8 Ağustos 2005
<B>MHP’</B>nin 16’ncı Erciyes Kurultayı’nı izlemek amacıyla Kayseri’ye giderken yol boyunca gazeteci <B>Hakan Akpınar</B>’ın yeni kitabını okuduk. Tekir Yaylası görünüp, kafamızı kaldırdığımızda kitaba adını veren ‘Kurtların Kardeşliği’nin anlamını daha iyi çözüyoruz.
Binlerce çadır, on binlerce ‘kardeş kurt’; kadını erkeği, yaşlısı genci ile koca dağı bir şenlik alanına çevirmiş.
Uçurtmalar uçuruluyor, kadını erkeği omuz omuza halay çekiyor, onlarcası aynı çadırın altında uyuyor, Telekom’un özelleştirilmesine karşı imza toplanıyor, sevgililer el ele özgürce yürüyüş yapıyor.
Çadırların ortasındaki meydanda ise aralarında uzun saçlıların da yer aldığı Ülkü Ocakları sanat grupları Alevi deyişleri dahil, türküleriyle on binleri coşturuyor.
EN BÜYÜK SOSYAL ETKİNLİK
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, manzaradan çok memnun.
‘Burada tanışıp evlenenler bile var’ demesi, bizde, ‘Bu toplantı kurultaydan çok büyük bir sosyal etkinlik’ kanısı uyandırıyor.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır’ın, ‘Burası MHP’nin mahşeri, AKP’nin kıyameti olacak’ diye toplantının siyasi boyutunu öne çıkarması da düşüncemizi değiştirmiyor.
Sıradan insani ihtiyaçların karşılanmasında dahi büyük zorluklar çekilen, çoluğuyla çocuğuyla on binlerin katılımını sağlayan bu sosyal etkinliğin sosyolojik tahlilinin çok ilgi çekici olacağını düşünüyoruz.
Buna rağmen, tüm şenliklere katılmış olan Bahçeli, bizi 16 Türk devletinin kurucuları ile Atatürk, Türkeş ve kendisinin posterlerinin yer aldığı Beyçadırı’nda ağırladığında işi siyasete döndürmekten kaçınmıyoruz.
SEÇİM 2006 İLKBAHARI
Gazeteci arkadaşlarla Bahçeli’nin yanına bağdaş kurup oturuyoruz, sorular bitince, yakın oturmamızın avantajı ile sohbeti biraz daha sürdürüyoruz.
MHP Lideri’nin bazı ilginç görüşlerini bu sırada öğreniyoruz.
Bahçeli, Hürriyet yazarı Erdal Sağlam’ın bir yazısına dayanarak, AKP’nin 13 Kasım’da seçim hesapları yaptığı yönünde haberler olduğunu dile getiriyor.
Bahçeli, ‘3 Ekim geçmiş, bazı şeyler belli olmuş olacak. Bir de ramazan bitmiş oluyor. Belediyeler eliyle ramazanda yardımlarla geniş kesimlere ulaşıp seçime gidebilirler. Bu senaryo olabilir’ diyor.
Ancak, kişisel kanısını, ‘Seçim 2006’nın ilkbaharında olabilir’ diye açıklıyor.
AKP’nin seçimi, cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasına, normal süresine bırakmasına ise pek olasılık vermiyor.
AKP BÜYÜK TAHRİBAT YAPIYOR
AKP’nin ve özellikle Başbakan’ın terör konusunda etkin bir mücadeleye yanaşmadığını ısrarla dile getiren, bu yönde sert eleştiri yapmaktan kaçınmayan Bahçeli, ‘AKP, büyük tahribat yapıyor. Bu tahribatı kapatılır gibi görmeyenler var’ diyor ve ilginç bir tespitte bulunuyor:
‘Biz hariç hiçbir parti bu tahribatı onaracak gücü kendinde görmüyor. Bu yüzden AKP’nin alternatifi olmak istemiyor. Biz istiyoruz, hazırız da.’
