İnsana “abi” ya da “abla” diye hitap edilmesi şahane bir şey. Koltuğunuz kabarıyor, kendinizi kıdemli ve olmuş hissediyorsunuz.
Ama bunun çok acı, bir sonraki aşaması var:
Size ilk kez “amca” ya da “teyze” dendiği an.
Genellikle de sokakta, hiç tanımadığınız çocuklar tarafından yüzünüze vurulur.
“Ne amcası ya, ben daha gencim” diye haykırasınız gelir ama nafile. Gittikçe artar o “amca”lar, “teyze”ler.
Zamanla da alışıyorsunuz.
Alışamayanlar da Fransız askısı, botoks manyağı oluyor zaten.
Galatasaray’ın yıldız oyuncusu Mauro Icardi ile eşi Wanda Nara arasında sular durulmak bilmiyor.
Bir ayrılıp bir kavuşan çiftten son haber, ünlü futbolcunun restleşme sonrası karısının kredi kartlarını iptal etmesi.
Wanda Nara’nın avukatı Ana Rosenfeld, erkeklerin ayrılık durumlarında bu kredi kartı meselesini zorlayıcı bir durum olarak kullandığını söyledi:
“İlk yaptıkları şey kredi kartını kapatmak ya da çocuklarının yükümlülüklerini yerine getirmemek oluyor...”
AVUKAT HAKLI TABİİ
Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım.
Bir süredir sosyal medyada herkes yerini bulmuştu: Daha yaşam tarzı (lifesyle) olanlar Instagram’da, daha politik olanlar X’te (Twitter), daha goygoycu olanlar TikTok’ta kümelenmişti. Ben taraftar değilim, hepsini seviyorum: X’i ciddi ama gergin, Instoş’u havalı ama fazla makyajlı, TikTok’u komik ama gerçek buluyorum.
Murat Boz’un çıkış şarkısı “Aşkı Bulamam Ben”deki gibi:
“Hiçbirinden cayamam ben...”
Ayrı ayrı mahalleler, hepsinin ayrı güzellikleri var.
Ayrı sıkıntıları da tabii.
Şimdi Instagram kapandı ya birkaç gündür; ister istemez fenomeni, tüccarı, süslüsü, bıçkını aynı semtte, aynı mahallede buluştu.
Daha önce birbirinin sokağından geçmeyenler girişte çarpışmak, çıkışta bakışmak zorunda kaldı.
Elbette bu listenin içinde yüzmilyonsal değişken var.
Mesela yurtdışında bu Türk müzisyenleri dinleyenlerin ne kadarı Türkiye kökenli, ne kadarı “hakikaten yabancı”?
Eğer bunda “gurbetçi” tabir ettiğimiz yurtdışına çalışmak için gitmiş Türklerin bir ağırlığı varsa, o ağırlık ne kadar Türkiye ortalamasını temsil ediyor?
Ve tabii ne kadar “dünya ortalamasını” temsil ediyor?
Memleketimiz Türkiye olunca şunu da sormadan edemiyoruz tabii:
“Yurtiçi tıklanma oranları nasıl manipüle ediliyorsa, acaba bizimkiler yurtdışı tıklanma oranlarını çarptırmanın da bir yolunu bulmuş olabilirler mi?”
Ama ne olursa olsun liste çok ilginç.
Neresi orası? Muğla, Bodrum. Antik tiyatro.
Bugün bir sinema açmak kaç para? İşte adam o zaman koca mermerleri taşıtıp yaptırmış amfitiyatroyu.
O dönem uçak yok, helikopter yok, vinç yok. Ortasına da kimi lahit diyor, kimi altar diyor, bir sunak yaptırmış. Ya kendisine, ya karısına/kocasına, ya anasına/babasına, ya evladına kızına/oğluna... Aradan yüzyıllar geçmiş.
Roma geçmiş, Bizans geçmiş, Osmanlı geçmiş, artık Türkiye Cumhuriyeti.
1970’lerde bir grup Türk tarafından restore edilmiş tiyatro.
O gün bugündür de birtakım etkinlikler, çoğunlukla da konserler için kullanılıyor Bodrum Antik Tiyatrosu.
Ama devamlı ortasındaki bu tarihi eserle gündeme geliyor.
Safiye Soyman 24 yıldır MS hastalığıyla mücadele eden evladı Harun Akaröz’ü solunum yetmezliği sebebiyle kaybetti.
Bilinen, muhtemelen beklenen bir şey bu illetin sonuçları.
Ama gel de anneye anlat: “Ben nasıl dayanacağım” diye haykırıyor.
Safiye Hanım’ın sanatçı dostları dayanışma içinde haliyle. Normali, usturuplusu, münasibi de budur zaten.
Komşunun evinde cenaze varken televizyon bile açmayan bir kültürden geliyoruz.
En azından bizim çocukluğumuzda öyleydi:
Eğlenilmez, gülünmez, kahkaha atılmaz, acılı insanları gücendirecek dünyevi keyifler göze sokulmaz.
Dünya çapında 110 yaş ve üzeri insanları inceleyen LongeviQuest adında bir kuruluş var.
2023’ün aralık ayında bu “eski çınar”lara hayatta en çok nelerden pişmanlık duyduklarını sormuşlar.
İlginç, değil mi? Bir asrı devirseniz, dönüp geriye baktığınızda en çok neleri az yaptığınıza hayıflanırsınız?
Canlı şahitler anlatıyor.
Araştırmanın sonucunda üç pişmanlık başlığı ön plana çıkmış:
◊ Ailemle daha fazla vakit geçirmemek...
◊ Çok çalışmak...
Beş yaz önce...Yunan adası Patmos’tayız iki arkadaş...
Beach’te şezlonglarımıza kurulduk. Bir garson kız geldi. Nasıl güzel:
Boyum kadar bacaklar, adı Katerina.
Verdik siparişlerimizi.
“Nerelisiniz” diye sordu İngilizce.
“Türkiye” dedik.
Üşenmemiş, ezberlemiş: