Paylaş
Yerel seçimlerde Urfa’da Marmaray reklamlarını, Erzurum’da 3. Köprü reklamlarını gördüm. Erdoğan’ın Edirne’den Bosna’ya, İzmir’den Şam’a selam yolladığın duydum. Bazılarını şaşırtan bu örnekler beni hiç şaşırtmadı çünkü bu iki örnek Erdoğan efsanesinin temel motifi olan ‘kalkınma hikayesi’nin mükemmel ifadesi. Erdoğan bu örneklerle seçmene her şeyden önce becerikli ve kudretli bir politikacı olduğunu anlatıyor. Seçim ne olursa olsun, kampanya önceliğini icraatlara ve ekonomik kalkınma hikayesine oturtması boşuna değil. Yollar, köprüler, hastaneler hikayenin Türkiye ayağını, yurtdışına yapılan yardımlar ve IMF’ye olan borçların silinmesi hikayenin ‘Osmanlı’ ayağını oluşturuyor. Zira Osmanlı’nın torunları eğer geçmişteki ihtişamlı imparatorluğa dönülecekse bunun ekonomik güçten geçtiğini biliyor. Bu kalkınma emarelerinin gerçekliği bu yazının konusu değil ama doğrusu bu çok da önemli değil. Önemli olan inandırıcı bir kalkınma hikayesinin toplumda kabul görmesi. Nitekim ben de bu nedenle ‘ekonomik kalkınma’ değil bir ‘kalkınma hikayesi’ diyorum. Erdoğan’ın başarısını anlamak isteyenlerin öncelikle bu kalkınma vurgusunu çok iyi anlaması gerekiyor. Kalkınma hikayesi olmasa Erdoğan da olmazdı.
Erdoğan efsanesinin ikinci ayağı Türkiye sağının konsolidasyonudur. Son 60 yılda yapılan hiçbir seçimde sağ adına sandığa giden partiler yüzde 58’in altına düşmedi. Erdoğan bu basit matematiksel gerçekten yola çıkarak sağın rakipsiz temsilcisi olmayı temel siyasi uğraşı yapmıştır. AK Parti’yi kurarken sağın güçlü partileri olan ANAP ve Doğru Yol’un liderlerini kadrosuna alması ve onlara kabinede yer vermekten kaçınmaması bu projeye olan inancının göstergesidir. Erdoğan olası bir krizde sağ seçmen nezdinde kendisine rakip olabilecek tüm siyasi figür ve partileri bir bir kendine katmayı hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi siyasetçileri ısrarla partiye davet etmiş olması ve onları arkadaşlarıyla birlikte AK Parti’de yönetici yapması bu projeye verdiği önemin devam ettiğine delildir. Erdoğan’ın irili ufaklı tüm olası rakiplerini kendi liderliği etrafında toparlamış olması kendisini girdiği her seçimde sağın rakipsiz lideri yapmıştır. Aslında bu faktör tek başına Erdoğan’ın siyasal zaferlerini açıklamaya yeter.
Erdoğan efsanesinin üçüncü ayağı seçmenlere damardan seslenen bir politikacı olmasıdır. Seçmenler oturup parti programlarını inceleyerek rasyonel bir siyasal tercihte bulunmuyor. Tam tersine seçmenler bir lidere duygusal olarak bağlanıyor ya da kendisini duygusal olarak bir partiye ait hissediyor. Sevdik mi seçiyoruz, bazen pek aklımıza yatmasa da! Erdoğan’ın bazen şiir okuyarak bazen öfkelenerek ifade ettiği siyasal söylemi işte bu nedenle seçmenler nezdinde etkili bir silaha dönüşüyor. Tıpkı Karl Rove dönenmindeki Bush gibi, Erdoğan tüm toplumsal kutuplaşmalarda seçmenlere kendilerini ait hissedeceği bir liman sunmakta ve her seferinde bu limanı seçmenlerin çoğunluğunu cezbedeceek bir yerde konumlandırmaktadır. Ancak, bu kutuplaştırıcı söylemin tek başına anlamlı olmadığını burada vurgulamakta fayda var. Politik söylem ancak yukarıda sıraladığım iki temel faktör yani kalkınma hikayesi ve rakipsiz konum ile birlikte olduğu zaman etkili bir araç. Yani Erdoğan seçmenlerle kurduğu duygusal bağ, kalkınma hikayesi kurduğu ve sağda rakipsiz bir lider olduğu için oya dönüşebiliyor. Nitekim AK Parti tabanının sevdiği bir lider olan Numan Kurtulmuş bu sempatiyi seçimlerde oya dönüştürmekte zorlanmıştı.
Dikkatinizden kaçmamıştır. Erdoğan’ın başarısında dindarlık ya da örgütlenmeye bir vurguda bulunmadım. Bunun nedeni verilerin bu iki faktörün gereğinden fazla abartıldığını gösteriyor olması. Elbette Türkiye gibi muhafazakar bir ülkede dindar olmak seçmen nezdinde bazı kapıları açar ancak bu yeter şart değildir. Pek çok araştırmadan biliyoruz ki seçmenlerin küçük bir kısmı (%10-15) kendisini siyasal İslamcı olarak tanımlıyor. Daha da önemlisi en son yapılan sandık sonrası araştırmasında Erdoğan’a niçin oy verdiniz sorusuna verilen yanıtlara bakacak olursak, 16 gerekçe arasında Erdoğan’ın ‘dindar olması’ sondan üçüncü sırada yer almakta ve Erdoğan’ın ‘laik olması’ gerekçesinin ardından gelmektedir! Aynı şekilde bildiğimiz klasik parti teşkilatına dayalı örgüt avantajı da artık Erdoğan’ın seçim başarılarını açıklamaya yetmiyor. Özellikle 1994 seçimi ve akabindeki birkaç seçimde örgütlerin sonucu belirleyici bir etkisi olmuş olsa da Erdoğan’ın son seçimlerdeki başarısını örgütlerin başarısı olarak tescillemek mümkün değil; zira bugünkü AK Parti gençlik, kadın ve mahalle örgütlenmesi 90’lardaki görkemli günlerinden uzak. Nitekim, İstanbul’da AK Parti ile pek çok yerde benzer örgütlenme hüneri gösteren Saadet Partisi hiçbir seçimde Erdoğan’ın aldığı oyla yarışamamıştır.
Özetle Erdoğan’ın başarısının sırrı dindarlık ya da örgütlenmeden ziyade kalkınma hikayesinde, duygusal söylemde ve sağdaki rakipsiz ortamda aranmalıdır.
Paylaş