Kaybettiğimiz canlar geride kalanlar için acı bir ders oldu. Yıkılan evlerin ardında kalan moloz yığınları deprem gerçeğini zihnimizin en ücra hücresine kazıdı. Yanılmışız. Ne yazık ki işini yapmayanların görmezden gelindiği, işini yapanların ise cezalandırıldığı, hatta dövüldüğü düzen devam ediyor.
Deprem sonrasında kaleme aldığım yazılarda denetim sistemindeki aksaklıklara dikkat çekmek istedim. Ayda 3-4 bin liraya çalıştırılan, işe bile gitmek zorunda olmadıkları vurgulanan, sadece imza atması gereken “pasif mühendisler” gerçeğini aktardım. Denetim şirketlerinin hiç utanmadan, sıkılmadan pasif mühendis çalıştırdığını, bu mühendislerle inşaatlarda sözde denetim yaptıklarını açık açık yazdım. Diploma kiralayan şirketlerin inşaatlarda yaptıkları sözde denetimler ortaya saçıldı. TV’deki tartışmalardan anlaşıldı ki denetimin diğer aktörleri arasında yer alan laboratuvar elemanlarının mikserlerden aldığı beton numunelerinin Türkiye genelinde yüzde 26’sı İstanbul’da ise yüzde 40’ı standarttan düşük özelliklere sahip.
Daha inşaatların başlangıç aşamasındaki riskler ortada. Görevini yapmayan, ihmal eden, hatta insanların canına kastedenleri durduracak, cezalandıracak yeni düzenlemelerin bir an önce yapılması şart. Umarım bu konuda gereken adımlar hızlıca atılılır. Biz görevini layığıyla yapmayanları tartışaduralım peki ya görevini gerçekten hakkıyla yapanlar ne durumda?
Bakın Uşak’tan dün gelen habere. “Betona su kattılar, itiraz eden kontrol mühendisini dövdüler... Uşak’ta yapı denetim mühendisi numune aldıktan sonra gözü önünde betona su kattılar. İtiraz eden mühendis ve yanındaki stajyer, inşaatın kalıp ustaları tarafından dövüldü. İnşaat Mühendisleri Odası sorumluların cezalandırılmasını istedi, ‘Şantiye şefi başında bulunmayan hiçbir şantiyede denetim yapılmayacaktır’ açıklaması yaptı.”
BETON DÖKÜLÜRKEN SU SIKTILAR
Önce Sözcü gazetesinden Selami Aydın’ın gündeme taşıdığı bu haberin ayrıntılarını paylaşayım.
Yapı denetim firmasında kontrol mühendisliği yapan Y.Y., yanındaki stajyer A.A. ile birlikte inşaat sahasına girerek beton dökümü sırasında ilk mikserden numune alıyor. Onlar bu numuneyi aldıktan sonra beton mikseri betonu boşaltmaya başlıyor. İşçiler boşaltım esnasında mikserin içine su sıkmaya başlıyor. Durumu fark eden mühendisler ‘bunun yasak olduğunu’ belirterek uyarıda bulunuyor. İkinci mikserde de aynı şey yaşanınca mühendisler yine durumu kalıp ustalarına anlatmaya çalışıyor. Kalıp ustaları mühendisi binanın üst katlarına çağırıyor. Stajyer ve mühendis binaya çıkmaya çalışırken merdivenlerde birden inşaat kalıpçılarının saldırısına uğruyor. Dövülen mühendis ve stajyer darp raporu alıyor, inşaat ustalarından şikâyetçi oluyor.
Herkes hiçbir yanlışa, hataya meydan vermeden işini dört dörtlük yaptığını söyleyip diğer sektörleri suçluyor. Sonuçta ortada bir hata, hatta hatalar var ki depremlerde binalarımız yıkılıyor, vatandaşlarımız ölüyor. Türkiye’deki yapı sisteminin başından sonuna izini sürmeye devam ediyoruz.
