1- Misafire hediye: Diş kirası
Osmanlı’da, bugün için ilginç kabul edilebilecek bir gelenek ise misafirin hediye götürmesine değil hediye almasına dayanıyordu. Bu geleneğin adı ‘diş kirası’ydı. Esasen, iftar yemeklerinde doğan bir gelenekmiş. İftara gelen kişi, ev sahibine sevap kazandırırmış. Diş kirası da bunun teşekkürü olarak verilirmiş... Çoğunlukla bir kese içinde sunulan hediye ise ev sahibinin zenginliğine ve cömertliğine göre değişirmiş. Altın akçe de çıkarmış içinden tespih de…
2- Suikast önleyen tabak
Osmanlı’da padişahlara yemekle yapılacak olası bir suikastı önlemek için kullanılan akıllıca bir yöntem varmış. Yöntem ta Çin’den geliyormuş… Selodon kaplı Çin porselenleri padişaha yemekle yapılacak bir suikastı önlemek amacıyla kullanılırmış. Çünkü seladon, zehirli yiyecek konulduğunda tabağın renk değiştirmesini sağlarmış. Selodon kaplı tabaklar da dahil olmak üzere Topkapı Sarayı Müzesi’nin ‘Saray Mutfakları’ bölümünde, dünyanın en büyük 2. Çin porseleni koleksiyonu yer alıyor. 13. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan geniş bir yelpazede 10 bini aşkın özgün parça var.
Bu sokakta sadece binaların duvarlarında değil, çiçeklerinde de renklerle cümbüş yaratılmış. Tam da telefonlarınızın albümlerine ödül olacak, ekranlarınızın arka planları için şık kareler çekilecek bir yer. Çok uzun bir sokak değil Rue Cremieux. Ama boyuyla ölçülemeyecek güzellikler sunmayı vaat ediyor daha başında.
7,5 metre genişliğinde, 144 metre uzunluğunda küçücük bir sokakta rengarenk boyanmış evlerle çocukluğumuzun mahallelerini andıran bambaşka bir diyar yaratmışlar. Sokağın mazisi 1865’lere uzanıyor. O zamanlarda Millaud’ymuş adı. Daha sonra dönemin Adalet Bakanı Adolphe Cremieux’nun ismini almış. Bu isimle sokak mı payelenmiş, bakan mı? Anlamak pek kolay değil.
Çocukluğumdan bu yana annem Leman Tonguç’la birlikte gezmeyi çok severim. Şimdiye dek dünyanın bir ucundan öbür ucuna dolaştığımız çok keyifli seyahatlerimiz oldu. Patagonya’ya da gittik birlikte, Avrupa turu da yaptık; Hong Kong’ta lezzet turu da attık, Martinique’te denizin tadını da çıkardık. Türkiye’de de birlikte gitmediğimiz yer kalmadı gibi… O benim en iyi yol arkadaşım, rehberlik etmeyi en sevdiğim misafirim.
Sinan’ın izinde Edirne
Annem de benim gibi tam bir Mimar Sinan hayranı. İstanbul’a yakın olduğu için günübirlik Edirne kaçamağı armağan ettik kendimize. Trakyalı bir aileyiz o yüzden yola çıktığımız andan itibaren anılardan söz açılmaması kaçınılmaz. Çocukluğumu annemden dinlemeye bayılırım, sanki bilmediğim birini yeniden keşfediyormuşum gibi gelir...
Geçmişle bugünün harmanıyla yolun nasıl bittiğini anlamadan vardık Edirne’ye. İlk durağımız tabii ki Sinan’ın muhteşem eseri oldu. Ben caminin detaylarını anneme anlatırken, o da ilk kez benimle geziyormuş heyecanıyla dinledi. Mimar Sinan’ın “ustalık dönemi eseri” olan Selimiye, sadece bu şehrin değil bence ülkenin de simgelerinden biri. 1569-1575 yılları arasında tamamlanan görkemli yapının kubbesinin yerden yüksekliği 43 metre.
UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan cami; iç tasarımında kullanılan ve dönemin en iyi örnekleri kabul edilen taş, mermer, ahşap, sedef ve çini işçiliğiyle büyük değer taşıyor. Selimiye sonrası Edirne’nin meşhur ciğer tavasıyla midelerimiz şenlendi. 15. yüzyıldan kalan Bedesten Çarşısı ve yine Mimar Sinan imzasını taşıyan Ali Paşa Kapalı Çarşısı’na da uğradıktan sonra, gün batımını izlemek için Tunca ve Meriç nehirlerinin birleştiği güzelliğe çevirdik yönümüzü. Burada iki muhteşem Osmanlı köprüsü de var.