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2005
<B>İŞSİZLİK </B>Sigortası Fonu’nda Türkiye’deki en büyük kaynak oluştu. Prim kesintilerine 1 Haziran 2000’de başlanmasına, 2003’ten beri işveren payı yüzde ikiden yüzde bire düşürülmesine rağmen, fonda biriken para 12 milyar doları (16 milyar YTL) aştı.
Ancak ne tesadüf ki, ‘işsize iş’ sözü ile iktidar olan AKP hükümeti, işsizin olan bu kaynağı, IMF’ye, ‘Faiz dışı fazla hedefini tutturduk’, AB’ye de ‘Borcun Gayri Safi Milli Hasıla’ya oranını yüzde 60’a yaklaştırdık’ sözleri nedeniyle esir alıyor.
Böylece hükümet, işsizin parasını, ‘Bu para devletin’ diyerek IMF ve AB’yi kandırmak için kullanıyor, onlar da işlerine geldiği için kandırmayı görmezlikten geliyor.
İŞSİZE KOMİK ÖDEME
Fon’un yüzde 95’ine, hazine bonosu ve devlet tahvili yoluyla el koymuş olan hükümet, bu devasa kaynağın hiç olmazsa küçücük bir miktarının, işsizlere meslek kazandırmak amacıyla kullanılmasına dahi geçit vermiyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, Bakanlar Kurulu’nun geçen haftaki toplantısında verdiği işgücü brifinginde konuyu bir kez daha gündeme getirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ilgili bakanlar talebi duymazlıktan geldi.
Türkiye’nin ana sorunu olan işsizliğin teröre de kaynak yarattığı gerçek.
En büyük sorunu da işsizlerin kalifiye, meslek sahibi olmaması.
Başesgioğlu, bu nedenle, paranın küçük bir bölümünün meslek edindirme kursları için serbest bırakılmasını istiyor.
Bakan’ın, ödeme koşullarını gevşetme, 90 YTL’ye kadar inen maaşları yükseltme önerileri de kulak ardı ediliyor.
Böyle olunca da her ay 400 milyon YTL büyüyen Fon’un gideri 25 milyon YTL düzeyinde kalıyor.
Bugüne kadar 450 bin işsize 480 milyon YTL ödeme yapıldığını belirtirsek, hem tablo daha iyi görülür; hem de ödeme koşullarının ağırlığı ve ödenen miktarların düşüklüğü ortaya çıkar.
FARKLI YAKLAŞIM
Hükümetin bir sorunu da kendi içindeki farklı yaklaşımlar.
İşsizlik konusuna bakışta da bunu görüyoruz.
Sadece Fon’un kullanımında değil, işsizliğe kaynaklık eden sorunlara bakışta da bakanlar arasında farklılık var.
Hükümet, işsize meslek edindirmeye kaynak aktarmazken, Sağlık Bakanı Recep Akdağ da nüfus planlamasına karşı çıkıyor.
Oysa Başesgioğlu, Bakanlar Kurulu’ndaki brifingde, işsizliğin nedenlerinin başında hızlı nüfus artışının geldiğini söylüyordu.
Uzmanlar, dünyanın en kalifiyesiz genç nüfusuna sahip ülkelerinden olan Türkiye’nin bu Fon politikasını doğru bulmazken şu uyarıyı da yapıyorlar:
‘Böylesi büyük parayı yönetmenin büyük sorun olduğu da ileride ortaya çıkacak. Para o kadar büyüdü ki, tasfiyesi bile sorun olur. Hele Türkiye’nin MEYAK, konut edindirme, tasarrufu teşvik fonlarını nasıl yönettiği ve tasfiye edemediği daha akıllardayken.’
Hayrete düşülen bir konu da işçi ve işveren örgütlerindeki sessizlik.
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2005
GENELKURMAY 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 21 Temmuz’da terörle bilgilendirme toplantısında, yapılacakları makro seviyede planlayacak, birimler arası koordineyi sağlayacak Başbakanlığa bağlı yeni bir yapılanmaya gerek olduğunu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da buna olumlu baktığını söyledi.Başbakan Erdoğan da ertesi gün ‘Arkadaşlar çalışma yapıyor’ dedi.Pazartesi günü ise Bakanlar Kurulu toplantısının ardından hükümet sözcüsü Adalet Bakanı Cemil Çiçek, şu aşamada böyle bir birime ihtiyaç duyulmadığını duyurdu. Erdoğan’ın, 5 Temmuz’da Genelkurmay’da kendisine verilen brifingde olumlu baktığı bu yeni yapılanmadan vazgeçtiğinin ortaya çıkması Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile hükümet arasında terörle mücadele yöntemleri konusunda farklı görüşler var, diye yorumlandı. HÜKÜMET YARI SİVİL KURUM İSTEMİYORKonuya hükümet açısından yaklaşıldığında üç kuşku göze çarpıyor.1- AB çevrelerinden sık sık ‘Askerin konumu AB önünde engel’ açıklamaları yapılırken, yarı askeri görünümlü bir kurum AB hedefine zarar verebilir. 2- Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin yapısı daha yeni değiştirildi. Yeni kurulacak birim, o kurumun eski görevlerini üstlenecek, o günkü bazı bilgi ve belgelerine göre hareket edecek izlenimi doğabilir. Üçüncü kuşku Adalet Bakanı Çiçek’in bize söylediklerinde bulunabilir: ‘Bugün başbakanın koordinasyonunda ilgili birimler bir araya gelebildiği için böyle bir birime ihtiyaç yok. Türkiye daha, OHAL ne getirdi, ne götürdü, değerlendirilmeden yeni bir teşkilat kuracağız... Ama eksiklik buradan mı kaynaklanıyor, ona bakmalıyız. Yasal zeminde ise çalışmayı, Genelkurmay dahil 28 kurumun katılımı ile 2004’te başlatmışız, eylülde bitiriyoruz.’Bütün bu kuşkular haklı görülebilir; ancak basit bir örnek verelim. Hükümet, terörle mücadelenin en üst amirleri oldukları için bölgeye gönderdiği valileri, sadece muhafazakarlıklarına bakarak değil, yetkinlik, beceri ve hızlı karar verme özelliklerine göre de seçmeli. TSK BOŞ ALAN BIRAKMADITSK açısından ise en önemli sorun, terörün insan kaynağını kurutmak, teröristin hedefe ulaşma umudunu kırmak. Bunun için de 1- silahlı mücadele, 2- ekonomik, sosyal mücadele şart. TSK birinci mücadeleyi bir noktaya getirirken, sivile boş alan bırakmadı. Sivillerin alanına giren ikinci mücadelede ise Org. Başbuğ’un verdiği işsizlik ve eğitim rakamlarının ortaya koyduğu gibi, iyi de çalışmayan teşvik sistemi dışında etkin bir yöntem kullanılmadı. İkinci mücadelede sivilin de askere boş alan bırakmaması gerekirken, TSK bölgede üniversiteye hazırlık, okuma ve beceri kursları dahi açtı. Başbakan Erdoğan’ın, bölgede geniş bir araştırma için talimat verdiği, sonuçlarına göre yeni önlemleri gündeme getireceği haberlerini okumaya başladık.Birkaç yasal düzenleme de soruna geçici çözüm getirebilir. Bu çabalar olumlu görülebilir; ama temeldeki sorun; hükümetin, terörle mücadeleyi doğrudan üstlenip ikinci mücadeleyi de başarıya ulaştırmasıdır.Org. Başbuğ’un, topyekûn mücadele istemesinin temelinde başka bir niyet aranmasa gerek; çünkü globalleşen terör artık bir dış politika olmuştur.‘Hükümet devre dışı kalıyor’ görüntüsü, ‘TSK ile hükümet arasında taktik ve stratejik farklılıklar var’ izlenimi mücadeleye olumsuz etki yapıyor. Hem de (terörün bir süre daha tırmanma olasılığı söz konusu olsa da) IRA’nın bile silah bıraktığı, Kürtlerin terörden bıktığı, aydınların PKK’ya açıkça karşı çıkmaya başladığı bir dönemde.
button
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2005
<B>SİYASİ </B>tarihimizde ender görülür ittifaklardan biri Hakkári’de yaşanıyor. AKP İl Başkanı Osman Kızıltan ve CHP İl Başkanı Mazhar Özdinç, birlikte imzaladıkları bir metni İçişleri ve Milli Eğitim Bakanları, CHP Genel Başkanı ve Hakkári Valisi’ne gönderdiler.
