Oysaki keşke sessiz kalsaymış.
Çünkü şöyle yazmış Cem Yılmaz:
“Çok ‘az’ kişi yakalanmış gibi ama Uykucu’ya şaşırdım. Beni üzdü. İnşallah yalandır...”
Bakın bu kişi gerçekten suçlu olabilir, yargılama sürecinde ortaya çıkacak.
Ama suçlu bile olsa Cem Yılmaz’ın ‘az’ dediği, bedeninin normal insanlardan az olması. Uykucu dediğine gelince...
İki ayrı Uykucu tanıyoruz. Biri hani şu küçük mavi yaratıkların olduğu Şirinler. Diğeri “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler”deki Uykucu.
Komiklikler, şakalar falan tamam da... Bir insanın doğuştan getirdiği özellikleriyle kafa bulmak da Cem Yılmaz’a çok yakışmadı şimdi. Ne yani cüce insan az insan mı oluyor?
78 yaşındaki Türkan Şoray âşık olmak istediğini açıkladı: “Dünyadaki bütün kitapları okumak istiyorum. 10 lisan öğrenmek istiyorum. Piyano çalmak istiyorum. Sonra da âşık olmak istiyorum...”
Hayat enerjisi, yaşama sevinci, insanları mutlu ve motive etmek diye buna denir. İşte onun için baş tacımız, onun için sultanımız Türkan Şoray.
50 yaşındaki Şevval Sam da benzer bir açıklamada bulundu. İnsanı genç tutan şeylerin merak, heves ve neşe olduğunu söyledi:
“Hayattan çok büyük beklentileriniz olmazsa neşeniz gayet yüksek olur... Ben 40 küsur yaşımda İngilizce öğrendim. 45 yaşımda İspanyolca konuşmaya başladım. Şimdi Yunanca... Hevesim hâlâ var.”
Genç kalmak veya ihtiyarlamak...
Hangisini seçeceğimize bağlı biraz da...
Hande Erçel simsiyah transparan bir elbise tercih etmişti. Hakan Sabancı’ysa onunla uyumlu olarak siyah gömlek, siyah pantolon, siyah ceket giymişti.
Onları çeken muhabirlerden biri Sabancı’ya ceket cebine iliştirdiği siyah gülün yas anlamına gelip gelmediğini sordu.
Sabancı “Yas olsa niye buraya geleyim, böyle soru sorarsan cevabında ne diyelim” diye çıkıştı.
Hande Erçel de ona destek verdi: “Ne kadar değişik bir soru...”
Hakikaten de tuhaf bir soru.
Adam, her ikisinin de simsiyah tarzını tamamlamak için zarif siyah bir gül kondurmuş kıyafetine.
Ne koyacaktı? Kaktüs mü?
◊ Babanız ve anneniz de müzisyen. Müziğinizde nasıl etkileri oldu?
- Çok büyük. Küçükken babam çaldığı zaman (Vakıf Mustafa Zadeh, Azerbaycanlı besteci, piyanist, caz-muğam türünün kurucusu) o kadar etkilenirdim ki dayanamaz, ağlardım. İçinizden geçerdi o müzik. Annemin de (Eliza Mustafa Zadeh, ses sanatçısı. Birlikte Almanya’da yaşıyorlar) çok güzel bir sesi var. Çok zengin bir ton yelpazesine sahip. Sanki ben onların ikisini birleştirdim.
◊ Konserde üçüncü kuşak yeteneğe de tanık olduk: Oğlunuz Ramiz Han piyanoda harikalar yarattı. O da mı müzisyen olmak istiyor?
- Umarım. Ama bu karar ona ait. İleride nasıl bir hayat sürmek istediğine kendi karar verecek. Göreceğiz. Ama asıl önemli olan sınırsız bir şekilde olabildiğince uzun çocukluğunu yaşayabilmesi.
◊ Benimki “Dance of Fire” (Ateş Dansı). Albümleriniz arasında sizin bir favoriniz var mı?
- O durum biraz karışık. Konserlerimizde sıklıkla “Dance of Fire”dan bölümler çalıyoruz ama daha yeni parçalarımız da var. Bunların bir kısmı da Ramiz’den çıktı. Daha 2-3 yaşlarındaydı; kendisi çalamıyordu ama bana melodiyi mırıldanıp “Anne bana bunu çalsana” diyordu. Şu sıralar tam bir Louis Armstrong hayranı.
