Gün gelecek herkesi kapsayan refah toplumu hayal olmaktan çıkacaktır. “Geçim gailesini” halletmiş insanlar kendilerini geliştirecek konulara yönelir. Bu anlamıyla geleceğin dünyasında sanatın, estetiğin önemi artacaktır, denilebilir. Ancak “Vehbi’nin kerrakesi” öyle oluşmuyor. Gelişen teknoloji adeta kendi ahlakını dayatıyor. İleri teknolojinin kontrolünde giderek “ürkek ve monoton birey” prototipi oluşuyor. Yarının bilim kurgularının hiç de öyle fantezi olmayacağı anlaşılıyor.
Teknoloji başlangıçta yaşamımıza masum bir perdeyle girdi. Trafik kurallarını ihlal edeni yakalıyordu. Vergi kaçıran istenirse perişan edilebilirdi. Facebook’da eski arkadaşlar ne güzel bulunuyordu... Ancak işin tadı bir noktadan sonra kaçmaya başladı. Kullanılan her kredi kartı tüketim kalıplarını deşifre ediyor, taşınan cep telefonu ile izleniliyor, hatta dinlenilebiliyordu. An itibari ile artan ölçüde “mahrem alan” daralıyor, özel yaşamlar arzu dışı şeffaflaşıyor. Bu durum insan özgürlüğünü acımasızca kısıtlamaktadır. Tüm tutum ve davranışlar dayatılmış ve disipline edilmiş normlara göre tedbirlenirse sosyal yaşam tam bir “çöl”e dönüşür. Her türden bireysel yaratıcılık, kendisini vasatın baskısından kurtarabildiği ölçüde gelişir. Hayatın her alanının izlenebildiğini bilmek kişiyi “uslu ve uyumlu” bir kültürün askeri yapar. Bizatihi özgür akıldan beslenerek gelişen bilim ve teknoloji giderek kendisinin infaz memuru olabilir.
Teknoloji baş döndürücü hızla ilerliyor. Yakın bir gelecekte de farklı bir dünyada yaşıyor olacağız. Verilere hakim “büyük ağabey”ler toplumları istedikleri gibi biçimlendirmeye başladılar bile. Sıradan insanların önemsizleştiği, “yapay zekâ”nın her konuda devreye girdiği bir dünya düzeni mukadder senaryo olarak önümüzde duruyor. Böylesi bir gelişmenin insanlığı mutlu etmesi beklenemez. “Algoritmanın” esaretine boyun eğmemek gerekiyor. Duyguların, sezgilerin değersizleştirildiği bir dünya giderek anlamını yitirir. Kapımıza dayanan tehlikeye “organik zekâmız” teslim olmamalı. Direnmenin bayraktarlığı kültürel yoğunlaşmaya emanettir.
Yazıyı ODTÜ Felsefe Bölümü Profesörlerinden Ahmet İnam’ın konuya ilişkin görüşleri ile tamamlıyorum. “İnsan hesaplanabilir bir varlık değildir. Aksi takdirde tüketilebilir anlamına gelir. İnsanı ‘mana’ kavramında soyutlayamazsınız. Mesela aşkı sadece bir hormon kalkışması olarak açıklayamazsınız. İnsan sonsuz bilgiye erişim kapasitesine sahiptir. Bu anlamıyla tarifli bir algoritmaya boyun eğemez ve sığdırılamaz.”
Ayrıca geniş kitleleri etkileyecek hukuki ve ekonomik düzenlemelerle yarışın son düzlüğünde bir memnuniyet oluşturmaya çalışacaklardır.
Muhalefet cephesine bakıldığında, henüz dayanışmanın ne seviyede olacağına dair bir netlik belirmedi. Hala cumhurbaşkanı adayları konusunda bir mutabakat olmadığı gibi, özellikle İyi Parti’nin Kılıçdaroğlu’nun adaylığına mesafeli baktığı açık olarak gözlenmektedir. Bu durumda, Kılıçdaroğlu’na “evet” denilse bile, bu kabul “kerhen aday” konumuyla baştan bir yıpranmışlık içerecektir. Meral Akşener aday olmayacağını açıklamıştı. Kılıçdaroğlu 6’lı masa’da veto edilirse daha da karmaşık bir sürece girileceği görülüyor.
Bu arada Mansur Yavaş gibi eski ülkücü referanslara sahip bir adayın HDP nezdinde itibar görmeyeceği biliniyor.
