Serap Duygulu

Yeni yılda yeni hayat

30 Aralık 2014
Her yeni yıl, geri kalan ömrümüzün ilk günüyle çalar kapımızı.

Yeni yıl kapımızda. Bir gün sonra merhaba 2015. Yeni yılda özellikle çocuklara hediye aldığımızda Noel Baba’nın ya da yeni yılın getirdiğini söyleyerek veririz hediyelerimizi. Onlar mutlu olur, biz yeni yılda hayallerimizin gerçek olmasını umarız. Ama biliyor musunuz yeni yıl asıl biz yetişkinlere hediye getirir ve birçoğumuz hiç farkında bile olmayız.

Her yeni yıl, geri kalan ömrümüzün ilk günüyle çalar kapımızı. Yeni bir hayat, yeni umutlar, gerçekleştirilmeyi bekleyen yeni hayallerle gelir her yeni yıl. Çünkü yeni bir yıla ulaşmak, her gün sağlıkla yepyeni bir güne uyanmak en büyük hediyedir. Şu an yaşam savaşı veren, şu an hayattan kopan, yaşam savaşını kaybeden onlarca, binlerce insan varken, siz gözünüzü sağlıkla açabilmişseniz yepyeni bir hayata merhaba demişseniz bu kadar büyük bir hediyenin yanında geri kalan her şey çok boş, çok anlamsız olmalı. Mutluluk sahip olduklarınız değildir çünkü. 

Herkimer Citizen dergisi mutluluğu hayvanlar dünyasından örneklerle farklı bir bakış açısıyla yorumlamış: 

"Bilindiği üzere, şimdiye kadar hiçbir kuş komşusundan daha çok sayıda yuva yapmaya çalışmadı; şimdiye kadar hiç bir tilki saklanacak tek bir deliği olduğu için üzülmedi; şimdiye kadar hiç bir sincap bir yerine iki kış yetecek kadar ceviz toplayıp saklamadığı için endişeden ölmedi ve hiç bir köpek yaşlılık yılları için birikmiş kemiği olmadığı gerçeği üzerine uykusuz geceler geçirmedi..."

Mutluluğu hayvanlardan öğrenmek zorunda kalacağız artık. Çünkü biz mutlu olmayı unuttuk. Ne kadar çok nedenimiz olduğunu unuttuk. Sahip olduklarımız için şükretmeyi unuttuk. Kendimizi dinlemeyi, dostlarımızı dinlemeyi, evreni dinlemeyi unuttuk.

Gerçekten de düşünün bakalım, hayatı kendine zehir eden kaç hayvan gördünüz?  Elbette çalışacağız, amaçlarımıza ulaşmak için uğraşacağız, yorulacağız, üzüleceğiz ama bunları yaparken ailemize, sağlığımıza, dostlarımıza ve kendimize özen göstereceğiz. En çok da mutlu olacağız.

D.J.Matu der ki;

Yazının Devamını Oku

Lohusalık Depresyonu Farkındalık Haftası

16 Aralık 2014
Lohusa depresyonu genellikle annenin fark ettiği ve yardım istediği bir duygu durumu değildir.

Aralık ayının 3. haftası "Lohusalık Depresyonu Farkındalık Haftası" olarak belirlenmiş. Bu hafta dolayısıyla yeni annelere, annelikle ve doğum sonrası yaşanan sıkıntılarla ilgili bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor. Lohusalık depresyonu olarak tanımlanan durum, aynı zamanda doğum sonrası depresyon olarak bildiğimiz durumdur. Lohusa depresyonun biyolojik ve psikolojik olmak üzere iki yönü vardır. Annenin hormonal faaliyetlerinden kaynaklanan değişimler biyolojik; kaygılar, korkular ve duygu durumuna ait değişimler psikolojik yönüdür.

Lohusa depresyonu aslında dünya üzerindeki her beş kadından birinin içine düştüğü bir duygu durum bozukluğudur. Özellikle bizim toplumumuz annenin doğumdan sonra 40 gün yalnız bırakılmaması gibi son derece yerinde bir uygulama ile aslında bu durumu kontrol altına almak amacıyla bir tutum geliştirmiştir. Annenin başına kırmızı kurdeleler takmak, kadının doğum sonrası yaşadığı stresi Albastı olarak isimlendirmek, hem bebeği hem de anneyi nazara gelir düşüncesiyle gözlerden uzak tutmak bir anlamda hem hastalıklara karşı korumak hem de anne ve bebeğin bir arada birbirine alışma süreçlerine yardımcı olmak amacıyla yapılan halk inanışlarıdır.

Doğum sonrasında yeni annenin vücudunda yoğun hormonal faaliyetlere bağlı olarak bir takım duygusal değişimler yaşanır. Yaşanan problemler aslında doğumdan hemen önce başlayabilir. Seçilen ya da uygulanan doğum yöntemi bile lohusa depresyonunda etkili olabilir. Doğumla ilgili bilinenler, anne adayına anlatılanlar ve annenin kendi annesinden ya da yakın çevresinden öğrendiği doğuma yönelik bilgiler de lohusalık depresyonu için önemli eşiklerdir. 

Normal doğum beklerken ani bir gelişme ile sezaryen doğum yapmak zorunda kalmak ya da ağrısız doğum yapacağı düşüncesiyle sezaryen doğum planlamak ama bir anda normal doğumun başlaması gibi beklenmeyen gelişmeler de kontrolün kendisinden çıktığı duygusu yaratarak anne adayının doğum sonrası duygu durumunun bozulmasına, lohusalık depresyonuna girmesine bir zemin oluşturabilir. Aile tutumları, annenin eşiyle olan ilişkileri, bebeğin beklenen ve istenen bir bebek olup olmadığı gibi durumlar da anne için doğum sonrası depresyonu kolaylaştırıcı etkenlerdir. Annenin ilk bebeğinde hiçbir sorun olmazken bazen ikinci üçüncü doğumlarında Lohusalık Depresyonu ortaya çıkabilir. 

Lohusalıkta, doğum sonrası pek çok farklı duygu durumu yaşanabilir. Duygusal iniş çıkışlar görülebilir. Zaman zaman ağlama atakları, hüzünlenme, mutluluk gibi birbirinden farklı uçlarda duygular yaşanması normaldir. Hatta lohusalık hüznü olarak bilinen durum tam olarak bu tür duyguların yaşandığı kısa süreli bir dönemdir. Annenin anne olduğunu kabullenme, bebeğine alışma ve bebekle ilgili gelecek kaygılarını aşma süreci olarak bilinir. Anne bebeğine yeterli olamayacağı, ona bakamayacağı gibi kaygılar yaşar. Bunlara ek olarak bebeğine kötü bir şey olabileceği, bebeğin kendisinden alınacağı gibi abartılı korkular da bu duruma eşlik edebilir. Bütün bu duygular anneye destek olunarak, yükü hafifleterek atlatılır. Lohusalık hüznünde sıkıntılar genellikle doğumdan sonraki birkaç hafta içinde atlatılır. Anne bebeğiyle yeni yaşam düzenine alışır. Ancak lohusalık depresyonunda durum biraz daha farklıdır.

