Paylaş
Hayatımızı birlikte sürdüreceğimiz insanı bulmak ve evlenmek hemen hemen hepimizin hayali. Evlenmek sadece bir eylem ama asıl mesele doğru insanı bulmak, doğru insanla yola çıkmak. Ömrümüzün bir yerinde rast geldiğimiz, geri kalan ömrümüzü beraber geçireceğimiz insanı seçmek ya da hayatımızdaki insanın ‘O’ insan olup olmadığına karar vermek gerçekten önemli bir adım. Bir ömrü beraber geçirmeye evet diyeceğimiz insanı seçmek, artık tek başına yaşamaktan vazgeçmek ve bir başka insanla maddi, manevi ve sosyal yönünden bir hayatı paylaşmak demek aynı zamanda. Sorumluluk almak, bilgi vermek, bilgi istemek, sırt sırta vermek, acısıyla tatlısıyla bir hayata ortak olmak demek.
Evliliğe karar vermek önemli bir adım ama asıl önemli olan o kararın arkasında durmak, o kararın gereklerini yerine getirebilmek, bireysel ve toplumsal sorumluluklarımıza sahip çıkmak, ayrı ayrı iki kişi olarak, bir aile bütünlüğünü sağlayabilmek demek. Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde bazı kaygılar yaşanması, korkular hissedilmesi de normal.
Evliliğe karar vermiş bireyler arasında özellikle son yıllarda yoğun kaygılarla ortaya çıkan bir duygu durumu var. Aslında bu, bir tür evlilik depresyonu.
Evlilik depresyonu olarak tanımlayabileceğim bu durumun da iki yönü var. İlki evlenmeden önce başlayan korku ve kaygılar, ikincisi evlendikten sonra ortaya çıkan korku ve kaygılar.
Evlenmeden önce başlayan kaygılarda genellikle evlilik kurumuna yönelik endişeler dikkat çekicidir. Özellikle,
Ayrıca evlendiğinde eskisi kadar özgür olamayacağı düşüncesi, eşi dahi olsa bir başka insana sorumlu olması, hesap vermek zorunda kalacağına dair inançları, iş hayatının ve akademik kariyerinin engellenebileceği biçimindeki korkuları dikkat çekicidir. Özellikle ne kadar tanımış olursa olsun, bir insanla aynı çatı altında yaşamak, zaman içinde ‘Sıkılır mıyım?’ duygusuna kapılmak ya da flört döneminde olduğu kadar kolayca ‘Kararlarımı değiştiremem, geri dönemem.’ duygusuyla başa çıkmak zordur.
Evlendikten sonra ortaya çıkan kaygıların türü ise biraz daha farklıdır. Bu kez evlenmeden önce var olan korkuların bir bölümüyle yüzleşmek gibi bir durum ortaya çıkar. Örneğin gerçekten de eskisi kadar özgür olamadığı, eşine bilgi vermediğinde onu merak eden, nerede olduğunu öğrenmek isteyen bir insanın sürekli varlığı, yaptığı her şeyden haberdar olmak isteyen bir insanla aynı evde yaşama zorunluluğu ilk başlarda kaygıların artmasına yol açabilir.
Evliliğin ilk aylarının heyecanı durulunca, ev sorumlulukları daha net olarak ortaya çıkar ve bekarken bir ailenin ve bir evin tüm sorumluluğunu hiç üstlenmemiş bireylerin sıkıntısı asıl bu noktada başlar. Çünkü artık tamamen kendilerine ait olan bir evin ödenmesi gereken faturaları, geçimi, sorumluluğu omuzlara binmiştir ve tüm bunların altından kalkabilmek zorlayıcı olabilir. Bazı kişiler bu sorumluluklar altında ciddi anlamda ezilebilirler.
Çok severek evlenen insanlar, aynı çatı altında yaşamaya başladığında daha önce farkında bile olmadıkları ya da daha önce önemli görmedikleri konuların ve davranışların aslında ne kadar büyük sorun haline gelebildiğini görerek şaşkınlığa ve mutsuzluğa düşebiliyorlar. Artık klasik bir söylem haline gelmiş olan ‘Diş macunu tüpünü orta yerinden sıkıyor.’ ya da ‘Havluyu tersinden asıyor.’ şikayetleri aslında tam da bu noktaya işaret ediyor. Evliliğin ilk aylarının, hatta ilk yıllarının iki farklı insanın bir arada yaşama ve birbirine uyum gösterme süreci olduğunu unutmamak gerekiyor.
Yeni nesil evliliklerde evlenme yaşının kadınlar için de erkekler için de neredeyse 30 yaş ve üstüne çıktığını da göz önünde bulundurduğumuzda evlenir evlenmez çok önemli bir panik başlayabiliyor: Çocuk sahibi olmak ve bununla ilgili geç kalmaktan korkmak. Özellikle erkeğin yaşının kadından önemli oranda farklı olduğu ve kadının yaşının 35 civarı olduğu durumlarda çevreden gelen uyaranlar ve toplum baskısı bir an önce çocuk sahibi olmaları konusunda önemli bir etken olarak ortaya çıkıyor. Belki ilk birkaç yıl çocuk sahibi olmak istemeyen çiftler bir anda ‘Acaba gerçekten çocuğum olmaz mı?’ kaygısına düşüyor ve bu korkunun etkisiyle evliliğin tadını çıkarmak ve birbirini tanımaya zaman ayırmak yerine sadece çocuk sahibi olma konusuna odaklanıyor. O zaman da ilişki tam bir kısır döngüye giriyor. Çocuk sahibi olmak istemek, bu konuda şartları zorlamak ve bu panik nedeniyle bir tür psikolojik kısırlık yaşamak noktasına geliniyor.
Bir diğer açıdan, taraflardan birinin kendi yaşını gerekçe göstererek, diğer eşi çocuk sahibi olmak konusunda zorlaması durumuyla da karşılaşabiliyoruz. Oysa çocuk sahibi olmak çok önemli bir sorumluluktur ve tüm hayat düzeninin geri dönülemez biçimde değişmesi anlamına gelir. Böyle önemli bir karar tek taraflı bir istekle ya da baskıyla olamayacağı gibi, çevreden gelen uyaranlar veya aile büyüklerinin bu yöndeki isteğiyle de alınabilecek bir karar değildir. Evlenen çiftlerin hayatında kendilerinden başka herkesin söz söylediği, fikir beyan ettiği hatta karar aldığı durumda bireylerin içine düştüğü duygu durumu tam olarak evlilik depresyonudur.
Her evliliğin öncesinde ve ilk aylarında ufak kaygı ve korkular olması doğaldır. Yeni bir hayata başlamak, yeni toplumsal statülere geçmek göründüğü kadar kolay değildir. Bir kişi olarak karar veren insan durumundan, ortak kararlar alan bir insan konumuna geçmek, eş olmak, ebeveyn adayı olmak, bir ailenin ve bir evin sorumluluğunu üstlenmek zaman zaman korkutucu gibi gelebilir.
Öte yandan sadece kendi ailesiyle ilişki yürütürken, evlilikle beraber iki ayrı aileye de aynı şekilde sorumlu olmak ve daha önceden hiçbir yakınlığın olmadığı aile büyüklerini bir anda anne baba olarak kabul etmek de bazı uyum sorunlarına yol açabilir. Bu süreçte yeni evlilere en büyük destek yine aile büyüklerinden gelmelidir. Evli gençlerin yapamadıklarına ya da kendi beklentilerine uygun davranmadığına odaklanan aile büyükleri bir evliliğin sağlıklı yürümesine değil aksine kısa sürede yıpranmasına ve çatışmalara yol açabileceğini göz önünde bulundurmalıdır.
Eşlerin birbirleriyle yeni hayatlarına alışma sürecinde en önemli koşul birbirine açık olmak ve her tür konuyu samimiyetle konuşmaktır. Hatta evlilik kararı almadan önce bir arada yaşama konusunda akıllarına takılan her tür konuyu en ufak bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde karşılıklı olarak konuşmak, varsa soruları yanıtlamak çok önemlidir. Evlilikte sorunlar öncelikle eşler arasında konuşulmalı ve başka insanlar arasında sohbet konusu haline getirilmemelidir. Evliliklerdeki sinsi düşman, eşlerin kendi içlerinde konuşamadıkları konuları eş dost ve arkadaşlarıyla konuşmaları, diğer insanların düşüncelerine göre evliliklerine yön vermeye çalışmalarıdır. Oysa bu son derece yanlış bir tutumdur ve bir evliliği çıkmaza götürebilir.
Yeni bir hayata alışma ve bir insanla hayatı paylaşma konusunda yaşanan sorunlar aşılamazsa, kaygı ve korkular hayat kalitesini ve evlilik düzenini olumsuz etkilemeye başlamışsa mutlaka bir psikolog ya da evlilik terapistinden destek alınması doğru olur.
Paylaş