Bu sebeple İmamoğlu ismi telaffuz edilse de CHP bu yolu kapatmıştır. Kaldı ki zor kazanılmış bir İstanbul’dan vazgeçmek istenmeyecektir. İlhan Kesici ya da herhangi bir düzgün aday profili, arkasında 6 lider duruyor olsa da Tayyip Erdoğan gibi bir politikacı karşısında şansı düşüktür. Siyaset “lider” iddiası üzerinden yapılabilen bir zanaattir. Cumhur ittifakının adayı en başından beri bellidir ve o bir liderdir. Buna mukabil Millet İttifakı, bırakın lideri sıradan bir aday üzerinde bile mutabakat oluşturamamıştır. Neyse, bu konularda kesin yargılarda bulunmamak gerekir.
Siyaset her zaman yeni gelişmelere ve yeni sürprizlere gebedir. Önemli bir diğer husus; İyi Parti ve DEVA dışında muhalefetin doyurucu bir ekonomik programı henüz kamuoyuna yansımamıştır. Öyle anlaşılmaktadır ki Millet İttifakı’nın hızlanmaya ve toparlanmaya ihtiyacı vardır. Sözü Süleyman Demirel’in meşhur sözü ile bitirmek istiyoruz. “Siyasette 1 hafta bile çok uzun bir zamandır.”
Türkiye çok enteresan bir ülke. Gündem ve bağlı olarak şartlar çok hızlı değişebiliyor. Soluk soluğa bir seçim süreci yaşıyoruz. Sonunda sandığın belirleyici olacağı bir keyifli süreç bizlere iyi ki demokrasi var dedirtiyor.
İzmir’de sivil toplum kuruluşları otopark sorununa yönelik çözüm projeleri oluşturma çabası içinde. Örneğin Alsancak’ta ana arterlerin ya da geniş alana yayılmış, okul gibi, kamu binalarının altlarında yeraltı otoparkları öneriliyor. Esasında uygun çözüm taşıtların kent periferisinde park ettirilmesi, insanların merkeze toplu taşıtlarla ulaştırılmalarıdır. Bu çözüm zamana matuftur.
An itibari ile Alsancak, Buca, Bornova, Karşıyaka, Konak otoparklara acil ihtiyaç duymaktadır. “İdeal olanla akut olan” çatıştığında hayatın gerçeği pratik ve hızlı çözümlerden yana olur. Bu arada, kıyıya yakın yerlerde, pek çok dünya kentinde olduğu gibi, denizin altında da teknolojik otopark çözümleri olduğu bilinmektedir.
Başa dönersek; Alsancak gibi, konut, eğlence, yeme-içme, konser ve miting alanı, piyasa gibi binbir fonksiyonu üstlenmiş yerlerde otopark sorununu çözmek bu neviden semtleri daha da kalabalıklaştırmak anlamına gelecektir.
Aynı durum Bornova Küçük Park, Bostanlı, Güzelyalı başta olmak üzere benzer yerler için de söz konusudur.
O sebeple bu yerlere insan akışını zorlaştırmak yanlış bir kamu tutumu olarak değerlendirilmemelidir.
Birinci zone’lar için taşıt girişi kısıtlanabilir ve park yarım saatle sınırlandırılarak, eş zamanlı yüksek bedel ve ihlal halinde fahiş bir ceza öngörülebilir. “Yaşanabilir şehir” hedefine yönelik bilimsel dokunuşlara gerek vardır. Örneğin Alsancak’ta çok daha fonksiyonel kullanılabilecek ve kıyı bandının yoğunluğunu azaltabilecek “Kültürpark” orada durmaktadır. Yanısıra, Bornova’da Aşık Veysel Rekreasyon alanı ya da Buca’da 11 adet park az kullanılan harika düzenlemelerdir.
Bu şehir Osmanlı döneminde ne başkent, ne de şehzade sancağı olma şansını yakalamış. O sebeple Devletin kent estetiğine yönelik katkısı nerede ise hiç olmamıştır. Kartpostallarda İzmir’e dair simge nöbetini hep “Saat Kulesi” tutmuştur. Cumhuriyet dönemi boyunca da bu manada sembol bir yapı maalesef ihmal edilmiştir.
Şimdilerde Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz. Belki 2023 29 Ekim’e yetişmesi zordur ama artık İzmir deyince ilk anda akla gelen, görkemli ve fonksiyonel bir simge yapı için harekete geçme zamanı gelmemiş midir? Tunç Soyer’in bu konuda çok kapsamlı çalışmaları olduğunu biliyoruz. Belirtelim ki, hayallerimize hitap eden bir sembol oluşturmak ciddi maliyetler de gerektirir. Bu sebeple, böylesi bir gerekliliğe heyecan duyan tüm kent bileşenlerinin taşın altına elini koyması çok daha anlamlı olur.
