Paylaş
Bu şehir Osmanlı döneminde ne başkent, ne de şehzade sancağı olma şansını yakalamış. O sebeple Devletin kent estetiğine yönelik katkısı nerede ise hiç olmamıştır. Kartpostallarda İzmir’e dair simge nöbetini hep “Saat Kulesi” tutmuştur. Cumhuriyet dönemi boyunca da bu manada sembol bir yapı maalesef ihmal edilmiştir.
Şimdilerde Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz. Belki 2023 29 Ekim’e yetişmesi zordur ama artık İzmir deyince ilk anda akla gelen, görkemli ve fonksiyonel bir simge yapı için harekete geçme zamanı gelmemiş midir? Tunç Soyer’in bu konuda çok kapsamlı çalışmaları olduğunu biliyoruz. Belirtelim ki, hayallerimize hitap eden bir sembol oluşturmak ciddi maliyetler de gerektirir. Bu sebeple, böylesi bir gerekliliğe heyecan duyan tüm kent bileşenlerinin taşın altına elini koyması çok daha anlamlı olur.
Bu arada bahse konu “eser yapı” ticari bir karakterle beslenirse finansmanı “yap-işlet-devret” (YİD) gibi modellerde de çözümlenebilir. Bu son husus esasında şehrimize ilişkin kamusal yatırımlarda da gündeme getirilmeli, diye düşünüyoruz. Mesela “yeraltı otoparkları” çok rahatlıkla çok sayıda yatırımcı yarıştırılarak (YİD) finansmanı temin edilerek gerçekleştirilebilir.
Neyse, konumuz simgeydi.
---
YASTIK ALTI ÇÖZÜLÜR MÜ?
HETERODOKS ekonomi politikaları bir kısım iş dünyasının “finansmana erişimini” zorlaştırıyor. Arka arkaya yapılan düzenlemelerle iş insanlarına enteresan bir mesaj veriliyor. Hatta buna “mesaj” değil, “zorlama” demek belki daha doğru. Bilindiği üzere ülkede muhtelif gerekçelerle iş hayatı hep bir risk içerir. Ekonomik türübülanlar, uzun süreli belirsizlikler, siyasi çalkantılar, bir anda iş düzenini “ters kepçe”ye getirebilir, getirmiştir. Bu yüzden insanlar genelde kendilerini garanti altına alacak bir “fonu” iş riskinin dışına çıkartmak ister. Bu tutum kültürel olarak da makul addedilir. Şirket bünyesinden dışarıya altın, döviz, gayrimenkul aktarımları, yurtdışında servet biriktirmeler, hep bu cümledendir. Hükümetler atıl durumda olan bu kaynakları ekonomiye kazandırmak için hep çaba sarfederler. Ak Parti iktidarı bu konularda soluksuz düzenleme yapmıştır, yapmaya devam etmektedir.
Neyse; şimdi “dünyalığını” ya da daha bilinen ifadeyle “kefen parasını” sistem dışına çıkarmış olanların zor zamanları gelmeye başladı. Bugüne kadar kredi ile sürdürdükleri işleri için “muslukları” mevzuatla kesiliyor.
Adeta bir ikilem söz konusu. Ya iş düzeninden vazgeçilecek ya da şahsi birikimler tekrar işe tahsis edilecek?
İş sahipleri için ticaretten vazgeçmek kolay değildir. Nitekim resmi açıklamalar bu durumun ipuçlarını veriyor.
Merkez Bankası verilerine göre, reel sektörün dış borç çevirme oranı yüzde 217,13’e yükselmiş. Mayıs 2020’de bu oranın yüzde 61,31 olduğunu belirtelim. Yani mevcut borcun iki katını aşan yeni kredi alınmış. Tabii ki bu kredilerin ne kadarı gerçek kredidir, ne kadarı yurtdışında tutulan özel birikimdir, bu sorunun yanıtını devletimiz dahil ilgili herkes bilir... Bu durum işletme sahiplerinin ülke içi kayıtlı ya da kayıtsız servetinin işlerine yönelik çözülmesi olarak da kendini gösterecektir.
Ne derler, heterodoks önlemler bazen hayırlı sonuçlar da doğurabilirmiş. Tabii ki kötü senaryoya da işaret etmek durumundayız. “Neme lazım, binbir zorlukla oluşturduklarımı bu karmaşık ekonomide işe koymam” diyenler olabilir. O zaman bu düzenlemeler sonuçları itibariyle ters teper. Kaldı ki özel birikimi olmayanların çaresizliği de eklenince, kapanan, iflas eden işyerlerinin sosyal ve ekonomik tahribatı bu politikayı tatsız bir hale dönüştürür.
Paylaş