Beş yazılık bölümde öğrendiklerimizi kısaca hatırlatmak isterim. Mesela ayda 3-4 bin liraya çalıştırılan işe bile gitmek zorunda olmayan sadece imza atması gereken ‘pasif mühendisler’i öğrendik. Bu pasif mühendislerin yapı denetim şirketlerinde eleman olarak çalıştırıldığını (diploma kiralama yöntemi ile) da öğrendik. Sonra bu yapı denetim şirketlerinin bina yapım aşamasında denetim yaptıklarını onlara yapı denetim laboratuvarları görevlilerinin eşlik ettiğini de anlamış olduk. Laboratuvar elemanlarının beton mikserlerinden aldığı beton numunelerinin Türkiye genelinde yüzde 26’sının İstanbul’da ise yüzde 40’ının standarttan düşük özellikte olduğunu da öğrendik. Bu bilgiyi dün Hürriyet’in manşetinden kamuoyu ile de paylaştık.
KAPLAR NORMAL DEĞİL
Sözkonusu manşet haber üzerine dün Türkiye Hazır Beton Birliği Başkanı Yavuz Işık aradı. Tahmin edeceğiniz üzere, “Verilen bilgiler yanlış” dedi, birliğine üye beton üreticilerinin ürünlerinin kalitesine kefil olduğunu söyledi. Işık beton testi yapan laboratuvarların başkanını da kamuoyunu yanıltmak ve yanlış bilgi vermekle suçlayarak şunları ifade etti.
“Bu numuneler alınırken çok dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Numune kabının standartlara uygun olması lazım. Çatlak patlak olmaması lazım. Numune o kapların içine yerleştirilen betonların standarda uygun zamanlamayla şişlenmesi lazım. Sonra da termal koşullarda saklanması gerekiyor. Bu numune alma-saklanma işlemi iyi yapılmadığı takdirde sonuçlar yanlış olur” diye konuştu.
Hazır beton testi yapan laboratuvarlarların işin ehli eleman çalıştırmadığını öne süren Işık numune alma işlemini de daha çok inşaat işçilerinin yaptığını iddia etti. Işık, “Onlar da bu numune alma işlemlerini bilmiyorlar. Onun ötesinde uygun kap kullanmıyorlar. Laboratuvarlar kendi yaptıkları eksik işleri, noksan işleri bize yüklemeye çalışıyor” dedi.
Kürşad Oğuz moderatörlüğünde Haberturk TV’de yayınlan Olaylar ve Görüşler programına katılan Yapı ve Zemin Laboratuvarları Derneği Başkanı Yavuz Poyraz Türkiye genelinde hazır beton mikserlerinden (hazır beton taşıyan kamyon) alınan numunelerin ortalama yüzde 26’sının standarttan daha düşük özelliğe sahip olduğunu açıkladı. Poyraz’ın İstanbul’daki standarttan düşük kalitede beton numunesi oranın yüzde 40 olduğunu açıklaması ise şok ediciydi.
Dün Yavuz Poyraz’ı bizzat aradım. Sorularıma verdiği cevapları aktaracağım ama önce programdan alıntılarla başlayalım.
YÜZDE 40’I DA AŞIYORDU
Bakın Türkiye’de beton mikserlerinden alınan numunelerin istatistikleri nasıl oluşmuş. Yavuz Poyraz’ın sözlerini aynen paylaşayım:
“Türkiye’de yaklaşık 380 tane laboratuvar var. Bunun 320 tanesi sadece beton testi yapıyor. Diğer 60 tanesi zemin değerleri inceliyor. Zaman zaman veri alıyor. Yaklaşık 200 tanesi üyemiz. Onlara soruyoruz. Geçtiğimiz ay kaç tane beton numunesi aldığını soruyoruz. Örneğin 300-500 tane aldığını söylüyor. Kaç tanesi standart değerinin altında diye soruyoruz. Elimizde 2022 verileri var. Öncelikle belirteyim, Yapı Denetim Kanunu ilk geldiğinde standarttan düşük beton oranı Türkiye genelinde yüzde 40’ın üzerindeydi. Şimdi bu Türkiye genelinde yüzde 26’lara kadar düştü. Ama İstanbul’da yüzde 40. Çünkü İstanbul’da olay çok daha farklı. Öyle firmalar var ki ürettiği hatalı beton oranı yüzde 1’in bile altında. Ama öylesi de var ki yüzde 67’si düşük standartta. Bakanlık Elektronik Beton İzleme Sistemi (EBİS) sisteminde alınan bütün beton kayıtları var. Kim üretti, alan şantiye firması, getiren beton firması, alınış saati hepsi kayıtlı.”
Poyraz’ın anlattıklarının tek cümleyle özeti şu. Hazır beton şirketlerinden beton alarak inşaatlara taşıyan beton mikserlerinden alınan numuneler gösteriyor ki, İstanbul’da inşaatlara dökülen betonların ortalama yüzde 40’ı standarttan daha düşük değerde.
O BETONLAR İNŞAATTA
Yukarıdaki sözlerin sahibi Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği Genel Başkanı Nazmi Şahin. Hatırlarsanız Hürriyet’te yayınlanan son iki yazımda, bazı yapı denetim firmalarının pasif mühendis çalıştırdığını, Kahramanmaraş merkezli depremlere ve Hürriyet’in ısrarlı yayınlarına rağmen bu sorunun devam ettiğini yazdım. Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği’nin internet sitesindeki ilanlar aracılığıyla aylık 3 bin 500 TL ile 6 bin TL arasında maaşla aranan mühendislerin ısrarla pasif çalışacağının vurgulandığına dikkat çektim. En son dernek başkanının konuyla ilgili bir açıklaması olursa yayınlayacağımı da belirttim.
Nazmi Şahin önceki gün aradı. İlginç açıklamalarda bulundu. Yapı denetimiyle depremler arasındaki ilişkiyi içeren bölümü bir sonraki yazımda ele alacağım.
Biz şimdi gelin Yapı Denetim Mühendisliği Derneği Genel Başkanı Nazmi Şahin’in pasif mühendislikle ilgili düşüncelerine ve bu konuda derneğin aldığı aksiyonlara bir bakalım.
Nazmi Şahin, Hürriyet ve takibinde bazı yayın organları pasif mühendislik konusunu gündeme getirince ilanlardan açıklama bölümünü kaldırdıklarını söyledi.
Ayrıca dernek firmalara web sitesine ilan girebilmek için şifre vermeye hazırlanıyormuş. Şahin “Biz kendi üyelerimize şifre verebiliyormuşuz. Yani yapı denetim firmalarını kontrol altına alacağım. Benim üyem olmayan yapı denetim firması orada ilan veremeyecek. Belki de çürük elmalar onlar, bilemiyorum. Bu ahlaki bir şey. Yani eğer kişi bunu yapıyorsa, yani terbiyesizlik başka bir şey değil” dedi.
MESLEK TANIMI SIKINTILI
Meslek tanımlarında bir sıkıntı olduğunu bu konuyu da bakanlıkla görüşeceğini söyleyen Şahin, “Bizim uygulama denetçilerimiz elektrik mühendisi, makine mühendisi, mimar ve statikte. Proje denetçisi sadece proje denetliyor. Sahaya inmiyor. Bu kovid dönemi itibarıyla şöyle bir şey başladı. Ben ona yoruyorum ve ben şu deprem işi bitsin çok büyük bir toplantı yapacağım. Projeciler olarak bize bir yapı denetiminde bir ayda üç-dört iş geliyor ya da gelmiyor. Bazen ekonomik krizden geçiyoruz ve bir tane iş geliyor ya da iki tane iş geliyor. Bir mühendisin projeye bakması, tam takım olarak bakması bir gün sürüyor. Diğer günleri boşa çıkmış gibi görünüyor. Ben bunu nasıl çözebiliriz onu düşünüyorum. Proje denetleyenlerle uygulama denetleyenler arasında artık bir bağ olmalı” diye konuştu.
Okumayanlar için özetle hatırlatayım. Yazının konusu; Yapı Denetim ve Deprem Mühendisleri Derneği’nin internet sitesindeki ilanlarda “aktif” yani bizzat çalışacak mühendisler arayan şirketlerin yanı sıra “pasif”, yani hiçbir iş yapmayacak, sadece diplomasını kiralayacak mühendisler aranmasıydı. Bu mühendislere 4-6 bin lira aylık ödeyen şirketler sanki onlar denetim işinde çalışmış gibi imzalarını kullanıyordu. İşini layıkıyla yapan şirketler hariç bu firmaların yapı denetimi falan yaptığı yoktu. Yazımdan sonra önemli bir gelişme yaşandı.
