Tövbeler etti. Fakat eninde sonunda kendini yine denizlerde buldu ve en sonunda da ıssız bir adaya mahkum oldu... Robinson Crouse...
Ünlü “To be or not to be – Olmak ya da olmamak” sözüyle hafızalarda... Annesinin amcasıyla evlenmesinin intikamı için yanıp tutuştu. İhtirasları ve söylediği kestirilemeyen sözlerle karmakarışık prens, Hamlet...
Arkasında bir sürü kırık kalp, kızgın koca, baba ve ağabey bıraktı. Kimine göre kalpsiz, vicdansız bir zampara; kimine göre de gerçek sevgi ve güzelliği arayan yalnız bir kalp, Don Juan...
Ne geçmişin değerlerine ne soylulara ne köylülere ne aşka ne de yaşlılara hürmet duyan; kendi inandıklarını açıkça dile getirmekten, karşısındakileri eleştirmekten çekinmeyen nihilist... “Babalar ve Oğulları” baş yapıtının Bazarov’u...
Ve hiç kimsenin yapmaya cesaret edemediklerini yaparak, özgürlük uğruna sevdiği pek çok şeyi kaybetme pahasına düzene meydan okuyan, ağalığa başkaldıran İnce Memed...
FUTBOLUN KAHRAMANLARI HEM YAZIYOR HEM OYNUYOR
ONLAR roman kahramanları... Onları edebiyatın devleri yazdı... Daniel Defoe, Schakespeare, İban Turgenyev, Yaşar Kemal’in ruhundan, kaleminden çıktılar...
ROMARİO... Toplamda 1029 golle Pele’den sonra dünyanın en çok gol atan ikinci futbolcusu... Niyetinde hiç bir zaman futbolu bırakmak yoktu... 42 yaşında bile “10 yıl daha oynarım” diyordu. Ne var ki Sao Paulo’da bir doğumevinden gelen acı haber o hayali yerle bir etti...
6. çocuğu İvy, Down Sendromlu doğdu. Hayata küstü, eşiyle birlikte eve kapandı... Soğukkanlı gollerin adamı kaderin kendisine attığı gol karşısında sendeledi...
ENGELLİLERE ADANAN HAYAT
ANCAK çabuk toparlandı... Ve yeni bir hedefe yelken açtı... Ülkesindeki bütün engellileri getirdi gözünün önüne... Daha da güç topladı. Eşine söz verdi ve çıktı yola... Brezilya Devlet Başkanı Dilma’nın partisinden siyasete girdi.
Referansı bir önceki başkan Da Silva Lula’ydı. Milletvekili seçildi... Futbolcuyken “antrenmanlardan nefret ediyorum” diyen gol makinası, Brezilya parlamentosunun devamsızlığı bulunmayan tek ismi oldu. Gecesini gündüzüne kattı. Hükümet kanadında derin kulisler yaptı. Kapı kapı dolaştı ve başka partiden milletvekillerini yanına çekti. Çoğu zaman yanında eşi de vardı.
“HAYATIMIN GOLÜNÜ POLİTİKADA ATTIM”
Romario artık biraz daha mutluydu. Neden biliyor musunuz? Adını kısmen kızından alan ve engellilerin hayatını kolaylaştıran yasanın onaylanmasında kilit rol oynadı. “İVY” Yasasıyla yüzbinlerce engelliye özel devlet yardımı sağladı... Yasanın çıktığı güne kadar çoğunlukla spor medyasına konuşan Romario, o gün parlamento muhabirlerine sadece iki cümle kurdu, yanağına akan gözyaşlarıyla...
Yer İsviçre-Nyon. UEFA merkezi.
Elit antrenörler toplantısı var.. Kimler yok ki... Jose Mourinho’dan Arsene Wenger’e, Carlo Ancelotti’den Tito Vilanova’ya, Diego Simone’den eski dost Lucescu’ya kadar birçok isim. Ve aralarında Fatih Terim...
Fatih Hoca’yı bu toplantıya gitmeden 2 hafta önce aradım. O toplantıdan sonra TRT Spor ve Hürriyet için röportaj talebinde bulundum.
“Tamam Serhan, konuşuruz” dedi.
Toplantı iki gün sürdü ve ikinci gün Fatih Hoca ile sözleştiğimiz gibi UEFA’nın merkezinde buluştuk. Elit hocaların tümüyle samimi olan Terim, önce onlarla kucaklaşarak vedalaştı... Ancak Mourinho ve Ancelotti ile samimiyeti bir başkaydı. Bu arada çeyrek finalde bu 3 dost birbirine rakip olabilir...
Terim, daha sonra yabancı medyanın ablukasına girdi. Fatih Hoca’nın onlara da söyleyecekleri vardı... İlgi büyüktü, önce onlara konuştu..
Ve biz Fatih Terim’le nihayet başbaşa kaldık. Geçtik röportajı yapacağımız yere... Özel bir mekan seçtik. Anlamlıydı. UEFA, Süper Kupa ve Şampiyonlar Ligi kupalarının yan yana sergilendiği yere geçtik. Üçü bir yerde... Her biri ayrı camekanlarda. İlk iki kupa Türkiye’ye geldi. Patent Fatih Hoca’ya ait.
Hele yapılan transferler dünyaca ünlü ise hem trübünler hem de kasa dolar... Fakat bu transferler devre aradında yapılırsa araya başka kriterler girer. Mesela aheng. Takımın yakaladığı uyum ve statik yapı. Arada gelen trasferler ya süren bir ahengi sekteye uğratır, ya da o ahenge müthiş bir katkı yapar...
Sözü uzatmadan Galatasaray’dan örneklerle konuyu açıyorum...
DÜNDAR ADI KALDI BİZE YADiGAR
Didier Six... G.Saray’a devre arasında değil ama ligin 10. haftasında transfer oldu. Yıl 1987’ydi. 1984 Avrupa Şampiyonu olmuş Platini’li, Tigana’lı Fransa’nın yıldızlarındandı. Türk vatandaşı oldu, Dündar Siz adını aldı. Oynadığı ilk maç Beşiktaş maçıydı ve golle başladı. Hatırlayanlar bilir, yagmurlu bir maçta yılan gibi kıvrılıp, kafayla uçarak atmıştı o golü... Tecrübesiyle G.Saray’a çok katkısı oldu. Galatasaray o yıl şampiyon oldu ve Six, ülkesine döndü.. Dündar adı da kaldı bize yadigar...
1990’NIN ÇİLEĞİ: ROMAN KOSECKİ
Roman Kosecki... Mustafa Denizli’li Galatasaray 1990 yılında ilk yarıyı 5 puan farkla lider tamamladı. O zaman başkan Ünal Aysal değildi ama Alp Yalman takıma bir ‘çilek’ kazandırdı. Polonyalı Roman Kosecki. Hızıyla golleriyle yakışıklılığıyla kısa sürede gönülleri fethetti. Ama o sezon şampiyonluk gitti. Kosa, Florya’da öfkeli bir anında paraları havaya atarak tarihe geçti. Sonraki sezonda da takımı şampiyon yapamadı ve Atletico Madrid’e gitti.
Galatasaray’da aheng bozan Kosa, özellikle de Barça ve Real maçlarında Atletico’nun akordunu tek başına yaptı. Şimdilerde Varşova’da siyasetçi. Kilosu da 103...
EZELİ RAKİBE GOL ŞAMPİYONLUK GETİRMEDİ
Gitarist ve şarkıcı Victor Jara, Diktatör Pinochet’nin emriyle Şili Ulusal Stadyumu’nun ortasına getirildi. “Çal!” dediler. O muhteşem tınılarla girdi şarkıya. Venseremos.. Venseremos... Stadyumdaki halkın “Venseremos” sesleri And Dağları’nda bile yankılandı. Diktanın askerleri dayanamadı. Jara’nın önce parmaklarını sonra da gitarını kırdılar.
“Haydi, şimdi de çal.”
Jara, kırık parmaklarıyla ve gitarıyla zor da olsa yine çaldı ve söyledi. On binler bu kez Jara’yı düşünerek “Venseremos’u” sadece mırıldandı. Yine de gözü dönen askerler oracıkta Jara’yı kurşuna dizdi... Venseremos, bir futbol sahasında “yarım kalan şarkı” oldu. Ama sadece o gün yarım kaldı. Şarkı dünyanın dilinde...
ASİL ADAMI “AŞİL” TENDONU BİTİRDİ
JARA futbol sahasında bir diktatörün hışmına uğradı. Ya Marco Van Basten... Onun çimdeki şiir gibi futbolunu bizden alan bir diktatör değildi elbette. O asil futbolcu genç yaşta aşil tendonunun kurbanı oldu. Tıpkı annesi tarafından cehennem nehri Styx’e batırıldığında su dışında kalan topuğu haricinde ölümsüzleşen Aşil gibi... Van Basten, belki de tarihin topuğundan yediği okla ölen yarı Tanrı Akhilleus’tan sonra en önemli kurbanı... 28 yaşında futbolu bıraktığında attığı bir çok gol de tedavülden kalktı. Dassaev ne kadar “1988 Avrupa Şampiyonası finalinde yediğim gol, Van Basten attığı için değil ben yediğim için dünyanın sayılı gollerinden biri oldu” dese de...
