Zaten böyle bir çıkış da ancak Zuhal Olcay’a yakışırdı: Alanya’da estetik doktorlarının toplandığı FaceCamp 2022’de estetik eleştirisi yaptı. Arı kovanına çomak sokmak gibi.
Ama Zuhal Olcay’a yakıştığı içindir, “Nedir bu kadınları güzelleştirme çabanız!” diye çıkışınca kimse kızmadı, salonda kahkahalar patladı.
Zuhal Olcay’a küçük bir katkı yapmak isterim.
Estetikçiler sadece kadınları değil, erkekleri de güzelleştirme çabasında.
Kadınlar üzerinde olduğu kadar erkekler üzerinde de “güzelleşme” baskısı var.
İşin sadece kadın ayağını dile getirmek, biraz ayrımcılık gibi geliyor bana.
Kadınlar niçin güzelleşmek istiyor? Çünkü erkekler güzel kadına daha çok rağbet ediyor.
Ama aynı şeyi kadınlar da erkeklere yapıyor.
◊ 12 yaşında çocuk hakları üzerine yazdığınız bir oyun UNICEF’in bir yarışmasında dereceye girdi ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelendi. Sizi bu başarı mı tiyatroya itti, yoksa o yaşta kafaya koymuş muydunuz?
- Öyle olmadı o iş... 9 yaşında, o dönem yanmış olan Tepebaşı Tiyatrosu’nun küllerinden doğan deneme sahnesinde “Birlikte Oynayalım” adlı bir çocuk oyunu izlemiştim. Türkiye’nin ilk alternatif sahnelerindendir. Sonra otopark oldu... “Birlikte Oynayalım”da bir bulmaca soruyorlardı, ben bulamadım cevabı. O kadar pratik zekâm yok. Ama onlar da bulmacayı değiştirmeyi akıl etmemişler.
Ertesi gün babaannemden rica ettim, beni tekrar oyuna götürdü. Tepebaşı’nda gelin çıktığı evi de göstermiş oldu hem, özlemiş semti. Ben o bulmacayı defalarca bilerek, köpek rolü oynadım. 3 yıl köpek gibi süründükten sonra UNICEF ile Şehir Tiyatroları’nın Milliyet Çocuk Dergisi’nde oyun yazma yarışması açtığını gördüm. Çocuk hakları üzerine yazdım, dereceye girdi.
◊ Hahambaşı torunusunuz. Bu sahne sevdanız... Cemaatte yadırgandı mı, hoş mu karşılandı?
- Cumhuriyet döneminde tiyatro kuran ilk Yahudi sanatçıyım. Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında sihirbazlar, kuklacılar, dansözler var. Ancak bu popüler eğlence görmezden geliniyor. Yahudiler biraz daha az görünür meslekleri tercih ediyorlar.
1990’lara doğru meslek saygınlık kazanıyor cemaatin gözünde. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Simon Telvi, Boğaziçi’nde Jak Deleon, Şehir Tiyatroları’nda Rozet Hubeş var.
Ben de onların saygınlığından cesaret alıyorum, annem babam da destekliyor. Babam, hahambaşı torunu ama çok iyi bir amatör tiyatrocu.
Gençliğinde Musevi Hastanesi Vakfı gibi yerlerde harika oyunlar oynamış. Çok, çok aydın bir aile yapısı. Ama en iyi okullarda okuma şartı koyuyorlar bana. “Sanatçı olacaksan ol, toplumu aydınlatacaksan bu işi yap ama beğenilmek için yapacaksan mutsuz olursun” diyorlar.
Özgü Namal önceki gece Beyoğlu’ndaki Corridor adlı mekânda eğlendi, yeni imajıyla görüntülendi.
2 yıl önce eşi Serdar Oral’ı kalp krizinden kaybetmiş, birlikte yerleşip 10 yıllık kirasını bile peşin ödedikleri yeni evlerini de terk etmişti güzel oyuncu.
Hayalini birlikte kurdukları yuvanın sefasını tek başına sürmek acı geldiğinden herhalde.
Bilemeyiz ki, belki de her köşesinin, her koltuğunun, bahçedeki her ağacın bin hikâyesi olmasından, öleni hatırlatmasından...
Dayanılması zor şeyler bunlar.
Gece kulübünde görüntülenen Namal ister istemez akıllara şu soruyu getirdi: Eşini kaybeden bir kadının ya da erkeğin yası ne kadar sürmeli?
Bu kayıptan 2 yıl sonra eğlenirken görüntülenmesi yadırganacak bir şey mi?
Özenti olduğunu düşünenler kadar, Halloween’i bahane edip eğlenmek isteyenler de çok.
