ABD Dışişleri Bakanı Michael Pompeo, Türkiye’ye ağır suçlamalar yöneltti NATO toplantısında. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alınmasının NATO’nun güvenliğini zafiyete uğrattığını, ayrıca Türkiye’nin Libya ve Karabağ’da çatışmaları körüklediğini ileri sürdü.
Kendisine yanıt veren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD, Türkiye’ye Patriot sistemlerini vermediği için mecburen Rusya’dan S-400 alındığını, Ankara’nın Libya’da BM’nin tanıdığı meşru hükümetin yanında yer aldığını, ayrıca Kafkasya’da ateşkesi Ermenistan’ın bozduğunu söyledi.
Yabancı ajansların, Pompeo ile Çavuşoğlu arasındaki karşılıklı eleştirileri nitelemek için toplantıyı izleyen diplomatlara dayanarak kullandıkları “hararetli”, “şiddetli” gibi ifadeler ortamın ne kadar gerginleştiğine işaret ediyor.
Toplantıdan sızan bilgiler, Pompeo’nun dışında Fransa, Yunanistan, Lüksemburg ve Litvanya dışişleri bakanlarının da Türkiye’yi eleştiren çıkışlarda bulunduklarına işaret ediyor.
NATO’DAN YAYILAN ÇATLAK GÖRÜNTÜSÜ
Önümüzdeki ocak ayı sonuna doğru görevinden ayrılacak olan Pompeo, Türkiye’ye karşı ağırlıklı olarak olumsuz yöndeki görüşlerini -diplomatik bir dille yumuşatma ihtiyacı duymadan- açıkça kayda geçirmiştir. Çavuşoğlu’nun da Ankara’nın ABD karşısındaki hissiyatını benzer bir açıklıkla aktardığı anlaşılıyor.
NATO toplantısında yaşanan bu sahne, ittifakın en büyük müttefiki ABD ile ittifakın güneydoğu kanadını tutan Türkiye’nin 2020 yılı sonu itibarıyla birbirlerine ne kadar uzak düşmüş olduklarını göstermesi bakımından çarpıcıdır. NATO’nun en önemli forumlarından biri, NATO’nun zafiyete düşüp düşmediği konusunda ikisi arasında sert bir tartışmaya ev sahipliği yapıyor. Savunma ittifakı içinde patlak veren majör bir görüş ayrılığının artık üstü örtülemeyecek bir şekilde NATO’nun içinden dışarı doğru yayıldığını görüyoruz.
NATO toplantısı, aynı zamanda masasını toplamakta olan ‘gidici’
Bugün gidilen yöntem değişikliğinin bir başka sonucuna, Türkiye’nin günlük vakalar açısından dünyadaki yerinin nasıl değiştiğine bakalım. Salgının başından itibaren biriken toplam sayılara değil de, ülkelerin günlük vaka bildirimlerine baktığımızda, geçen haftayla birlikte Türkiye’nin küresel sıralamada en üstteki ülkelerden biri haline geldiğini hemen vurgulamalıyız.
KÜRESEL SIRALAMADA İLK BEŞTE
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) dünkü günlük gösterge tablosuna bakıldığında, “Son 24 saat içinde bildirilen vakalar” başlığı altında 151 bin 674 vaka ile ABD birinci sırada yer alıyordu. Bunlar 30 Kasım Pazartesi gününün rakamları.
Aynı tabloda ABD’yi günlük 36 bin 604 vaka ile Hindistan ve 26 bin 402 vaka ile Rusya izliyordu. Brezilya 21 bin 138 vaka ile dördüncü, İtalya ise 16 bin 376 vaka ile beşinci sıradaydı.
Peki pazartesi günü 31 bin 219 vaka açıklamış olan Türkiye bu tabloda nerede diye sorabilirsiniz. DSÖ, tablolarında hâlâ Türkiye’nin ‘hasta’ sayılarını koymaya devam ettiği için günlük bildirimde ülkemiz dün 6 bin 514 sayısıyla 12’nci sırada yer alıyordu. ‘Hasta’ sayısı DSÖ tarafından ‘vaka’ diye gösterilmişti.
