Paylaş
Türkiye’nin en büyük deniz taşımacılığı şirketi olan, alanında dünya sıralamasında 25’inci gelen Arkas Holding’e ait bir kargo gemisine Libya’ya silah götürdüğü şüphesiyle Avrupa Birliği tarafından askeri operasyon düzenlenmiştir.
BM’nin Libya’ya uyguladığı silah ambargosunu denetlemek üzere AB’nin geçen mart ayında başlattığı IRINI olarak adlandırılan bir askeri denetim mekanizması çerçevesinde düzenlenen bir aramadan söz ediyoruz. İtalyan bir amiralin başında bulunduğu Roma’daki IRINI Harekât Merkezi’nin yönettiği, sahadaki operasyona bir Yunan amiralin komuta ettiği ve son tahlilde baskının icrasını bir Alman firkateyninden helikopterle Türk gemisine intikal eden askerlerin yaptığı bir operasyon.
Avrupa Komisyonu’nun himayesinde İtalya, Yunanistan ve Almanya olmak üzere işbirliği içinde hareket eden üçlü bir ortaklık çıkıyor Türkiye’nin karşısına.
BÜTÜN SUÇ YUNANİSTAN’DA MI?
En kritik soruyu yöneltelim. AB, ne olmuştur da Türkiye’de bu kadar tepki yaratması ihtimalini göze alarak bu baskını yapabilmiştir?
Dünkü yazımızda dikkat çektiğimiz gibi, sahadaki operasyonu yürüten komutanın IRINI karargâhının ‘Harekât Başkanı’ konumundaki Yunan bir amiral olması, Ankara’daki resmi çevreleri işin gerisinde Yunanistan faktörünün de rol oynadığı tezine götürüyor. Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında uygulama sırasında denizdeki gemilere komuta eden (Yunan) operasyon komutanının “yanlı ve duygusal davrandığı”nın belirtilmesi, Yunanistan’a atfedilen role açık bir göndermedir.
Bir an için her şeyin Yunanistan’ın başının altından çıktığını varsayalım. Ancak baskına ilişkin gün ışığına çıkan bütün detaylar, gelişmelerin seyrinde Yunan amiralin kritik bir rol oynamasına karşılık, diğer aktörlerin de tam bir ekip ruhu içinde hareket ettiklerine işaret ediyor.
Ayrıca, bu kadar uzun süren bir operasyon sırasında muhtelif kademelerde rol alan farklı ülkelerden askerlerin kendi ulusal komutanlıklarıyla temas etmemiş olmaları da işin tabiatına aykırıdır. Keza, hadise esnasında IRINI karargâhında baskının dayandırıldığı hukuki tezleri ortaya atan, müzakerelerin önemli bir bölümünü yürüten hukuk müşaviri de bir İtalyan hukukçudur.
O zaman Yunanistan faktörünü yok saymamakla beraber başka ihtimallere de bakmalıyız.
BOŞ ÇIKAN İSTİHBARATI KİM VERDİ?
Sorumuza dönersek, akla yakın bir ihtimal şu olabilir: Baskın geminin Libya’ya silah sevk ettiği yolundaki kuşkular üzerine yapılmıştır. Operasyonda etkin olan bazı aktörlerin gelen bir istihbarata çok güvenip, Türkiye’yi Libya’ya silah sevk ederken suçüstü yakalayıp, bütün dünyaya teşhir etmek gibi bir niyetlerinin bu olayda ciddi bir rol oynadığı öne sürülebilir.
Hangi kuşkular üzerine IRINI karargâhında düğmeye basılmıştır? Bu konudaki istihbarat nereden gelmiştir? Bunları bilebilecek durumda değiliz. Tek bilebildiğimiz, Türkiye’nin gemiye çıkılmasına izin vermediğini IRINI karargâhına resmen bildirdiği halde hukuk dışı bir şekilde saatlerce sürdürülen bu aramada operasyonu tetikleyen istihbaratın doğru çıkmadığıdır.
Bu arada, baskının nedeni konusunda Türk kamuoyunda çok yaygın destek bulan bir teze de dikkat çekmeliyiz. Bu tez, AB’nin bu baskını Türkiye’nin genelde Doğu Akdeniz’de hidrokarbon kaynaklarının keşfi faaliyetlerinde izlediği, birçok AB ülkesi ile çatışmaktan çekinmeyen aktif politikalarına karşı bir uyarı olarak yaptığı görüşünden yola çıkıyor.
Bunu tamamlamak üzere, baskını AB içinde Türkiye’nin Libya’da aktif bir rol oynamasından duyulan rahatsızlığın bir ifadesi olarak da gören, Türkiye’den Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ne giden desteği caydırmaya dönük bir uyarı şeklinde değerlendiren yorumlara da rastlamak mümkün.
BUGÜNE DEK BEŞ GEMİ BASKINI OLDU
Bu noktada Türkiye’deki karar vericiler arasında IRINI harekâtının ağırlıklı olarak Türkiye’nin Akdeniz’deki hareket serbestisini durdurmak için kullanıldığı yolunda kuvvetli bir görüşün olduğu da vurgulanmalıdır.
