Şükrü Küçükşahin

Bu araştırmada bir gariplik var

31 Ekim 2005
BAŞBAKAN Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Başbakanvekili sıfatıyla, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin (MGSB) medyaya sızdırıldığı gerekçesiyle istihbarat örgütlerine, ‘Sızdıranları bulun’ talimatı verdi. Bizce bu talimatın kamuoyuna, Dışişleri Sözcüsü Namık Tan tarafından resmen duyurulmasında gariplik var. Deniliyor ki, konu milli güvenlik olduğu için, verilen ciddiyet gösterildi.

Ancak, olay sadece bu açıdan bakılacak gibi değil.

1997’DEKİ SORUŞTURMA

Bunun nedenine gitmeden önce 8 yıl öncesine yönelik bir açıklama yapalım.

MGSB, tarihinde ilk kez, 1997’de yenilendiğinde gün yüzüne çıktı.

Bu haberi veren bendim; ancak kaynağımı korumak amacıyla (ki kaynağın talebi de buydu), üzülmeme rağmen haberin altına imzamı koyamadım.

Ancak, haber çıktıktan bir süre sonra ziyaret ettiğim bir Başbakanlık bürokratından, haberin benim tarafımdan yazıldığının anlaşıldığını öğrendim.

Çünkü, bürokrat sabah odasına girdiğinde, gizli çekmecelerinin açıldığını, dosyalarının karıştırıldığını anlamıştı.

Nedenini araştırınca, üst düzey bürokrat olmasına rağmen, kendisinden bile habersiz, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın gizli talimatıyla ‘kaynak’ soruşturması açıldığını öğrenmişti.

‘Birilerinin’ gece odasına girip araştırma yapmasının nedeni de buymuş.

Çünkü, soruşturma açılınca benimle ilişkili bürokratlar hedef alınmış, bu bürokrat da ‘tanışıklığa’ kurban gitmişti.

O dönemin Milli Güvenlik Kurulu üyesi siyasilerle askerler için aynı tür bir işlem yapılıp yapılmadığını ise bilmiyorum.

Bu araştırma sonuçlarıyla ilgili hiçbir açıklama da yapılmadı; ama böylece herkese gizliden bir gözdağı verilmesi yoluna gidildi.

GÜL RESMİYET KAZANDIRDI

1997’deki örnek gösteriyor ki, istihbarat kurumları eliyle yapılacak böylesi bir araştırmada, bu örgütlerin kendine has yöntemleri kullanılmakta.

Daha açık yazalım, belki yine gizlice bürolara girilecek, telefonlar dinlenecek, eski telefon ve faks kayıtlarına bakılabilecek.

Bu muamelenin olası hedefleri arasında, MGK üyesi Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan Yardımcıları, Adalet, İçişleri ve Milli Savunma Bakanları, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin bile olduğunu düşünebiliriz.

Devletin tepesini de olası kapsama alan bir araştırma başlatıldığının resmen açıklanması ile gözdağının dozu artırılmak isteniyor olabilir.

Ama öbür yandan, böylece MGSB ile ilgili çıkan haberlerin doğruluğu Başbakanvekili tarafından resmen teyit edilmiş oldu.

Eğer araştırmaya konu olan rahatsızlık, çıkan haberlerdeki komşu ülkelere yönelik ifadelerden kaynaklanıyorsa, bu durumda, bu ülkelerin tepkisinin resmiyet kazanmasının yolu da açılmış olmayacak mı?

Oysa, bölgedeki bir ülkeyi haritadan silmeyi hedeflemiş, füze menzilini sürekli geliştiren bir ülkenin, MGSB’ye tehdit olarak girmesinin medyada yer alması, demokratik bir ülkede diplomasinin bir parçası olarak kabul ediliyor.

Gizli yapılması gereken bir araştırmanın açığa vurulması bu açıdan da dikkate alınmalı.
Yazının Devamını Oku

Bu Meclis daha çok ilgi çekecek

27 Ekim 2005
GALATAPORT ihalesiyle ilgili gensoruda dikkatler, TBMM’nin yeni grubu Anavatan Partisi’nin, muhalefet lideri olarak kürsüye ilk kez çıkan Genel Başkanı Erkan Mumcu’nun performansı üzerinde toplandı. Bu nedenle, konusuna iyi hazırlandığı görülen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, hitabet ustalığını bir kez daha göstermesi de, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın esprili yanıtları da ikinci derece ilgi gördü.

Mumcu için ilk olması nedeniyle, görüşme, performans konusunda nihai yargıya ulaştıracak bir zemin yaratmadı; ancak bakın nasıl ipuçları verdi?

DİNİ SEMBOLLERLE MUHALEFET

Konunun Galataport olması Mumcu’ya, hem ilk sınavını iyi bildiği bir alanda verme avantajı getirdi, hem de söyleyeceklerine ilgiyi artırdı.

Bu avantajla Mumcu, hedefine rakibin en güçlü yönlerini; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmasını, AKP’nin dini değerlere sadakatini, dürüstlük imajını koydu.

Bunun için, ‘AKP tabanının anladığı dil’ diye dini motifleri kullandı.

Kürsüden dini motifleri bu kadar çok kullanmanın olası sakıncaları bir yana, bu söylem, AKP tabanında bir erozyon oluştursa bile, erozyonun yönü konusunda garanti veremez; ama bundan sonra siyasilerin, rakiplerini, ayetlerle sıkıştırma yolunu açabilir.

AKP Grubu’nun vicdanına seslenmeyi yeğleyen, ‘Şahsiyetli milletvekillerinin oluşturduğu iktidar grubu’ sözleriyle sempati toplamaya çalışan Mumcu, Başbakan Erdoğan’ın, kendisini muhatap almama kararlılığını yıkmak istediğini de ortaya koydu.

Demagoji yapabilme yeteneği olduğunu gösteren, kendisini dinletmeyi de başaran Mumcu, gizemli cümleleri kurduğunda, ‘Belgen var mı?’ sorusuna karşılık Bakanlar Kurulu tutanaklarını gösterdiğinde, ‘Vallahi billahi’ dediğinde ise inandırıcılığı konusunda tereddütler yaratıyordu.

Bakan Unakıtan da bunu yakaladığı için, ‘Ne varsa açıkla babacığım; açıklamazsan altında kalırsın’ diyerek Mumcu’yu sıkıştırdı.

GRUBUNA GÜVEN VERDİ

Mumcu
, Unakıtan’ın bu atağını karşılarken, ‘Veremeyeceğim hiçbir hesabım yok. Büyük çoğunluk sizin. Benimle ilgili istediğiniz konuyu getirin; severek oy da vereceğim hesap da’ dedi.

Hem bu sözleri, hem de genel olarak sert bir söylem kullanmasıyla Mumcu, bir arada tutup tutamayacağı tartışılan yeni grubuna, ‘Merak etmeyin, geride beni zorda bırakacak tek bir dosya yok’ mesajıyla güven verdi.

AKP ise Mumcu’yu muhatap almama konusundaki ısrarını sürdürdü.

Bu tavırlarını sataşma yapmayarak da gösteren AKP Grubu, konuşmanın sonuna doğru salondan toplu çıkış yapınca, Mumcu’ya, ‘Nereye kaçarsanız kaçın, sonunda millet sizden hesap soracak’ deme fırsatı verdi.

Ayrıca Mumcu, zaman zaman öyle bir söylem kullandı ki pek sinirlenmeyen Maliye Bakanı Unakıtan’ı ayağa fırlatacak kadar kızdırdı.

Sonuçta gensoru görüşmesi, TBMM’nin AKP için eskisi gibi olmayacağını ortaya koydu.

Üstelik Unakıtan’ın ifadesiyle, ‘Yavru muhalefet’ CHP’den farklı bir söylem kullanarak TBMM’ye renk katarken, iktidarın tabanını hedefliyor.

Önümüzde de bütçe görüşmeleri var. Bakalım, o gün de Başbakan, Mumcu’yu hedef almadan durabilecek mi?
Yazının Devamını Oku

Semboller de yolsuzluklara kurban gidiyor

24 Ekim 2005
İNGİLTERE’nin etkin gazetelerinden The Guardian Vakıf ve British Association’ın düzenlediği seminer nedeniyle, bütün gazetelerinin kuş gribini kapak yaptığı Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’deydik. Gözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk’le birlikte, iki gün İngiltere ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinden 25 gazeteciyle yolsuzluk, organize suçlar, terör ve medyanın bu suçlara yaklaşımını tartıştık.

Seminer de gösterdi ki demokrasi, insan hakları ve medya gelişmişliği konularında Türkiye, artık başka ülkelerle değil, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerle kıyaslanmalı.

Ancak, hızlı olmak şart; çünkü Güneydoğu Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi geçmesi hiç de şaşırtıcı olmayacak.

BAŞMÜZAKERECİ HİSSEDAR MI?

Buradaki tartışmalar ışığında, yolsuzluk ve organize suçlar konularında Türkiye’nin önünde hálá ciddi sorunlar olduğu gözleniyor.

Önemli sorunlardan biri diğer ülkelerde de bulunan mal bildirimi yasası.

Bu konuda Güneydoğu Avrupa ülkeleri ile bir ölçüde benzerlik gösteriyoruz.

Kısa sürede zenginleşen kamu görevlileri ve siyasiler, orada bunu ‘hediye’ sözcüğü ile gizlerken Türkiye’de tercih, ‘akrabalar sağ olsun’ oluyor.

Mal bildirimlerinin gizliliği her iki tarafta da geçerli.

Oysa, The Guardian’ın eski Genel Yayın Müdürü ve vakıf başkanı Peter Preston, ‘Bizde mal varlığı listeleri şeffaftır, her vatandaş ulaşabilir ve listeler internette de yayınlanır’ derken oldukça mutluydu.

Türkiye’de listeler TBMM kasalarında gizlenirken, İngiltere’de siyasete atılanların, hem şirketleri ile bağlarını kestiklerini, hem de şirketlerinin faaliyet alanında kürsüde konuşma yapmadıklarını öğreniyoruz.

Bunu öğrenince, Türkiye’yi AB standartlarına kavuşturmada en önemli görevi üstlenen Başmüzakereci Ali Babacan’la ilgili bir merakımız yine su yüzüne çıktı.

Görevini severek yaptığı gözlenen Babacan’ın, aile şirketindeki hissedarlığının devam ettiğini bu köşede dile getirmiştik.

O yazımızın ardından, ‘Babacan, hisselerini devretmeyi düşünüyor’ haberlerini okuduk; ancak, hisse devrinin gerçekleşip gerçekleşmediğini henüz bilmiyoruz.

YOLSUZLUK VE TARAFLIK

Konuşmalar boyunca tuttuğumuz diğer bazı notları da şöyle aktarabiliriz:

- Türkiye’de yolsuzluk karşısında herkes aynı tarafta olmuyor. ‘Bizimkiler ve karşıdakiler’ ikilemi yaşanıyor. Van Üniversitesi örneği de gösteriyor ki, konunun yolsuzluk boyutu ile siyasi yönü birbirine karıştırılıyor. Bu amaçla ortak sembollerin kullanılmasından da çekinilmiyor.

- Hukukun üstünlüğü, hangi amaçla olursa olsun yargı üzerinde baskı yapılmaması yolsuzlukla mücadelenin en önemli aşaması.

- Türkiye’de, yargı ve kolluk güçlerinin, siyasi iktidarların etkisinden uzakta kalıp, yolsuzluk karşısında eşit titizlikte çalıştıklarını söylemek pek mümkün değil.

- Parlamentonun baskı ve denetimi, yolsuzluklarla mücadelede hayati öneme sahip. Bu nedenle hazırlanan raporlar, çok sağlam olmalı ve hemen hayata geçirilmeli.

- Siyasilerin harcamalarının gelirlerine uygun olup olmadığını denetleyecek bağımsız birimlerin kurulması daha fazla geciktirilmemeli.
Yazının Devamını Oku

Saddam’ı ilk Özal asmak istedi

20 Ekim 2005
DÜN yargılanmaya başlanan devrik Irak lideri Saddam Hüseyin’in, Türkiye ile ilişkileri de gergin oldu.<BR><BR>Gerginlik ilk Körfez Savaşı öncesinde doruğa ulaştı. Irak’a resmi ziyaret yapan Başbakan Yıldırım Akbulut’u kabul eden Saddam, ‘Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra öneminiz azaldı. Şimdi sizi kim koruyacak?’ sözleriyle Türkiye’ye tehdit savurmuştu.

Akbulut, altta kalmamış, tehdidi, ‘Kendimizi korumayı biliriz. Binlerce Türk soydaşımız ülkemize dönmek istiyor. O nedenle topraklarımız da dar geliyor’ karşı tehdidiyle yanıtlamıştı.