Bu arada bahse konu “eser yapı” ticari bir karakterle beslenirse finansmanı “yap-işlet-devret” (YİD) gibi modellerde de çözümlenebilir. Bu son husus esasında şehrimize ilişkin kamusal yatırımlarda da gündeme getirilmeli, diye düşünüyoruz. Mesela “yeraltı otoparkları” çok rahatlıkla çok sayıda yatırımcı yarıştırılarak (YİD) finansmanı temin edilerek gerçekleştirilebilir.
Neyse, konumuz simgeydi.
---
YASTIK ALTI ÇÖZÜLÜR MÜ?
HETERODOKS ekonomi politikaları bir kısım iş dünyasının “finansmana erişimini” zorlaştırıyor. Arka arkaya yapılan düzenlemelerle iş insanlarına enteresan bir mesaj veriliyor. Hatta buna “mesaj” değil, “zorlama” demek belki daha doğru. Bilindiği üzere ülkede muhtelif gerekçelerle iş hayatı hep bir risk içerir. Ekonomik türübülanlar, uzun süreli belirsizlikler, siyasi çalkantılar, bir anda iş düzenini “ters kepçe”ye getirebilir, getirmiştir. Bu yüzden insanlar genelde kendilerini garanti altına alacak bir “fonu” iş riskinin dışına çıkartmak ister. Bu tutum kültürel olarak da makul addedilir. Şirket bünyesinden dışarıya altın, döviz, gayrimenkul aktarımları, yurtdışında servet biriktirmeler, hep bu cümledendir. Hükümetler atıl durumda olan bu kaynakları ekonomiye kazandırmak için hep çaba sarfederler. Ak Parti iktidarı bu konularda soluksuz düzenleme yapmıştır, yapmaya devam etmektedir.
Ama Kemeraltı, dünya vitrinine çıkartılırsa, zannedilmesin ki Barcelona ve Napoli gibi yabancı turistin hayran olacağı bir etki yaratır. Az sayıda tarihi binaların restorasyonu, genele yakın harap halleri ortadan kaldırmaya yetmiyor. Esnafına özeleştirisel bir gözle bakıldığında otantik değerlerini koruyan ve sayıları giderek azalmış olanlar bir yana, geriye kalanların “aşırı vasatlığı” bu çarşının acı gerçeğidir.
Ucuz tekstil ürünlerinin yollara taşılarak çığırtkanlarla satıldığı, fişin faturanın hak getire olduğu, akşam karanlığı çökünce ıssız ve ürkütücü bir havaya bürünen, bir UNESCO adayından söz ediyoruz. Üst ve orta gelirliler nezdinde cazibesini çoktan kaybetmiş, kuru kalabalıkların esnafını memnuniyetsiz kıldığı, lezzetli olmalarının kifayet ettiğini zannettiğimiz lokantalarıyla, Kemeraltı nasıl “dünya mirası” olabilir? “Tarihi Liman Kenti” derken, sosyologların raporlarıyla Kemeraltı ve yöresi bu kentin “çöküntü” alanıdır. Buraları kentimize gelmiş Güneydoğulu, Suriyeli, Afgan nüfusun ilk durağı ve ilk fırsatta terk ettiği yerlerdir.
Tabii ki, bu denli bir ümitsiz bir vaka değildir Kemeraltı. Ancak daha alınacak çok mesafesi vardır. Öncelikli olarak bu yerlere “gençliğin” ekilmesi elzem görünüyor. Onların enerjisi, pekâlâ “öğrenci yurtları” yatırımları ile Kemeraltı’na hareket getirebilir. Kemeraltı’nın geceleri de yaşayan bir yer haline getirilmesi son derece önemli. Tıpkı Urla, Alaçatı gibi sanat sokakları, kaliteli yeme-içme mekânları, kafeleri ile ışıl ışıl bir tarihi alan bir “Eski Şehir” hüviyetine büründürülmelidir. Kemeraltı’nın içinde yaşayan özel zanaat sahipleri bu sayede değerini bulur, otantik kimlik tarihi çarşıya bambaşka bir kıymet katar. Hele, Agora ve kısa bir süre sonra ortaya çıkartılacak tiyatrosu apayrı bir cazibe merkezi olacaktır.