Lohusalık depresyonunda annenin tek başına atlatamayacağı kadar büyük ve sarsıcı bir süreç yaşanabilir. Bu süreçte anneye çevreden gelen destek ne kadar yoğun olursa olsun annenin içine düştüğü depresyonu aşmaya yeterli olmaz. Böyle durumlarda mutlaka psikolojik destek almak, bir uzmanla görüşmek gerekir.

Doğum sonrası yaşanan duygu durumlarında annenin önceki dönemlere ait psikolojik durumlarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Annenin geçmişinde bir depresyon varsa, takıntılı, kaygılı kişilik yapısı varsa ya da ailede bu tür öyküsü olan yakın bireyler varsa anne daha dikkatle takip edilmelidir. Zira bazı kadınlarda hamilelik ve doğum psikozları tetikleyebilir ya da ortaya çıkarabilir. Psikozlar ciddi psikolojik bozukluklardır ve mutlaka hamileliğin başından itibaren sıkı takip edilmesi gerekir.

Lohusa depresyonu genellikle annenin fark ettiği ve yardım istediği bir duygu durumu değildir. Anne yaşadığı depresyonun çok da bilincinde olmayabilir. O nedenle yakın çevrenin durumu olabilecek en erken dönemde fark edip uzman desteği alma yönünde gereken adımları atması çok önemlidir. Anneye destek olacak en önemli kişi eşi yani babadır. Babanın bebekle ve anneyle birebir ilgilenmesi, birbirlerine zaman ayırmaları, yine eş olarak ayrı bir hayatlarının olacağı konusunda güven verecek tutumlar olması bakımından son derece önemlidir.

Yazının Devamını Oku

Mevlana’dan 7 öğüt ve Mevlana Haftası

10 Aralık 2014
Hz. Mevlana'nın doğum yılı olan 30 Eylül 1207 tarihine vurgu yapılması bakımından, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), Mevlana’nın 800'üncü doğum yılı olan 2007 yılını ‘Mevlana Yılı’ olarak ilan etmiştir.

Bu hafta Mevlana Haftası ve Mevlana’nın vefatının yıl dönümü olması sebebiyle Konya’da Şeb-i Arus törenleri var. Ben de bu haftaki yazımda Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin hayatından ve bize bıraktığı o çok anlamlı öğütlerinden bahsetmek istedim. Günümüzde hepimizin bu öğütleri iyi anlaması o kadar önemli ki. Ama önce Mevlana’nın hayatına kısaca göz atalım.

Mevlana 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan Horasan’da Belh şehrinde doğmuştur. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olan ve ‘Bilginlerin Sultanı’ olarak tanınan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi isimleri kendisine sonradan verilmiştir. Efendimiz anlamındaki Mevlana ismi henüz çok gençken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu isim daha sonraları Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yı sevenler tarafından da kullanılmıştır. 

Mevlana’ya verilen Rumi ismi Anadolu demektir. Mevlana'nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da yaşaması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve türbesinin de orada olmasındandır.

Mevlana, henüz 18 yaşındayken Karaman’da babası tarafından Semerkand’lı Gevher Hatun’la evlendirilmiş ve bu evlilikten iki oğlu olmuştu. Bunlardan ilk oğlu Sultan Veled, ikinci oğlu ise Alaeddin’dir. Ancak Alaeddin, 1262 yılında vefat etti. Mevlana ise birinci karısının vefatından sonra Konya’da Kerra Hatun’la evlendi. Bu evlilikten ise Muzafferüddin Alim Çelebi ile Melike Hatun dünyaya geldi. 

Mevlana 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” görmüştü. Ancak beraberlikleri fazla uzun sürmedi. Şems hala neden ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmeyen bir biçimde ölünce Mevlâna uzun yıllar inzivaya çekildi. 

Mevlana ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlana ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" demiş ve dostlarına ölümünün ardından ağlamamalarını vasiyet etmiştir.

Mevlana’nın söylediği, “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir” sözü tam da bu durumu özetleyen çok anlamlı bir sözdür. 

Yazının Devamını Oku

Sevgi ve öpücük

1 Aralık 2014
Önce kendimize günaydın diyerek başlamalıyız güne.

Adam 3 yaşındaki kızını, gayet pahalı kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı. Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde çok üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına. Bir gece evvel yaptığından utanarak, kutuyu açtı. Fakat kutunun içi boştu. Kızına gene çıkıştı; ‘‘Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?’’ Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı. 'O kutu boş değil ki baba! İçini öpücüklerle doldurmuştum!' Babası o kadar çok üzüldü ki, koştu, kızına sarıldı. Beraberce ağladılar.

Adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı. Aslında bütün insanlara böyle bir kutu mutlaka verilmiştir. Zor zamanlarda bu kutuyu çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, mutluluğun anahtarlarından biri olsa gerek.

Hepimiz zaman zaman bunalırız, hayat üstümüze üstümüze gelir, sıkılırız. Ama emin olun sizin de zor zamanlarınızda sizi mutlu edebilecek, böyle sayısız kutularınız vardır. Bütün mesele kendinizi günlük hayatın telaşında sorunların içinde unutmadan önce kutularınızı hatırlamaktır.

Bugün yeni bir haftaya daha başlıyoruz. Birçoğumuz iç sıkıntılarıyla, yorgun ve kafasında dolaşıp duran pek çok sorunla başlıyor yeni haftaya. İşimiz, eşimiz, çocuklarımız derken kendimizi unutuyoruz bu hayatın akıp giden döngüsünün içinde. Oysa böyle olmamalı ve önce kendimize günaydın diyerek başlamalıyız yeni güne, yeni haftaya. Bu gün, bundan sonraki hayatınızın, yani geri kalan ömrünüzün ilk günüdür.

