Aynı anda hem “arz” hem de “talep” cephesinde “ani duruş”lara şahit oluyoruz.
Küresel ekonomi birbiriyle bağlantılı bir yapı...
Hani Türkiye’deki bir yan sanayi, diyelim Avrupa’daki ana müşteri üretime ederken, hammaddeyi Çin’den temin ediyorsa, orası da hazır olsa bile bir defa lojistik sıkıntı nedeniyle yine zincir aksayacaktır.
Salgın bir gün biter.
Ancak, yukarıda sözünü ettiğimiz düzenin eski halini alması daha epey bir zaman gerektirir.
Böylesi süreçlerde “ödeme namusu” kriteri berhava olur.
Günlük gelirle yaşayan insanlar, hele hizmet sektöründe, işsizliğe uzun süre tahammül edemeyecektir.
Öncelikle belirtelim ki “Çeşme Projesi” Ege’nin Turizm Merkezi ana projelerinin ilk etabı. Daha sonra sırada “Didim” var. Dikkat edilirse özellikle “proje” kelimesini kullanıyoruz. Zira şu aşamada Sayın Bakan’ın ifadesi ile konunun tüm bileşenlerinin katkısıyla 2021 yılının son çeyreğine kadar proje olgunlaştırılacak ve kesin bir “plana” dönüştürülecek.
DÜŞÜK KAMULAŞTIRMA
Bahse konu projede en önemli katkıyı “kamu” yapıyor. Kamuya ait hazine arazileri projeye tahsis ediliyor. Yaklaşık 95 milyon metrekarelik kamu arazisi ve binde iki oranı ile ifade edilen kamulaştırma ile birlikte proje gerçeklik tabanına oturtulacak. Cumhurbaşkanı’nın turizm yatırımlarını stratejik öneme haiz olarak ilan etmesinin somut yansımaları tahsislerle ortaya konmuş olacak.
Bakan Ersoy tecrübeli bir turizmci işadamı kimliği ile sözkonusu arazinin bölümlenmesi yapıldıktan ve ÇED ve benzeri izinleri alındıktan sonra yerli ve yabancı yatırımcıların ilgisine sunulacağını ve ihale yoluyla uzun vadeli tahsislerden en kötü senaryoda 1 milyar dolar gelir elde edileceğini açıkladı.
Bunun alt yapı yatırımlarında kullanılırken artan kısmın Kemeraltı gibi İzmir içi projelere aktarılacağını ifade etti. Ayrıca, yatırımcıların takribi 20 milyar dolar yatırım yapacaklarını söyledi.
Böyle bir şey yok. Türklerin Anadolu’ya gelişlerinden itibaren “savaşçı” karakter vazgeçilmezimiz olmuştur. Özellikle Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde, önce Müslüman, sonrasında Sünni tercihler kesin olarak şekillenmiştir. Şii, Katolik, Ortodoks Hristiyan kimlik seçimleri fütühattan beslenen bir devlet anlayışı için hiç şüphesiz kısıtlayıcı bir faktör olacaktı.
Sonraları Cumhuriyet kuruldu. Yok olmanın eşiğinden dönen devlet küllerinden doğdu ve bilahare yeniden güç kazanma sürecine girişti. İşte o dönemin mottosudur. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh.” İmparatorluğun emperyal harsından beslenen devlet geleneği için mecburi bir soluklanmadır. Biraz toparlayınca “Hatay” (1939) ilhak edilmiştir.
Bu arada Cumhuriyet pratiğinde etnik Türk kimliği 1920’li yılların şartlarında daha bir ön plana çıkartılmışsa da geri planda Sünni yapı tavizsiz muhafaza edilmiştir. Diyanet Alevileri yok sayarken, sınırlı sayıda gayrimüslim nüfus tehdit algısıyla tasfiye edilmiştir. Sonraki süreçlerde “muhafazakârlar” iktidara gelmiştir. Bu arada devlet ekonomik anlamda nispeten güçlenmeye başlamıştır. Milli gelir trilyon dolar seviyelerine yaklaşınca tarihsel tutum, iktidarda kim olduğundan bağımsız “genişlemeci” yaklaşımlarına geriye dönmektedir.
