Serhan Asker

Yaşar Kemal'in 'romantik' topçuları

15 Ocak 2015
HANİ Messi de, Ronaldo da, İbrahimoviç de bir yere kadar..

Yeri geliyor Arda, Caner, Mustafa Pektemek, Burak, Onur Kıvrak’tan da sıkılıyoruz.. Ama hiç bıkmadıklarımız var.. Bir türlü doyamıyoruz.. Onlar aradan seneler geçse de hala hatıralarımızda.. Edebiyatımızın kahramanları..
Aylardır lise, üniversite ve sonrasında okuduğum başyapıtlarla yatıp kalkıyorum.. Tavsiye ederim.. Yıllar sonra onları bir kez daha okuduğunuzda başka bir evrene savruluyorsunuz.. İnce Memed, Kuyucaklı Yusuf, Keşanlı Ali, Zebercet, Cehennem Topçusu Cemil.. Oturdum, yaşamımızın her döneminde duygularımıza aracı olan bu kahramanlardan bir futbol takımı yaptım. Sizi bilmem ama bana göre taş gibi bir takım çıktı ortaya.. Hani biraz da hırçın..


KALEDE KEŞANLI ALi


KALECİ.. Keşanlı Ali (Keşanlı Ali Destanı - Haldun Taner) Kaleciler daima kahraman olur. Alın size Keşanlı Ali.. Hem de bir halk kahramanı. Insan böyle bir yiğite kalesini teslim etmez mi? Hem annesi onu Akhillos gibi efsunlamış. Yavuklusu Zilha’yı da deli gibi sever.. Lider olarak topluma, aşık olarak Zilha’ya sorumlu.. Gözüpek bir romantik.. Çizgide geçit vermez en azgın forvetlere..
Sağ bek.. Deli Dumrul (Dede Korkut)... Hatırlayın, Azrail’e nasıl da meydan okuyor. Köyünden bir gencin canını alan Azrail’e çok sinirlenen Deli Dumrul, Tanrı’ya Azrail ile kendisini karşılaştırması için yalvarır. Deli Dumrul’un burada Azrail’e açtığı savaş aslında kadere karşı bir savaştır.. Bu şövalye ruhun kanadında top geçer adam geçmez..


Yazının Devamını Oku

100 yıl önce Sarıkamış'ta donduk

7 Ocak 2015
SAVAŞ ve barış...

Harbi anlatan en çarpıcı roman olarak gösterilir. Tolstoy, Napolyon döneminde Rusya ve Fransa arasında geçen kapışmayı ne de güzel anlatır. Andre, Nikola, Nataşa, Denisof, Piyer, Lisa ve daha nicelerinin savaşa göre vücut bulan kederli yaşamı satırlara dökülür.
Daha yakın dönemi anlatan en güzel savaş romanları ise Ernest Hemingway’e ait. İki muhteşem eser. Silahlara Veda ve Çanlar Kimin İçin Çalıyor. Hemingway, anlattığı her romanda anlattıklarına bizzat şahitlik ediyor. Çünkü Hemingway büyük bir savaş muhabiriydi. Bir dönemde de savaş ambulans şöförlüğü yapmış. Silahlara Veda’da Birinci Dünya Savaş’ın ortasında iki genç insanın sevgiyle taşan yürekleri ve savaşın her şeyi yerle bir eden acımasızlığını kaleme alıyor. Duygu dolu bir anlatımla... Cephede başlayan Henry ile Catherine aşkının dramatik sonu insanı gözyaşlarına boğuyor... İkinci eserde ise İspanya İç Savaş’ını bütün trajedisiyle gözler önüne seriyor. Hele romanda bir köyde gerçekleşen toplu idam sahnesi var ki okurken insanın kanı donuyor.
İspanyol Dili Profesörü olan Amerikalı Robert Jordan’ın gözünden savaşın çelişkilerle dolu anlamsızlığına vurgu yapan Hemingway, öyküde hüsranla biten bir aşkı da anlatıyor. Savaşta tanışan Maria ve Jordan ne yazık ki birbirlerine kavuşamıyor... Gece cephede yıldızları izlerken kurdukları hayallerin hiç birini gerçekleştirmeden Jordan, ölüyor.
Üç eserde de savaş dramatik yüzüyle çarpıyor yüzümüze..

TAM BiR ASIRLIK DRAM

Yazının Devamını Oku

Caner Erkin'in Karadut'u

12 Kasım 2014
1940’lı yıllar.. Yer, İstanbul.. Güzel Sanatlar Akademisi.. Koridordaki güzel, salına salına adımlıyor.

Adeta oraya sığmıyor. Karşısında bir genç.. Akademi’nin resim bölümünden idealist bir asistan.. Neye uğradığını şaşırıyor.. Asistanın kalp atışlarının ritmiyle oynayan genç kız, heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen, Mari’dir.. Mari Gerekmezyan..
Ermeni güzelini görür görmez dünyası değişen genç ressam aynı zamanda yeni yetme bir şair.. Bedri Rahmi Eyüboğlu.. Bedri Rahmi, Mari’ye öyle bir tutulur ki, yüreği zangır zangır titrer.. Savrulur.. Zamanla karşılık da bulur Bedri Rahmi’nin sevdası..

“SENi KARA SAPLI BiR BIÇAK GiBi SiNEME SAPLADILAR”

Yalnız genç aşıklar için büyük bir engel vardır. Bedri Rahmi evlidir.. Yasaktır Bedri, Mari’ye.. Ancak onlarınki kara sevda.. Birgün Bedri Rahmi, Mari’ye “Yar! Yar! Seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar” diyerek aşkını ilan eder. Kapanır aşıkların gözleri. Kimseyi, hiçbir engeli takmazlar. Birbirlerine tutkularını sanatlarıyla iyice açığa çıkarırlar. Mari, Bedri’nin büstünü, Bedri de Mari’nin portrelerini yapar yoğun duygu sağanağında.. Bedri Rahmi, sanatının doruklarına bu tutkulu aşk döneminde ulaşır. “At Üstünde Aşıklar” tablosu bu dönemdendir.. Yağlı boya tuvaldeki aşıklar Mari ve Bedri Rahmi’dir..

“NAR TANEM NUR TANEM ÇATAL KARAM..”

Türk edebiyat tarihinin en dokunaklı şiirlerinden biri de o sevda zamanından yadigardır, bize..

Yazının Devamını Oku

Herr Klopp bir de bunları bilse!

30 Ekim 2014
ASLINDA söylediği söz Telekom Arena’da Galatasaray’a attığı 4 golden daha acıydı...

Ancak o sözle pek meşgul olmadık sanki... Dedi ki,
“Başkanım, Türk mantalitesinde olsaydı bugünleri göremezdim.”
Jurgen Klopp... Son yıllarda Avrupa futboluna damga vuran Borussia Dortmund’un hocası... Klopp, bu başarı öyküsünün yazarı...
Mali durumu yerle bir olmuş, hatta stadını bile satmak zorunda kalan takımı baştan yarattı. 8 yıllık bir emekle... Ruhr işçilerini sevince boğdu. Bavyera’ya, Bayern hegemonyasına da korku saldı. Nice kupayı, onların elinden söke söke aldı... Yeri geldi Karl Heinz Rummenigge-Franz Beckenbeuer-Uli Hoeness üçlüsünü deliye çevirdi..
Çocukluğunda anneannesinin bira atölyesinde kasalara bira yerleştiren çocuk, büyüyünce futbolcu oldu. 12 yıl Mainz’de oynadı. Futbolculuğunda kariyer yapamadı. Teknik adam olarak Mainz’i çalıştırdı. İnişli çıkışlı bir grafik çizdi. Takımın küme düşmesini engelleyemedi ama 8 yıl çalıştı.. Bu 12 ve 8 rakamlarını aklınızda tutun.
Daha sonra yolu Ruhr’a düştü. Borussia Dortmund’un başına geçtiğinde kulüp, tarihinin ekonomik anlamda en sancılı günlerini yaşıyordu. Giydi ateşten gömleği... Önce taraftarla kenetlendi. ‘Ultracı’ Güney kale arkası tribününde sponsor reklamı istemeyen taraftarlara destek verdi. Signal İduna’nın çılgınlarına “Size canımı veririm” dedi.

Yazının Devamını Oku

Dirk Kuyt yoksul balıkçının ketum kahramanı*

12 Ekim 2014
Babası, onun için her sabah kalkarak Kuzey Denizi’nin buz gibi sularına açılıp kısmet arardı. Oğlundan tek isteği vardı; “Denizler benim. Senin işin karada... Başarılı bir futbolcu olman için her şeyi yaparım.”