Muhteşem bir ilk gün olsun hepimiz için. Özellikle hep yeni başlangıçlar isteyenler, bir gün yaparım diyenler için bilmelisiniz ki o bir gün hiç gelmeyecek; eğer şimdi başlamazsanız. Ertelemeyin. İsteklerinizden vazgeçmeyin ve herkesten önce, her şeyden önce kendinizi sevin. Sevgili Üstün Dökmen hocanın muhteşem dizeleriyle aslında en önemli olanın siz olduğunu, kendinizi mutlu etmeden başkalarına mutluluk veremeyeceğinizi hatırlatmak isterim.

Selam ver yola çıkınca, her sabah bulutlara selam ver. Taşlara, kuşlara, atlara, otlara, insanlara selam ver. Sonra çıkarıp cebinden aynanı bir selam da kendine ver. Hatırın kalmasın el gün yanında bu dünyada sen de varsın! Üleştir dostluğunu varlığa, bir kısmı seni de sarsın.

Hatırlatmak isterim ki bu hayatı anlamlı kılacak sadece sizsiniz. Kendi hayatınız için siz bir şeyler yapmazsanız başkası yapmayacak, siz kendinizi sevmeden başkası sevmeyecek. O zaman önce kendimize bir selamı çok görmeyelim. İçimizdeki çocuğu ihmal etmeden, çocuklarımızla mutlu günler diliyorum. Size verilen kutuları boş sanmayın. O kutular sevgi dolu, öpücük dolu, mutluluk dolu.

Yazının Devamını Oku

Çocuk çocuğa neden tecavüz eder?

17 Kasım 2014
Ankara'da bir ilköğretim okulunda yaşanan olay ile konu tekrar gündeme geldi.

Ankara'da bir ilköğretim okulunda 4 erkek öğrenci bir erkek öğrenciye tecavüz etti. Üstelik tecavüze karışan öğrencilerden biri olayı tecavüz anını cep telefonunun kamerasıyla görüntüledi. Öğrenciler cep telefonundaki görüntüleri izlerken öğretmenlerinin telefonu eline almasıyla korkunç gerçek ortaya çıktı.

Son yıllarda çocuğa yönelik taciz, çocuğun çocuğa yönelik tacizi olarak gündeme sıkça gelmeye başladı. Biz de Psikolog Serap Duygulu'ya bu durumun nedenleri ve çocuklara cinselliği anlatırken dikkat edilmesi gerekenleri sorduk.

Geçmişte yani bundan 15-20 yıl kadar önce çocukluk çağları dediğimizde 16-17 yaşlara kadar olan süreci anlardık. Sonrasında ergenlik ve genç erişkinlik diye bilirdik. Ancak son yıllarda çevresel etkenler ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak ergenlik 9-10 yaşlara kadar düştü. Hatta 7 yaşında erken ergenlik nedeniyle tedavi gören çocuklar var. Baktığınızda bu çocuklar yine çocuk ama hormonal ve duygusal açıdan ergenlikteler. Bu da cinsel hormonların da faaliyete geçtiği anlamına geliyor. Bu süreçte çevresel faktörleri de dikkate almak gerekiyor elbette. Eskiden çocukların masumiyetini korumak ve onları yetişkinlerin sapkın cinsel dürtülerinden sakınmak gibi bir sorunla baş etmeye çalışırken şimdi çocuğu çocuktan korumak zorunda kalıyoruz. Bu iki kat artan tehlike demek aslında. Çünkü çocuklar okulda, sokakta, evde ve arkadaş ortamında beraberler.

Akran çocuklar arası veya yaşı biraz daha büyük çocuk ve ergenlerin daha küçük yaştaki çocuklara yönelik cinsel eylemleri oldukça tehlikeli bir hale geldi. Çocuklar arası cinsel merak ve ilgi; değişen, gelişen hormonal yapıları nedeniyle doğal karşılanmalı. Ancak bu merak arkadaşına yönelik eyleme döküldüğünde durum taciz olarak tanımlanabiliyor.

Neden çocuklar arkadaşlarına karşı cinsel eylemlere yöneliyorlar?

Çocuklar bizim anlamadığımız kadar hızlı bir değişim geçiriyorlar aslında. Özellikle son yıllardaki hormonlu gıdaların ve giderek bozulan çevresel şartların da bunda payı var. Bunun dışında anne baba ilişkisi ve aile tutumları çok önemli. Arkadaşını taciz eden her çocuk kişilik bozukluğu yaşayan ya da olumsuz aile koşullarında büyümüş çocuk değildir. Çocuklar için çevrelerinde gördükleri ve duydukları şeylerin onlar için model oluşturacağını bilmek gerekiyor. O nedenle doğru anne-baba tutumları, sağlıklı aile ortamı ve çocukla açık iletişim diye ısrarla vurguluyoruz. Çocuklara mahremiyet duygusunu erken yaşlarda vermek, hem onun mahremiyetine saygı duymak hem de kendi mahremiyetimizi korumak zorundayız.

Sağlıklı cinsel eğitim verilmiyor

Toplum olarak cinselliğe bakış açımızın da ikiyüzlü olduğunu kabul etmek gerekiyor. Genellikle çocuklara ve gençlere sağlıklı bir cinsel eğitim verilmiyor. Cinsellik bizim gibi içe kapalı toplumlarda hala bir tabu olarak görülüyor; ayıp, yasak, günah kavramları ile etiketleniyorken yazılı ve görsel medyada durum böyle değil. Neredeyse her dizide yakın akrabalar arasında bile yaşanan karışık ilişkiler, bizi biz yapan akrabalık ve aile kavramlarımıza ciddi zarar verdi.

Çocuklar ekranlarda gördüklerini arkadaşlaraıyla denemek isteyebiliyorlar

Çocuklar sağlıksız, saldırgan, olumsuz örneklerle özdeşim kurdular. Üstelik yetişkinlerin cinsel taciz ve tecavüz haberleri her gün gündemi oluşturan en önemli olaylar arasında yer aldı. Çocuklar bu görüntüleri izleyerek büyüdüler. Kaldı ki gelişmiş cep telefonları, tablet bilgisayarlar ve sosyal ağlar olarak bilinen paylaşım platformları yoluyla her an her türlü bilgiye ulaşabildiler. Aile içinde şiddet gören ya da tacize uğrayan çocukların bu tür bir eyleme yönelebileceğini göz önünde bulundurmak gerek. Hepsinden öte asıl bilinmesi gereken şu ki, çocuklar bazı şeyleri erkenden öğrenebilirler ama bu öğrendiklerinin ahlaki muhakemesini yapacak düzeyde bir gelişim düzeyinde olamayabilirler. 