Bugün Suriye’de bir Sünni özerk bölge oluşturmaya çalışılması sadece AK Parti’nin değil, ulusalcı CHP’den, MHP, İyi Parti, Perinçek ve Silahlı Kuvvetler’e varıncaya kadar tüm devlet bileşenlerinin final tahlilde ortak projesidir. Hani bu denli “derin mutabakat” karşısında “insan” odaklı karşı çıkışlar son derece “cılız” kalmaya mahkumdur. Tamam, halk 83 milyon, ama dükkânın kapısında 1000 yıldır “değişmez zihin yapıları” ile “muktedirlerin” adı yazıyor.
KARAOĞLAN
Bir yılı aşkın bir sürede 200’e yakın gizli müfettiş İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum, Antalya ve Bursa kentlerindeki restoranları değerlendirdi.
Rehberde 518 restoran ve 364 lezzet noktası yer alıyor.
Rehber kapsamında en yüksek puan “beş inci”ye yer veriliyor.
Derecelendirme; “Şef restoranı, bistro, brasserie, geleneksel mutfak, et lokantaları ile kebapçılar, balık lokantaları, Uzak Doğu restoranları, meyhaneler ve sokak yemekleri restoranları” kategorilerinde yapıldı.
Beş incili “Od Urla”, dört incili “İsabey Bağ Evi”, “Vino Locale”, “Kapha”, “Agrilia” ve diğer pek çok mekân İzmir’in gururu oldu.
Şüphesiz öğrenmenin sınırı yok.
Örneğin, 600 sayfalık klasik bir roman sanatsal doyumun yanında, kişiyi entelektüel olarak da zenginleştirir.
Ancak bu yolla beslenmenin ciddi bir “zaman” maliyeti vardır.
Çetin Altan “belirli bir yaştan” sonra derken, muhtemelen kalan zamanının kıymetli olduğunu ve bildiklerinin aktarmaya kifayet ettiğini belirtiyordu.
Mamafih şimdilerde bilgi çağı “kitap kurdu” olmanın marjinal faydasını hafiften tartışılır hale getirmeye başladı.
Zira bilgiye ulaşmak artık zahmetli bir şey değil...
“İzmir kamu yatırımlarından yeterince pay alamıyor” diye.
Doğrudur... Ama nedense, bir kamu yatırımı gelmeye kalktığında da karşı çıkarız.
Mesela Çeşme Otoyolu’nda böyle olmuştu.
Sonraları İstanbul Otoyolu, Konak Tüneli, Körfez geçiş tünel ve köprüsü... Hep itirazlarla karşılaştı...
Karşı çıkışları iki kategoride toplamak mümkün.
Birincisi, daha dar sayıda kişi ve kurumun “istemezükçü” tavrı.
İkincisi ise AK Parti’ye oy vermeyen seçmenlerin iktidar projelerine “alerjik” yaklaşımı.
AVM’ler hayatımıza girmeye başlamıştı.
İstanbul’a AVM gezmeye gidilirdi. İlgi, talep müthişti.
Kısa zamanda memleketin her köşesinde yüzlerce AVM açıldı.
Bir an geldi, her açılan yer öncekileri tekrarlamaya başladı.
Marka ve firma sayısı artmıyordu. Kiralar yüksekti.
Mesela bir cumartesi sabahı “Ödemiş”e gidebilirsiniz.
Sizi Türkiye’nin belki de en renkli pazarı bekliyordur.
Sebze-meyve çeşitliliği ne denli bereketli topraklara sahip olduğunuzu hissettirirken, el oymalı örtülerden tülbentlere, evlerde imal edilmiş ürünlerin otantik güzelliği ile hayranlığınız doruğa çıkar.
Erken saatlerde meşhur “Töngül” pidesini, “Birgi” ve “Bozdağ” turundan sonra, dönüşe yakın “Hurşit” ya da “Dostol”da Ödemiş Köftesi’ni taam edebilirsiniz.
Diğer bir yer, mesela “Aydın’ın Dalama” beldesi olabilir.