Bülent Ersoy, Kıbrıs’ta 1 ay tutuklanıp salıverilen orkestrasından gelen tepkiler karşısında resmen çıldırdı. Bağlandığı yayınlar ve yaptığı açıklamalarda beddualar okudu, hapis yatıp çıkmış insanları bir de kendisinin mahkemeye vereceğini açıkladı.
Yetmedi...
“Bunlar zaten Roman” gibisinden, kendine, geçmişine, mücadelesine hiç yakışmayan bir ayrımcılık...
Eğer bir mahkeme konusu varsa, asıl burada var. Ama bence Bülent Ersoy karşısındaki insanlarla değil, vicdanıyla kavga ediyor özünde. O da çok iyi biliyor ki ekibindeki insanlar tutuklanırken...
Koştur koştur Kıbrıs’taki çantacısına gitmesi yanlıştı.
O da çok iyi biliyor ki bu iş İbrahim Tatlıses’in avukatlarına değil, öncelikle kendisine düşerdi.
O da çok iyi biliyor ki bu insanlar hapiste korona kaptıklarında...
“Aşk Doktoru” olarak bilinen davranış bilimleri uzmanı Aşkım Kapışmak, Best Model’a katılan genç bir danışanının, organizatör Erkan Özerman tarafından suiistimal edildiğini öne sürdü.
Durumun ciddiyetiyle kendisi baş edemeyince danışanını bir psikiyatr hocasına yönlendirmiş.
Önümüzdeki dönemde belki o hoca da konuşacak. Sonra belki başkaları da...
Aslında gerek de yok. Şu ana kadar söylenenler bile yeterince vahim.
Ülkeye hem yurtiçinde hem yurtdışında büyük katkılar sağlayan dev bir marka Best Model.
Kenan İmirzalıoğlu, Burak Özçivit, Çağatay Ulusoy, Kıvanç Tatlıtuğ, Deniz Akkaya gibi isimleri Türkiye’ye kazandırmakla kalmadı...
Başka ülkelere lisans vererek organizasyonun uluslararası olmasını sağladı. Şimdi gözümüzün önünde parça parça dökülüyor.
Bu sene bomontiada’nın üç farklı mekânına yayılarak ziyaretçilerine geniş bir keşif alanı sunan Mamut Art Project sergisinden ilham veren işleri seçtim.
Sosyal medya çocukça bir şey mi?
Video sanatçısı Ayris Alptekin’in ‘@92’den_beri Hayatımı Kurguluyorum’ ismini verdiği çalışması bugününden çocukluğuna, çocukluğundan da bugününe bakıyor. Bunun için babasının çocukluğundan ergenliğine kadar çektiği 50’ye yakın videoyu kullanmış. Bu görüntüleri “Günümüz sosyal medya pratiğinin atası” olarak yorumluyor. Çocuk yaşlarda ‘gösterme-görülme’, ergenlikteyse ‘görünmeme’ isteğinden yola çıkarak gündelik hayatı paylaşma/sergileme arzusunu tartışıyor.
Sinema insanı sömürüyor mu?
‘Pasif bir yumruğu ışıklara kazımak’ adlı eserinde sanatçı Batınay Ünsür, anaakım sinema ve gişenin diktatörlüğünde seyircilerin sömürülüp sömürülmediğini tartışıyor. Kamerasıyla topladığı görüntüleri bir araya getirerek asıl anlam kurucunun senaryo değil, görüntülerin bir araya gelme şekilleri olduğunu savunuyor.
Birileri sürekli bizi mi gözetliyor?
Damla Sari ‘Gelsin, Yüzüne de Söylerim’ adlı çalışmasında herhangi bir evde karşımıza çıkabilecek üç sandalyeyi kullanarak birçok izleyiciye tanıdık bir his yaşatıyor. Eserin kamerasına yüzünüzü okuttuğunuzda üç sandalye de sizi takip ediyor. Tıpkı mahallede bizi izleyen meraklı teyzeler gibi.
Tarkan’ın Trendyol, Cem Yılmaz’ın Hepsiburada reklamları ardı ardına düştü ekrana. O kadar da sık dönüyor ki reklamlar, zap yaparken bir Tarkan, bir Cem, bir Tarkan, bir Cem geliyor önümüze.
Bu “pişti” planlı bir şey miydi, yoksa firmalar için kötü mü oldu bilmiyorum. Ama pandemide her ikisine de hasret kaldığımız için bizim için şahane oldu.
İlk dikkati çeken Tarkan’ın nasıl ışıl ışıl parladığı. Elbette gözaltları, kazayakları biraz belirginleşmiş ama 49 yaşındaki Tarkan sanki 20 yaş gençleşmiş gibi.
Üstelik reklamda en sevdiğim şarkısını söylüyor: “Gül Döktüm Yollarına”... Yine de bir-iki küçük eleştiri yapmadan geçemeyeceğim.
Birincisi, Tarkan’a doyamadık.
Sanki onun değil, kuryenin reklamı gibi. Ama devam filmlerinde alırız herhalde hevesimizi.
Sonra biraz da ‘şaşkaloz’ bir kurye, paketi kime götür-düğünü bile bilmiyor. Sanki 20 tane Tarkan Tevetoğlu var piyasada.
Feyza Aktan ile Özcan Deniz’in korkunç ayrılıklarını, “daha ne kadar çirkinleşebilir” diyerek hayretler içinde izliyoruz.
Mala çökme, evden kovma, eve kamera kurma, şiddet, tehdit, hakaret...
Ne ararsanız var.
Hepimiz utanarak, sıkılarak, bıkarak izliyoruz.
En son bir kamera kaydı düştü ekranlara: Özcan Deniz eski eşi ve çocuğunun ikametgâhına gidiyor; Feyza Aktan, Özcan Deniz’e saldırıyor, üstünü başını yırtıyor.
Özcan Deniz elini bile kaldırmıyor, sadece “maruz kalıyor” olup bitene.
Ağustos başında “Aşısızlar için çember daralıyor” diye bir yazı yazmıştım. Bugün artık bize normal gelen “girişte HES kodu taraması” gibi kurallar bütün dünyada daha yeni yeni oluşuyordu. Dünyadan çeşitli örnekler vermiş, gidişatın bu yönde olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
Aman ne tepki aldım, ne tepki aşı karşıtlarından. Aradan 3 ay geçmedi, sinemadan stada, toplu ulaşımdan işkollarına, o zaman düşünemeyeceğimiz önlemler artık gündelik hayatın bir parçası. Bu hafta itibarıyla aşı karşıtlığı konusunda yeni bir döneme geçmiş bulunuyoruz.
Belçika’nın ikinci büyük kenti Anvers’te bir aile hekimi, aşı olmayanlara artık bakmayacağını açıkladı.
Gerekçesi şu: “Aşı olmamanız, sizin tıbba, dolayısıyla bana da güvenmediğinizi gösteriyor. Madem öyle, niye bize geliyorsunuz ki?”
Böyle bakınca doktor yerden göğe kadar haklı tabii:
“İnternette kimleri okuyup aşıyı reddettiysen, şimdi git, seni onlar iyileştirsin” demeye getiriyor.
Doktora birçok meslektaşı da destek verdi, ülkenin Aile Hekimleri Derneği de sağlık riski durumunda doktorların, aşılanmamış kişileri reddedebileceğini açıkladı.
◊ Eğer sizin gibi pop müzik yapsalardı, hangi davudi sesli sanatçı rakibiniz olurdu: Ruhi Su mu, Hasan Mutlucan mı?
- Ne demek, haddim olur mu hiç? Saygıyla eğilirdim. Hay Allah, popçu olarak düşünemedim onları şimdi.
◊ Unkapanı’nda plakçı arşınlayıp parklarda sabahladığınız zamanlar olmuş. Hayatınız bir film olsa macera mı olurdu, romantik mi?
- Kesinlikle dramatik-macera. Adı da “Tek Başına”...
◊ Eczacılık okuyup uzun yıllar İstanbul Harbiye’de eczacılık da yaptınız. Nesi daha zor: İlaç isimlerini ezberlemek mi, doktorların yazısını çözmek mi?
- Gazi Üniversitesi’nden dereceyle mezun olmuş ama ticareti becerememiş eczacıyım ben. Başarısız oldum. Lüzumsuz ilaç kullanımına karşı hastaları uyarıp evde yapılabilen karışımlara yönlendirirdim. Battım tabii. İlaç ana maddelerini bilirdik ama firmaya göre jenerik isimler değişirdi. Çok zordu. Doktorların yazısına gelince... Zaman içinde beceri kazanıyor, gelişinden anlıyorsun.
Hollywood’la birlikte bütün dünya şokta. İnanılır gibi değil: Alec Baldwin “Rust” filminin çekimleri sırasında kurusıkı tabancayla filmin yönetmeni ve görüntü yönetmenini yaraladı, yaralılardan biri hastanede hayatını kaybetti.
Herkes olayın bilinen ve bilinmeyenlerini tartışıyor.
İlk bilinmeyen şu: Film setinde ölüme sebep olabilecek gerçek silah ve gerçek mermi ne arıyor?
“Yapım ekibinin sorumsuzluğu” diyen var.
Mümkün. Setlerde benzer olaylar daha önce de yaşanmıştı.
Mesela Bruce Lee’nin kendisi gibi aktör olan oğlu Brandon Lee, “The Crow” filminin setinde (1993), Michael Massee’nin kendisine doğrulttuğu silahla “gerçekten” vuruldu. Kan kaybından hayatını kaybetti.
Emre Altuğ da 2006’da “Hasret” dizisinin çekimleri sırasında kurusıkı tabancayla kolundan ve kulağından yaralanmıştı.