Ancak bu yanıt bile Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, hayatının en sinirli ve gergin gününü geçirmesini engelleyememişti.

TAHA YASİN GELİNCE

Özal,
bir süre sonra, Irak’ın Başbakanı, Saddam’ın birinci yardımcısı Taha Yasin Ramazan’ı Çankaya Köşkü’nde kabul etti.

İşte bu buluşmanın perde arkasını, Saddam’ın sonunda idam cezası çıkması beklenen yargılamasının başladığı gün Özal’ın yakın çalışma arkadaşı eski bakan Mehmet Keçeciler’in anlatımıyla aralıyoruz.

O dönem sadece Ramazan’ın, Köşk’e silahlı çıkışıyla Türkiye gündemine oturan bu çok çarpıcı görüşme, Özal’ın Koruma Müdürü Musa Öztürk’ün, makama girerek, ‘Efendim, bu adam silahını çıkarmıyor. Böyle kabul edemezsiniz’ sözlerine rağmen gerçekleşiyor.

Çünkü Özal, gayet rahat; ‘Bırakın gelsin, zaten onlarınki kuru sıkıdır’ dediğinde Öztürk’e yapacak bir şey kalmıyor.

Görüşme başladığında Ramazan açısından Özal’ın ağzından bal akıyor.

Özal, Türkiye’nin savaşta yer almayacağını, Amerikan askerlerinin Türkiye’ye gelmeyeceğini, kuzeyden cephe açılmayacağını söylediğinde Ramazan’ın mutluluktan uçtuğu gözleniyor.

Özal, ‘Tüm komşularınız hava sahalarıyla alanlarını ABD’ye açtı. En son harekete geçen biz olduk’ dedikten sonra da devam ediyor:

‘İncirlik Üssü’nü de kullandırmayacağız. Burası özel anlaşmalara tabi. Ancak belli şartlar altında kullanılabilse de ABD üssü gibi görenler var.’

YIKILDIĞI AN

Özal
’ın sonraki sözleri ise devlet adamlığına çarpıcı bir örnek.

Özal, ‘Öyle görenler olabilir; ama unutmayın burası Türk toprağı. Bakın açıkça söylüyorum: İncirlik Üssü’ne veya Türk toprağına tek bir füzeniz düşerse, bunu savaş sebebi sayarız’ cümlesini kullandığında Ramazan’ın yüzü gerilmeye, değişmeye başlıyor.

Hedefini vurduğunu gören Özal, devam ediyor:

‘Savaşa girmek için Meclis kararı da gerekmez. Başkomutan yetkimle, ben askere talimatı hemen veririm. O zaman ne olacağını da açıkça söyleyeyim. Bakın, bu Amerikalılar savaşmayı pek bilmiyorlar. ‘Yüz askerimiz ölür’ diye hesap kitap yapıp duruyorlar. Biz öyle değiliz. Eğer savaşırsak, 10 bin askerimizi kaybedebiliriz. Ama, size en az 100 bin kayıp verdirmeden dönmeyiz.’

Özal, Ramazan
’ı asıl yıkan şu sözleri ise sona saklıyor:

‘Ha bakın, bununla da yetinmeyiz; Bağdat’a kadar geliriz. O da bizim için káfi değil. Emin olun ki, Saddam’ı ve seni Bağdat’ın ortasında asmadan dönmeyiz.’

Görüşme burada bitiyor; Ramazan, silahıyla girdiği Özal’ın odasından büyük şok içinde ayrılırken, Özal, dostlarına, ‘Başbakanıma tehdit yağdıran o adama anlayacağı dilden cevabı verdim’ demenin keyfini yaşıyor.
Yazının Devamını Oku

Mumcu, grupla ipnoz çözecek

17 Ekim 2005
HAFTA içinde TBMM’de grup kurma sayısına ulaşan Anavatan Partisi’nin Genel Başkanı Erkan Mumcu için asıl liderlik sınavı şimdi başlıyor. AKP’den ayrılıp eski partisine dönerken, parti teşkilatına ‘Merak etmeyin grubu kuracağız’ diye moral veren Mumcu, bu sözünü yerine getirmiş oldu.

İşin bu kısmı tamam; ama grubun halk yetkisi ile değil, Türk siyasetinin kangrenlerinden biri olarak görülen transfer yoluyla gerçekleştiği ve grubu oluşturan milletvekilleri arasında ciddi görüş farklılığı bulunduğu da bir gerçek.