IRINI çerçevesinde bugüne dek beş gemide baskın yapılmıştır. Bu aramalardan üçü Türkiye’deki limanlardan demir almış gemileri hedef almıştır. Ancak geçen ekim ayında aranan iki gemi de Türk bayrağı taşımadıkları için durum kamuoyunda fark edilmemiştir. Her ikisinde de bir şey bulunmamıştır. Ayrıca, 10 Eylül’deki birinci baskının Birleşik Arap Emirlikleri’den kalkmış bir gemiye düzenlendiğini ve taşıdığı “jet yakıtı” askeri nitelikli bulunduğu için geminin Libya’ya girişine izin verilmediği de bu vesileyle hatırlatılmalıdır.
TÜRKİYE İLE AB ARASINDA EMNİYET SÜBABI KALMADI
Her halükârda değindiğimiz yorumlar ve bunlar üzerinden şekillenen algıların önümüzdeki dönemde Türk kamuoyunun hadiseye bakışında belli bir etki yaratacağını söyleyebiliriz.
Bu arada, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin özellikle son dönemde tümüyle rayından çıkmış bir şekilde seyretmekte oluşunun, böylesine nahoş bir hadisenin yaşanabilmesini mümkün kıldığı da inkâr edilemez.
Bunu gösterebilmek için şimdi bir başka soruya yanıt arayalım: Bugün Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler –bütün sorunlara rağmen- karşılıklı güvene ve yapıcı bir diyaloğa dayanan bir atmosferde yürüyor olsaydı, Türk bayrağı taşıyan “My Roseline A” adlı gemiye bir AB operasyonuyla askeri tim indirilebilir miydi?
Muhtemeldir ki böyle bir şey yaşanmazdı. Yine muhtemeldir ki, IRINI karargâhının İtalyan komutanı bu yönde bir talep geldiğinde “Arkadaşlar, bir Türk gemisi, ne yapıyoruz?” diyerek frene basardı. Yunan amiral –varsayalım- işgüzarlık yapıp bütün karargâhı Türkiye’nin üzerine sevk etmek istese bile, Alman firkateyninin komutanı “Türk gemisine mi çıkacağız, bir dakika” diyerek, telefona sarılıp Berlin’i arardı. Telefonlar çalışır, üst düzey karar vericiler devreye girer ve herhalde farklı bir süreç işlerdi.
Bu yönüyle bakıldığında, tanık olduğumuz hadise Türkiye ile AB arasında ilişkilerin nasıl bir yörüngesizlik içinde talihsiz bir şekilde yol almakta olduğunu gösteren göz açıcı bir vaka olarak görülmelidir. Türkiye ile AB arasında Akdeniz’in ortasında böyle bir kazanın yaşanmasını önleyecek hiçbir emniyet sübabının kalmadığı görülüyor.
NATO MÜTTEFİKLERİ ARASINDA GEMİ BASKINI
Tabii yaşanan krizin NATO açısından da düşündürücü bir tarafı var. Üçü de NATO üyesi olan Almanya, İtalya ve Yunanistan, yine NATO üyesi Türkiye’nin bayrağını taşıyan bir gemiye baskın düzenleyebilmiştir. Bu bir NATO operasyonu olmasa da silahların da taşındığı bu krizde karşı karşıya gelen ülkelerin NATO kimlikleri taşımaları askeri ittifak açısından rahatsız edici bir görüntüdür? NATO üyeleri birbirlerine baskın veren müttefikler haline gelmiştir.
Bu arada, özellikle baskını icra eden Alman askerlerin hareket tarzlarının Ankara’da ciddi bir şekilde not edildiği anlaşılıyor. Gemi mürettebatına suçlu muamelesi yapılması, üstlerine silah doğrultarak ellerini başlarının üstüne koymalarının söylenmesi, personelin bir araya toplanarak enterne edilmesi, gemiden bütün iletişimin engellenmesi gibi uygulamalarda ciddi bir ölçüsüzlük, orantısızlık sergilenmiştir.
Enterne etme eylemi sırasında geminin seyir emniyetinin de tehlikeye düştüğü raporlara yansımış bulunuyor. Bunların çoğu, AB Komisyonu’nun arama sırasında “IRINI timinin en yüksek düzeyde profesyonellik sergilediği” şeklindeki açıklamasını tekzip eden uygulamalardır.
AB ZİRVESİ ÖNCESİ
Olay AB’nin 10-11 Aralık tarihlerinde düzenlenecek ve Türkiye açısından bir hayli kritik geçeceği anlaşılan AB Zirvesi öncesinde meydana gelmiştir. Bu yönüyle zaten çok sayıda zor meselenin iç içe geçmesiyle bir kördüğüme dönüşmüş olan Türkiye-AB diyaloğu, zirve öncesinde ek bir krizin basıncı altına girmiştir.
Üstelik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir süredir AB ile ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde mesajlar verdiği bir zamanlamaya denk gelmesi, bu hadisenin bir başka dikkat çeken yönüdür.
Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin son krizin gösterdiği gibi tam bir savrulma halinde olması ne AB ne de Türkiye’nin yararınadır. Bu zirvenin karşılıklı olarak atılacak adımlarla Türkiye-AB ilişkilerindeki kötü gidişi durdurması sağduyunun gereğidir.
Paylaş