Paylaş
Daron Acemoğlu’nun bence Türkiye’yi seven ve geleceği dert eden her yurttaş tarafından okunması gereken kitabından şunu biliyoruz. Bir ülkeyi zengin, diğerini fakir yapan iklim, kültür ya da doğal kaynaklar değildir. Önemli olan karar verme süreçlerini geniş bir tabana yaymaktır ve bu süreci hukuksal güvence altına almaktır. Kuzey ve Güney Kore arasındaki farkın kaynağı dersem meseleyi özetlemiş olurum.
Şura mekanizmasının kıymetini bilmihyoruz!
Peki bu nasıl olacak derseniz en güzel örneği Şura geleneğidir. Aslında kökeni taa Orta Asya’daki atalarımıza giden bu gelenekte mevkisi ne olursa olsun her ilgili gelir ve tartışılan meseleye dair fikir beyan eder. Meşveret sürecinde iyi fikirler süzülerek ortaya bir konsensus kararı çıkar. İkna ve kanıt bu sürecin ana unsurudur.
Bizde şura geleneğinin en kurumsal hali Milli Eğitim Şurası’dır. Mustafa Kemal daha Kurtuluş Savaşı devam ederken işletmiş bu mekanizmayı. Alimler, veliler ve bilimum eğitim erbabı toplanıp ülkenin geleceği için çocuklarımızı nasıl yetiştirelim sorusuna yanıt aramışlar. 1921 yılında Ankara’da toplanan 1. Maarif Kongresi, ki şuraların öncüsüdür, Ziya Gökalp ve Ahmet Ağaoğlu gibi aydınların katılımıyla gerçekleşmiş. Toplantıda ‘iktisadi bilgiler, nüfusun unsurlara göre dağılımı’ dikkate alınmış ve ‘ziraat ve sanayi mekteplerinin hâli’ masaya yatırılmış. Daha sonraki yıllarda bu gelenek Şura olarak kurumsallaştırılımş ve 3 ila 7 yıllık aralarla toplam 19 şura toplanmış. Devlette kurumsal devamlılığın sorun olduğu şu günlerde gurur duyulacak bir gelenek.
Bu tarihsel pencereden bakınca şura mekanizmasının başarısı kararların özgür bireylerin katılımıyla ve istişare ile alınıyor olmasında. Oysa son şurada görünen o ki belli bir grup tüm sürece damgasını vurmuş. Bu grubun kim olduğu önemli değil. İdeolojisi de. İster uzmanlardan, ister yöneticilerden, ister bir sendikadan oluşsun. Bireylerin adil bir rekabet ortamında fikirlerini özgürce ifade edip uzlaşı zemini aradığı bir mekanizmaya eğer tek bir grup damga vurursa, o zaman şura işlevini yitirir. Sonuçta bakanlık zaten alacağı kararı alıyor. Önemli olan fikirlerin özgürce paylaşılmasıyla yeni yaklaşımların ortaya çıkmasını sağlamak. O nedenle bu geçtiğimiz hafta yapılan Şura'nın sadece adı vardı.
17. Ekonomiyiz ama çocuklarımız dünyada ilk 40’a giremiyor!
Eğer şura gerçek manasıyla yapılsaydıi, ki bu konuda önemli çaprılar yapıldı, eğitim sistemimizin temel sorunlarına dair yaratıcı, yeni çözümler duyacaktık. Sorunların ne olduğunu hepimiz Bakanlık'ın kendi verilerinden biliyoruz. Malum Milli Eğitim Bakanlığı iki büyük uluslararası araştırma yürütüyor. Biri TİMSS diğeri PİSA. İlki 4. ve 8. sınıfları diğeri 15 yaşındaki öğrencileri ölçüyor. Bu ölçümlere baktığımızda çocuklarımızın fen, matematik ve okuduğunu anlama bakımından OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer alıyor. PİSA’da son 12 yıldır yapılan 4 ayrı ölçümde tek bir sıra ilerleme yok. Puanlarımız yer yer artış gösterse de başka ülkeler gelip bizi geçmiş, biz yerimizde saymışız!
Eğitim çocukları 21. yüzyıla hazırlamıyoruz!
Malum, ekonomik olarak son 7 yıldır 10 bin dolar sınırına geldik dayandık. Buradan öteye inşaat ya da tarımla gitmek mümkün değil. Türkiye bir an önce katma değeri yüksek üretime geçmek zorunda. Bunun da yolu çocuklarımıza 21. yüzyıl becerileri kazandıracak bir eğitim vermek. Bu alanda elimizde iki veri var. İleri derecede problem çözen çocuklarımızın oranı yüzde 2.2! Bu oran İsrail’de yüzde 8,8, Kore’de yüzde 28! Aynı şekilde, ileri derecede bilgisayar kullanma becerisi olan çocuklarımızın oranı bizde yüzde 1’in altında. Bu oran Kore’de yüzde 35, Polonya’da yüzde 33! Bu verilerin altını çizdiği basit bir realite var. Yüksek teknoloji yarışında yer alacak çok küçük bir azınlığımız var.
Çocuklarımız dünyadan kopuyor!
Nüfusumuzun yarısı 30 yaşın altında. Yani öğrenme çağında. Türkiye eğer bu genç kuşağa dünya ile rekabet edecek becerileri kazandırmaz ise, korkarım çocuklarımız başka milletlerin amelesi olmaya mecbur kalacak. Biz yetişkinlerin hayatını karartan kamplaşmaları çocuklarımız üzerinden çözmeye çalışmak onlara yapacağımız en büyük kötülük. Şura, adil ve özgür bir tartışma ortamı yaratarak veriye dayalı reform önerileri geliştirebilirdi. Maalesef tersi oldu. Yazık oldu!
Paylaş