Çocuklar öfke ve cinsellik gibi dürtülerini kontrol altına alamıyorlar

Çocuk ekranlarda gördüğünü, duyduğunu arkadaşıyla denemek isteyebilir, zor kullanarak uygulayabilir de ama bu eylemin nelere yol açabileceğine dair kesin bir yargısı oluşmamıştır. Bilişsel anlamda o olgunluğa henüz ulaşmamıştır. Onun için yaptığı şey sadece hormonlarının etkisiyle harekete geçmektir. Çocuklar öfke ve cinsellik gibi duygularını kontrol altına alamazlar, genellikle dürtüleriyle harekete geçerler. Dolayısıyla çocuğun çocuğa yönelik cinsel tacizini sapkınlık olarak nitelemeden önce ortam şartlarını değerlendirmek ve çocuğun henüz bilişsel gelişimini tamamlamamış bir birey olduğunu unutmamak gerekiyor. 

Son yıllarda çocuğa yönelik taciz, çocuğun çocuğa yönelik tacizi olarak gündeme sıkça gelmeye başladı. Biz de Psikolog Serap Duygulu'ya bu durumun nedenleri ve çocuklara cinselliği anlatırken dikkat edilmesi gerekenleri sorduk.

Geçmişte yani bundan 15-20 yıl kadar önce çocukluk çağları dediğimizde 16-17 yaşlara kadar olan süreci anlardık. Sonrasında ergenlik ve genç erişkinlik diye bilirdik. Ancak son yıllarda çevresel etkenler ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak ergenlik 9-10 yaşlara kadar düştü. Hatta 7 yaşında erken ergenlik nedeniyle tedavi gören çocuklar var. Baktığınızda bu çocuklar yine çocuk ama hormonal ve duygusal açıdan ergenlikteler. Bu da cinsel hormonların da faaliyete geçtiği anlamına geliyor. Bu süreçte çevresel faktörleri de dikkate almak gerekiyor elbette. Eskiden çocukların masumiyetini korumak ve onları yetişkinlerin sapkın cinsel dürtülerinden sakınmak gibi bir sorunla baş etmeye çalışırken şimdi çocuğu çocuktan korumak zorunda kalıyoruz. Bu iki kat artan tehlike demek aslında. Çünkü çocuklar okulda, sokakta, evde ve arkadaş ortamında beraberler.

Akran çocuklar arası veya yaşı biraz daha büyük çocuk ve ergenlerin daha küçük yaştaki çocuklara yönelik cinsel eylemleri oldukça tehlikeli bir hale geldi. Çocuklar arası cinsel merak ve ilgi; değişen, gelişen hormonal yapıları nedeniyle doğal karşılanmalı. Ancak bu merak arkadaşına yönelik eyleme döküldüğünde durum taciz olarak tanımlanabiliyor.

Çocuklar bizim anlamadığımız kadar hızlı bir değişim geçiriyorlar aslında. Özellikle son yıllardaki hormonlu gıdaların ve giderek bozulan çevresel şartların da bunda payı var. Bunun dışında anne baba ilişkisi ve aile tutumları çok önemli. Arkadaşını taciz eden her çocuk kişilik bozukluğu yaşayan ya da olumsuz aile koşullarında büyümüş çocuk değildir. Çocuklar için çevrelerinde gördükleri ve duydukları şeylerin onlar için model oluşturacağını bilmek gerekiyor. O nedenle doğru anne-baba tutumları, sağlıklı aile ortamı ve çocukla açık iletişim diye ısrarla vurguluyoruz. Çocuklara mahremiyet duygusunu erken yaşlarda vermek, hem onun mahremiyetine saygı duymak hem de kendi mahremiyetimizi korumak zorundayız.

Toplum olarak cinselliğe bakış açımızın da ikiyüzlü olduğunu kabul etmek gerekiyor. Genellikle çocuklara ve gençlere sağlıklı bir cinsel eğitim verilmiyor. Cinsellik bizim gibi içe kapalı toplumlarda hala bir tabu olarak görülüyor; ayıp, yasak, günah kavramları ile etiketleniyorken yazılı ve görsel medyada durum böyle değil. Neredeyse her dizide yakın akrabalar arasında bile yaşanan karışık ilişkiler, bizi biz yapan akrabalık ve aile kavramlarımıza ciddi zarar verdi.

Çocuklar sağlıksız, saldırgan, olumsuz örneklerle özdeşim kurdular. Üstelik yetişkinlerin cinsel taciz ve tecavüz haberleri her gün gündemi oluşturan en önemli olaylar arasında yer aldı. Çocuklar bu görüntüleri izleyerek büyüdüler. Kaldı ki gelişmiş cep telefonları, tablet bilgisayarlar ve sosyal ağlar olarak bilinen paylaşım platformları yoluyla her an her türlü bilgiye ulaşabildiler. Aile içinde şiddet gören ya da tacize uğrayan çocukların bu tür bir eyleme yönelebileceğini göz önünde bulundurmak gerek. Hepsinden öte asıl bilinmesi gereken şu ki, çocuklar bazı şeyleri erkenden öğrenebilirler ama bu öğrendiklerinin ahlaki muhakemesini yapacak düzeyde bir gelişim düzeyinde olamayabilirler. 

Çocuk ekranlarda gördüğünü, duyduğunu arkadaşıyla denemek isteyebilir, zor kullanarak uygulayabilir de ama bu eylemin nelere yol açabileceğine dair kesin bir yargısı oluşmamıştır. Bilişsel anlamda o olgunluğa henüz ulaşmamıştır. Onun için yaptığı şey sadece hormonlarının etkisiyle harekete geçmektir. Çocuklar öfke ve cinsellik gibi duygularını kontrol altına alamazlar, genellikle dürtüleriyle harekete geçerler. Dolayısıyla çocuğun çocuğa yönelik cinsel tacizini sapkınlık olarak nitelemeden önce ortam şartlarını değerlendirmek ve çocuğun henüz bilişsel gelişimini tamamlamamış bir birey olduğunu unutmamak gerekiyor. 

Yazının Devamını Oku

Evlilik depresyonu

5 Kasım 2014
Evliliğe karar vermek önemli bir adım ama asıl önemli olan o kararın arkasında durmak, o kararın gereklerini yerine getirebilmek...

Hayatımızı birlikte sürdüreceğimiz insanı bulmak ve evlenmek hemen hemen hepimizin hayali. Evlenmek sadece bir eylem ama asıl mesele doğru insanı bulmak, doğru insanla yola çıkmak. Ömrümüzün bir yerinde rast geldiğimiz, geri kalan ömrümüzü beraber geçireceğimiz insanı seçmek ya da hayatımızdaki insanın ‘O’ insan olup olmadığına karar vermek gerçekten önemli bir adım. Bir ömrü beraber geçirmeye evet diyeceğimiz insanı seçmek, artık tek başına yaşamaktan vazgeçmek ve bir başka insanla maddi, manevi ve sosyal yönünden bir hayatı paylaşmak demek aynı zamanda. Sorumluluk almak, bilgi vermek, bilgi istemek, sırt sırta vermek, acısıyla tatlısıyla bir hayata ortak olmak demek.

