Selçuk’un kendisiyle temas kurduğu söylentilerinin de Selçuk’un gerçek dışı beyanlarından kaynaklandığı ortaya çıktı.

Son olarak, polisin yaptığı telefon dinlemelerde sanıkların ‘bir numara’, ‘iki numara’ diye gizledikleri kişilerin kimler olduğunu da ben o kadar çok merak ediyorum ki, sormayın gitsin.
Yazının Devamını Oku

İkinci 21 Şubat krizini Gül mü önledi?

24 Şubat 2005
<B>CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer</B> ile Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>'ın 21 Şubat Pazartesi günkü görüşmesi, sızan ufak kırıntılarından bile anlaşılıyor ki, tahminlerden daha sert geçmiş. Zaman Gazetesi yazarı Mustafa Ünal, önceki günkü yazısında görüşmeyi, 21 Şubat 2001 krizi olarak tarihe geçen ve 19 Şubat 2001'de Milli Güvenlik Kurulu'nda yaşanan Sezer-Bülent Ecevit tartışmasına benzetti.

Bu düzeyde bir tartışma mı emin değiliz; ancak, ikilinin iki yıllık süreçteki en sert görüşmelerini yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Eteklerdeki taşların döküldüğü, eleştirilerin havada uçuştuğu bu buluşmanın ayrıntıları daha fazla ortaya çıktığında belki de bazı şeylerin başlangıç tarihi olarak 21 Şubat anılacaktır.

GÜL'ÜN GİZLİ ZİYARETİ

Erdoğan,
Çankaya Köşkü'nde 2 saat kaldı; ama bunun yaklaşık bir saati görüşme değildi.

Görüşmenin ilk bölümü 10-15 dakika sürdü ve bu bölümde Erdoğan, Hüseyin Çelik'i Milli Eğitim Bakanlığı'ndan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na kaydırdığı, yerine Devlet Bakanı Beşir Atalay'ı, Atalay'dan boşalan koltuğa da Atilla Koç'u önerdiği kararnameyi Sezer'in önüne koydu.

Sezer, kararnameye bakar bakmaz tepki gösterdi; daha önce reddetmesine karşın Atalay'ın yeniden Milli Eğitim'e önerilmesine üzüldüğünü beyan etti.

Erdoğan, Atalay ile ilgili olumlu görüşlerini ifade ederek, "böyle uygun gördüklerini" söyledi.

Sezer,
buna rağmen kararnameye imza atmayacağını ortaya koyunca, Erdoğan, daha kararlı tavır alarak kararnamenin imzalanmasının devletin işlerinin daha iyi yürümesini sağlayacağını belirtti.

Erdoğan'ın sözleri Sezer üzerinde "dayatma" izlenimi yaratınca, imzanın atılmayacağı kesinleşti.

Görüşme odasında rüzgár çok sert esmeye başlayınca Erdoğan, izin isteyerek dışarı çıktı ve hemen Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ü telefonla arayarak Köşk'e çağırdı.

Arka kapıların birinden Köşk'e giren Gül'le yapılan durum değerlendirmesi; alınan, yollanan fakslar yaklaşık bir saatlik süreyi kapsadı.

Sonraki ayrıntılar kayboluyor; ama Erdoğan'ın içeriye, en az, bir giriş-çıkış daha yaptığı, bu giriş-çıkışların yeni kararnamelerle ilgili olduğu söylenebilir.

YENİ BAKAN DA AİLEDEN

Gül
'ün Köşk'e gizli ziyareti, sert rüzgárların dışarı yansımasını önlediği görülüyor; ama baş başa görüşmelerde, "Bizi engelleyen bir izlenim yaratıyorsunuz" sözlerine, "Devlet geleneklerine aykırı davranıyorsunuz" yanıtına kadar varan düzeyde, bürokrasi atamalarından dış politikaya kadar pek çok konuda karşılıklı eleştiri, (Hadi biraz da öz 'eleştiri' diyelim) yapıldığı anlaşılıyor.

Sonuçta Erdoğan kabinesinde istediği değişikliği yapamadan Sezer'in yanından ayrılıyor.

Ne ilginçtir ki, izlerinin kalıcı olacağı tahmin edilen bu görüşmeden yeni bakan olarak çıkan Atilla Koç, tartışmanın odağı olan Beşir Atalay'la akrabalık bağına sahip.

