Sanki “kediye kedi demek” siyasetin alfabesine aykırıdır.
Böyle olunca kitlelerin nabzına şerbet verildiği zannedilirken, sahiciliklerini kaybederler.
Bu tutum her görüşten siyasetçi için geçerlidir.
Oysa “İskandinav tipi politikacı” diye bilinen bir rol model vardır.
Bizim gibi ülkelerde ise siyaset, eyyamcı anlayış yüzünden nerede ise tek tipleşmiştir.
Netameli alanlara girmek tehlikeli ve yasaktır.
Üç aylık deneyim sonrasında, ekonomide durgunluğun yaratacağı tahribatın salgından daha ağır olduğu noktasına gelindi.
Bir anlamda “ölen ölür, kalan sağlarla yolumuza devam ederiz” seçeneği kabul görmeye başlandı.
Ancak, “Korona” hayatımızda da bazı şeyleri değiştirdi.
Özellikle pratiklerini hafiften yaşadığımız iki önemli olguyu hızlandırdı.
Bunlar “evden çalışma” ve iletişimin “sanal ortam”da yapılması.
İnsanların mecburen evde kaldığı süreçlerde, özellikle beyaz yakalılar itibariyle, işlerini aksatmadan yürütülebildikleri görüldü.
2019 sonunda nüfusumuz 83 milyonu aşmıştı. Her yıl 1 milyon 150 bin kişi kalabalıklaşıyoruz. Bu rakama; sayılamayanlar, Suriyeliler, kaçak olanlar dahil değil.
Nüfusun ancak 32,5 milyon kişisi çalışmaya talepkar. İşsiz sayısı 4,5 milyon kişiyi aşmış durumda. Bu tabloda her yıl en az 450-500 bin kişiye iş bulma durumundayız.
Diyeceğimiz; nüfus soluksuz artıyor. Çok değil, 1960’larda 27,5 milyonmuşuz. 1980’lerde 44 milyona varamamışız bile... Şimdi sadece (15+) nüfus 61,5 milyon kişi.
Bu ülke ne yapıp edip genç insanlara iş yaratma mecburiyetinde. İş bulmak yatırım gerektiriyor. Her yatırım, az ya da çok “tabiatın istismarı” demek... Hani çevreye zararı bilinen yatırımlara tabii ki, mesafeli kalalım. Karbon esaslı santraller yerine hiç şüphesiz yenilenebilir enerji tercih edelim.
Ama bu yatırımlarda bile Karadeniz’in akarsu yataklarını değiştirmeyelim, rüzgâr güllerini yerleşim yerlerinin tepesine dikmeyelim. Tabiatı sistematik kirleten yatırımlar hiç olmasın.
Kaz Dağlarını, temiz denizlerimizi, kuş cennetlerimizi torunlarımıza duyduğumuz sorumluluk gereği militanca savunalım.
İzmir 19. yüzyılda tüm Akdeniz’in gerçek manada incisi iken çok kültürlü yapısı içerisinde zengin levantenlerin, Rumların ve Ermenilerin semtiydi Alsancak. Fakir Yahudiler ve Müslümanlar semtin periferisinden gıptayla bakarlardı refah timsali biblo yapılara ve renkli sosyal yaşama.
Büyük yangından sonra yeni bir Alsancak inşa edildi. Hristiyanlar artık yoktu. Ancak semt kentin eski-yeni sakinlerinin yine gözdesiydi. Şehrin elitleri akın akın Alsancak’a yerleşiyorlardı. Neticede Alsancak yine en prestijli semt olmuştu.
Bugün için de bu gerçek değişmemiştir. Tamam Karşıyaka güzeldir, Güzelyalı bir başkadır, Bornova şahanedir... Ama Alsancak hep bir adım öndedir ve farklıdır.
Yangından söz etmiştik. O esnada semt büyük ölçüde tahrip olmuştu. Ama “kordon boyu” aynen kalmış, kıyının tarihi dokusuna bir zarar getirmemişti. Körfez 1970’lere kadar tertemizdi. Ancak emanete bermutat yine sahip çıkamadık. Hani yangın artığı Kültür park, nasılsa korundu.