Evliliğe karar vermek önemli bir adım ama asıl önemli olan o kararın arkasında durmak, o kararın gereklerini yerine getirebilmek, bireysel ve toplumsal sorumluluklarımıza sahip çıkmak, ayrı ayrı iki kişi olarak, bir aile bütünlüğünü sağlayabilmek demek. Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde bazı kaygılar yaşanması, korkular hissedilmesi de normal.

Evliliğe karar vermiş bireyler arasında özellikle son yıllarda yoğun kaygılarla ortaya çıkan bir duygu durumu var. Aslında bu, bir tür evlilik depresyonu.

Evlilik depresyonu olarak tanımlayabileceğim bu durumun da iki yönü var. İlki evlenmeden önce başlayan korku ve kaygılar, ikincisi evlendikten sonra ortaya çıkan korku ve kaygılar. 

Evlenmeden önce başlayan kaygılarda genellikle evlilik kurumuna yönelik endişeler dikkat çekicidir. Özellikle, 

Ayrıca evlendiğinde eskisi kadar özgür olamayacağı düşüncesi, eşi dahi olsa bir başka insana sorumlu olması, hesap vermek zorunda kalacağına dair inançları, iş hayatının ve akademik kariyerinin engellenebileceği biçimindeki korkuları dikkat çekicidir. Özellikle ne kadar tanımış olursa olsun, bir insanla aynı çatı altında yaşamak, zaman içinde ‘Sıkılır mıyım?’ duygusuna kapılmak ya da flört döneminde olduğu kadar kolayca ‘Kararlarımı değiştiremem, geri dönemem.’ duygusuyla başa çıkmak zordur.

Evlendikten sonra ortaya çıkan kaygıların türü ise biraz daha farklıdır. Bu kez evlenmeden önce var olan korkuların bir bölümüyle yüzleşmek gibi bir durum ortaya çıkar. Örneğin gerçekten de eskisi kadar özgür olamadığı, eşine bilgi vermediğinde onu merak eden, nerede olduğunu öğrenmek isteyen bir insanın sürekli varlığı, yaptığı her şeyden haberdar olmak isteyen bir insanla aynı evde yaşama zorunluluğu ilk başlarda kaygıların artmasına yol açabilir. 

Evliliğin ilk aylarının heyecanı durulunca, ev sorumlulukları daha net olarak ortaya çıkar ve bekarken bir ailenin ve bir evin tüm sorumluluğunu hiç üstlenmemiş bireylerin sıkıntısı asıl bu noktada başlar. Çünkü artık tamamen kendilerine ait olan bir evin ödenmesi gereken faturaları, geçimi, sorumluluğu omuzlara binmiştir ve tüm bunların altından kalkabilmek zorlayıcı olabilir. Bazı kişiler bu sorumluluklar altında ciddi anlamda ezilebilirler. 

Yazının Devamını Oku

Ona fark ettirmeden evden ayrılmayın!

5 Kasım 2014
Anneden ayrı kalmak çocuklar açısından önemli bir soruna dönüşebilir!

Uzun veya kısa süreli ayrılıklar hem ebeveynler hem de çocuklar açısından zor bir durum. Psikolog Serap Duygulu, iş seyahati veya başka bir nedenden dolayı çocuğundan ayrı kalmak zorunda olan ebeveynlere tavsiyelerde bulundu. Duygulu, yola çıkmadan önce çocukları bilgilendirmenin önemli olduğunu söyledi ve ailelere “Ona fark ettirmeden evden ayrılmayın” uyarısında bulundu.

Anne baba olmak demek, kendinden önce bir başka canlının varlığını, duygularını ve hayatını önemsemek demektir. Çocuğunuza verdiğiniz önemle diğer her şey yer değiştirir. Bütün bu değişimler elbette bir günde olmaz, zaman içinde adım adım ebeveyn olmanın getirdiği sorumlulukları üstlenir ve hayatınızın akışını yeni durumunuza göre yeniden düzenlemeyi öğrenirsiniz.

Çocuklara yeterince zaman ayrılmalı

Günümüzde özellikle kadınların da iş hayatında yer almaları nedeniyle anne ile çocuk arasındaki ilişkide bazı sorunlar da baş gösterdi. Yoğun iş hayatı nedeniyle bazı anneler çocuklarıyla istedikleri kadar zaman geçiremiyorlar, beraber oldukları zamanda ise yetersiz kaldıklarını düşünerek suçluluk duyuyorlar. Zira, işten yorgun gelen anne babanın çocuğun ihtiyaçlarına yeterince cevap verebilmesi, onunla kaliteli zaman geçirmesi beklenir. Bu ihtiyaçları doyurulamayan çocuklarda hırçınlık, inat, öfke nöbetleri görülebilir. Zaman içinde farklı sorunlar hatta davranış bozuklukları ortaya çıkabilir ki bunların hepsi aslında karşılık verilmeyen ihtiyaçların göstergesidir. 

İş gereği seyahat eden ebeveynler dikkat!

İş hayatının yoğunluğuna ek olarak bazı anne babaların zaman zaman seyahat etmelerini gerektiren çalışma koşulları olabilir ya da çocuklarından bir süreliğine ayrılmak zorunda kalabilirler. Doğru planlama yapılmadığında bu ayrılıklar özellikle çocuklar açısından ciddi sıkıntılara yol açabilir. Anne babanın yokluğu bir anlamda evdeki düzenin bozulması anlamına gelir. 

Özellikle bir yaş altındaki çocukların devam duyguları henüz gelişmemiştir. Bu nedenle annelerinin ne zaman döneceğini anlayamaz ve geri gelmeyeceğini zannederler. Özellikle birkaç günü aşan anne yokluğunda terk edilmiş olduğu hissine kapılabilirler.

Bakıcı yerine aile büyükleri tercih edilebilir

Anne etkisi çocuk üzerinde çok önemlidir. Bazı durumlarda annenin manevi ya da maddi olarak yokluğundan kaynaklanan ‘anne sendromu’ ortaya çıkabilir. Çocuklar için aile bütünlüğü, evde bir düzenin olması ve bu düzenin bozulmaması da tahminlerin ötesinde önem taşır. Süre ne olursa olsun anneden ayrı kaldığında çocuğun bu süre içinde bakıcı yerine aile büyükleriyle beraber olması tercih edilebilir. Çocuklar büyükanne ve dedelerine düşkündürler. Ebeveynlerinin birkaç günlük yokluğu sırasında çocuğun bütün ilgisi aile büyüklerine yöneleceği için anne baba yokluğu o kadar sıkıntılı yaşanmayacaktır.