Atalay'ın kuzeni Kahire Kültür Ataşesi İbrahim Atalay, Koç'un küçük baldızı Hicaziye Kıcır Atalay ile evli; yani kabinenin yeni üyesi de aile içinden, üstelik Atalay ile aynı vakıftan.

Bu atamayla giden liberal bir ismin yerine milli görüş eksenli birini getiren Erdoğan, herkese bir mesaj verdi; ama mesajın kalan liberallere meydan okuma mı, içe kapanma mı olduğunu anlamak için biraz zaman geçmesi gerekecek.
Yazının Devamını Oku

Siyasete dayalı bir ‘büyüme’ öyküsü

21 Şubat 2005
<B>ENERJİ </B>ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde yürütülen operasyon siyasete dayalı, akıl almaz <B>‘büyüme’</B> öykülerine bir yenisini daha kattı. Operasyon nedeniyle tutuklanan müteahhit İbrahim Selçuk’a ait bu öykü, 10 yıl kadar önce, kendisinin ANAP’lı siyasetçiler tarafından BOTAŞ’a güvenlikçi olarak yerleştirilmesiyle başlıyor.

Kiminle, nasıl ilişki kuracağı konusundaki üstün yeteneği ile kısa sürede yol alan Selçuk, bu işle yetinecek biri değil; küçük çaplı işlere giriyor, biraz para kazanıyor.

Daha sonra (bugün de öyle) ne iş yaptığı pek belli olmasa da iyi para harcadığı görülüyor.

Bu arada ANAP’ta da ilerliyor; kongre delegesi, Ankara il başkan yardımcısı oluyor.

TAŞAR’IN YAKIN DOSTU

Tutum ve davranışı ANAP’ta bazılarının tepkisini de çekiyor.

Hiç değilse kongre delegesi olmaması için tavır koyan bu kişiler, Mustafa Taşar’ın baskısı sonucu Genel Başkan Mesut Yılmaz’ın devreye girmesi üzerine, çaresiz kalabiliyor.

Çünkü Taşar, Selçuk’la ilişkilerini o kadar ilerletmiştir ki; müdavimi olduğu saunaya onsuz adım atmıyor, Selçuk aracılığıyla, Yılmaz’a karşı adayların çıktığı kongrelerde zeka ürünü operasyonlar gerçekleştirmenin keyfini yaşıyor.

Selçuk da ilişkiler ağını önceliği Enerji Bakanlığı’na vermek üzere, pek çok bakanlığa yaymayı beceriyor.

Eğitim düzeyi yüksek olmasa da ‘sempatik’ tutumu kendisini yükselen değer haline getiriyor.

Selçuk, yükselen değerleri de hemen görüyor; cezaevinde bulunduğu sırada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyarete gittiğini duyurmaktan keyif alıyor.

Görüşüp görüşmediği dahi belli değil; ama öyle inandırıcı davranıyor ki, AKP iktidar olunca temasa geçtiklerini hemen ilişki ağına dahil ediyor, ‘daha başarılı işler’ yapıyor.

MUHALEFETİ DE İHMAL ETMİYOR

AKP iktidarı ardından evini, bürosunu Ankara’nın en lüks mekánlarına taşıyan Selçuk’un harcadığı para için kimsenin aklına, ‘Ne iş yaptı da kazandı, kaynak ne?’ sorusu hiç gelmiyor.

Bürosu, AKP’li bakan, milletvekili ve bürokratların ana uğrak yerlerinden biri haline geliyor; iftar yemekleri veriliyor, dualar ediliyor, oyunlar oynanıyor, umre planlanıyor.

Bu arada Selçuk, Allah vergisi ilişki kurma ustalığını konuşturmaya devam ediyor.

Muhalefeti de ihmal etmiyor; bazı genel başkanlarla, milletvekilleriyle ilişki kuruyor.

Doğrusu burada CHP Genel Saymanı Mahmut Yıldız’ın adı öncelikle öne çıkıyor.

Selçuk, hayatını bizim Faruk Bildirici’ye anlatsa bitmeyen öykü olur.

Ancak, şu kesin ki; bu öykünün, ANAP’a faydası ortada, AKP’ye faydasını da görüyoruz.

Buna rağmen, Başbakan Erdoğan, Selçuk’un ilişkiler ağını sorgulamak yerine, ağı gündemde tutanları eleştirmeyi yeğliyor.

Oysa merak etmiyor mu; küfür ustası da olan biriyle, bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar nasıl konuşur, ne konuşur, neden konuşur?
Yazının Devamını Oku

Umre, Mevlana iftar, siyaset yolsuzluk

17 Şubat 2005
YAZIMIZIN başlığı, yan yana gelmemesi gereken sözcüklerden oluşuyor.Ancak ne acıdır ki, bu sözcükler AKP iktidarında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda başlatılan enerji operasyonunda, yine AKP kadrolarının katkılarıyla yan yana gelebiliyor. Operasyon gösteriyor ki, ‘Selamünaleyküm’, ‘Aleykümselam’a dayalı selamlaşmanın ideolojik parola gibi kullanılması, umre gibi kutsal bir görevin, bakandan müsteşara, genel müdürden daire başkanına kadar her kademedeki kişilerle asgari nezaket ve terbiye kurallarının A’sını dahi içermeyen konuşmalar yapan bir müteahhidin parasıyla yapılmasına haklılık kazandırmıyor. Onlarca milletvekiline iftar vermesi de bu kişinin AKP değerlerini paylaştığını göstermiyor. Tutuklu Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ) Genel Müdür Vekili Önder Piyade’nin, aralık ayında, yardımcıları, daire başkanları ve özel kalem müdürünü 3.5 milyar lira tutan konaklama ve yiyecek masrafını bir kamu bankasına ödeterek Mevlana Türbesi’ne götürmesi, tövbekár olduklarını da kanıtlamıyor. TRANSFERLER YANLIŞTIEnerji operasyonundaki siyasi boyut hiç de küçümsenecek gibi değil. Öncelikle CHP’den AKP’ye transfer olan iki milletvekilinin adlarının bu operasyonda sık sık geçiyor olması, en çok da AKP’yi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı düşündürüyor olmalı. Transferler Erdoğan’ın bilgisi ve isteği dahilinde, AKP’nin iki numaralı ismi ve ne yazık ki operasyonda adı kullanılan Dengir Mir Mehmet Fırat’ın katkılarıyla gerçekleşmişti.O dönem transferlerle ilgili üç yazı yazmış, birinin başlığını da CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın bana söylediği, ‘Bu transferler kirli’ diye koymuştuk. Baykal, salı günü CHP Grup toplantısında aynı şeyi söyledi; haksız denebilir mi? Biz de iktidar partisinin hiç ihtiyacı olmadığı halde bu yola sapmasının yanlış olduğunu, bunun ileride ortaya çıkacağını belirterek, ‘Keser döner sap döner; bir gün hesap döner’ demiştik.ABARTMA KISTASINe yazık ki AKP de Türk siyasetinin bu kötü yanını çabuk kaptı; bugün de sıkıntısını yaşıyor. AKP’li siyasiler, bürokraside köşe kapma, ehil olup olmadığına bakmaksızın adamlarını, yakınlarını en iyi makamlara oturtma hastalığını aynen sürdürüyorlar. Sanıyorum bunun sıkıntısını da en çok Enerji Bakanı Hilmi Güler çekiyordur. Belki de, ‘Bakanlık pahasına da olsa keşke direnseydim’ diyordur; ama geç kalındı. EÜAŞ’nin üst makamları da AKP’lilerin yakınlarıyla doldurulmuş. Bu nedenle enerji alanındaki tecrübesi 1.5 yılla sınırlı Önder Piyade genel müdür vekili, Servet Üst genel müdür yardımcısı olabiliyor. Böyle olduğu için, milletvekili seçilerek Ankara’ya gelen eski EÜAŞ’ci AKP Siirt Milletvekili Öner Gülyeşil, o günden beri bu kurumun lojmanında oturuyor. Hem de elektrik, su, telefon, yakıt gideri ödemeden. Ta ki operasyon ortaya çıkıyor, 30 milyar ödeniyor. Öner Bey bize, ‘Abartmayın’ diyor; ama abartının nereden kaynaklandığını takdirinize bırakıyoruz.
Yazının Devamını Oku