İl başkanlarının ortak imzasını taşıyan şikáyet şu:
‘Hakkári’deki 10 yatılı bölge okulunun depreme karşı güçlendirilmesi amacıyla yapılan ihalede, idarenin bilgisi dahilinde, işin kimde kalacağı önceden belli olacak şekilde, davetiye usulü ile alelacele yapılarak rekabet ortamı engellendi, böylece usulsüzlük yapıldı.’
İmzalarda yanlışlık var mı diye, AKP İl Başkanı Kızıltan ile konuştuk.
‘Evet, imza benim. Yazılan her şeye de katılıyorum’ diyen Kızıltan, işi sonuna kadar takip edeceğini; çünkü işlerden çok rahatsız olduğunu söylüyor.
RAKAMLAR BİRBİRİNE ÇOK YAKIN
El altından davetiye çıkarılarak verilen ihalelerde idareyi yaklaşık maliyetleri ifşa etmekle de suçlayan il başkanları, maliyet fiyatları ile sözleşme bedelleri arasındaki şu yakınlıklara dikkat çekiyorlar:
Şehit Bilal Soybilgiç ve Çukurca Köprülü Yatılı İlköğretim Bölge Okulu(YİBO): Yaklaşık maliyet 1 milyon 998 bin 623 YTL, sözleşme bedeli 1 milyon 876 bin 200 YTL.
Hakkári Merkez Kız YİBO: Yaklaşık maliyet 1 milyon 809 bin 478 YTL, sözleşme bedeli 1 milyon 720 bin 440 YTL.
Hakkári Merkez Geçitli ve Akçalı YİBO: Yaklaşık maliyet 1 milyon 753 bin 325 YTL, sözleşme bedeli 1 milyon 687 bin 400 YTL.
Şemdinli Merkez YİBO ve Derecik Gaffar Okkan YİBO: Yaklaşık maliyet 1 milyon 810 bin 949 YTL, sözleşme bedeli 1 milyon 734 bin 600 YTL.
Güzelkonak Köyü Pansiyonu, Yüksekova Merkez ve 75. Yıl YİBO: Yaklaşık maliyet 1 milyon 415 bin 28 YTL, sözleşme bedeli 1 milyon 344 bin 20 YTL.
Başkanların şikáyetini ilettiğimiz Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, ‘Konu bana da intikal etti. Valiyi aradım. İhale yerel bir ihale. Eğer hukuk dışı bir durum varsa, yasal yollar belli’ dediğini de belirtelim.
SİYASİ ETKİLER YİNE GÜNDEMDE
İki il başkanını harekete geçiren böylesi bir olayda, rahatsız edici siyasi etki veya değerlendirmeleri görmemek de mümkün değil.
İlde yapılan hemen hemen tüm ihalelerin AKP milletvekillerinin veya onların yakınlarının şirketlerine verildiği, milletvekillerinin ihalelere doğrudan müdahale ettiği yaygın inanç.
Bu inanca AKP il başkanının katılmadığını söylemek de mümkün değil.
Çünkü, daha önce birlikte pek az görülen milletvekillerinin ihale sürecinde yakın ilişki içine girdikleri yönündeki bilgiler bu kuşkuları artırıyor.
İhalelerde tatmin edici şeffaflığın, tam rekabetin sağlanmamasının, yanlış değerlendirmeleri beraberinde getirmesi son derece doğal.
Ancak, Hakkári’de bundan da öte bir manzara söz konusu.
Bu nedenle ki, AKP il başkanı bile muhalefetle birlikte hareket ediyor, kendi hükümetinin yaptığı ihalelerde yolsuzluk bulunduğunu ileri sürüyor.
Bu durum, AKP yönetiminin mutlaka dikkate alması gereken bir durum.
Üstelik bu şikáyet, ‘Bizden değil’ denilenlerden de gelmiyor.