Türkiye artık vakalarını açıklamaya başladığı için DSÖ’nün bu sayıya yer vermesi gerekmez mi? Bu tabloya hasta değil de Sağlık Bakanlığı’nın paylaştığı vaka sayısını eklediğimizde, sıralamada Türkiye Rusya’nın önüne geçerek üçüncülüğe geliyor.
Bu arada, bu yazı kaleme alınırken New York Times’ın 1 Aralık itibarıyla Brezilya’da günlük vakaların 50 bin 909’a çıktığını duyurduğunu da not edelim. Bir başka deyişle, sıralamadaki yerler bugünlerde sıkça değişebilir, hatta bu yazının hazırlanışı sırasında olduğu gibi...
AĞIR HASTA SAYISINDA BEŞİNCİ
Böylelikle, gerçekte ‘vaka’ toplamının, yani COVID-19 testi pozitif çıkan herkesin toplamının, ‘hasta’ diye duyurulan, testi pozitif çıkıp semptom gösterenlerden dört kattan fazla olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin, geçen çarşamba akşamı yapılan açıklamada bir gün içinde 28 bin 351 ‘vaka’, bu toplam içinde 6 bin 814 ‘hasta’ duyurulmuştur. Vakalar, hasta sayısından yaklaşık 4.2 kat fazladır. Bu oran sonraki günlerde 4.5 katına, hatta bunun da üstüne çıkmıştır.
KÜRESEL SIRALAMADA TÜRKİYE YUKARI ÇIKTI
Tabii, şeffaflığa dönülmesinin ilk sonuçlarından biri, COVID-19 vakalarına ilişkin olarak hazırlanan küresel gösterge tablolarındaki sıralamada Türkiye’nin yerinin birden yukarı doğru çıkması oldu. Daha önce hasta sayılarının açıklanması, Türkiye’yi bu sıralamalarda yalnızca hastaları değil testi pozitif çıkan bütün vaka sayılarını şeffaf bir şekilde paylaşan özellikle Batılı ülkelerin büyük bir bölümünün altında gösteriyordu.
Bu görüntü bir haftadır kısmen değişti. Örneğin, uluslararası alanda sıkça referans alınan ‘Worldometers’ sıralamasında Türkiye vakaları açıklamadan önce 24’üncü sıradayken vakalar paylaşılınca birden 18’inciliğe çıkmıştır. Yine çok sık başvurulan ABD’deki prestijli Johns Hopkins Üniversitesi’nin veri tabanındaki sıralamada da aynı durum tekrarlanmıştır.
Buna karşılık Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Sağlık Bakanlığı artık vakaları açıkladığı halde hâlâ yalnızca hasta sayılarını esas almaya ve vaka diye göstermeye devam ediyor. Türkiye dün DSÖ sıralamasında 22’nci geliyordu.
ASIL YERİ DAHA DA YUKARIDA
Ancak DSÖ bir tarafa, diğer veri tabanlarının da hâlâ gerçek durumu yansıttığını söylemek mümkün değil. Şöyle ki... Bu kuruluşlar da Sağlık Bakanlığı’nın vakaları açıklamaya başladığı geçen çarşamba akşamına kadar bakanlığın duyurduğu ‘hasta’ sayısıyla yetinmek durumundaydılar.
Sayıca çok daha kabarık olan vakalar açıklanmaya başlanınca, gerek Worldometers gerek
Bundan önceki grafiklerde yaptığımız eklemeler genellikle süreklilik içinde düzenli bir şekilde irtifa kazanan bir çizgiye işaret ediyordu. Bu artış özellikle sonbaharla birlikte kaygı verici bir görüntü kazanmıştı.
Bu kez bazı göstergelerde son iki hafta içinde iki katına yakın artışlar patlak verince, tablolardaki eğriler daha önceki haftalara kıyasla çok sert bir tırmanışa geçti. Bu da grafiklerin yüzölçümünün dikey olarak ciddi bir şekilde büyümesine yol açtı.