Kıyıda 8-9 katlı niteliksiz apartmanlardan bir beton duvar oluşturduk. Sakız tipi güzelim Rum evlerinin imhası 1980’li yıllara kadar sürdü. Şimdilerde çok yerinden hırpalanmış bir Alsancak var elimizde. Ama bu Alsancak yine çok güzel. Yine İzmir’in en kıymetlisi.
Yakın tarihlerde güzelim Kordon boyunu akıl almaz bir aymazlıkla doldurduk. Ama, çok şükür yeşil alanlara dönüştürüldü. Son zamanlarda daha bir bilinçlenildi. Kötü binalar ağır ağır yenileniyor.
Hele “duyarlılık” maskesi taktığınızda “takdir rüzgarı”nı da arkanıza alırsınız. Hedef belirlenir ve hücuma geçilir. Artık bacanız tütmeye başlamış, sürekli “kara duman” yaymak için engeliniz kalmamıştır. Eğrisi doğrusu, gerçeği, detayı “ikinci planda”dır.
Hayatın her alanında giderek yaygınlaşan bir tutumdan söz ediyoruz. Hani bazıları biraz da abartıyla bu durumu “haysiyet cellatlığı” diye tanımlar. Pek oralara gitmeye gerek yok. Esasında “yapıcı muhalefet” denilen bir seçenek daha vardır. Yanlışın düzeltilmesi, eksiğin tamamlanması için halis niyetlerle gösterilen bir çabadır bu. Arkasında, önünde başka hesaplar içermeyen, katkı koyan, koymaya çalışan bir anlayış.
Yanlış anlaşılmasın, bir toplumu en dinamik kılan unsur canlı muhalefetin varlığıdır. Bu anlamıyla, “demokrasi” tabii ki her daim “bacası tütenlere” ihtiyaç gösterir. Ancak, özel ve kamusal, her türden ilişkilerimizde “beyaz duman”a da hasretimizi ifade etmek istiyoruz. Bu arada “beyaz duman” derken hiç şüphesiz “beyaz bayrak” önermesi yapmadığımızı not olarak ekleyelim.
-----
Pandemi değişimlere vesile
1980’lerden itibaren dünyada “sol” prestij kaybetti. Sovyetler yıkılınca ve Çin kapitalistleşmeye başlayınca ülkemizde 68 ve 78 kuşakları tam anlamıyla bir kültürel şok yaşamaya başlamışlardı. Ancak kimse kendinden vazgeçmemişti.
80 darbesi sonrasında edebiyat dergilerinin adeta patlama yaptığını hatırlıyorum. Sol entelektüel kesim “varoluşçuluk”tan başlayarak “bireyci” felsefelere yönelmişti. Bireyselliğin prim yapması sadece Türkiye ile sınırlı değildi. Nitekim bu trendin ekonomik alanda yansıması liberal modellerin “tarihin sonu” denilerek kutsanması oldu.
Gediz Deltası’nı bu denli detaylı görünce doğaya saygının kutsal bir zorunluluk olduğunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Karşıyaka’dan Foça’ya kadar uzanan 20 bin hektarlık Gediz Deltası, mucizevi şekilde korunmuş bir kuş diyarıdır.
Bu deltada; 289 farklı kuş türü yaşıyor.
Bölgenin en simge kuşlarının başında flamingolar geliyor.
Dünyadaki flamingoların yüzde 5’i burada yaşıyormuş.
Toplam 30 bin adet flamingo muazzam bir görsel şölen...
Bu durumda mecburen birikimlerine yönelirler.
Tasarrufun tüketime harcanması, yatırıma gidecek kaynakların azalmasıdır.
Makro planda resim budur...
Ticari boyutta da durum farklı değildir.
Gelir yaratmayan gider, işletme açısından külliyen zarardır, ülke açısından da heba olan kaynak.
2023 yılında Cumhuriyetin 100. yılı idrak edilecek.
Bu yıla ilişkin 19 Mayıs kutlamalarında Ankara Şehir Stadı’nda zemine iri puntolarla dizilmiş bir slogan dikkatimizi çekti.
“Biz bize yeteriz.”
Bu slogan bu aralar sık kullanılır oldu.
Zihinlerde dışa kapalı bir toplum modelini çağrıştırıyor.
Vaktiyle Türkiye böyle bir ülkeydi.