◊
Nasıl bir kafa yaşıyor bilmiyorum ama orada dur Bay Bilimlier.
90’lar demek Sezen her şeyden önce Aksu demektir. Ülkemize ilk Eurovision birinciliğini getiren öğrencisi Sertab demektir. Levent Yüksel demektir. Tarkan demektir yahu, Tarkan demektir!
Bak düşündükçe sinirleniyorum: Aylin Aslım, Özlem Tekin, Şebnem Ferah... Sibel Alaş, Emre Altuğ, Yaşar... Geçtim onları: Demet Akalın, Hande Yener demektir. Bunun Burak Kut’u, Emre Altuğ’u, Demet Sağıroğlu’su var. Ne bileyim, Gülşen’i, Mirkelam’ı, Fatih Erkoç’u, Göksel’i, İzel-Çelik-Ercan’ı var. İlhan İrem, Kenan Doğulu...
Saydıkça cinlerim tepeme çıkıyor: Serdar Ortaç demektir 90’lar. Leman Sam, Nazan Öncel, Mustafa Sandal, Emel Müftüoğlu, Kerim Tekin...
Var oğlu var: Nalan, Teoman, Rafet El Roman...
Kim bilir daha kimleri unutmuşumdur.
Çok sıkılmış Sayın Bilimlier.
Gelin bu hanımın yıldız falına da biz bakalım. Ondan daha kötü öngörü yapamayız ne de olsa...
◊ Hanım hanım... Eline, beline, diline mukayet ol, bu aralar Merkür kodes evinde retro yapıyor, ben sana söyleyeyim, ne olur ne olmaz.
◊ Hanım hanım... Sana bir iş değişikliği görünüyor. Böyle yaptığın bir işle, iddia ettiğin bir şeyle haksız falan mı çıkmışsın ki, sanki bundan sonra pek kimse sektöründe seni kaale almayacak gibi.
◊ Hanım hanım... Senin geçmişinde tehdit, hakaret, kasten yaralama, uyuşturucu gibi mevzular oldu mu hiç? Bu konular tekrar gündeme gelebilir.
◊ Hanım hanım... Kim öğretti sana bu astrolojiyi. Kimseye kızma, git hocanı sorgula. Kendine faydan yok, elaleme ne bilgiçlik yapacan?
Küçük Emrah, Küçük Ceylan ve Küçük Aleyna
Eskiden Küçük Emrah’ımız vardı, Küçük Ceylan falan. Gümümüzde Aleyna Tilki var genç yaşta şöhret olan.
“Diğer yolculardan ne üstünlükleri var ki” diye düşünenlerin yanında, söz konusu bir erkek takımı olduğunda özel uçak kaldırılmasının ayrımcılık olduğunu savunanlar da var.
Ben de ikinci görüşten yanayım:
Ya hepsine özel uçak, ya hepsine ekonomi.
“Uçakla gidiyorlar işte, daha ne istiyorlar” diye yorum yapan var. El insaf. Yüzerek mi gideceklerdi Amerika’ya.
Bir de şunu hesap etmek lazım:
Bunların her biri 2 metrelik kadınlar.
Ekonomide kolları-bacakları uyuşarak 13 saat uyuyamadan seyahat ettiklerinde nasıl bir performans bekleyebiliriz ki millilerimizden?
Bülent Ersoy’un yastığı
Son dönemde ibrem Getir’den yana kaydı ama hem Getir’in hem de Yemek Sepeti’nin uzun yıllardır müşterisiyim.
Yemek Sepeti’yle ilgili özel bir durumum da var, ilk kurulduğunda Nevzat Aydın’la o küçücük ofisinde ilk röportajı yapan gazeteci de bendim.
“Vay be, ne güzel fikir, benim niye aklıma gelmedi ki” diye hayıflana hayıflana...
Sonra Yemek Sepeti aldı, yürüdü. Yeni merkezlerini son ziyaret ettiğimde o küçük ofis NASA gibi bir yere dönüşmüştü artık.
Türkiye’nin her yerindeki siparişleri dev ekranlardan anlık olarak takip edebiliyor, siparişlerin akışına göre hava durumunu bile tahmin edebiliyorlardı: Eve siparişler arttığına göre, filanca ilçede yağmur yağıyor olmalı...