YENİ HASTA SAYISI İKİ HAFTADA KATLANDI
Tabloların yorumuna gelirsek, önce en üstte yer alan ve COVID-19 testi ‘pozitif’ çıkıp aynı zamanda belirti de gösteren “yeni hasta” kategorisine ilişkin grafikteki olumsuz yönelişle başlayalım.
Bu grafik, Sağlık Bakanlığı’nın verilerini esas alarak yeni hasta sayılarının haftalık toplamlarını gösteriyor. Ancak haftalık toplamdan önce günlük sayılar üzerinden hareket edelim. Bakanlığın ilk kez ‘hasta’ başlığı altında duyurduğu günlük sayı 29 Temmuz tarihinde 942’ydi. Önceki akşam 29 Kasım tarihinde açıklanan hasta sayısı ise 6 bin 439 oldu. Bu, tam dört ay içinde günlük bazda yaklaşık 7 kat bir artışa işaret ediyor.
Burada düşündürücü olan, günlük yeni hasta sayısının son iki hafta zarfında iki katına tırmanmasıdır. Şöyle ki, 15 Kasım’da günlük 3 bin 223 olan yeni hasta sayısı önceki gün 6 bin 439’a ulaşmıştır.
Geriye dönük baktığımızda, 5 Ekim’de 1.603 olan hasta sayısının 15 Kasım’da iki katına yükselerek 3 bin 223’e geldiğini görüyoruz. Bir başka anlatımla, günlük hasta sayısının iki katına çıkması için daha önce altı hafta geçerken, bu kez yalnızca iki hafta geçmiştir.
Türkiye’nin en büyük deniz taşımacılığı şirketi olan, alanında dünya sıralamasında 25’inci gelen Arkas Holding’e ait bir kargo gemisine Libya’ya silah götürdüğü şüphesiyle Avrupa Birliği tarafından askeri operasyon düzenlenmiştir.
BM’nin Libya’ya uyguladığı silah ambargosunu denetlemek üzere AB’nin geçen mart ayında başlattığı IRINI olarak adlandırılan bir askeri denetim mekanizması çerçevesinde düzenlenen bir aramadan söz ediyoruz. İtalyan bir amiralin başında bulunduğu Roma’daki IRINI Harekât Merkezi’nin yönettiği, sahadaki operasyona bir Yunan amiralin komuta ettiği ve son tahlilde baskının icrasını bir Alman firkateyninden helikopterle Türk gemisine intikal eden askerlerin yaptığı bir operasyon.
Avrupa Komisyonu’nun himayesinde İtalya, Yunanistan ve Almanya olmak üzere işbirliği içinde hareket eden üçlü bir ortaklık çıkıyor Türkiye’nin karşısına.
BÜTÜN SUÇ YUNANİSTAN’DA MI?
En kritik soruyu yöneltelim. AB, ne olmuştur da Türkiye’de bu kadar tepki yaratması ihtimalini göze alarak bu baskını yapabilmiştir?
Dünkü yazımızda dikkat çektiğimiz gibi, sahadaki operasyonu yürüten komutanın IRINI karargâhının ‘Harekât Başkanı’ konumundaki Yunan bir amiral olması, Ankara’daki resmi çevreleri işin gerisinde Yunanistan faktörünün de rol oynadığı tezine götürüyor. Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında uygulama sırasında denizdeki gemilere komuta eden (Yunan) operasyon komutanının “yanlı ve duygusal davrandığı”nın belirtilmesi, Yunanistan’a atfedilen role açık bir göndermedir.
Bir an için her şeyin Yunanistan’ın başının altından çıktığını varsayalım. Ancak baskına ilişkin gün ışığına çıkan bütün detaylar, gelişmelerin seyrinde Yunan amiralin kritik bir rol oynamasına karşılık, diğer aktörlerin de tam bir ekip ruhu içinde hareket ettiklerine işaret ediyor.