BUGÜN: 19 PARTİ
◊ İstanbul Beşiktaş Mentalist: 21.00 (Stand up gecesi)
100 lira (0212) 801 20 46
◊ İstanbul Bakırköy Sahne 74: 13.30 (Kore temalı parti, alkolsüz)
Ahmet Mümtaz Taylan’ın “Empati” programına katılan yönetmen Onur Ünlü, Altın Portakal ödülünü neden sattığını anlattı:
“Dört tane vardı, birini sattım. Hayatımı satıyor olmam bir çeşit performans aslında. Hayatımın beş para etmediği ya da beş para ettiğiyle ilgili bir şey. Her ne olacaksa bu dünyada olsun bitsin istiyorum. Ben öldükten sonra yapılacak heykelle, verilecek ödülle, alkışla zerre ilgilenmiyorum, umurumda değil. Hayatımla ilgili ne varsa, o şey para edecekse şimdi etsin. Madden de manen de karşılığını bu dünyada almak istiyorum olup biten şeylerin.”
Ne ilginç bir felsefe değil mi? Oradan gelecek üç-beş kuruşa ihtiyacı olduğu için değil kuşkusuz bu sözler.
Keşke vakti falan olsa da oturup sabaha kadar tartışsak bu meseleyi Onur Ünlü’yle.
Ömür denilen şeyin, yani “bu dünyanın” ne kadar sürdüğünü, nerede başlayıp nerede bittiğini, kişinin doğum tarihiyle ölüm tarihi arasına hapis olup olmadığını...
“Put Şeylere” filmiyle ‘en iyi yönetmen’ dalında ödül kazanan Ünlü, 2020’de satışa çıkardığı ödülün altına “Zaten tahta” notunu düşmüştü.
Niye küçümsemiş ki, anlamadım mesela.
“Bu kadarı ayıp artık” dedi. “Habercilik bu kadar basite mi indi? Neden kafanıza göre haber yapıyorsunuz?” diye sordu Ebru Şallı.
“Hiçbir erkek kadına, çocuğa, hayvana şiddet uygulayamaz. Bunu asla kabul etmem. Babamdan böyle gördüm, erkek çocuklarıma bunu öğrettim” diye çıkıştı.
Kime?
Otomobilin içinde eşi Uğur Akkuş’tan şiddet gördüğü haberini yapan gazeteci Umut Ünver’e.
O kadar emin konuşuyor ki, gözünle görsen kendinden şüphe edersin.
Sonra ne oldu?
Bir tanık ortaya çıktı, olayı bütün ayrıntılarıyla anlattı.
Çocuk düşünmediklerini ama yumurtalarını dondurttuğunu açıkladı Seda Sayan.
Buraya kadar her şey anlaşılır. Menopoza girmekten korkan birçok kadın bu yönteme başvuruyor.
“Ne olur ne olmaz, ileride çocuk sahibi olmak isteyebilirim” diye yumurtalarını dondurtuyor.
Gelelim işin anlaşılmaz kısmına...
Kullanmadığı yumurtalarını satışa çıkaracağını duyurdu Kadırgalı.
Nasıl yani? Ayakkabı-çanta değil ki bu, Letgo’ya koyasın.
Sisi lakaplı sunucu Seyhan Soylu 100 bin liraya talip olduğunu açıkladı yumurtalara.
◊ Hangi hocanızın üzerinizde daha büyük emeği vardır: Haldun Dormen mi, Yıldız Kenter mi?
- Aslında Müşfik Kenter... MSÜ konservatuvarda hocam Müşfik Kenter’di. Bana şu an olmam gereken insanı anlattı her zaman. Haldun Dormen de çok değerli, çünkü kılavuzum oldu. Doğru davranma ve mesleğe saygıyı ondan öğrendim. Yıldız Kenter’e gelince... Kocaman bir çocuk taşırdı içinde ve bir o kadar da belli etmezdi.
◊ Bir oyuncuyu hangi şehir daha çok şekillendirir: Doğup büyüdüğünüz Ankara mı, konservatuvar okuduğunuz İstanbul mu?
- Manevi olarak Ankara, maddi olarak İstanbul. Oyun gücü olarak Ankara, alternatifler olarak İstanbul...
◊ Hayatınız bir film olsa; macera mı olurdu, romantik komedi mi?
- Traji-komik olurdu herhalde. Futbolcu olmak isteyen bir polis çocuğunun oyuncu olmasının dayanılmaz ağırlığı diyelim.
◊ Eşinizle tacize karşı verdiğiniz bir mücadeleniz oldu. Tacizi ispatlamak mı zor, sistem mi yavaş işliyor?