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2005
DÜN 82’nci yıldönümünü kutladığımız Lozan Antlaşması, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kurucu belgelerinden biri olarak kabul ediliyor.Azınlık konusu gündeme geldiğinde akla ilk Lozan Antlaşması geliyor. Bu yanıyla kimilerince, ‘Delinmesi Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye sokar’ diye görülen belge, kimilerince de devlete, ‘O belgede azınlıklara tanınan haklar verilmedi’ eleştirisi yöneltmesinin gerekçesi olarak kullanılıyor.Can Dündar dün işaret etti; Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün, Batı’ya karşı elde ettiği zaferlerin mağrurluğuyla kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başladığına inanıyordu. Türkiye, Avrupa ile yeni bir bağ kurma sürecinde; ancak bu bağı kurmadaki en önemli sorun, yine azınlıklarla ilgili. ŞAHİN’İ ÇOK KIZDIRDILARAB raporlarında, Türkiye’ye din özgürlüğü alanında eleştiriler azınlıklar konusunda yöneltilirken, konu şimdi bir başka yönüyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) de taşındı.Azınlık vakıflarının Türk vatandaşı olan bazı yöneticileri, ‘Bize ait’ dedikleri gayrimenkulün iadesi yapılmadığı gerekçesiyle Türkiye’yi AİHM’ye şikáyet ettiler.Mahkeme de geçen hafta, bu talepleri esastan görüşmeyi benimsedi.Konuyu vakıflardan sorumlu Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile konuştuğumuzda, AB’ye yönelik sert eleştirilerle karşılaştık.Şahin, ‘AB, Türkiye ile ilgili din ve vicdan özgürlüğünden söz ederken, akıllına hep arsa, emlak, gayrimenkul geliyor. AB, din özgürlüğünü emlaktan ibaret sanıyor’ diyor.Bugün Hazine veya kamu kurum ve kuruluşları mülkünde bulunan; ancak geçmişte bu cemaatlerin vakıflarına ait olan mülkleri geri vermekte olduklarını anlatan Şahin, bir bakıma konuyu AİHM önüne taşıyanlara sitem ediyor: ‘AB ülkeleri içinde en demokratik vakıf yasasını çıkarıyoruz. Hepsine fark atarız. Şimdiye kadar da 500 mülk iade edildi; ama yeni yasayla sorunu zaten kökünden çözmeye çalışıyoruz. Bize haksızlık yapıyorlar.’ DİN ÖZGÜRLÜĞÜ PARSEL OLMUŞ Yaptıklarımıza rağmen, konunun AİHM ve AB çevrelerinde sürekli gündeme getirilmesini anlamadığını, nedenlerini öğrenmek için Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e gönderilen mektupla değerlendirme raporlarını titizlikle okuduğunu sözlerine ekleyen Şahin, kızgınlığını açığa vuruyor. ‘AB, din ve vicdan özgürlüğü, derken aklına gelen hep arazi, parsel, emlak. Hep cemaat vakıflarının gayrimenkulleri konusunda yaşanan sıkıntıları dile getiriyorlar. Din özgürlüğü emlaktan ibaret değil ki. Niye sadece bunu gündeme getiriyorlar? Yoksa kiliselerine bir saldırı mı var, ibadetlerini yerine getirirken sorunla mı karşılaşıyorlar?’Şahin’in bu sözlerinden, AB’ye ‘Türkiye’de türban sorunu da var, bununla niye hiç ilgilenmiyorlar?’ sitemini çıkarmak da mümkün; ancak bir kez daha görülüyor ki, Türkiye Avrupa’nın azınlıklara ilgisine kuşkulu bakışı sürdürüyor. Bunu haklı gösterecek pek çok neden var; ancak AB üyesi değil, aday ülke olması nedeniyle 82 yıldır çözemediği sorun, Türkiye’nin elini kolunu bağlamaya da devam ediyor.
button
Yazının Devamını Oku 21 Temmuz 2005
<B>GENELKURMAY </B>2. Başkanı <B>Org. İlker Başbuğ,</B> terör değerlendirme toplantısında, en sıkıntılı anları ABD’nin, Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı gösterdiği tutumla ilgili sorularda yaşadı, diyebiliriz. Bu konudaki pek çok soruyu dolaylı yanıtlarla geçiştiren Org. Başbuğ, daha doğrudan bir soru sorulunca, ‘Biliyorduk bu soruların geleceğini’ dedi.
Yüzü düşünceli bir hal alan Org. Başbuğ, bazı açıklamalar yapacağını söylemesine rağmen uzun denebilecek bir es verme gereği duydu.
Önce ABD için, önlem konusunda, ‘Niyet var, karar yok’ açıklamasını yaptı; ama ardından da, ‘Bu konuda ciddi niyetleri var, lider kadroyla ilgili niyetin ötesinde kararlılık var. Bu olumlu bir noktadır. Sonucunu beraber göreceğiz. Biz takip etmek durumundayız’ dedi.
ABD İÇİN GÖRÜNMEZ ADAMLAR
Org. Başbuğ’un açıklamalarının satır aralarından, listeyle ilgili takibin yapıldığı; ancak ortada icraat olmadığı sonucu da çıkıyor.
Türkiye’nin kararlılığının yenilenmesine bu nedenle gerek duyuluyor.
Org. Başbuğ’dan iki saat önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da meşru müdafaadan söz etmesi, bu kez koordineli bir durum olduğunu da gösteriyor.
Başka bir ifadeyle Erdoğan’a, Genelkurmay’da 5 Temmuz’da verilen brifingde sağlanan mutabakat gereğince harekete geçiliyordu.
Türkiye’nin haklı gerekçeleri vardı.
Interpol tarafından aranan PKK lider kadrosunun listesi, üç ay önce ABD’ye, 20 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan tarafından, Irak Başbakanı İbrahim Caferi’ye veriliyordu.
Caferi, ‘gereğini yapma’ sözü verirken, ABD tarafı isimleri, Irak’taki komutanlığının ‘arananlar listesine’ dahil ediyordu.
Ancak, geçen üç aya karşın yakalanan tek kişi olmuyor.
Üstelik, listedeki KONGRAGEL Başkanı Zübeyir Aydar ile Murat Karayılan, geçen ay, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin katılımıyla yapılan yerel Kürt Parlamentosu açılış töreninin davetlileri arasında yer alıyordu.
Kuzey Irak’ta, bir şehirden diğerine, korumalarıyla birlikte cirit atan bu iki isim, güvenliği sağlayan ABD askerlerinin gözünün içine baka baka salonu teşrif ederken, gazetecilerin her gün görüştüğü Osman Öcalan ise ABD için bir ‘görünmez adam’ oluyordu.
İRAN ÜZERİNDEN KANDİL
ABD’nin bu tavrı üzerine uzmanlar iki senaryo üzerinde durmaya başlıyor:
PKK, Türkiye’yi sınır ötesi operasyona zorlayarak, ABD ve yerel gruplarla çatışmaya iterken kendine ABD yanında yer bulmayı hedefliyor.
ABD de ileride, Suriye ve İran’a karşı PKK’yı da kullanmayı hedeflediği için Kuzey Irak’ta kurduğu dengede bu terör örgütüne de yer veriyor.
Türkiye’ye, ‘Sınır aşan operasyon iyi fikir değil’ demesinin nedeni de bu.
Ancak bu iki senaryo karşısında Türkiye’nin eli kolu da bağlı görülmüyor.
Org. Başbuğ da söyledi, Suriye ve İran PKK’ya karşı etkin önlemler alıyor. Çünkü PKK, bu iki ülkenin de baş ağrısı olmaya başladı.
Bu durumda, Türkiye bir bölümü İran toprakları içinde olan Kandil Dağı’na İran hava sahasını kullanarak operasyon düzenleyemez mi?
Türkiye, 90 kilometre ötedeki bir yere kara gücüyle girmesine gerek bırakmayacak bu tip operasyonları, daha önce Irak’ın izniyle yapmamış değildi. 150 kilometre uzaklıktaki Zeli Kampı bile böyle bombalanmıştı.
Bu seçeneklerle Türkiye, ABD’ye, ‘Senin yapamaz dediğini yapmak zorunda kalırsam, bölgedeki dengelerin de yeniden değişir’ mesajı veriyor.