Ayrıca, bu kadar uzun süren bir operasyon sırasında muhtelif kademelerde rol alan farklı ülkelerden askerlerin kendi ulusal komutanlıklarıyla temas etmemiş olmaları da işin tabiatına aykırıdır. Keza, hadise esnasında IRINI karargâhında baskının dayandırıldığı hukuki tezleri ortaya atan, müzakerelerin önemli bir bölümünü yürüten hukuk müşaviri de bir İtalyan hukukçudur.
Gözlemlerini ana başlıklar halinde şöyle ifade edebilirim:
TÜRKİYE’NİN RET YANITI DİKKATE ALINMADI
Birinci problemli durum, AB’nin “Türk tarafının olumsuz yanıtını resmi olarak ve gecikmeli bir şekilde bildirmesi üzerine aramanın durdurulduğu” yolundaki beyanının gerçeği yansıtmamasıdır. Süreç, AB’nin Libya’ya BM silah ambargosunu denetlemek amacıyla oluşturduğu IRINI Harekât Merkezi’nin pazar günü saat 14.00 sularında Türkiye’nin Roma Büyükelçiliği’ne başvurarak, gemiye çıkmak için izin istemesi ve yanıt için dört saat süre vermesiyle başlamıştır. Büyükelçilik, Türkiye’nin aramaya onay vermediğini pazar akşamı saat 17.44’te Roma’daki IRINI Harekât Merkezi’ne resmi bir yazıyla bildirmiş, buna karşılık bu bildirimin hemen ardından saat 18.00’de arama timi gemiye çıkmıştır.
Türkiye’nin yanıtının gecikmesi nedeniyle operasyonun başlamasının önlenemediği AB tarafından bir mazeret olarak öne sürülebilir. Öyle bile olsa, resmi yazı geldikten sonra başlamış olan operasyonun durdurulması gerekirdi. AB yaptığı açıklamada madem bayrak devletinin izin şartını kabul ediyor, o zaman aramanın hemen sonlandırılması gerekmez miydi?
Oysa pazar akşamı açık denizde yaşanan realite, verilen ret yanıtının IRINI karargâhı tarafından hiçbir şekilde kaale alınmadığını ve helikopterle gemiye inen tam teçhizatlı Alman askerlerinin operasyonu sürdürdüklerini gösteriyor. Üstelik Alman arama timi, gemiye indikten sonra mürettebatın telefonlarını da toplayarak, engelleme yaparak Türkiye ile olan iletişimlerini de kesmiştir. Bunun sonucu uzun bir süre gemi ile Türkiye arasında iletişim kopmuştur.
Daha sonra temas kurulduğunda ve aramanın devam ettiği ortaya çıktığında gece yarısına doğru IRINI Harekât Merkezi’ne kuvvetli bir protesto notası iletilmiştir. Aldığım bilgiler, aramanın pazartesi sabaha karşı 02.00 sularında durduğuna işaret ediyor. Buna karşılık Alman timi gemide kalmış ve hava koşulları nedeniyle ayrılmak için sabahın olmasını beklemiştir.
Burada altı çizilmesi gereken nokta, izin verilmediği halde aramanın saatlerce sürdürülmüş olmasıdır. Avrupa Komisyonu Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in sözcüsünün “Türkiye izin talebini reddettiğini bildirince arama durduruldu” şeklindeki sözleri bu anlamda ciddi bir yanıltma içeriyor. Çünkü ret yanıtı aramanın durdurulmasından çok saatler önce bildirilmiştir.
TÜRKİYE’NİN HUKUKEN TANIMADIĞI BİR HÜKÜM KULLANILDI
Geçen pazar günü meydana gelen bu hadise AB’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2016 yılında aldığı Libya’ya silah ambargosunun uygulamasına ilişkin 2292 sayılı kararını gerekçe göstererek başlattığı IRINI isimli harekâtın bir uygulaması olarak ortaya çıktı. Bu harekâtın deniz boyutu, Libya’ya Akdeniz üzerinden ulaşımın -silah sevkıyatını önlemek açısından- askeri yöntemlerle denetlenmesini öngörüyor.