Uzun süreli ayrılıklar çocuklarda kaygı bozukluğu yaratabilir

Özellikle anneden ayrı kalmak çocuklar açısından önemli bir soruna dönüşebilir. Sağlıklı bir tutum oluşturulamazsa çocuklarda davranış bozuklukları, alt ıslatmalar, bebekliğe dönüş, hatta kazanılmış becerilerde gerileme görülebilir. Bütün bunların sebebinin zaman zaman ayrı kaldığı annesinin ilgisini çekmek, daha çok beraber olmak için tekrar bebekleşmek olarak düşünülmemelidir. Birkaç günlük ayrılıklarda çok önemli sorunlar olmamakla beraber, uzun süreli ayrılıklarda çocuklarda kaygı bozuklukları gelişebilir, güvensizlikler oluşabilir.

Ona fark ettirmeden evden ayrılmayın

Kısa süreli ayrılıklarda bu durumu çocuklarına anlatabilen anne babalarda böyle olumsuz bir tabloyla karşılaşılmaz. Bütün mesele annenin ayrılık öncesi ve sonrası genel tutumlarında yatar. Yola çıkmadan önce çocuğu bilgilendirmek yerine ona fark ettirmeden evden ayrılmak ya da çocuğun yanlış bir davranışında onu evden gitmekle tehdit etmek son derece olumsuz ebeveyn tutumlarıdır. Maalesef bu tip davranışlarda bulunan anne babalar hala var. İstenmeyen durumlarda, örneğin anne baba ayrılıklarında ve çocuğun babaya verildiği hallerde çocuğun mümkün olduğu kadar sık anneyle görüşmesine zemin hazırlanmalıdır. Bu, çocuğun psikolojik sağlığı için son derece önemlidir.

Annelik çok önemli bir sorumluluktur ve tüm ömür boyu sürecek bir yolculuktur. Attığımız her adımın, yaptığımız her eylemin çocuklarımızın hayatında çok önemli izler bırakacağını unutmamak gerekir.

Anne baba olmak demek, kendinden önce bir başka canlının varlığını, duygularını ve hayatını önemsemek demektir. Çocuğunuza verdiğiniz önemle diğer her şey yer değiştirir. Bütün bu değişimler elbette bir günde olmaz, zaman içinde adım adım ebeveyn olmanın getirdiği sorumlulukları üstlenir ve hayatınızın akışını yeni durumunuza göre yeniden düzenlemeyi öğrenirsiniz.

Günümüzde özellikle kadınların da iş hayatında yer almaları nedeniyle anne ile çocuk arasındaki ilişkide bazı sorunlar da baş gösterdi. Yoğun iş hayatı nedeniyle bazı anneler çocuklarıyla istedikleri kadar zaman geçiremiyorlar, beraber oldukları zamanda ise yetersiz kaldıklarını düşünerek suçluluk duyuyorlar. Zira, işten yorgun gelen anne babanın çocuğun ihtiyaçlarına yeterince cevap verebilmesi, onunla kaliteli zaman geçirmesi beklenir. Bu ihtiyaçları doyurulamayan çocuklarda hırçınlık, inat, öfke nöbetleri görülebilir. Zaman içinde farklı sorunlar hatta davranış bozuklukları ortaya çıkabilir ki bunların hepsi aslında karşılık verilmeyen ihtiyaçların göstergesidir. 

İş hayatının yoğunluğuna ek olarak bazı anne babaların zaman zaman seyahat etmelerini gerektiren çalışma koşulları olabilir ya da çocuklarından bir süreliğine ayrılmak zorunda kalabilirler. Doğru planlama yapılmadığında bu ayrılıklar özellikle çocuklar açısından ciddi sıkıntılara yol açabilir. Anne babanın yokluğu bir anlamda evdeki düzenin bozulması anlamına gelir. 

Özellikle bir yaş altındaki çocukların devam duyguları henüz gelişmemiştir. Bu nedenle annelerinin ne zaman döneceğini anlayamaz ve geri gelmeyeceğini zannederler. Özellikle birkaç günü aşan anne yokluğunda terk edilmiş olduğu hissine kapılabilirler.

Anne etkisi çocuk üzerinde çok önemlidir. Bazı durumlarda annenin manevi ya da maddi olarak yokluğundan kaynaklanan ‘anne sendromu’ ortaya çıkabilir. Çocuklar için aile bütünlüğü, evde bir düzenin olması ve bu düzenin bozulmaması da tahminlerin ötesinde önem taşır. Süre ne olursa olsun anneden ayrı kaldığında çocuğun bu süre içinde bakıcı yerine aile büyükleriyle beraber olması tercih edilebilir. Çocuklar büyükanne ve dedelerine düşkündürler. Ebeveynlerinin birkaç günlük yokluğu sırasında çocuğun bütün ilgisi aile büyüklerine yöneleceği için anne baba yokluğu o kadar sıkıntılı yaşanmayacaktır.

Özellikle anneden ayrı kalmak çocuklar açısından önemli bir soruna dönüşebilir. Sağlıklı bir tutum oluşturulamazsa çocuklarda davranış bozuklukları, alt ıslatmalar, bebekliğe dönüş, hatta kazanılmış becerilerde gerileme görülebilir. Bütün bunların sebebinin zaman zaman ayrı kaldığı annesinin ilgisini çekmek, daha çok beraber olmak için tekrar bebekleşmek olarak düşünülmemelidir. Birkaç günlük ayrılıklarda çok önemli sorunlar olmamakla beraber, uzun süreli ayrılıklarda çocuklarda kaygı bozuklukları gelişebilir, güvensizlikler oluşabilir.

Kısa süreli ayrılıklarda bu durumu çocuklarına anlatabilen anne babalarda böyle olumsuz bir tabloyla karşılaşılmaz. Bütün mesele annenin ayrılık öncesi ve sonrası genel tutumlarında yatar. Yola çıkmadan önce çocuğu bilgilendirmek yerine ona fark ettirmeden evden ayrılmak ya da çocuğun yanlış bir davranışında onu evden gitmekle tehdit etmek son derece olumsuz ebeveyn tutumlarıdır. Maalesef bu tip davranışlarda bulunan anne babalar hala var. İstenmeyen durumlarda, örneğin anne baba ayrılıklarında ve çocuğun babaya verildiği hallerde çocuğun mümkün olduğu kadar sık anneyle görüşmesine zemin hazırlanmalıdır. Bu, çocuğun psikolojik sağlığı için son derece önemlidir.

Yazının Devamını Oku

Bilgisayar oyunlarındaki büyük tehlike!

24 Ekim 2014
Bilgisayar oyunu oynarken hayatını kaybeden çocuk, bu sorunu yeniden gündeme getirdi.

Dün Konya’da 14 yaşında bir çocuk odasında bilgisayar oyunu oynarken kalp krizi geçirdi ve hayatını kaybetti. Bu olayla beraber yine bilgisayar oyunları zararlı mıdır sorununa yanıt aranmaya başladı. Psikolog Serap Duygulu, konuyla ilgili önemli bilgiler verdi ve aileleri uyardı.

Bu olay nedeniyle bilgisayar oyunlarının sebep olduğu tehlikelere tekrar dikkat çekilmeli. Çünkü bu ölümün ardından doktorlar uzun süreli bilgisayar başında oturmanın ve oyun oynamamanın özellikle küçük çocuklar açısından çok ciddi zararları olduğunu ifade ettiler ama aileler maalesef durumun ne kadar ciddi olduğunun çok da farkında olamıyorlar.

Hatta öyle ki, televizyon veya bilgisayar ekranları vasıtasıyla çocuklarına yemek yediren anne babalar, bu teknolojik aletleri bir oyuncak olarak görmekten ya da çocuklarının bakıcısıymış gibi davranmaktan vazgeçmiyorlar.

Özellikle kalabalık yerlerde, alışveriş merkezlerinde çevrenize baktığınızda küçücük çocuklarını ellerine mobil telefonlarını ya da tablet bilgisayarlarını vererek oyalayan, çocuğunu koltuğa sabitleyen anne babaları görebilirsiniz. Ve yine gözlerini kırpmadan hipnotize olmuş gibi elindeki ekrandan akıp giden görüntülere kapılmış çocukları da görebilirsiniz. İşte bu durum çok tehlikeli.

Bilgisayar oyunlarındaki büyük tehlike!

Çünkü çocuklar saatlerce ekran başındalar ve sosyal hayattan koparak çevrelerindeki her şeyden ve herkesten uzaklaşıyorlar. Ebeveynler ise çocuklarına nasıl ulaşacaklarını bilemiyorlar. Durumun görünen yüzünden başka bir de görünmeyen tarafı var ki o daha tehlikeli bir hal almaya başladı. Anne babalar için olay sadece akademik başarısızlığa yol açan bir oyun gibi ama aslında o kadar basit değil.

Saatlerini bilgisayar başında sadece ekrana bakarak ya da bir takım hareketleri takip ederek geçiren çocuklarda ciddi hiperaktivite davranışları ortaya çıkabiliyor. Çocukların en hareketli, en enerjik oldukları dönemde böylesine hareketsiz kalmaları, enerjilerini boşaltamamaları, çevrelerine karşı daha saldırgan ve zarar verici eylemlere yönelmelerine sebep oluyor. Üstelik bir de şiddet öğeleriyle dolu oyunlar gerçek anlamda saldırganlığı, yıkıcılığı getiriyor. O nedenledir ki çevremizde, kesici alet ya da silah taşımayı, vurup kırmayı marifet zanneden çok fazla çocuk görüyoruz. Bu zararlı oyunların teşvikiyle de çocuk suçlu sayısındaki ciddi artış dikkat çekicidir. Onlar olayı oyun sanıyorlar, çünkü gerçeklik duyguları oluşmadan bütün kişilik değerlerini alt üst eden bilgisayar oyunlarıyla tanışmış durumdalar. Aileler de maalesef fazla bir şey yapamıyorlar.

Çocuklar bilgisayardan nasıl uzak tutulur?

Aslında çocukları bilgisayarlardan uzak tutmanın bazı yolları var. Grup olarak yapabileceği sporlara yönlendirmek yapılabileceklerden biri. Hem arkadaş edinmesini sağlaması bakımından hem de ortak bir faaliyet içinde yer alması açısından grup çalışmaları son derece yararlıdır.

Maalesef artık psikolojik olarak tedavi edilmek üzere tanımlanmış ve ‘İnternet Bağımlılığı’ ismiyle de literatüre girmiş bir hastalık var. Üstelik bilgisayarlar sadece çocukları değil, yetişkinleri de esir almış durumda. Bu nedenle ilişkileri bitme noktasına gelmiş eşler, dağılan yuvalar var. Birçok yetişkin farkında olmasa da bilgisayar bağımlısı. Alışveriş siteleri, oyun siteleri, haber siteleri ve sosyal medya alanlarına 24 saat bağlı mobil telefonlarımız, bilgisayarlarımız var artık ve bu sayede hepimiz internet bağımlısı olduk.

Ekranların yaydığı ışınlar epilepsi nöbetlerine sebep oluyor!

Bilgisayarların verdiği önemli bir diğer zarar, çocukların henüz gelişimini tamamlamamış gencecik beyinlerinde yol açtığı hasarlar. Ekranın yaydığı ışınlar çocuklarda epilepsi nöbetlerine yol açabiliyor. Bundan dolayı ciddi olarak tedavi gören çocuklar var. Durumun bu yönü çok bilinmiyor ama bilgisayarlar ve özellikle şiddet içeren bilgisayar oyunları tahmin edilenden daha fazla zarar veriyor.

Bu kadar bağımlılık normal değil elbette, bu bağımlılığa yol açan etkenleri de bilmek gerekiyor. Kişiler eğer sağlıklı aile ortamı bulamazlarsa, önemsenmediklerini ya da kendilerini ifade edemediklerini düşünüyorlarsa, bağımlı kişilik özelliklerine sahiplerse bu tip bağımlılıklar ortaya çıkıyor. Hayatlarındaki boşluğu bir şekilde doldurmak zorundalar ve bu da istedikleri gibi yönlendirecekleri bilgisayarlar sayesinde mümkün oluyor.

Ailelerin dikkat etmesi gereken noktalar nelerdir?

Öncelik aile birliği kavramında olmalı. Bir araya gelindiğinde gözler ekranlarda değil, birbirimizde olmalı. Çocuklarımıza ve birbirimize zaman ayırmak çok önemli. Ailece TV başında ekrana kilitlendiğimizde, çocuklarımıza bilgisayarlar nedeniyle karşılaşabileceği sorunları anlatamayız.