Mumcu, bu iki olumsuzluğu ortadan kaldırma becerisi gösterirse, başarıya o zaman ulaşabilecek, rakipleri tarafından da o zaman ciddiye alınacak.

SİNİRLER KONUŞACAK

ANAP’ın, TBMM’de grup kurması ise öncelikle AKP ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için bir sorun haline gelecek.

Erdoğan, Mumcu’yu muhatap almayarak onu önemsemediğini göstermeye çalışıyor; ancak TBMM’nin yeni yapısı bu süreci uzatmaya artık pek de uygun değil.

Aksine, sinirlilik halleri üsluplarına rahatlıkla yansıyan üç lider; Erdoğan, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve Mumcu sık sık halkın önünde karşı karşıya gelecek; bu karşılaşmalar ilgiyle de izlenecek.

Eminiz ki, bu üçlü, o kürsüde birbirlerini oldukça da sinirlendirecekler.

Kontrolünü yitiren, kendine hakim olamayan kaybedecek, diğeri kazanacak.

Grup kurma sayısına ulaştığı gün görüştüğümüz Mumcu da bunun farkında.

Bu alanda kendine güvenen Mumcu, asıl sorununun Türkiye üzerindeki iyimserlik ipnozunu çözmek olduğunu söylüyor.

İpnozda üç etken bulunduğunu belirten ve bunları, ‘IMF programının sonunda düze çıkma umudu’, ‘Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi’, ‘Tek başına iktidarın getirdiği istikrar’ diye sıralayan Mumcu, ‘Bu ipnozda işçiden işverene kadar herkes kendisi için bir şey buluyor’ diyor.

Oysa Mumcu’ya göre, kötü yönetim nedeniyle işler sanıldığı gibi gitmiyor ve Türkiye’yi bir parti devletine dönüştürmeye çalışan AKP, medya ile kamuoyunu oluşturan diğer kurumları baskı altına almış durumda.

‘Geriye Meclis kürsüsü ve milletin sinesi kaldı. İşte biz bu ikisini iyi kullanacağız’ diyen Mumcu, TBMM’de grup kurmayı bu nedenle önemsiyor.

AĞAR SEÇİM İSTİYOR

Perşembe günkü yazımızda ‘MHP dışında seçim isteyen parti yok’ dediğimiz için DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar arayarak, ‘İki yıldır seçim isteyip duruyoruz. Demek sesimizi sana ulaştıramamışız’ siteminde bulundu.

Bu görüşmemiz ANAP’ın grup kurduğu gün olunca, o konudaki görüşlerini alma fırsatı da bulduğumuz Ağar, yönteme karşı olduğunu söylüyor.

Halkın transferlere iyi bakmadığını belirten Ağar, ‘Hani köklü, 20’lik, 30’luk hareketler olur; halk bunu anlar. Ama, birer ikişer ayrılmaların kötü anıları var. Kimseye heyecan da vermiyor. Heyecan, alana çıkmaktır. Onu da bizden başka yapan yok’ diyor.

Meclis’te konuşmak için sayının şart olmadığını savunan Ağar, ‘Bu kadar milletvekilin var da ne konuşacaksın? Konuşmak için önce haklı zeminde olmalı. Yoksa söylediğin karşılık bulmaz’ göndermesini de yaptı.
Yazının Devamını Oku

Seçimin zamanı

14 Ekim 2005
BUGÜN Türkiye’de, MHP dışında, seçim talebi olan tek bir parti yok. <br><br>Sosyal grupların da tek arzusu, siyasi ve ekonomik istikrarın sürmesi.

Bu tabloya rağmen, erken seçim tartışmaları yapılıyor, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da zaman zaman, ‘Seçim 2007’de olacak’ deme gereği duyuyor.

Sık sık, 2005’te seçim olasılığı bulunmadığını, 2006’daki bir seçime ise ‘erken değil, zamanında seçim olur’ diye baktığımızı yazıp durduk.

Bizce; 1983’ten beri seçimler 4 yıl içinde yapıldığından, 2007’deki bir seçimi olsa olsa ‘geciktirilmiş bir seçim’ diye nitelemek gerekir.

Peki Erdoğan önderliğindeki AKP’nin bunu başarması kolay mı?

Yazının Devamını Oku

Unakıtanlar artık tam gün ticarette

10 Ekim 2005
ÇIRAĞIN ustayı geride bırakmasına en iyi örneği, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’la evlatları (oğul Abdullah Unakıtan, demek yeterli aslında) veriyor. Unakıtan’ın çocukları, baba şirketi Bedir Dış Ticaret A.Ş.’yi tasfiye ederken, kendileri art arda yeni şirketler kuruyor.

Oğul Abdullah Unakıtan’ın büyük hissedarı olduğu AB Gıda’nın, ticarette sergilediği büyük başarı bilinen bir gerçek.

Şirketin, 2001’de kuruluşunda 10 bin 500 YTL olan sermayesini, katlamalı artışlarla bugün 10 milyon 500 YTL’ye ulaştırması başarının bir göstergesi.

Belki de bu başarı nedeniyle Unakıtanlar, büyümeyi AB Gıda’yla sınırlamak yerine, üç yeni şirkete daha yaymaya karar verdiler.

AHSEN Mİ, AYSEN Mİ?

Sahip olunan şirketlere geçmeden önce, biraz AB Gıda’ya değinelim.

Şirketin Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayınlanan yönetim kurulu, ortaklar kurulu ve olağanüstü genel kurul kararlarında, Ahsen Unakıtan diye bildiğimiz anne Unakıtan, çoğunlukla karşımıza Aysen Unakıtan olarak çıkıyor.

Bir kararda adı Ahsen olarak geçen anne Unakıtan’ın, kuruluştan beri -oğluna- Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı yaptığını bugüne dek atlamışız.

Kararlara göre, anne Unakıtan gibi, kızı Zeynep Basutcu da Başkan Yardımcısı ve şirketi dışarıya karşı temsilden birinci derecede sorumlu.

Şirket sermayesinin 5 milyon YTL’den 10 milyon 500 bine çıkarıldığı 10 Ağustos 2005 günlü Olağan Genel Kurulu’nda da bu görevlendirme korunuyor.

ZEYNEP KAMUDAN AYRILIYOR

Doktor olan Zeynep Basutcu, 25 Haziran 2005 günlü istifa dilekçesini verene kadar, Kartal Devlet Hastanesi’nde aile hekimi olarak çalışıyor.

Bu görev nedeniyle devlet memuru sayılan Basutcu’nun, 657 Sayılı Devlet Memurluğu Kanunu’nun ‘Ticaret ve Diğer Kazanç Getirici Faaliyetlerde Bulunma Yasağı’ başlıklı 28’inci maddesine rağmen, ticarette yöneticiliği nasıl sürdürdüğü ayrı bir konu; ancak, Basutcu’nun, AB Gıda’daki göreviyle yetinmeyip kendi adına şirket kurma kararını verince, doktorluktan kalan zamanda ticaret yapmak yerine ‘tam gün ticaret’ anlayışına döndüğü söylenebilir.

Basutcu, istifa ettikten sonra 160 bin YTL sermayeyle, 19 Temmuz 2005 günü tescil edilen FAB Gıda Sanayi ve Ticaret Ltd’yi kuruyor.

Şirketteki yarı yarıya ortağı da kardeşi Fatma Unakıtan oluyor.

Yeni şirket bir yana, Basutcu, istifasından önce aile Telemobil Bilgi İletişim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. adlı şirketinin yönetimine de giriyor.

Ticaret Sicil Gazetesi’nin 19 Ocak 2004 tarihli sayısına göre, 14 Ocak 2004 günü tescil edilen 50 milyar TL sermayeli bu şirketin kurucu listesinin tepesinde Abdullah Unakıtan yer alırken, eşi Hilal Unakıtan da son sırada bulunuyor.

Ancak, şirketin 25 Mart 2005 günlü Yönetim Kurulu kararı ile Hilal Unakıtan, kuruldaki yerini Zeynep Basutcu’ya bırakıyor.

Şirketin, 25 Temmuz 2005 günlü Olağanüstü Genel Kurulu’nda sermaye 50 bin YTL’den 300 bin YTL’ye çıkarılınca, bunun 247 bin 800 YTL’si Abdullah Unakıtan’ın, 600’er YTL’si de Basutcu ve Fatma Unakıtan’ın oluyor.

Aynı kararla kız kardeşler ağabeylerine Başkan Yardımcısı da oluyorlar.