Kemeraltı çarşısı; Valilik, Belediye ve Tarkem gibi kurumların katkısıyla rehabilite edildikçe, tarihi ibadethaneleri ile inanç turizmi yönünden de, bir çekim merkezi olmaya adaydır. Bu bölge, herkesin farkına vardığı gibi, bu kentin jokeridir ve çok özel bir mücevherdir. Eğlencenin, gastronominin, cep sinemaları, tiyatroları ile kültürün yoğunlaştığı Kemeraltı geç kalmış bir kent odağıdır.
ARTIK SERT SONBAHAR ZAMANI
İZMİR’de “Yaz” büyük bir heyecanla karşılanır. “Çoraplara itiraz” mayıs ayında başlamıştır bile. Nedense çekmiş, küçülmüş olsa bile eski t-shirtler, hafif ısınan havaya rağmen hemen tedavüle sokulur. “Karpuz kabuğu” beklenmeden denize girmek marifet bellenir.
Akşener’in bahse konu planının bir ön aşaması olarak cumhurbaşkanlığı adaylığını CHP’ye, hatta son gelişmelerden sonra Kılıçdaroğlu’na bıraktığı anlaşılıyor. Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ın CHP üyesi olması sebebiyle Kılıçdaroğlu’na seçenek olarak gösterilmesi zaten etik olarak şık olmazdı. Akşener’in Kılıçdaroğlu ile birlikte kurmuş olabileceği bu oyun planına İYİ Parti üzerinden itirazlar olduğu gözleniyor.
Partinin ülkücü gelenekten gelenlerinin Kılıçdaroğlu ismine rezervli baktıkları konuşuluyor. Bu arada Kılıçdaroğlu’nun ‘başörtüsü’ açılımı CHP’nin muhafazakârlara daima mesafeli gelen ‘bagajını’ yenileme gayretidir. Bu uygulamalar CHP’nin ortodoks seçmenin pek hoşuna gitmeyecekse de, hani ‘tıpış tıpış’ oy vermeye gidecekleri hesabı yapılıyor olabilir. Bu arada Özer Sencar’ın Metropol Şirketi’nin araştırmalarında Cumhur İttifakı önde görülüyor. Yine çok açık gerçek; HDP kilit parti. Bu sebeple 6’lı Masa’nın her daim uyumlu bir fotoğraf vermesi kendileri için çok önemli. Son bir aydır sanki bazı çatlaklar oluşuyor izlenimi oluşmuştu.
Şimdi toparlanmış görünüyor. Seçime 7-8 ay var. İktidar zor ekonomik koşullar ve kritik dış politik sorunlarının baskısı altında. AK Parti ve MHP, denenmiş bir ortaklık anlayışı içinde seçim sürecine hazırlanırken, 6’lı Masa yepyeni bir tecrübeyi; ‘kırıp dökmeden’ Haziran 23’e taşımaya çalışacak. Müthiş hareketli bir demokratik süreç bizleri bekliyor.
Umarız taraflar ‘makulün’ ipini hiç bırakmazlar, keyifle, huzurlu bir seçim dönemi yaşarız.
------------
ODA SEÇİMLERİ
Oda seçimleri bu ay iş dünyasının gündemini yoğun bir şekilde meşgul etti, ediyor. Özellikle de Ege Bölgesi Sanayi Odası ve İzmir Ticaret Odası. Ticaret Oda’sında Mahmut Özgener yarışa tek aday olarak girdi ve yeniden başkan seçildi. Bir önceki seçim döneminde hatırlanacağı üzere rakibi Ekrem Demirtaş’tı ve 30 yıla yaklaşan başkanlık süreci son bulmuştu. Sevgili Özgener’i tebrik ediyoruz.
Cumhurbaşkanı adayının CHP ve İYİ Parti dışında olması beklenmiyor. Meral Akşener en baştan “ben başbakanlığın talibiyim” diyerek, CHP bünyesinden bir adaya zaten yeşil ışık yakmıştı. İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a dair spekülasyonlar anlaşılan bitmeyecek. Meral Hanım, önemli olanın kazanacak adayı bulmak olduğunu ısrarla belirtiyor. Bu manada Kılıçdaroğlu’na dair tereddütlerini hep hissettiriyorlar. Ancak Kılıçdaroğlu ismi partisince ilan edilmişken İyi Parti’nin CHP içinden farklı isimleri önermesi tepki yaratabilir. An itibari ile kamuoyu yoklamaları seçimin soluk soluğa geçeceğini gösteriyor.