Başbakan Erdoğan ile Org. Başbuğ’un sözleri böyle de okunamaz mı?
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2005
<B>MİLLİ </B>Eğitim Bakanı <B>Hüseyin Çelik,</B> özel okulların teşvik edilmesinden yana. Bu amaçla radikal görüşleri ifade etmekten bile çekinmeyen Çelik’e göre, özel okullar devlet üzerinden büyük bir yükü alıyor.
Türkiye’de bir öğrencinin devlete maliyetinin ortalama 1200 dolar olduğunu anlatan Çelik, ‘Özel okullarda 250 bin öğrenci okuyor’ diyor.
Çelik, bu öğrencilerin devlet okullarına gittiğinin varsayılması halinde bütçeye yükün 300 milyon dolar artacağını anlatırken, ‘Peki bu yükü alan vatandaşın yükünü azaltmak bir yana neden ekstra yük getiriyoruz?’ diye soruyor.
DEVLET ÖĞRENCİ KREDİSİ VERSİN
Hüseyin Çelik, devletin, okul yapıp binasını bakanlığa hibe edenlere vergi indirimi yaptığını, bunun yanı sıra o binayı tefriş ettiğini; öğretmen ve hizmetli atadığını anımsatarak devam ediyor:
‘Peki binasını kendi parasıyla yapan; içini kendisi tefriş eden; kullanılan suya, elektriğe devlet okuluna göre iki kat fazla ücret ödeyen; buraya öğrenci bulan; öğretmenin, hizmetlinin ücretini cebinden veren vatandaşa yaptığımız ne kadar adil ve doğru?’
Elektrik ve su kullanımında ücret eşitlemesini öncelikli, hayata kolay geçirilir uygulama olarak gören Çelik’in iki ilginç önerisi daha var:
- Özel okullarda okuyan çocuklarımız için, aynen üniversite harçlarında olduğu gibi devlet, eğitim kredisi vermeli.
- Devlet, öğrencinin kendisine maliyetinin yarısını teşvik olarak vermeli.
Çelik’in bu hesabına göre, devlet özel okullarda okuyan her öğrenci için velilere yaklaşık 600 dolar teşvik kredisi vermeli.
Bakan’a göre, bu olanak sağlandığında özel okulların öğrenci sayısı katlanarak büyüyecek, bu da bütçe üzerindeki yükü önemli ölçüde hafifletecek.
KDV İNDİRİMİ YILBAŞINDA
Bakan Çelik, özel okullara yönelik KDV indirimi konusunda da çok umutlu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da özel okullar konusuna çok olumlu baktığını söyleyen Çelik, ‘Sayın Başbakan’ın özel okulları teşvik ettiğini biliyorum’ diyor.
Bu nedenle KDV indiriminin yılbaşından itibaren hayata geçirilmesi konusunda, ‘Umudum çok yüksek’ diyen Çelik, indirime Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın da olumsuz bakmayacağını savunuyor.
IMF programı ve vergi uygulama takvimi nedeniyle, bu kararın ancak yılbaşı itibarıyla hayata geçirilebileceğini de sözlerine ekleyen Çelik, KDV indiriminin, velilere çocuklarını özel okullara göndermeleri için teşvik edici önemli bir karar olacağına inanıyor.
Çelik, KDV uygulamasının özel okul öğrenci sayısını yüzde 20 artırabileceğini, bunun da devlete en az 90 trilyon lira getiri sağlayacağını da vurguluyor.
NOT: Tatil nedeniyle bir haftalık ara veriyoruz, tekrar görüşmek dileğiyle.
Yazının Devamını Oku 7 Temmuz 2005
<B>KÜLTÜR </B>ve Turizm Bakanı <B>Atilla Koç,</B> sık sık, Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan’</B>a layık olmaya, onun hızına yetişmeye çalıştığını söylüyor. Erdoğan, İstanbul’da çalışmaları için Dolmabahçe Sarayı bahçesindeki eski kaymakamlık binasını ofis yaptırınca, hayranı Koç da aynı yolu izledi.
O da bakanlığına bağlı onlarca saraydan biri olan Yıldız Sarayı içindeki Cihannüma Sarayı’nı İstanbul’daki ofisi haline getirtti.