Ailelerin öncelikleri maalesef yer değiştirmiş durumda. Günümüzde birçok aile çocuk merkezli aileler oldu ama aslında okul merkezli demek daha doğru. Zira çocuğun dersleri, sınavları, ödevleri kısacası akademik başarısı diğer her şeyden önemli. Oysa böyle olmamalı.

Çocuğumuzun ne hissettiği, ne yaşadığı, kaygıları, korkuları, sevinçleri nelerdir bilmiyoruz. Eve geldiği anda komutlar vermeye başlıyoruz. Onları dinlemek, kucaklamak, dokunmak, sevdiğimizi söylemek aslında daha baştan pek çok sorunu sorun olmadan çözecek küçük çözüm önerileridir.

Çocuklarınızı ekran başından kaldırın!

Hala çok bilincinde değiliz ancak tehlike gün geçtikçe büyüyor. Çocuklarımızı ekranlar karşısında kaybediyoruz. Onlar sokakta oynamalı, arkadaşlarıyla görüşmeli, toplum hayatı içinde yer almalılar. Ancak sadece okula gitmek için dışarı çıkan, geri kalan zaman ekran başından alamadığımız çocuklarımız var. Uzun süre bilgisayar oynamak özellikle gelişimini henüz tamamlamamış bedenlere yani çocuklara hem fiziksel hem de psikolojik olarak büyük zararlar veriyor. Öncelikle sosyal ilişkileri zayıf çocuklar olabiliyorlar, arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde bile konuştukları konu sadece sanal ortamdaki oyunlar ve kahramanlar oluyor. Bu bile tek başına uyaran azlığından kaynaklanan kısıtlı bir sosyalleşme anlamına geliyor.

Ayrıca oyun oynarken ya tekdüze akan görüntüler ya çok hızlı akışı olan yüksek tempolu görüntüler var ya da ağır şiddet içerek yıkıcı, yok edici görüntüler izleyebiliyorlar. Tüm bunlar bedensel tepkilerin, kalp ritminin anlık olarak değişmesi demek. Bir anda heyecanlanan bir beden küçük çocukların özellikle kalp sağlığı için son derece zararlı. Ek olarak oyun siteleri üzerinden bile yaşlarından büyük görüntülere hatta abartılı cinsellik içerek görüntülere ulaşabiliyor olmaları da çok büyük olumsuzluk getiriyor. Zira çocukların hem bedensel hem de ruhsal olgunlarından daha büyük görüntülere tanık olmaları çok tehlikeli. Çocukların model aldıklarını, yüksek merak duyguları nedeniyle gördüklerini ve öğrendiklerini uyguladıklarını, taklit edebileceklerini unutmayın. 

Bu olay nedeniyle bilgisayar oyunlarının sebep olduğu tehlikelere tekrar dikkat çekilmeli. Çünkü bu ölümün ardından doktorlar uzun süreli bilgisayar başında oturmanın ve oyun oynamamanın özellikle küçük çocuklar açısından çok ciddi zararları olduğunu ifade ettiler ama aileler maalesef durumun ne kadar ciddi olduğunun çok da farkında olamıyorlar.

Hatta öyle ki, televizyon veya bilgisayar ekranları vasıtasıyla çocuklarına yemek yediren anne babalar, bu teknolojik aletleri bir oyuncak olarak görmekten ya da çocuklarının bakıcısıymış gibi davranmaktan vazgeçmiyorlar.

Özellikle kalabalık yerlerde, alışveriş merkezlerinde çevrenize baktığınızda küçücük çocuklarını ellerine mobil telefonlarını ya da tablet bilgisayarlarını vererek oyalayan, çocuğunu koltuğa sabitleyen anne babaları görebilirsiniz. Ve yine gözlerini kırpmadan hipnotize olmuş gibi elindeki ekrandan akıp giden görüntülere kapılmış çocukları da görebilirsiniz. İşte bu durum çok tehlikeli.

Çünkü çocuklar saatlerce ekran başındalar ve sosyal hayattan koparak çevrelerindeki her şeyden ve herkesten uzaklaşıyorlar. Ebeveynler ise çocuklarına nasıl ulaşacaklarını bilemiyorlar. Durumun görünen yüzünden başka bir de görünmeyen tarafı var ki o daha tehlikeli bir hal almaya başladı. Anne babalar için olay sadece akademik başarısızlığa yol açan bir oyun gibi ama aslında o kadar basit değil.

Saatlerini bilgisayar başında sadece ekrana bakarak ya da bir takım hareketleri takip ederek geçiren çocuklarda ciddi hiperaktivite davranışları ortaya çıkabiliyor. Çocukların en hareketli, en enerjik oldukları dönemde böylesine hareketsiz kalmaları, enerjilerini boşaltamamaları, çevrelerine karşı daha saldırgan ve zarar verici eylemlere yönelmelerine sebep oluyor. Üstelik bir de şiddet öğeleriyle dolu oyunlar gerçek anlamda saldırganlığı, yıkıcılığı getiriyor. O nedenledir ki çevremizde, kesici alet ya da silah taşımayı, vurup kırmayı marifet zanneden çok fazla çocuk görüyoruz. Bu zararlı oyunların teşvikiyle de çocuk suçlu sayısındaki ciddi artış dikkat çekicidir. Onlar olayı oyun sanıyorlar, çünkü gerçeklik duyguları oluşmadan bütün kişilik değerlerini alt üst eden bilgisayar oyunlarıyla tanışmış durumdalar. Aileler de maalesef fazla bir şey yapamıyorlar.

Aslında çocukları bilgisayarlardan uzak tutmanın bazı yolları var. Grup olarak yapabileceği sporlara yönlendirmek yapılabileceklerden biri. Hem arkadaş edinmesini sağlaması bakımından hem de ortak bir faaliyet içinde yer alması açısından grup çalışmaları son derece yararlıdır.

Maalesef artık psikolojik olarak tedavi edilmek üzere tanımlanmış ve ‘İnternet Bağımlılığı’ ismiyle de literatüre girmiş bir hastalık var. Üstelik bilgisayarlar sadece çocukları değil, yetişkinleri de esir almış durumda. Bu nedenle ilişkileri bitme noktasına gelmiş eşler, dağılan yuvalar var. Birçok yetişkin farkında olmasa da bilgisayar bağımlısı. Alışveriş siteleri, oyun siteleri, haber siteleri ve sosyal medya alanlarına 24 saat bağlı mobil telefonlarımız, bilgisayarlarımız var artık ve bu sayede hepimiz internet bağımlısı olduk.

Yazının Devamını Oku