Birincisi Yapı Denetim ve Deprem Derneği mühendis arayan şirketlerin ilanlarından “açıklama” bölümünü kaldırdı. İlanlarda dürüst şirketlerin özellikle belirttiği “Aktif çalışacak mühendis aranıyor” ibaresi de kalkmış oldu. Böylece Yapı Denetim ve Deprem Derneği kendince sorunu çözmüştü.
Peki ama ilanlardan özenle yok edilen “aktif, pasif mühendis” ayrımı gerçek hayatta devam ediyor muydu? Söz konusu dernek bu konuda bir pozisyon almış mıydı? Derneğin internet sitesinde konuyla ilgili bir açıklama olmadığı gibi sosyal medya hesaplarından da bir mesaj yayınlanmadı. Pasif mühendis skandalına internet sitesine verilen ilanlar yoluyla aracılık eden, etmek zorunda kalan bu derneğin konuyla ilgili bir açıklaması, tavrı olursa bu sütunlardan duyuracağımın bilinmesini isterim.
Bu arada ilanlardan “aktif, pasif” ibarelerini içeren açıklama sütunu kalktı ama derneğin internet sitesine ilan veren şirketlerin “pasif mühendis” arayışı sürüyor.
“Uygulama denetçisi inşaat mühendisi” ilanı için aradığımız bir şirketin yetkilisinin bunca haber ve yorumdan sonra dün telefonda söylediklerini virgülüne dokunmadan aktarıyorum:
- Bizde yaş haddinden dolayı yeni birine ihtiyaç oluştu. İşimiz biraz acele. Vardı bir elemanımız, yaşa takıldı. Siz şu an başka bir yerde çalışıyor musunuz? 3 bin 250 lira ücret düşünüyoruz ama tabii konuşup anlaşırız. Pek sahada işimiz olmayacak sizinle. Hatta imza için bile sizi yormayız. Yani o olur da, pek sıklıkla olmuyor. Para için siz ne düşünüyorsunuz? Ortada anlaşırız. Biz zaten aktif aramıyoruz dediğim gibi.
Özetle... Pasif mühendis skandalı sürüyor. Bu konuda acil bir şeyler yapılması gerekiyor. Yapı denetimi sistemin olmazsa olmazlarından. Bu sistem düzgün çalışmazsa pasif mühendis çalıştıran şirketlerin denetlediği tüm binalar tartışmalı hale geliyor. Bir kez daha önemle ve ısrarla hatırlatıyorum.
MÜHENDİSLERDEN İKİ FARKLI TEPKİ
Yukarıdaki sözlerin sahibi bir yapı denetim şirketinin İK yöneticisi. Dün yani 19 Şubat 2023’te kendisiyle telefonda görüştüm. Şirketi, Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği’nin resmi internet sitesine ilan vermiş. Görünürde “uygulama denetçisi inşaat mühendisi” arıyorlar ama aslında her şey göstermelik. Kâğıt üzerinde... Aradıkları mühendisin özelliklerini sorduğumda tek söylediği ‘pasif’ çalışacak oldu. Yani kelimenin tam anlamıyla skandal.
Bakın yüzlerce bin lira hatta artık milyonlar ödediğimiz evler, binalar nasıl denetleniyor, daha doğrusu denetlenmiyor.
Kahramanmaraş’ta yaşanan depremler sonrasında Hürriyet Yazarı Sedat Ergin her zamanki titizliğiyle yapı denetimlerini konu alan üç ayrı yazı kaleme aldı. Dizi niteliğindeki bu üç yazı sistemdeki doğruları, yanlışları objektif bir şekilde ortaya koydu. Ayrıntısıyla okumanızda fayda var ama bana bir cümleyle özetleyin derseniz, şunu söylerim: Kâğıt üstünde her şey var, uygulamalarda durum içler acısı...
Gelin şimdi denetim şirketi skandalının ayrıntılarına bakalım.
KRİTİK ROL ONLARIN
İçinde oturduğumuz, alışveriş yaptığımız binaların inşaat denetiminde en önemli rollerden birini yapı denetim firmaları üstleniyor.
Yapı denetim firmaları kontrol sorumluluğunu yüklendikleri projelerde inşaatın imar planına, mevzuata, bu alandaki bilimsel ölçütlere uygun bir şekilde yürütülüp yürütülmediğinin incelemesini yapıyor.
