Paylaş
Ünlü şef Mehmet Gürs’ün Şişhane’deki Mikla’sı bu yıl yine dünyanın en iyi restoranları arasına girdi.
Mikla, Fifty Best’in 2015’ten beri gediklisi. Listeye altıncı girişi bu.
Geçen gün Mehmet’i tebrik ettiğim yazıda şunu merak etmiştim:
Pandemide restoranlar kapalıydı. Onlar açık olsa sınırlar kapalıydı.
Listeyi belirleyen jüri üyeleri restoranları nasıl gezip puan verdi?
Bu yazı üzerine Mehmet Gürs aradı. Doğru bir soru olduğunu söyleyip açıklama yaptı.
Meğer verilen puanlar geçen yıldan kalmaymış.
Geçen yıl Belçika’da yapılacak olan organizasyon salgından dolayı iptal edilince puanlar bu seneye devretmiş. İsteyen jüriye de puanlarında, sıralamasında değişiklik hakkı verilmiş.
“Ama bu tür değişikliklerin çok sınırlı olduğunu tahmin ediyorum” diyor Mehmet.
Yani aslında bu sene değil geçen yıl girmiş listeye.
E o zaman Fifty Best bunu niye 2021 olarak duyuruyor ki? 2020-2021 deseler kimsenin itirazı olmayacak.
Bülent Ersoy’un suçu yok ama...
KKTC’ye sahte PCR testiyle girerken yakalanan Türkiyeli müzisyenlerin durumu gittikçe içinden çıkılmaz bir hâl alıyor.
Bülent Ersoy’un arkasında çalmak için adaya giden orkestra üyeleri, Kıbrıs kanunlarına göre yaklaşık 1 aydır adada tutuluyor.
Şimdi tutuklanmaları gündemde. Evrakta sahtecilik suçuyla 6’şar yıldan bahsediliyor.
KKTC’li yetkililere “Yasalarınızı uygulamayın” demek de olmaz...
Diplomatik olarak ne yapılabilir, bilmiyorum.
Elbette ki birinci derece suçlu, test yaptırmadan sonucunu kullanmak isteyen müzisyenler.
Ama daha büyük suçlu bu sahte PCR testlerini tanzim edip onlara servis edenler.
Bülent Ersoy’un bunda hiç suçu yok. Muhtemelen organizasyon aşamasında yenilmiş bir halt.
Suçu yok ama bu, sorumluluğu olmadığı anlamına gelmez.
Çünkü 6 yıl yatma tehlikesiyle karşı karşıya olanlar onun orkestrası, onun ekibi.
İnsanlar “Bülent Ersoy’un arkasında çalacağız” diye, onun ismine güvenerek kalkıp bir yerden bir yere gidiyor.
Eli-eli kolu uzun, güçlü bir kadın Bülent Ersoy.
Kimi arayacaksa, kimlere ulaşacaksa ne yapıp edip orkestrasını kurtarması lazım oradan.
Çünkü kimse detaylarla, öncesiyle, sonrasıyla ilgilenmez.
Tarkan cuk oturur
Daha önce “Müslüm”, “Naim” gibi biyografik filmlerin yapımcılığını üstlenen Mustafa Uslu, şimdi de Zeki Müren’in hayatını çekecekmiş; “Sanat Güneşi” rolü için de Tarkan’ı istiyormuş.
Başta Çağlar Çorumlu, bir sürü yetenekli oyuncu varken “Neden Tarkan?” diye düşünüyor tabii insan.
Halbuki Zeki Müren’in gördüğü ilgiye, sevgiye, popülariteye en yakın isim Tarkan.
Onun neler yaşadığını, nasıl hissettiğini Türkiye’de belki de en iyi anlayabilecek isim.
Hemen her konuya yeteneği de malum... Dolayısıyla “Neden Tarkan” sorusuna şöyle yanıt verebiliriz: “Neden olmasın?”
CIP’de neden para alınıyor?
Business yolcuysanız ya da yılda belli bir miktarın üzerinde uçuyorsanız havaalanında uçağınızı beklerken size ayrılan CIP salonunda bekleyebiliyor, çay-kahve gibi ikramlardan yararlanabiliyorsunuz.
Hemen her havayolunun “iyi müşteri”sini hoş tutmak için yaptığı bir uygulama.
Türk Hava Yolları’nda da var haliyle. Fakat son iki seferdir Sabiha Gökçen’de CIP’ye girebilmek için 50 lira ücret istiyorlar.
Otomatikman bilet fiyatı yükselmiş gibi oluyor. Üstelik hizmet de yok, 50 liraya: Yediğiniz poğaça, içtiğiniz çay... Sorun nereden kaynaklanıyor bilmiyorum ama koskoca THY istese bunu düzeltebilir herhalde.
Paylaş