Ailenin yeni olan son şirketinin adı ise SAB Makine Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Tescil tarihi 22 Temmuz 2005, sermayesi 200 bin YTL olan bu şirkette Abdullah Unakıtan’ın tek ortağı aile dostları Ayvaz Şenol.
Yazının Devamını Oku

3 Ekim TMY’yi etkiler

6 Ekim 2005
<B>AKP </B>hükümetinin 3 Ekim eşiğini başarıyla geçtiği bir gerçek. <br><br>Bu durum, birçok alanda hükümetin elini güçlendirecek; ancak bundan hareketle, <B>‘AKP seçime gider’ </B>demek, ani bir gelişme olmadıkça pek olası değil. Seçim için en erken beklenti, 2006’nın sonbaharı üzerine kurulmalı.

AKP, ‘taban baskısı’ gerekçesiyle bazı konuları gündeme taşıyıp gerginlik yaratma hastalığını nüksettirmezse, yeni Cumhurbaşkanı’nı da seçerek seçim tarihini, anayasal sürenin dolacağı 2007’ye kadar taşıyabilir.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin gerginliğini ise ayrı bir bağlamda görmeli.

KÜÇÜK HATALAR DA YAPILMASA

Hükümetin 3 Ekim başarısının yanında, görülmesi gereken bazı hataları da oldu.

Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gibi, devlet geleneği en iyi olan AKP’lilerden birinin, AB ile kırılma noktasındaki gelişmeleri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e aktarmak için TBMM’nin açılış resepsiyonunu tercih etmesi, ciddi bir gaf olarak görülmeli.

Sanıyoruz Gül de bilgilendirme için yanıbaşlarında bir gazeteci ordusunun bulunduğu bu yeri seçmiş olmanın hatasını sonradan kavradı; ama bu, kendi hanesine bir eksi notun düşmesini engelleyemedi.

Gül’ün, kritik pazarlığın yapıldığı o süreçte, ‘Türkiye masadan kalkamaz’ anlamına gelen sözleri, basının özeni nedeniyle ertesi gün yayınlanmadı.

Ancak, bu sözleri bir Dışişleri Bakanı’nın söylemiş olması, Türkiye’nin gelecekteki pazarlıklarda inandırıcılığına darbe vurabilecek niteliktedir.

Hükümetin bir başka hatası da, ‘Madem devletin tüm kurumları beni yeterince desteklemiyor, o zaman AB konusu devlet politikası olmaktan çıkmış, artık bir parti politikası olmuştur’ dercesine, kritik görüşmelerde üs olarak AKP Genel Merkezi’ni seçmesidir.

Hükümet, bu tavrıyla uyum ve uzlaşmadan çok sertliği yeğler gibiydi.

TMY’DE KÜÇÜK DEĞİŞİKLİKLER

3 Ekim’in kazasız aşılması AKP’yi, Terörle Mücadele Yasası (TMY) üzerindeki tartışmalar konusunda da rahatlatacak gibi görünüyor.

Terördeki tırmanışta azalma beklentisi var; ama hükümet, bundan bağımsız, TMY’de, radikal düzenleme yapılması yönündeki baskıdan kurtulmuş hissinde.

Bu nedenle, düzenlemenin küçük olacağını; daha çok terörle mücadele eden güvenlik görevlilerine daha fazla güvence getirmeye; terör örgütlerinin yurtiçi, yurtdışı finans kaynaklarını yok etmeye ağırlık verileceğini söyleyebiliriz.

Ancak hükümet, Terörle Mücadele Yüksek Kurulu eliyle, güvenlik güçlerinin taleplerini karşılayan formüller üretmeye, yol gösterici olmaya çalışacak.

Reform İzleme Grubu (RİG) ise başta demokratikleşme, insan hakları olmak üzere uygulamaların denetimini sürdürecek.

RİG’e, Dışişleri, Adalet ve İçişleri bakanlarına ilaveten Başmüzakereci Ali Babacan da üye alınırken, ilgili bakanlar da zaman zaman davetli olacak.

RİG, yeni süreçte kendi yükünün önemli bölümünü ilgili bakanlara aktararak uygulamanın bizzat onlar tarafından gözetilmesini sağlayacak.

Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in ifadesiyle, yeni dönemde diğer bakanlar daha çok çalışacak.
Yazının Devamını Oku