PARLAMENTER SİSTEM
Tayyip Erdoğan’ın avantajı; yıllar boyu seçmen nezdinde yarattığı alışkanlık, tecrübesi, icraatları ve medyadan bürokrasiye hemen her parametreye hakimiyeti. Muhalefet adayı ise parlamenter sisteme dönüşü vurgularken, yanısıra ekonomik sıkıntıları ön plana çıkartmaya çalışacak. Sonuca etki edecek en kritik parti HDP. Ak Parti 15 Temmuz’dan sonra milliyetçi bir çizgiye yöneldi. O sebeple Kürt politikalarında “şahin” bir duruş sergiliyorlar. Millet ittifakı, Kılıçdaroğlu’nun aday olması halinde daha rahat HDP oylarını kendi tarafına çekebilir. Ülkücü gelenekten gelen İYİ parti HDP ile aleni bir dayanışmaya kapalı. Ama tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi Cumhur ittifakına karşı aynı safta yer alınmasına, tabii ki karşı değiller.
HDP’yi kazanma konusunda Tayyip Erdoğan’ın bilinen pragmatik tutumu ile her an bir sürpriz yapabileceğini de ihtimal dahilde değerlendirmek gerekir. Hangi ittifak parlamentoda diğerine üstünlük sağlarsa, onun rüzgârı ile şayet ikinci tur söz konusu olursa cumhurbaşkanlığı seçiminde avantajlı olacaktır.
AN İTİBARİYLE DURUM
Şu anki izlenim belirttiğimiz üzere; HDP’nin Millet İttifakı’na daha yakın durduğudur. Bu görünüm değişmezse cumhurbaşkanlığı ilk turda Millet İttifakı adayı lehine sonuçlanabilir. İlk turda Millet İttifakı’nın adayı cumhurbaşkanı seçilir, ancak Cumhur İttifakı parlamento seçimlerinde daha başarılı bir sonuç elde ederse, o zaman bir çift başlılık söz konusu olacaktır. Yine Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığını kazanmasına rağmen parlamento da anayasal çoğunluk sağlanamaz ise, o zaman başkanlık sistemine mecburen devam edilecektir. Bu durum seçilmiş cumhurbaşkanı ve Millet İttifakı bileşenlerinde zaman içerisinde sorun yaratabilir. Ancak, denilebilir ki başkanlığı kaybeden bir Ak Parti, Tayyip Erdoğan’ın muhalefet rolünü kabul etmemesi sebebiyle dağılabilir ve bu halde bambaşka kompozisyonlar oluşabilir.
Gerek Kıbrıs Şehitleri, gerekse Kemeraltı gerçekçi bir bakışla değerlendirildiğinde, “manşet” izlenimleri itibarıyla yabancılara, bırakın hoş görünmesini itici bile gelebilir. Hani, Kemeraltı’nın otantik değerlerini turistlerin keşfetmesi beklenmemelidir. En ucuz işporta tekstil ürünlerinin çığırtkanlarla satılması, kalite standartları hayli düşük esnaf lokantaları, arzu edilen etkiyi, şüpheniz olmasın, bırakmaz. Kimilerince çok eleştirilmiş olsa da belirli bir çizginin hayli üstündeki AVM’lerimiz kent içi cazibenin özgün olmayan taşıyıcı kolonları gibi duruyorlar. Bereket eksikliklerimize dair yerel yönetimlerimizin kararlı bir şekilde çaba sarf ettiğini izliyoruz.
En önemli değerimiz “Kemeraltı.” Ancak, başta altyapısı olmak üzere düzenlenmeye ve esnafının kurumsal bir zihniyete bürünmesine ihtiyaç gösteriyor. 240 hektara yayılmış dünyada eşi benzeri olmayan bir tarihi alışveriş çarşısı çok büyük bir potansiyel. Hiç şüphesiz, istenen seviyeye gelmesi çok zaman almayacaktır.
Hele bir UNESCO listesine girsin, “bulut” gibi turist çekecek, bu sayede gelişimini daha da hızlandıracaktır.
Yine 3-5 yıl sonraki fotoğrafta, artık “cam gibi” bir körfezimiz olacağı çok muhtemeldir.
Agora giderek ortaya çıkmaktadır. Kadıfekale ile birlikte geceleri kent siluetinde büyülü bir atmosfer oluşturacaktır. Sözünü ettiklerimizin yanında, uluslararası kültürel ve sanatsal etkinliklerimiz, Terra Madre, Cittaslow ve benzeri evrensel kazanımlarımız ve Urla’da başlayan üst seviye gastronomik yürüyüşümüzle İzmir’in kent içinin bambaşka bir lige terfi edeceğine dair kuşku duymuyoruz.
------
Sığınmacı çocukları