BABAM hayatının büyük bölümünü yalınayak, ayakkabısız geçirmişti.. En kötü koşullarda, en ağır işlerde, en düşük ücretlerle, sabahın köründe uyanarak hayvan gibi çalışmak zorunda kalmıştı.. Hamallık, belediyede çöpçülük yapmıştı.. Sırf ben okuyayım diye.. Fakirdi ama dürüstlüğü ve yüce gönüllülüğüyle büyük adamdı. Ona göre insanı değerli yapan şey onurdur.. Eğer gerçekten günah, sevap, öbür dünya diye bir şey varsa babam şimdi cennette olmalıydı..”
Nobel’li yazar Mario Vargas Llosa’nın son romanı Ketum Kahraman’ın Felicito’su böyle anlatıyor babasını. Felicito Yanaque, babasının onur dolu emeğiyle kurduğu Narihuala Taşımacılık şirketiyle sıfırdan zirveye bir başarı öyküsü çıkarıyor.. Felicito, gece gündüz çalışarak, büyük bir disiplin içinde babasının şanına yakışır işlere imza atıyor. Ketum Kahraman’ı -ki herkese hararetle de tavsiye ediyorum- okurken aklıma F.Bahçeli Dirk Kuyt geldi.. Kuyt da Felicito gibi yokluğun acımasız savrulmalarına rağmen büyük bir azimle zirveye çıkan bir kahraman..
Hollanda’nın Katwijk kasabasında balıkçı Gerrit Kuyt’un oğlu olarak dünyaya gelen Kuyt, yeteneğinden öte iş ahlakı ve insanlığıyla sadece bizim değil dünyanın gönlünü fethediyor..

“DENiZLER BENiM, SEN BENİ KARADA MUTLU ET”KUYT’un babası da oğlu için her sabah gün ağarmadan kalkarak Kuzey Denizi’nin buz gibi sularında fırtınalarla boğuşarak çocuklarının kısmetini aradı. Baba Kuyt bir gün oğluna, “Denizler benim.. Senin işin karada.. Başarılı bir futbolcu olman için her şeyi yaparım” der. Felicito’nun babası romanda oğlunun başarı dolu günlerini ne yazık ki göremeden veda ediyor hayata.. Baba Kuyt ise şanslıydı.. Oğlunun başarılarının büyük bir bölümünü dünya gözüyle gördü.. Kuyt, 2006’da ülkesinde yılın futbolcusu seçildiğinde ödülünü babasının elinden aldı.. Daima balıkçı yeleğiyle gördüğü babası takım elbise ve papyonuyla usul usul sahneye doğru ilerlerken Kuyt’ın gözünden süzülen yaşlar salonu da kaskatı kesmişti..

Yazının Devamını Oku

Cin Ali ne okuyor ne de oynuyor

8 Ekim 2014
İLKOKULA başladığım gün, belki de hayatımın en uzun ve en sancılı günüydü. O günkü stres ve heyecanı yaşamayan yoktur..

Herkesin anne ya da babasıyla geldiği okula beni dedem götürmüştü. Nur içinde yatsın, bana büyük değer veriyordu. Hatta okul önlüğüm dedemin hediyesiydi. Seneye de giyerim diye, biraz büyük almıştı. Pamuk gibi eliyle tuttuğu elimi sınıfta bıraktı. “Kimseye bulaşma” dedikten sonra da rahatlamam için teneffüste bahçede olacağını söyleyerek gitti.. Sınıfın neredeyse tamamı ağlıyordu. Sınıfa babasıyla cesurca girenler bile. Ben ise zor tutuyordum kendimi. Ders başlayıp öğretmenimiz bize yan çizgi çizdirirken benim de gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. İlk teneffüste tüm zamanımı bahçede dedemi aramakla geçirdim. Yoktu. Sonraki teneffüste de... 6 yaşında hayattaki ilk kazığımı(!) yemiştim.

Sınıfımızı kara tahtanın yanındaki panoda bazı fişler süslüyordu:

“Ali bak. Emel eve gel. Işık ılık süt iç. Ömer bayram geldi. Ümit bu üzüm. Şenay türkü söyledi. Yer çöp atma. Jale bu jandarma...”

Bunların içinde “Atatürk bize çok çalışın dedi”, hepimizin korkulu rüyasıydı. Fiş defterin satırına sığmaz, çıldırırdım. Defterimde o fişin bulunduğu sayfa gözyaşı ve yoğun silgiden yer yer delinmişti. Satır bitiyor, fiş bitmiyordu..

OYSA FİŞLERİMİZ “OKU ALİ OKU” DİYORDU

Ve aklımdan hiç çıkmayan iki fiş: “Oku Ali oku” ve “Ali iyi top oyna”... Onları hep Cin Ali ile anarım. O Cin Ali ki çocukluğumuzun kahramanıydı.
Bu fişler aklımdan hiç çıkmıyor. Çünkü o fişlerin hakkını vermiyoruz. O-ku-mu-yo-ruz! O topla iyi oynamıyoruz. Mahçubuz, o fişlere...

Yazının Devamını Oku

Jimi Hendrix gibi sıfırdan başlasak...

1 Ekim 2014
‘GÖĞSÜNDE fareler koşturur, karafatmalar cebindeki son çubuk şekeri çalarlar.. Portakal kabuğu ve domates salçası bile yemeyi denedim..’

Böyle anlatıyor Jimi Hendrix, yokluğun dibinde geçen çocukluğunu.. “Sıfırdan Başlamak” adlı kitabında çöp bidonlarının arasında uyumanın cehennemden farksız olduğunu not düşerek.. Önce yokluk sonra da bolluk ve şöhretle başa çıkmak zorunda kalmış bir müzik dahisinin telaşlı, yaratıcı ve çelişkilerle dolu 28 yıllık öyküsü Hendrix’in ağzından yazılmış.. “Benim Hikayem” (Domingo Yayınları)..

HEP MARS’TAKi HAYATI MERAK EDiYORDU

SEATTLE’da Kızıldereli bir bahçıvanın oğlu olarak dünyaya gelen Jimi, 18 yaşına girmek üzereyken çalıntı bir arabayla benzini bitene kadar tur attıktan sonra yakalanınca zorunlu olarak askere alınır. Yoksa hapse girecekti.. “Biraz gitar çalmışlığım vardı ama okullu olmadığım için beni bando takımına almadılar. Ben de o zaman havalı bir tercihte bulundum. Havacı oldum.” 25 yaşına kadar Mars’taki yaşam merakıyla yanıp tutuşur..
25 yaşına geldiğinde ise onun gitarıyla şovuna tanıklık edenler Hendrix’in başka bir gezegenden olduğunu düşünmeye başlar.

ASKERDE AYAĞINI KIRDI VIETNAM SAVAŞINDAN YIRTTI..

ASKERDE paraşütle atlarken ayağını kırar. Geri hizmete çekilir, aylarca patates soyar.
Aslında bu kırık onun kaderini belirler. Stefan Zweig’ın kitabındaki gibi o an yıldızının parladığı andır.. Ayağından sakatlanıp, mecburen terhis edilmeseydi hem fikren karşı olduğu Vietnam Savaşı’na gidip, masumları bombalayacaktı. Hem de “Hayatım” dediği gitarıyla baş başa kalışı gecikecek, belki de çalma hevesi bitecekti..

OTOBAN ÇOCUĞUYDUM..TOZLU BOTLARIM CADİLLAC’IMDI..

Yazının Devamını Oku

10 numaramız artık yok

23 Eylül 2014
Sessizce ayrıldın aramızdan, Ümit Yaşar’ın şiirindeki gibi, “Gürültülü yaşadım, sessizce ölüyorum...” Güle güle İlhan Abi, İstanbul semalarında bir meleğin serenadı var bugün.

İLHAN Abi ile en son TRTSpor'da Rio Yolu programının çekimlerine giderken konuşmuştuk.. Hürriyet Gazetesi'nin kafeteryasında Mehmet Arslan’la birlikte spor servisinden Umut, Ali Naci, Koray, İsmail Er de vardı. Bana “Kolombiya’yı çekmeye gideceksen sana Mondragon’un cep telefon numarasını verebilirim” demişti. Verdiği numaranın 542’li Telsim hattı olduğunu görünce kahkahayı patlatmıştık..
Mehmet Arslan, “15 yıl önceki telefon numarasını kullanıyor mu sanıyorsun İlhan Abi” diye çıkışmıştı, şöyle bir inceden..
Ah İlhan Abi ah.. 3 yıldır tanıyordum seni.. Çocukluk arkadaşlarım beni “Asker” diye çağırırdı.. Yıllar sonra bana çocukluğumu anımsatmıştın.. Hürriyet’e her ugradığımda zarifçe ayağa kalkıp “Hoş geldin Asker” hitabınla beni hemen ilkokul günlerime götürürdün..

* * *

Spor servisinde her masanın sana söyleyecek bir lafı vardı.. Takılmadan edemezdi yan masa arkadaşın Umut Hızdil... Fatih Saboviç, senden gelecek sevimli bir kontr-cevap için neler yapardı.. İsmail Er seni işletirdi ama hiç de kül yutmazdın.. Hatta zaman zaman yeri gelir Mehmet Arslan’ın masasının yanına geçip İsmail’i gammazlardın, muzipçe: “Birkaç gündür erken çıkıyor bu hergele, haberin olsun müdür...”

SERViSi KAYNAŞTIRAN ADAMDIN...

Mehmet Arslan seni öyle severdi ki, her konuşmamızda senden mutlaka bir anekdot patlatırdı.. Seni şöyle betimlemişti.. “İlhan Abi, servisin neşe kaynağı, meslek büyüğüdür.. Onun varlığı bile servis için bir motivasyondur...”

Yazının Devamını Oku