Van Basten, futbolun en güzel yarım kalan şarkılarından.. Ama sadece o değil ki... Bakın daha kimler var...
REAL’İN 1 NUMARASI OLACAKTI
JULIO Iglesias... İspanyol şarkıcı belki de ününü 18 yaşında geçirdiği kazaya borçlu. Real Madrid’in genç takımındaydı. Hayali, Santiago Bernabeu’nun 1 numarası olmaktı. Kullandığı otomobille feci bir kaza geçirdi. Doktorlar, “Bir daha yürüyemeyeceksin” dedi. Dünyası karardı.
Koşuda, güreşte ve (gülle) atmada/Soylu yarışmaların itici gücüyle parla/ Ve dalı solmayan çiçeklerle donat/ Vücudunu, muktedir ve saygı duyulur yap.
Demek ki marştaki soylu branşa artık en iyi yorumla “sempatik” bakılmıyor... Adama sormazlar mı nerede kaldı bu marşın ruhu?
Uluslararası Olimpiyat Komitesi İcra Kurulu, Güreşe soğuk baktığını ilan etti. Güreşin Tv reytingleri düşükmüş. Falan filan... Tavsiye kararıyla “şimdilik” olimpiyatta pehlivanlara kapılar kapalı. Durum, Mayıs 2013’te Rusya’da yapılacak toplantıda netleşecek...
DÜŞMAN ABD-İRAN GÜREŞ İÇİN OMUZ OMUZA
TABİİ ki bu gelişme karşısında sert tepkiler geldi. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nden... Minderde bir ekol olan İran da itirazını yüksek sesle dile getirdi. Siyasi arenada birbirini tuş etmek için her türlü yönteme başvuran iki ülke olimpiyatta mindere yer açmak için omuz omuza verdi. İşte spor böylesine bir manifesto...
Bu iki ülkenin şaşırtan dayanışması bir tarafa biz kendi halimize yanalım... Türkiye’nin olimpiyat tarihi güreşten gelen madalyalarla dolu. Hele aday olduğumuz 2020 Olimpiyatları bize verilir ve organizasyonda güreş olmazsa tam bir hüsran yaşarız...
“Yeni kurallar güreşi sıkıcı yaptı” “Başka branşlara da yer açmalıyız” tartışmalarına girmeyeceğim. Ortaya atılan tartışma Türkiye için hiç de iyi olmadı. Çünkü minderin bizim hayatımızda ayrı bir yeri var... Çok değerli bir öykü okudum. Onu paylaşacağım...
HZ. MUHAMMED’İN İSLAMİYET İÇİN GÜREŞİ...
ONLAR taraftarı olan takımları en iyi şekilde yönetmekle meşgul... Sanmayın ki sadece rakiplerine gözdağı verecek demeçlerle ya da yeni yıldızları takıma katmakla uğraşıyorlar... Elbette hedefleri şampiyonluk, başarı ve taraftarı mutlu etmek. Yeri geliyor başarısızlıkta en acımasız eleştirilere hedef oluyorlar. 20-30 bin taraftarın “istifa” haykırışları onlara geliyor. Giydikleri, ateşten gömlek. İşler yolunda giderken hayat hoş; ama işler tersine döndüğü zaman dünyaları kararıyor. İşte tüm bunlara rağmen onlar da birer insan. Onların da bir hayatı var; Bilmediğimiz... Görmediğimiz... Duymadığımız... Ben 4 büyük kulüp başkanının o bilinmeyen dünyasını hafiften bir irdelemeye giriştim. Gazeteci milleti meraklıdır bu işlere. Ligin kızıştığı şu dönemde farklı bir soruyla belki de başkanları rahatlattım. Bilemiyorum. Başkanların özellikle de kitaplarla arası nasıl? Bazılarına sinemayı da sordum.. Bu alan-daki zevkleri onların icraatlarına yansır mı acaba? Bunun kararını da size bırakıyorum...
ÜNAL AYSAL, RÖNESANSLA MEŞGUL...
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal yoğun ara transfer mesaisini yürütürken bile elinden kitap düşürmemiş. Aysal, kitap okurken farklı bir tarzı tercih ediyor. Bir değil üç-dört kitabı birden okuyor... Onlardan hangisininin etkisinde kalırsa önce onu bitiriyor. Başladığı hiçbir kitabı da asla yarım bırakmıyor. Çocukluğundan beri kitap okuduğunu söyleyen Aysal, “Tarih, siyaset ve biyografiye meraklıyım. Şu anda 4 kitabı birarada okuyorum ama sonuna geldiğim ve beni en çok etkileyen, rönesansı anlatan kitap. How The Renaissance Began- Stephen Greenblatt’ın kitabı. Batının reform hareketlerini sebepleriyle öğreniyorum” diyor.
Ünal Aysal’dan Greenblatt’e övgü
Aysal’ın okuduğu kitabın yazarı Greenblatt, rönesans ve Shakespeare uzmanı. Aysal, Avrupa’daki bilim, edebiyat ve sanattaki dönüşümü anlatan İngilizce yazılmış kitaptan övgüyle söz etti.
AZİZ YILDIRIM, MEVLANA’YI OKUYOR...
Çoğunuza şaşırtıcı gelecek ama Aziz Yıldırım tam bir kitap kurduymuş. Özel dünyası hakkında daima ketum davranan Aziz Yıldırım sağolsun bu konuda beni kırmadı. Aziz Yıldırım şu aralar Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin manyetik alanında. Son bir yıldır Mevlana’yı okuyor. Şu aralar elinden düşmeyen, başucu kitap Mevlana’nın en büyük eseri, Mesnevi. 6 cilt, 25618 beyitli kitapta, toplumsal, felsefi, ahlaki, dini, aşk ile ilgili binlerce ibret verici hikâye var. Mevlana’dan ilham alan Yıldırım, tutuklu olarak yargılandığı mahkemenin duruşmasında “Hamdım, piştim, yandım” sözünü birkaç kez de kullandı. Mevlana’nın Mesnevi’sindeki çok beğenilen beyitler ise şunlar:
En samimi arkadaşları arasında malzemeciler de var. Biri İspanya, diğeri Hırvatistan milli takımının emektarlarıyla dost olduğunu büyük bir zevkle anlatmıştı. İkisi de “Antrenman dışında da görüşürüz” demişlerdi. Büyük insanların, küçük adamlarla kucaklaşması bu.
Malzemeciler. Onlar, futbol takımının önemli bir parçası, gerçek emekçisi. Hepsi birer yaşayan tarih. İşinde aynı yerde 30 yılı deviren bile var. Yeri gelir takımın neşesi olur, bir sempatik hareketle yıldız futbolcunun stresini alır. Sözgelimi Ankaragücü’nün unutulmaz malzemecisi Gırgır Ahmet, futbolcuları gülmekten yararmış. Gırgır olduğu kadar da titizmiş. Öyle her malzemeyi beğenmezmiş. Eski futbolcu Metin Gören anlatıyor: “Ankaragücü-Leeds United maçı için Londra’ya gittik. Ahmet orada gördüğü malzemeleri beğenmedi, ‘Ben daha iyisini yaparım’ dedi”
YILDIZLARIN NAZINI ÇEKERLER
MİLYON dolarlık adamların sırdaşıdır bu sevimli insanlar. Bazı durumlarda fırçayı da yerler. Çünkü, ayağa oturmayan kramponun sorumlusu onlar ilan edilir: “İyi yağlamamışsın bunları”.
Futbolcu üşür, malzemeciye bağırır: “Eldiven getir, bere nerede?”
Futbolcu oyundan çıkar, gözü önce malzemeciyi arar. Malzemecinin eli ayağı birbirine girer. Terli oyuncuyu bir çocuğu korur gibi özenle ve hızlıca giydirir. Bunu yaparken oyuncuya bir de buse kondurmayı ihmal etmez. Maç başlamadan stadyuma ilk önce onlar gelir. Antrenmandan saatler önce başlar mesaileri. Futbolculara en iyi konforu hazırlamak için çabalar dururlar. Anlayacağınız, yıldızların nazını çekerler.
ONLAR KENAR MAHALLELERDE YAŞARLAR
MİLYON dolarlık adamların mesai arkadaşı bu emekçilerin yükü, ağır. Sınıfları farklı. Lüks evlerde yaşayan futbolculara karşın onların evi bir kenar mahallededir. İşleri bittikten sonra mütevazı evlerinin yolunu tutarlar. O evin salonunda anne ve babalarının çerçeveli fotoğrafları mutlaka asılıdır. Zaman zaman o salondaki masada başını kaldırıp o fotoğraflara bakarak, gelir-gider hesabı yaparlar. Hiçbir zaman milyon dolarlık yıldızların kazancıyla da meşgul olmazlar.