◊ 12 Haziran, İkizler erkeği... Nesi daha zor: Çabuk sıkılma özelliği mi, değişken ruh halleri mi?
- 12 Haziran’da doğdum ama İkizler değilim. Ameliyatla aldırdım. Yerine bir burç kokteyli yaptılar. Ferahladım. Yoksa çekilecek ızdırap değil İkizler olmak. Sen iyisin de o mendebur ikizin hep işleri karıştırıyor.
◊ ODTÜ’de psikoloji eğitimi aldın. İllüzyon yaparken işe yarıyor mu, hiç alakası yok mu?
- Temel psikoloji, özellikle de algı psikolojisi bilmeden sihirbazlık yapılamaz. Yapılırsa karikatür olur. Sahneye sihirbaz diye çıkarsın, maymun olarak inersin.
◊ Susam Sokağı’nın senaryo yazarlarındansın. Tarafını seç: Kurabiye Canavarı mı, Kırpık mı?
- Kurabiye Canavarı benim tek kahramanım. “Süper gücünüz ne?” diye soruyorsun elemana “Kurabiyeeee” diyor. Susam Sokağı’nı yazdığımı duyan biri dedi ki “Abi, benim çocukluğum onu izlemekle geçti”. Benim çocukluğum da onu yazarak geçti. Bıdıdıktım Susam Sokağı’nı yazarken.
◊ Bilgi Ünivesitesi’nde “Kaos Yönetimi” üzerine yüksek lisans dersleri verdin. Hakikaten böyle bir ders var mı, kaostan mı besleniyorsun?
Ünlü şef Mehmet Gürs’ün Şişhane’deki Mikla’sı bu yıl yine dünyanın en iyi restoranları arasına girdi.
Mikla, Fifty Best’in 2015’ten beri gediklisi. Listeye altıncı girişi bu.
Geçen gün Mehmet’i tebrik ettiğim yazıda şunu merak etmiştim:
Pandemide restoranlar kapalıydı. Onlar açık olsa sınırlar kapalıydı.
Listeyi belirleyen jüri üyeleri restoranları nasıl gezip puan verdi?
Bu yazı üzerine Mehmet Gürs aradı. Doğru bir soru olduğunu söyleyip açıklama yaptı.
Meğer verilen puanlar geçen yıldan kalmaymış.
Amerika kıtasıyla ‘Bizden size kim düşer’ oynar gibiyiz: Biz, New York’a Türk Evi dikmekle meşgulken aynı sıralarda Kübalılar da Beyoğlu’nda bir Küba Evi açtı: La Bodeguita İstanbul.
‘Küba Evi’ dendiğine bakmayın, özel bir işletme burası. Tam adı, La Bodeguita del Medio. Aslında başkent Havana’daki bir ara sokakta, kendi halinde mütevazı bir kulüp. Mojito’yu bulan bar. Kapısına gittiğinizde bir kokteyl için bir saat sıra beklemenizin nedeni, Kübalıların ağırkanlılığı ve rahatlığı olduğu kadar, turistlerin yoğun ilgisi. Çünkü burası Nobel ödüllü Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in her gün mojito’sunu hüplettiği yerdi bir vakitler.
Sosyalist Küba açılıp serpildikçe İtalya, Arjantin, Meksika gibi yerlerde şubelikler vermeye başladı. Uzun yıllar Küba’da yaşadıktan sonra yolu İstanbul’a düşen Anna Ferrara da İstanbul’da bir tane açmaya karar verdi. Tıpkı Havana’daki orijinal La Bodeguita’ya benzer, tek katlı, alınlıklı bir mekân buldu. Beyoğlu’ndaki bu mekâna ‘kanı’ kaynamıştı çünkü bina, adını İtalyan müzisyen Giuseppe Donizetti’den alan Palazzo Donizetti’ydi.
Havana’daki bar, mojito’yu bulan mekân olarak nam saldı.
-Ne şirin:
Ebru Şahin’e evlilik teklifini “Yüzük geçen seneden beri bendeydi. Cesaretimi topladım” diye anlatan Cedi Osman... Kime, ne zaman, ne teklif edeceğin belli olmaz. Yüzük hep cepte olacak.
- Ne lüzumsuz:
Emel Sayın’la bir dönem 3 ay birlikte olduğunu açıklayan Mehmet Ali Erbil... “Ama neden ayrıldığımızı açıklayamam” diyor. Keşke bunu da hiç açıklamasaydın.