IRINI harekâtının merkezi İtalya’nın başkenti Roma’da. Karargâha bir İtalyan amiral komuta ediyor. Denizdeki unsurların operasyonel komutası ise bir Yunan subayda. Sahadaki denetimleri Yunanistan, İtalya ve Almanya’nın tahsis ettiği firkateyn tipi savaş gemileri yürütüyor.
Bu arada, ilgili BM kararının üçüncü maddesi, kargosundan şüphe duyulan gemilerde yapılacak denetimlerin öncesinde bayrak sahibi ülkenin olurunun alınacağını belirtiyor.
ÖNCE TELSİZLE SORGULAMA
Bu girişten sonra şimdi hadiseye geçelim ve Dışişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, IRINI karargâhı, AB Komisyonu ve Dışişleri Bakanlığı’nın bu konudaki açıklamaları ışığında yaşananları büyüteç altına yatıralım.
Olay geçen pazar günü başlayıp pazartesine uzanan bir akış içinde, Libya’nın başkenti Trablus’un 200 kilometre doğusundaki Misurata Limanı’na gitmekte olan “MV Roseline A” adlı ticari kargo gemisinde meydana geldi. Dışişleri’ne göre gemi Ambarlı’dan, IRINI’ye göre Kocaeli Yarımca Limanı’ndan kalkmıştır. Libya’da BM’nin tanıdığı Ulusal Uzlaşı Hükümeti’nin kontrol ettiği bölgede kalan Misurata’da TSK’nın bir askeri harekât merkezi bulunuyor.
Gelişmeler IRINI’ye tahsisli Alman firkateyni Hamburg’un açık denizde Bingazi’nin 160 mil kadar kuzeyinde Türk kargo gemisinin kaptanını telsizle sorgulamasıyla başladı. Dışişleri’nin açıklamasına göre, sorgulama “sabah saatlerinde” yapıldı. Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre ise gemi saat 12.30’da sorgulandı. Sorgulama aşamasında kaptan geminin yükü ve seferi hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir.
ARAMA İÇİN İZİN İSTENİYOR
Paylan, üsteliyor “Kaç kişi?” diye.
Tartışma konusu, COVID-19 testi pozitif çıkan ancak hastalık belirtisi göstermedikleri için sayıları kamuoyuna açıklanmayan kişiler... Muhtemelen toplamda yüz binlerce, yüz binlerce insandan söz ediyoruz.
Yer, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu. Geçen çarşamba günü Sağlık Bakanlığı’nın 2021 yılı bütçesi görüşülüyor. Komisyondaki görüşmelere damgasını vuran konu, tahmin edileceği üzere COVID-19 salgını.
Tabii konu COVID-19 olunca, testi pozitif çıkan vakaların –belirti (semptom) göstermiyorsa- kamuoyundan saklanması, yalnızca belirti gösterenlerin ‘hasta’ başlığı altında açıklanması meselesi bir kez daha sıcak bir başlık halinde Koca’nın karşısına çıkıyor. Muhalefet partilerinden söz alan pek çok milletvekili, son olarak da Paylan bu konuyu açıyor.
Derken oturumun sonunda bütün bu eleştirileri yanıtlarken şöyle konuşuyor Sağlık Bakanı:
“Burada özellikle biz Bilim Kurulumuzla önümüzdeki günler bu konuları tartışıp -altını çiziyorum- ‘toplam vaka’ başlığı altında, ‘yatan hasta’ başlığı altında ‘hasta’ başlığı altında ne varsa bunun hepsini kamuoyuyla nasıl paylaşacağımızı, tabloda nasıl göstereceğimizi de tartışıp göstermiş olacağız.”
Bakan, ayrıca COVID-19 testi pozitif çıkan herkesin HES (Hayat Eve Sığar) koduna işlendiğini belirterek, “HES kodunda gördüğünüz bütün vatandaşlarımız... Pozitif olan herkes orada” diye ekliyor.
Paylan