Bu şirketler Bakanlık havuzuna kayıtlı. 2019’dan bu yana denetlenecek inşaat bu havuzdaki firmalar arasından elektronik ortamda kurayla belirleniyor.
Ancak yan yana duran iki yapıdan biri yıkılıp diğeri ayakta kaldıysa, hele hele sıfır diye adlandırılan yeni yapılan evler yerle bir olduysa baştan aşağı her şeyi, tüm sistemi gözden geçirmemiz şart. Bulacağımız yanlışlar, çıkaracağımız dersler belki de yarın yaşanacak felaketleri daha az hasarla atlatmamızı sağlayacak. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) mezunu bir inşaat mühendisinin gönderdiği bir mesajdaki itiraflar, can alıcı noktalar umarım inşaat işinin içindeki herkesin önce dönüp kendisini gözden geçirmesine, iyice bir silkinmesine neden olur. İnşaat işinde izin veren, yapan, denetleyen, satın alan, kiralayan vs kim varsa herkes üstüne düşeni titizlikle yapmalı. Ama önce sistemi hiçbir boşluğa, toleransa, torpile vs imkan vermeyecek şekilde doğru inşaa etmeliyiz. İşte o mühendisin ‘kıssadan hisse’ itirafları:
- 17 Ağustos 1999 depreminden sonra yapılar incelendiğinde; taşıyıcı sistem dediğimiz kolon-kiriş ebatlarındaki hatalar, temel sistemindeki hatalar, beton içerisindeki demir yerleşimi ve miktarı konusundaki yetersizlikler, kolon-kiriş çerçeve geometrisindeki sorunlar, zemine uygun inşa edilmemiş yapılar ve belki de en önemlisi beton mukavemetindeki sorunlar ortaya çıktı.
- 99 depreminden sonra ‘yıkılan ve ciddi hasara uğramış yapılardan’ alınan beton numuneler, günün standartlarında minimum koşul C16 olması gerekirken, 5 ve 7 arasında çıkıyordu. 80’li 90’lı yılların inşaatlarını, yaşı uygun olanlar hatırlar. İnşaatın önüne kum dökülür, çimento torbaları kürekle patlatılıp, bir işçinin elinde su hortumu ile sokak ortasında helva yapar gibi beton karıştırılırdı. Tamamen göz kararı, karga tulumba, etrafında 3-4 işçi kürekleri ile karardı.
- Bu sorunları tekrar yaşamamak için ne yapıldı? Aslında mevzuat olarak hepsi giderildi. Yönetmeliklerle (2000-2001 yılları itibari ile); kolon-kiriş ve perde (kısaca beton duvar diyebiliriz) gibi taşıyıcı sistemler için min ebatlar oluşturuldu. Demir miktarı ve yerleşimi için son derece iyileştirilmiş standartlar geldi. Statik hesaplarda kullanılan deprem hesabı sil baştan yazıldı. Eski yapılarda sık karşılaştığımız tekil temel sistemi bütünü ile terk edildi.
- Mütemadi ve özellikle radye temeller yaygınlaştırıldı. En önemlisi inşaatlarda kullanılacak olan betonun minimum mukavemet değeri 16N/mm2’ (C16) den, 20N/mm2’ye (C20) çıktı. Daha önemlisi, inşaatlarda kullanılacak beton, hazır beton santrallerinden alınmaya başlandı. Beton santrallerinde silindir kap testleri ile mukavemeti ölçülerek üretildi.
- Peki, bu kadar şey doğru yapılmasına rağmen, bakıyoruz bu depremde yeni inşa edilmiş yapılar da yıkılmış. Nasıl olur! Yasal düzenlemeler mevzuatlar oldu olmasına ama zaman içerisinde denetim mekanizması tam olarak işlemedi.
- 2001 yılında yapı denetim şirketleri oluşturuldu. Kurgusal olarak güzeldi. Ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Müteahhitlerin eksiklerini belirten denetim şirketleri, ödeme alamıyordu. Çünkü denetim şirketi denetim bedelini, denetlediği şirketten alıyordu. İşini doğru yapan ama ödemesini alamayan şirketler dayanamadı, sayıca azaldı. Müteahhitler kendi aralarında paravan denetim şirketleri kurdu. Mühendis çalıştırmak yerine, mühendis diplomaları kiralandı. Çalışıyor gösterildi. Kendi kendilerini denetlediler, onayladılar.
