Paylaş
AVM’ler hayatımıza girmeye başlamıştı.
İstanbul’a AVM gezmeye gidilirdi. İlgi, talep müthişti.
Kısa zamanda memleketin her köşesinde yüzlerce AVM açıldı.
Bir an geldi, her açılan yer öncekileri tekrarlamaya başladı.
Marka ve firma sayısı artmıyordu. Kiralar yüksekti.
Hani ekonomi iyi olursa alışveriş de oluyordu.
Ama krizler başlayınca satışları düşmeye başladı. Özellikle 2018 Ağustos ayında döviz patlayınca yabancı para cinsinden kiralar yasaklandı.
Ancak talep bıçak gibi kesilmişti. Ayakkabı ve hazır giyim sektöründe satışlar kan ağlıyordu.
Mevcut 500 civarında AVM’nin %90’ı eski mutlu günlerini arar hale geliyordu.
Perakende sektöründe yeni marka görünmüyor, “lüks”, Arap turistten medet umuyor, yabancı firmalar Türkiye’yi terk ediyorlardı.
Bugün, geldiğimiz noktada belki yine insanlar AVM’leri dolduruyor, ama alışveriş faizlerin düşmesine rağmen çok tatsız, sektör mutsuz ve çözüm arayışları içerisinde.
Hali hazırda nispeten “iş” yapan yerler yiyecek içecek mekânları.
Hal böyle olunca AVM’ler giderek “toplulaştırılmış gastronomik merkezlere” dönüşme eğiliminde.
Neticede lokantalar, cafeler, burgerciler, semtine göre birkaç lüks restoran “mecburen değişen” bir AVM konsepti ortaya koyuyor.
Pek tabii, bu durumu sadece ekonomik krize bağlamak da yanlış.
Artık pek çok kişi “internet”ten alışveriş yapıyor.
Gelişmiş kargo sistemi ile diyelim “kazak” alınacak, iki üç renkte ve farklı ölçülerde siparişi veriliyor, deneniyor, biri alınıp diğerleri iade ediliyor.
Firmalar dükkân kirası ödemediğinden fiyat avantajı sağlıyor, neticede herkes mutlu oluyor.
Bu durumda o dev AVM’ler için, mevcut anlayışlarını değiştirmedikleri taktirde, “tehlike çanları” çalıyor.
Pek tabii, gezerek, görerek, canlı alışveriş hiçbir zaman bitmez. Ama teknoloji hayatın her alanında alışkanlıkları değiştiriyor.
Konumuza dönersek...
AVM’lerin yeme içme sektörünü öncelemeleri gerekiyor. Mesela “Barcelona’da La Rampla” caddesinde “Boqurie” pazarı müthiş turistik çekim merkezidir. İzmir’in denize kuğu gibi uzanan en güzel yapısı “Pier” şu haliyle vasat bir AVM’dir. Oysa Boqurie gibi düzenlenebilir.
Tarihi alanın en kuzey noktasından başlatılacak bu hareket, dalga dalga içlere doğru heveslendirici bir etki yaratabilir.
Diyeceğimiz... Ayakta kalmanın yolu, özel, yöresel, çarpıcı çözümleri bulabilmeyi gerektiriyor.
-----
Sembol mekân: İncir Evi
İZMİR’in marka dükkânları vardır. Bunların başında “İncir Evi” gelir.
Şen Ailesi’ne ait bu mekân, Kale Arkası’ndaki yerinde seçkin ve dik duruşu ile müşterilerine uzun yıllardır hizmet eder.
Gençliğimizde İstanbul’a gidenlere “İnci Pastahanesinden profiterol getir” cümlesi klasikti.
Aynı şekilde Bebek Badem Ezmeci’den hediye getirilmesi pek bir makbuldü.
İncir Evi de İzmir’den ülkenin dört bir yanına hatta yurt dışına hediye gönderilirken, ilk akla gelen yer konumunu hep korur.
Galiba ticaretin birinci koşulu, ne yapıyorsan o işi “iyi yapmak.” Ulusal bazda bu işin şahikası “Paşabahçe”dir.
Hakikaten ülkemizi temsil etmek istediğimizde koşa koşa Paşabahçe’ye gidiyoruz.
İncir Evi’nin yanı sıra “Gusto” çikolatalarıyla, “Reyhan” pastalarıyla, İzmir ve Ege için böylesi bir fonksiyon icra ediyor.
Bu neviden özel mekânlarımızı sevgiyle selamlıyoruz.
Paylaş