Koç, bu sayede, randevu veren taraf kendisi olduğu sürece, İstanbul’daki buluşma ve görüşmelerini, bürokratlarla çalışmalarını burada yapmaya başladı.
BULGAR BAKAN GÜZEL OLUNCA
Atilla Koç, önceki bakanlardan pek çok yönüyle farklı biri.
Espri yapmayı, konuşmayı seven Koç, konuklarına iltifatı da ihmal etmiyor.
Seçildikten bir süre sonra Berlin Turizm Fuarı’na giden Koç, burada Bulgar Turizm Bakanı Nina Chilova ve bir grup Alman milletvekiliyle görüştü.
Chilova’nın güzelliği karşısında, ‘Gerçekten bakan mısınız?’ diye sorma gereği duyan Koç, ‘Evet’ yanıtı alınca iltifatı ihmal etmedi.
Çevirmen, Koç’un ‘Ne kadar güzel bir bakansınız’ sözlerini konuğuna aktardı; ama Chilova’nın ‘Bunları bir kenara bırakalım, ciddi konuları görüşelim, gündeme geçelim’ sözleri karşısında şaşkınlık geçirdi.
Çevirmen çareyi bu sözleri Türkçe’ye aktarmamakta buldu.
Milletvekili grubunu kabul ederken de kadın üstünlüğüne şaşırdığı anlaşılan Koç, yine ‘Hepiniz milletvekili misiniz?’ sorusuyla merakını giderdi.
Koç, yine ‘Evet’ yanıtı aldıktan sonra Türkiye’yi anlatmaya başladı.
Bakan olduğu gün verdiği demeçteki gibi, idareci kökenli biri olarak çalışmayı çok sevdiğini, 16-18 saat mesai yaptığını, bu nedenle hiç tatile çıkmadığını Alman milletvekillerine de anlattı.
TİYATROYA VALİ GENEL MÜDÜR
Bakan Koç’un mizah anlayışı bazen konuklarını zor durumda da bırakıyor.
Ordu Milletvekili Enver Yılmaz’ın da aralarında olduğu bir grup milletvekili, bürokrat ve bir müftü, yeni bakan Koç’u ziyarete gidiyorlar.
Koç, konuklarına gülerek, ‘Müftümüzle Giresun’da beraber çalıştık’ dedikten sonra ona dönüp, ‘Sana ne güzel muzır fıkralar anlatırdım. Sen de onları vaazlarında kullanırdın’ diyor.
Bu şakasıyla müftünün yüzünün kızarmasına neden olan Koç’la ilgili son anekdotumuz, ünlü bir sanatçıyla yaptığı görüşmeden.
Bakan olur olmaz ünlü sanatçıya telefon eden Koç, hem telefonda hem de iki gün sonra gerçekleştirdiği yüz yüze görüşmede, ısrarla konuğunun ön adına, ‘ciğim’ ekini ekleyerek hitap etti.
Sanatçı da bunun üzerine Koç’a, ‘Sayın Bakanım anımsamıyorum; ama biz daha önce tanıştık mı?’ sorusunu yöneltmek zorunda kaldı.
Soruya, ‘...ciğim, hep senin radyo piyeslerini dinledik. Hayranın olduk. Seni çok seviyorum’ karşılığını veren Koç, sanatçıya hayranlığını, Tiyatro Genel Müdürlüğü’nü ima ederek de gösterdi.
Sanatçıdan, ‘Artık aktif görevleri bıraktım’ yanıtı alınca da üzüldü.
Ama sanatçıya, ilginç bir konuda danışmadan da edemedi:
‘Peki ...ciğim, bu göreve bir vali atasak ne olur?’
Sanatçı bir kez daha şaşırsa da, ‘Sayın Bakanım, burası özellikli bir genel müdürlük. Yasası bile farklı. Pek doğru olmaz’ diye görüş bildirdi.
Sonuçta, ünlü sanatçı, kendisi gibi bir valiyi Tiyatro Genel Müdürü görmek isteyen Koç’u, hayal kırıklığına uğratarak görüşmeden ayrıldı.
Yazının Devamını Oku