DÜN bir okurum bana ulaştı. Bu genç okur haftalar öncesinden Ark Organizasyon adındaki firmaya Winterfest kapsamında Uludağ’da 4 gece 5 gün konaklama için rezervasyon yapar, ödemesini gerçekleştirir. 12-16 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek tatilin hazırlıkları devam ederken 6 Şubat’ta hepimizi üzüntüye boğan Kahramanmaraş depremi gerçekleşir. Depremi haber alan, facianın boyutlarını kavrayan okurum hemen organizasyon firmasının temsilcileriyle temasa geçer. Ülkede milli yas ilan edildiğini, böyle bir dönemde tatil yapamayacaklarını belirterek rezervasyonun iptalini talep eder. Ancak firma yetkililerinden beklemediği bir cevap alır. Eğlencelerin iptal edildiğini belirten yetkililer organizasyonunun gerçekleşeceğini, iptalin mümkün olmadığını açıklar. Üstüne bir de iptal hakkının organizasyondan ‘3 hafta önce gerçekleştirilmek zorunda’ olduğunu da belirtirler... Okurum şöyle diyor:
- Depremin acısını yaşarken Uludağ’da kayak tatili yapmayı doğru bulmadım. Bunun mücbir sebep olduğunu karşı tarafa bildirdim. Ancak ne desem nafile. “Biz istersek iptal ederiz” dediler.
Bu arada bilmeyenler için yazayım. Mücbir sebep; hukukta görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk, afet ve buna benzer hallerdir. Okurum organizasyon sahiplerine bunu anlatmaya çalışmış...
VAKA 2
HÜRRİYET Foto Muhabiri Murat Şaka’nın telefonu 6 Şubat Pazartesi sabahı saat 06:00 civarında acı acı çalar. Telefonun ucundaki isim şefi Levent Kulu’dur. Kulu aceleyle Kahramanmaraş merkezli depremin haberini verir. Araç temini dahil hazırlıklar hızla tamamlanır, Murat Şaka’nın da dahil olduğu sekiz kişilik gazete ekibi hemen yola düşer. Murat Şaka 17 saatlik yolculuğun ardından depremin vurduğu şehirlerden Hatay’dadır. Murat yedi gün boyunca deprem bölgesinden sayısız fotoğraf ve haber ulaştırır İstanbul’daki merkeze. Bu fotoğraf ve haberler günlerce Hürriyet sayfalarında yer alır. Murat’ın da dahil olduğu Hürriyet ekibi sadece haber geçmez, farklı farklı şehirlerde kah yardım çalışmalarına destek verir, kah aksaklıkları ilgili yerlere bildirir, deprem yaralarını sarmak için bölgeye koşan binlerce gönüllüye destek olur.
Murat Şaka deprem bölgesindeki görevini başka bir arkadaşına devredip İstanbul’a 13 Şubat’ta gece geç saatlerde ulaşır. Sabah telefonuna bir mesaj düşer. Mesajın sahibi Midyat Antik Otel’dir. Depremden haftalar önce yaptığı üç günlük kısa bir tatil rezervasyonunu hatırlatan mesajda 10-13 Şubat tarihli konaklama nedeniyle kendisinden ‘politikaları gereği’ ücret tahsil etmek zorunda olduklarını belirtirler. Hemen ardından konaklama bedeli Murat’ın kredi kartından kesilir.
Murat otele ulaşır, bir haftadır deprem bölgesinde bulunduğunu belirtir. Konaklama yapmadığı için bu tahsilatın kendisinden alınmasının yanlış olduğunu anlatır ancak bir sonuç elde edemez. Karşı taraf ısrarla prensip ve politikalarından bahseder. Onca koşuşturma arasında rezervasyonunu iptal etmeyi atladığını anlatıp duran Murat’ın ısrarları sonunda kendisine haziran ayına kadar istediği bir tarihte konaklama hakkının baki olduğunu belirtirler ancak geri ödemeye yanaşmazlar. Murat da “Böyle bir otelde bundan sonra kalmam” der teklifi reddeder.
İşin en ilginç tarafına gelince... Murat’ın deprem bölgesinde olduğu gerçeğine kulak tıkayan bu otel depremzedelere ücretsiz konaklama açan oteller listesindedir.