-Ne tuhaf:
Sevgilisiyken Seçil Gür’e “Anne” diye hitap eden Serdar Ortaç... “O bir bebek gibi” diyor Seçil Gür. Keşke daha da tuhaflaşmadan sevgili mi arkadaş mı, ne oldukları bir belli olsa artık.
-Ne zor:
“2 yıldır zor bir dönem geçiriyordum. O yüzden pek bir şey üretmedim, ürettiysem de zorlanarak ürettim. Aleyna geri dönecek, söz...”
Sonra uçağa bindiği gibi soluğu Londra’da aldı:
“4 ay sonra görüşürüz. Ben gidiyorum millet...” İyi fikir bence. Madem kötü zaman geçiriyor, madem üretemiyor, tebdili mekânda ferahlık vardır.
Üstelik gittiği yer de kafasının doluluğunu boşaltabileceği, boşunu doldurabileceği, dünyanın en ilham verici şehirlerinden biri.
Fırsat bilip biz de bir Aleyna detoksu yapsak o sırada...
Çünkü sayılı gün.
Salgın başladığından beri kalabalık yerlerde elbette bulundum. Ama hep açık havada. 1.5 sene sonra ilk kez kapalı bir alanda kalabalığa karıştım.
Cuma günü Zorlu PSM’de klasik baleyi modern dansla birleştiren Companía Nacional de Danza de Espana’nın şovu vardı.
Sergiledikleri gösteri de “Benois de la Danse” ödüllü “Carmen” olunca dayanamadım, kendimi kapıda HES kodu gösterip ateş ölçtürürken buldum.
Görevliler çok titiz davranıyor, maskeyle gitmişseniz bile yeni maske verip değiştirmenizi istiyorlar. Kapalı alanda o kalabalıkla insan kendini biraz tuhaf hissediyor tabii.
Neyse ki kapı açılış saati erkendi ve girişte yığılma olmadı.
Oturma düzeni bir dolu bir boş olacak şekilde oluşturulmuş. Bir ön ve bir arka sıranızda da kimse oturmuyor, boşlukları öyle denk getirmişler.
“Gösteri sırasında maskesini çıkaranlar salonun dışına alınacak” anonsu biraz iç ürpertici oluyor ama anksiyeteyi çabuk atlatıyorsunuz.
Gıda mühendisisiniz. Bir gurme için avantaj mı, dezavantaj mı?
- Avantaj, çünkü herhangi işlenmiş bir gıda ürünüyle alakalı kül yutma ihtimalim pek yok. Mesela bir ürünün lezzeti iyi olsa bile üretiminde kullanılan şeyleri bildiğim için kendim de yemem, çevreme de yedirtmem. Mesela aflatoksin oranı yüksek olma ihtimali olduğu için üniversite yıllarından beri kuru incir yemem.
Sri Lanka’da tarçın ormanlarında hasada katılan Ebru Erke, daha sonra tarçın akademisinde üretim de yapmış.
Gastronomi yolculuğunda aile kültürü mü daha önemlidir, sonradan edinilen çevre mi?
- Her zaman aile. Hele de her an, herkesin birbirinin gözünü oymaya hazır olduğu bizim sektörde... Çok garip gelebilir ama profesyonel gastronomi çevresinde herkesle ilişkim belli mesafede. Arkadaşım çok var ama dostum yok bizim sektörden.
“Kahvaltı” adında bir kitabınız var. Köy kahvaltısı gerçek mi, sonradan uydurulmuş bir şehir kavramı mı?
Yaptığı büyük gaftan sonra çektiği özür videosundaki yıkıklığına üzülmemek elde değil Serdar Ortaç’ın.
Kaş yapayım derken başına iş aldı, göz çıkarıp döndü Adana’dan.
Sanki hayatında her şey iyi gidiyormuş, hiç derdi yokmuş gibi...
Madden, manen, duygusal olarak, kariyer olarak, sağlık açısından çok yorgun bir adam Ortaç.
Bir kere onun har vurup harman savurduğu yıllardaki müzik piyasası yok artık.
Olsa bile bir dönemin “hit makinesi” Serdar Ortaç eskisi gibi üretemiyor.
Çünkü sağlık deseniz: