Paylaş
Herkesin anne ya da babasıyla geldiği okula beni dedem götürmüştü. Nur içinde yatsın, bana büyük değer veriyordu. Hatta okul önlüğüm dedemin hediyesiydi. Seneye de giyerim diye, biraz büyük almıştı. Pamuk gibi eliyle tuttuğu elimi sınıfta bıraktı. “Kimseye bulaşma” dedikten sonra da rahatlamam için teneffüste bahçede olacağını söyleyerek gitti.. Sınıfın neredeyse tamamı ağlıyordu. Sınıfa babasıyla cesurca girenler bile. Ben ise zor tutuyordum kendimi. Ders başlayıp öğretmenimiz bize yan çizgi çizdirirken benim de gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. İlk teneffüste tüm zamanımı bahçede dedemi aramakla geçirdim. Yoktu. Sonraki teneffüste de... 6 yaşında hayattaki ilk kazığımı(!) yemiştim.
Sınıfımızı kara tahtanın yanındaki panoda bazı fişler süslüyordu:
“Ali bak. Emel eve gel. Işık ılık süt iç. Ömer bayram geldi. Ümit bu üzüm. Şenay türkü söyledi. Yer çöp atma. Jale bu jandarma...”
Bunların içinde “Atatürk bize çok çalışın dedi”, hepimizin korkulu rüyasıydı. Fiş defterin satırına sığmaz, çıldırırdım. Defterimde o fişin bulunduğu sayfa gözyaşı ve yoğun silgiden yer yer delinmişti. Satır bitiyor, fiş bitmiyordu..
OYSA FİŞLERİMİZ “OKU ALİ OKU” DİYORDU
Ve aklımdan hiç çıkmayan iki fiş: “Oku Ali oku” ve “Ali iyi top oyna”... Onları hep Cin Ali ile anarım. O Cin Ali ki çocukluğumuzun kahramanıydı.
Bu fişler aklımdan hiç çıkmıyor. Çünkü o fişlerin hakkını vermiyoruz. O-ku-mu-yo-ruz! O topla iyi oynamıyoruz. Mahçubuz, o fişlere...
Bir Japon yılda ortalama 25, Şilili 18, İsviçreli 11 kitap okuyor. Bizde ise bir kişi 10 yılda 1 tanecik kitap okuyor!
8 milyonluk Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken, 80 milyona dayanan Türkiye’de bu rakam ortalama 2 bin–4 bin...
Türkiye’de, kütüphane sayısı 1412; kahvehane sayısı 570.000!
Yani, 49.500 kişiye bir kütüphane düşereken, 122 kişiye bir kahvehane düşüyor..
Bazı ülkelerdeki kitap okuyanların nüfusa oranı ise şöyle: Japonya yüzde 14, ABD yüzde 12, Almanya yüzde 11, İngiltere yüzde 11... Ya bizde.. yüzde 0.01!
3.5 milyonluk Finlandiya’nın kütüphanelerinde 36 milyon kitap var; bizde ise 12 milyon..
GÜNDE 5 SAAT TV İZLİYORUZ, YILDA 6 SAAT KİTAP OKUYORUZ
Bir Norveçli kitap için yılda 147 dolar harcıyormuş. Biz ise kitaba yılda 33 Cent ayırıyormuşuz. Tüm bunlara karşın günde ortalama 5 saat televizyon karşısına dikiliyoruz. Kitap okumaya ise 6 saat ayırıyoruz. Ama yılda! Nüfus içinde kitap okuma oranımız yüzde 4. Televizyon karşısına yumulma oranımız ise yüzde 96. Canım ülkem benim..
Ve... Kitap, bizde ihtiyaç sıralamasında 235’inci sırada..
OKUMADIĞIMIZ GİBİ TOP DA OYNAMIYORUZ!
Peki oyunumuza yani futbolumuza bakarsak: Tablo okuma alışkanlıklarımızdan hiç farklı değil. Son Dünya Kupası’na katılan Kolombiya, Şili, Kosta Rika hatta ve hatta Cezayir bile bizden daha çok umut veriyor gelecek için. Yalnız ne hikmetse bizdeki futbolcular bu ülkedeki futbolculardan da 3-4 misli fazla para kazanıyor! Biz 2008’den beri ne Avrupa ne de Dünya Kupası’nda varız.. Süper Lig’imizin marka değeri yerlerde sürünüyor. Büyükler bile formalarına göğüs reklamı bulamadı. Tribünler boş. Bırakın Anadolu takımlarını, büyük takımlarımız bile her yıl teknik adam kıyımı yapıyor. Koca Galatasaray bile 9 ayda 3 hoca değiştirdi. Oysa daha geçen hafta Wenger’in Arsenal’deki görevinin 18. yıldönümü vardı. Son 12 yılda uluslararası arenada boy gösterebilecek tek bir yıldız yetiştirdik: Arda Turan. Şike skandalları, birbirine kan davası güden yöneticiler, televizyonlarda seviyenin ayaklar altına alındığı futbol tartışma programları..
SOKRATES’IN BREZİLYASI VE BREITNER’İN ALMANYASI
Ölmesinden bir yıl önce Sau Paulo’dan buluştuğum Brezilya’nın efsanevi futbolcusu Sokrates, görüşmeye elinde Carlos Fuentes’in Terra Nostra romanıyla gelmişti. Ve röportaja başlamadan önce de benim kitap okuyup okumadığımı sorgulanmıştı.
Yine geçen yıl Münih’te konuştuğum Almanların aykırı adamı Paul Breitner, “Futbolculuğumda haftada en az iki kitap okumamışsam kendimi o hafta antrenmansız hissederdim” demişti...
Bundan 3 yıl önce de şimdilerde bir yangın yerine dönen Kiev’de buluştuğum Sovyet futbolunun efsanevi adamı Oleg Bloghin anlatmıştı: “Bazı maçların devre arasında hocamız Valery Lobanovsky, bize taktik vermez, herkes kitabında 3 yaprak okusun derdi. Soyunma odasındaki kıyafetlerimizin yanında kitaplarımız da vardı. Ben, ‘Savaş ve Barış’; Belanov, ‘Suç ve Ceza’; Dassaev de ‘Anna Karenina’ya göz atıp öyle çıkardık sahaya”.
ACABA BLOGHİN’İN “OKU OLEG OKU” FİŞİ VAR MIYDI?
Bloghin’in sözünü ettiği 80’li yıllarda Sovyetler Birliği Milli Takımı muazzam oynardı. Sokrates’in Brezilyası ve Breitner’in Almanya’sı da...
Onların ilkokulda “Oku Sokrates oku”, “Oku Paul oku” ya da “Oleg oku.. Oleg iyi top oyna” fişleri var mıydı, bilemem ama o ülkeler hem çok kitap okurdu (Mesela Sovyetler Biriliği döneminde bir çocuk 15 yaşına gelene kadar en azından bütün Rus klasiklerini okuyor), hem de iyi futbol oynardı...
Biz en azından birisini bile yapsak mutlu olmaz mıyız?
Paylaş