Atça, Aydın ilinin Sultanhisar ilçesine bağlı bir belde. 2012’de mahalle statüsü almış.
8 bin nüfusu var.
Özelliği, Paris’teki Charles de Gaulle Meydanı’na benzemesi.
500’er metrelik 8 ana cadde ve bunları düzenli olarak kesen sokaklardan oluşan ışınsal kent formunda tasarlanmış.
Bu sayede yazın sıcak günlerde esinti alabiliyor.
Çok katlı yapılaşma yok. Bol yeşil alan var.
1924’te planlanmış ve bu plan hâlâ korunuyor.
Girişinde “
Sonra geri vites yapıp arkadaşının gönlünü almak zorunda kaldı:
“Celal Şengör’ün hem Türkiye’de hem de dünyada bulunduğu konum tartışılmaz. Şengör Türkiye’de varlığıyla övündüğüm, ulusal kıymet hazinemizin en önemli simalarından biri...”
Ama bu ilk değil, daha önce de defalarca canlı yayın kazası oldu Hoca’nın, insanları gülmekten kırıp geçirdi.
Bir keresinde canlı yayında olduğunu bilmeden dedikoduya daldı.
Gazeteci Hasan Cemal için “Aptalın biri o” dedi.
Sunucu Cansu Canan Özgen’le Instagram üzerinden yaptığı bir yayın sonrası, kameranın kapandığını sanarak “Maşşşallah, şuna bak!” demişliği var.
Sosyal medya yarıldı tabii.
Yok, hesaplıyorum hesaplıyorum; olmuyor.
Depremi anında fark etsem, yataktan fırlasam...
Kapının kilidini açsam, merdivenleri insem... O sırada apartmanda insan karmaşası, çatlak, kırık, dökük olmasa...
Kendimi sokağa atmam minimum 15 saniye...
Üstelik kurtarmam gereken çoluğum çocuğum falan da yok. Hadi sokağa çıktım...
Sokağımız da dar, yıkıntıda kaçacak pay yok.
Bir de ben üçüncü kattayım, bunun dördü, beşi var...
“İnsani olarak kendimi tarttığım yerdeyim” diyen Mehmet Şef, 15’inci gün “Dönmüyoruz, kardeşlerimizi yalnız bırakamayız” yazmıştı sosyal medyasından ve hâlâ devam ediyor.
Son olarak gazeteci Adem Metan’ın “Seni burada en çok etkileyen şey neydi” sorusuna verdiği yanıtla gündemde:
“Mesela bir adam geldi, üç tane Mercedes’i varmış, bir tane binası varmış, bir tane fabrikası varmış, bunların hepsi gitmiş. Bizden 1 kilo pirinç istiyordu. Dünya bu kadar işte...”
Mal mülk hiçbir şeyin bir anlamı yok.
Farklı şehirlerden insanlar akıllı telefonlara indirilebilen bu uygulamanın depremi önceden haber verdiğini söylüyordu.
Bulundukları şehre göre değişiyor bu “önceden haber”.
Kimine 10 saniye, kimine 30...
Neymiş diye biraz bakındım.
Öncelikle ücretli bir uygulama bu. Teknik olarak anladığım kadarıyla aslında depremi haber vermiyor. Bir yerde deprem olduğunda sismik dalgaların sizin bulunduğunuz yere ne zaman ulaşacağını söylüyor.
Diyelim ki Malatya’da deprem oldu, siz de Diyarbakır’dasınız.
Telefonunuz alarm vermeye başlıyor ve sarsıntının size ulaşmasına kaç saniye kaldığını söylüyor. İsterseniz hangi şiddetin üzerindeki deprem ya da artçıların size haber vermesi gerektiği konusunda ayar da yapabiliyorsunuz.
Deprem bölgesindeki çocukların oyuncak ihtiyacını ilk dillendirenlerden biriyim.
Hürriyet, sahadaki bütün yazar ve muhabirlerden bulundukları bölgelerde tespit ettikleri 3 acil ihtiyacı rapor etmelerini istemişti.
Ben de psikolojik destek ve gündelikte kullanılan ev eşyalarının yanı sıra çocuklar için oyuncak ihtiyacını koymuştum listeme.
Çünkü çadırlarda ya da kaldıkları otomobillerin etrafında çocuklar için çok tehlikeli olabilecek enkazlar vardı ve aileler bir yandan yiyecek, barınma, enkaz gibi işlerle uğraşırken bir yandan da gözlerini bir saniye bile çocuklarından ayırmamaları gerekiyordu.
Hem zaten çocukların suçu neydi ki?
Depremin ardından Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge” programında 2011’de yaptığı konuşma tekrar gündeme gelmişti Ali Ağaoğlu’nun.
Şöyle bir itiraf zincirinde bulunmuştu ünlü müteahhit:
“İstanbul’daki binaların durumu, Van’daki yıkılan binalardan daha kötü olur. Ben çocukluğumdan beri sektörün içindeyim.
Evet, çürük bina yaptık, yapıldı, herkes buydu malzeme buydu, yoktu ki. Kumu ithal mi getireceksin? O dönemde yapılan binaların yüzde 90’ı bu şekilde yapıldı.”
Bu sözlerinin gündem olması üzerine tekrar bir açıklama yaptı Ağaoğlu:
“İstanbul’daki yapı stokunu en iyi bilen üç kişiden biri benim. O dönem İstanbul’daki inşaat malzemeleri kumundan demirine kadar maalesef bugün inşaata sokulmayacak malzemeydi. Kum denizden geliyordu. Yarısı midye kabuğu, yarısı balçık, inşaata giderdi ve inşaat yapılırdı.
O dönem demir için ihtiyaç belgesi alırdın, Karabük’te 6 ay sıra beklerdin bir kamyon demir için. Demirler en kalın 12’lik kangal demirdi... Düzeltirken bile kırılırdı. Bu dediğim 60-70-80’li yıllardı.”
Her şey Bergüzar Korel’in “normalleşme” konusundaki bir paylaşımıyla başladı. Şöyle yazdı Korel: “Yırttınız kendinizi normal de normal diye. Komşunun evinden cenaze çıktığında televizyon açılmayan evlerde büyüdük. Yok onun acıyı ifade şekli başkaymış da bilmem ne... Herkese anlayış gösterecekmişiz de... Kılıf uydurmayın sahte hüznünüze. Ülke koca bir cenaze evi olmuş, hayat falan devam etmiyor! Kalkmış, ‘normal nedir’i tartışıyoruz. Ya sabır!”
Cevap; Demet Akalın ve Didem Uzel’den geldi.
Demet Akalın, Bergüzar Korel’i Londra’ya taşındığı için “uzaktan konuşmak”la suçladı:
“Keşke daha çok para kazansam da yardımlarımı kendi gözlerimle yapsam. (Depremzedeler için) Yaptığımız evlere bir tane ikinci el eşya koyamadık. İçinde olmayınca, hele uzaklardan konuşmak ne kadar kolay. Kimseyi kınamayın. Nice baş tacı ayağımın çamuru bile değil şu an.”
Eski Türkiye güzeli Didem Uzel daha da sertti: