Kendimizle gurur duyacak bir halkız biz. Boş beleş bir gururlanma değil bu. Biliyorum ki ülkenin bir ucunda göçük altında kalsam, öbür ucundan koşup tırnaklarıyla üstümdeki enkazı kazacak insanlarımız var.
Taşıdığı vincin, kepçenin ağırlığına bakmadan benim için zamanla yarışacak kamyonlarımız, TIR’larımız...
Kimseyi, hiçbir çağrıyı beklemeden battaniyeyi, ekmeği, mamayı, sütü yüklediği gibi yola düşecek her şehrin plakasından konvoylarımız...
Gündüz yardım dağıtıp gece soygun olmasın diye enkaz başında bekleyen taraftar gruplarımız...
Ben çıkamasam bile yakınımı, çocuğumu sarıp sarmalayacak gönüllü madencilerimiz, sağlıkçılarımız, öğretmenlerimiz...
40 binin üstünde insanımızı kaybettik. Bu sayı muhtemelen 50 bini geçecek. 100 binin üzerinde bina yıkıldı ya da acil yıkılması gereken durumda.
Kahramanmaraş gibi bir bölümünün yıkılıp yeniden yapılması gereken şehirler, Gaziantep’teki İslahiye, Nurdağı gibi dümdüz edilip baştan yapılması gereken ilçeler var.
Altından kalkılması çok zor, muazzam bir külfet.
Ama benim gözümü bu korkutmuyor.
Fiziki yapılar er ya da geç bir şekilde yerine konur.
Gözümü asıl korkutan, köylü ahlakıyla şehirli kurallılığı arasında sıkışıp kalmış “kasaba kurnazlığı”mız.
Kahramanmaraş’taki yıkımın göbeğinde sapasağlam ayakta kalan iki bina var. Biri İnşaat Mühendisleri Odası’nın, diğeri Mimarlar Odası’nın binaları.
Levent Kulu’nun 5 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta çektiği bir kare. Yıkıntılar arasında gezerken böyle çok sayıda yıkılıp yıkılıp bir buzdolabına, bir kombiye hatta bir kalorifer radyatörüne geldiğinde durmuş beton bloklar gördük.
DEPREM ÇANTASI
Acil Tıp Uzmanı Çelikmen diyor ki: “Deprem çantası dediğiniz şey içine doldurulacaklarla birlikte resmen bavul gibi bir şeye dönüşüyor. Diyelim ki deprem çantanız evde. Bir sallantı hissedildiği anda çoluğu çocuğu bırakıp bu çantaya mı sarılacaksınız?”
- Doğru bir soru. Çünkü biliyoruz ki sarsıntı anında insanlar refleks olarak çocuklarının yanına koşmak istiyor. Kahramanmaraş depreminden sonra korkudan çocuğuyla yatmaya başlayan anneler tanıyorum.
ENKAZ SONRASI
Acil Tıp Uzmanı Çelikmen diyor ki: “Deprem çantası, İkinci Dünya Savaşı’nda metroda sığınakta kalan insanların mama, beslenme, aydınlanma ve battaniye ihtiyacı nedeniyle ortaya çıktı. Enkazdan kurtulanlar en fakir ülkelerde bile bir kuru ekmek, bir tas çorba bulur.”
- Bu da doğru bir tespit. Deprem bölgesinde enkazdan kurtarılan yetişkin ve çocuklar gördüm. Hepsi için saracak bir battaniye veya örtü, verecek bir bardak su ya da bir parça yemek mevcuttu.
SU ŞİŞESİ
Onca üzüntümüzün arasında hepimizi çok şaşırtan olaylar da yaşadık.
◊ İneğini satan Sarıgül Nine’yi...
Kars’ın Akyaka ilçesine bağlı Karahan köyünde yaşayan 70 yaşındaki Sarıgül Kaçan, gelirini depremzedelere göndermek için ineğini sattı. Karşılığında aldığı 13 bin lirayı köyün muhtarı olan oğluyla Akyaka Kaymakamlığı’na gönderdi.
Allah seni başımızdan eksik etmesin kalbi güzel, yüzü güzel, öpülesi elleri güzel ninemiz. Kimse halletmezse sözüm olsun, şu karmaşa bir bitsin, ben alacağım sana ineğini.
◊ “Bunu yapan cehenneme girer mi” diyen teyzeyi...
Sarıgül Nine ineğini satıp parasını yolladı da yardımı alanlar ne yaptı? Sosyal medyada görmüştüm, aradım, taradım ama kaynağını bulamadım. Kendisine verilen ve nereden geldiği belli olmayan bir mont alan teyze, montun cebinden çıkanları gözyaşlarıyla şöyle anlatıyordu videoda:
“Bu yardımdan geldi. Üşüdüğümüz için aldık. Elimizi cebine attık ki bir cebinden kek çıktı. Kıyıp da yiyemedik bile. Nasıl üşüdüğümüzü nasıl bildilerse öbür cebinden dört tane çorap çıktı. Bu da yetmedi, diğer cebinden yine kıyıp yiyemediğim gofret çıktı. Çocuklarıma kıyıp da veremedim, sağ cebinde duruyor. Diğer cebine de baktım ki firkete. Nasıl düşünmüşler, bir yerleri sökülürse diksinler diye. Onu da mı düşündüler? Sizce bunu yapan cehenneme girer mi?”
Hadise’nin duyduğu suçluluk duygusunu...
Hollanda radyosu FunX’in yardım yayınına katılan Hadise gözyaşlarını tutamadı: “Uyuyamadım, kendimi suçlu hissettim, enkaz altındakileri yalnız bırakıyormuş gibi hissediyorsun...”
O kadar haklısın ki Hadise.
O suçluluk duygusunu hepimiz hissettik.
Onlar orada nefes alamazken solumaktan, onlar açken yemek yemekten, onlar üşürken sıcak olmaktan, onlar sesini duyuramazken konuşmaktan sonsuz utandık.
Hadi ekran başında yine bir derece...
Ben, fotoğrafçı arkadaşım Levent Kulu ile birlikte felaketin ilk gününden itibaren bir hafta afet bölgesindeydim.
Otomobilini tahsis eden Azad Özel’e...
İlk gün Gaziantep’e indik ama havalimanı boşaltılmış... Bize ancak Havalimanı Bulvarı’ndaki araç parkında kiralık araç bulabileceğimizi söylediler. Kar yağıyor. Kameralar falan, yükümüz ağır. Yürüyerek yola düştük. Otostop çektik, bir araç durdu. Hüseyin adında Suriyeli bir adam. Depreme Suriye, Azez’de yakalanmış, sonra bizim tarafa geçmiş. Rent a car’cıların (araba kiralama şirketlerinin) toplandığı yere kadar götürdü bizi. Ama rent a car’cıların merkezi bir sistemi varmış, çökmüş, o yüzden kimse bize araç kiralayamadı. Taksi yok. Rent a car’cılardan biri yakındaki bir köyden telefonla tanıdık taksi çağırdı. Böylece şehre inip İbrahimli’deki yıkıntılardan ilk fotoğraf ve yazılarımızı geçebildik. Sonra İstanbul’dan bir tanıdığımız, Altunkaya Şirketler Grubu’ndan Azad Özel’e araç ihtiyacımızı iletti. Sağ olsun, yarım saat sonra bagajında bir kasa su ve dolu depoyla bir otomobil gönderdi. Bu ‘dolu depo’ meselesi çok önemli. Çünkü ilk günlerde ahali şehri terk etmeye çalışıyordu ve benzine ihtiyaç vardı. Arabada sabahlayanların da ısınabilmek için yakıt almaları gerekiyordu. Benzin istasyonlarında kaos yaşanıyordu. Herkese ancak 250 liralık benzin verilebiliyordu. Benzin almasanız bile istasyonun önünden geçmek çok zordu, trafik kilitlenmişti.
Azad Özel’e aracın ücretini sorduğumuzda kızdı, “Bizim için buraya gelmişsiniz, ne ücreti!” diye çıkıştı. Gerekirse fabrikanın misafirhanesinde konaklatabileceğini de söyledi. Onun sayesinde ulaşmamız gereken her yere ulaşabildik. Bizi arabasına alan Suriyeli Hüseyin Bey’e, işimizi yapabilmemiz için çırpınan rent a car’cılara ve aracını sorgusuz sualsiz teslim ettiği gibi, sık sık arayıp bir ihtiyacımız olup olmadığını soran Azad Özel’e teşekkürü borç bilirim.
Zenginine-fakirine, ünlüsüne-ünsüzüne...
Afet bölgesindeki gördüğüm kadar lüks 4x4 cipi daha önce hiçbir yerde bu kadar yoğun görmedim. Plakalar Türkiye’nin her yerindendi.
Ya kendileri atlayıp gitmiş ya da yardıma gidenlere tahsis edilmiş bu araçlar. Kamyon ve kamyonetlerin üzerinde hemen her ilçeden, her siyasi partiden yardım pankartları vardı. Dönüşte havalimanında Tarık Mengüç’le (şarkıcı) aynı kuyrukta bekliyorduk. İnsan, felaket karşısında kenetlenmiş büyük bir milletin ferdi hissediyor kendini bunlara şahit olduğunda. Afetin büyüklüğü karşısında güveniniz yerine geliyor. Pek çok enkazda Rus, Belarus, Kazak, Tacik ve Azeri ekiplerin çalışmalarına tanık olduk. Yani sadece milletçe kenetlenmedik, tüm insanlık da yanımızdaydı.
Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Müdürü Hakan Yılmaz’a...
Gaziantep afet boyunca bölgeye giden ekip ve yardımların lojistik dağıtım üssü gibiydi. Belediyenin 200 otobüsü hem kendi şehirlerinde hem de komşu illere insan ve erzak taşıdı. Ulaşım müdürü Hakan Yılmaz hiç susmayan telefonuyla hiç uyumadan bu koordinasyonun başındaydı. Şehre giden gazetecilere elinden gelen her türlü yardımı yapıyor, gitmek istediğiniz bir bölge varsa oraya giden araçlardan birine sizi de katıyordu. Gerektiğinde yol durumu hakkında sahaya bilgi soruyordu. Nöbeti benden devralan arkadaşıma da yardımcı olmuş. Onca işinin arasında bu ekstra çabası için teşekkür ederim.
Rruga, farklı dillerde ‘cadde’ anlamına geliyor. Bu yüzden Cadde’nin Suadiye kısmında açılan Rruga’nın duvarlarını da dünyanın ışıklandırılan ilk caddesi olarak bilinen Antakya’daki Kurtuluş (Antik ismiyle Herod) Caddesi’nden esinlenerek yapılmış mitolojik figürler süslüyor.
Yeme-içme ve eğlence için ayrı, etkinlikler için ayrı bölümü var. Restoran-bar kısmı samimi bir ortamda ama ferah masalarda oturabilecek şekilde tasarlanmış. Barın önünde dans etmek için hayli geniş bir alan bırakılmış. Yemek servisini masalara olduğu gibi bara da alabiliyorsunuz. Mutfak 12.30’da öğle servisiyle açılıyor, 22.30’da kapanıyor. Kafa karıştırmayan sade bir Akdeniz menüsü oluşturmuşlar. Pulled beef pizza (tam bir etobur rüyası, tiftiklenmiş bol kepçe dana etiyle yapılıyor) 240, levrek tost (balık arası garnitür) 280 lira. Vegan ve vejetaryenler için ıspanak salatası (180 lira) gibi seçenekler koymuşlar.
Barmeni Mehmet (Topal) kokteyllerde iddialı. Köz patlıcanlı Burry ve bezelye püresiyle yapılan Rruga Garden gibi kokteyllere 240 lira istiyor. Cuma-cumartesi geceleri de disco, funk, pop tarzında Türkçe-yabancı karışık DJ performansı var. Perşembeleri 90’lar Türkçe gecesi. Müzik 21.00’de başlıyor, gece 1.00-2.00’ye kadar eller havaya...
Mekânın etkinlik alanındaysa sahneye bakan büyük oturma grupları ve uzun grup masalarıyla evin salonu hissi yaratılmış. Yemek-içki eşleşmeleri, kokteyl atölyeleri, yazar buluşmaları gibi etkinlikler oluyor. Mesela çarşamba akşamı komedyenler Muzaffer Aksoy
ve Berkant Priştine arka arkaya stand up gösterisi yapacak. Bu gibi şeyleri @rruga.istanbul Instagram hesabından takip edebilirsiniz.
Rruga’nın bu bölümü pazarlarıysa çocuklara ait. ‘Herkes İçin Pazar’ mottosuyla çocuklar sihirbaz gösterileri ve kukla şovlarla eğlenirken aileler restoran kısmında keyif yapıyor.
BUNLAR DA VAR
◊
FİZİK
∆ Dinçerler: Yakışıklı bir adam. Esmer güzeli. Düzenli spor sayesinde çok iyi bir fiziği var. Spor salonundan ya da plajdan kaslarını sergilediği fotoğraflar paylaşmayı seviyor.
∆ Icardi: Sonradan sarışın. Yakışıklı değil ama sempatik. Mesleği gereği Dinçerler’i sporda beşe katlar. Kol, sırt, göğüs, karın, bütün vücudu dövme. Çıplak fotoğraf paylaşıyor.
POPÜLERLİK
∆ Dinçerler: Evet, Mehmet Dinçerler hızlı bir playboy... Hadise’den önce Rojda Demirer, Deniz Akkaya, Hande Erçel, Yasemin Şefkatli gibi isimlerle birlikte olmuştu.
∆ Icardi: Ama Icardi de boş değil. Adı, Wanda Nara dışında China Suarez, Floppy Tesouro, Shannon de Lima, Kim Kardashian gibi yerel değil, dünya ünlüleriyle anıldı.