Adı Farsça’da teb= ateş ve riz= döken kelimelerinden meydana gelmesinin elbette bir hikâyesi var. Abbasi Halifesi Harun Reşid’in çok sevdiği eşi yakalandığı ateşli hastalıktan buradaki şifalı sulara girdikten sonra kurtulmuş. O günden sonra kentin adının Tebriz= ateş döken olarak anılmaya başlandığı anlatılıyor. Kimilerine göre ise adını üç tarafını çeviren dağlardan alıyor. Kıpçak Türkçesi’nde ‘Tavris’ dağ arası demekmiş.
Arg-e Tebriz
Tebriz Kalesi şehirdeki en önemli tarihi eserlerden. İlhanlılar tarafından inşa edilmiş ama cami olarak. Cami yıkıldıktan sonra aralarında eğitim merkezi, silah deposu ve idam cezalarının infazı da olmak üzere farklı amaçlarla kullanılmış. Bir zamanlar buradaki cami nedeniyle Mescid-i Alişah (Alişah Camii) olarak da biliniyor. 28 metrelik yüksekliği ile bizdeki şehir kapılarına benziyor. Ne yazık ki bugün çok az bir bölümü ayakta.
Tatil Keşfettikçe Güzel, Cebine Uygun Geziler için TIKLA!
Mescid-i Kabud (Mavi Cami)
Gök Mescid ya da Mavi Cami adını süslemelerinde kullanılan muhteşem güzellikteki çinilerinden alıyor. Bu çiniler nedeniyle takılan bir isim de ‘İslam’ın Turkuazı’. 15. yüzyılın ortalarında inşa edilen yapı geçirdiği depremler sonucu büyük hasar görmüş ancak başarılı restorasyonlar sonucu günümüze ziyaretçilerini büyüleyen güzellikte ulaşabilmiş. En büyük özelliklerinden biri ‘Allah’ adının mavi çinilerle ve defalarca tekrarlanarak 1001 kez yazılmış olması.
Planlarınız arasına dünyanın ilginç köşelerinden en az birini görmeyi de ekleyin. Geriye ayrıcalıklı deneyimler bırakacak ve hayat boyu hem anlatmaktan hem hatırlamaktan keyif alacağınız seyahatler için öyle çok alternatif var ki…
Kış bitmeden buz otelde kalın
Stockholm’den 90 dakikalık bir uçuşla Jukkasjarvi’ye varıp, oradan kar otomobilleri ya da kızaklarla gideceğiniz Buz Otel’de geçireceğiniz zamanı başka bir tatille kıyaslamak mümkün değil. 1990’dan beri her yıl kasım ayında inşa edilen otel için 4 bin ton buz kullanılıyor. İlkbaharın gelişiyle tüm otel eriyip Torne Nehri’nin sularına karışıyor. Her yıl yeniden yapılan bir otel olduğu için tasarımı da değişiyor. Bu da yapacağınız tatili biricik kılan özellik.
Otelde yataktan koltuklara, bardaktan masalara kadar her şey buzdan yapılmış. Böyle bir ortamda donmamanın tek yolu özel olarak hazırlanan giysileri giymek! O yüzden daha adımınızı attığınız anda uzay mekiğine girermiş gibi özel bir paltoyla sarıp sarmalıyorlar sizi. Teknolojinin nimetlerinden faydalanılarak yapılmış uyku tulumlarını giyip, Ren geyiği postu serilmiş yatak üzerinde uyuyorsunuz. Gündüzleri donmuş gölde balık tutmak, Lapland köylerini ziyarete gitmekse tatilinizi renklendiren anlar.
Aklınızda bulunsun banyo ve tuvaletler dışarıya yapılmış, sıcak suyu borulardan geçirmeleri mümkün değil. Otelde sinema salonu, tiyatro salonu, balayı dairesi ve kilise de var. Ve eğer ocak ayı içinde giderseniz meşhur kuzey ışıklarını izlemenin eşsiz keyfini yaşayabilirsiniz.
İlkbaharda Tazmanya Canavarı'nı ziyaret
İlkbaharda doğanın uyanışı çok eski zamanlardan bu yana tıpkı bir bayram gibi kutlanır. Toprağın dirilişi, renklenişi ve bereketi, bayram yerine çevirir yeryüzünü. İlkbahar bayramsa, erguvanlar da doğanın ikram ettiği bayram şekerleridir. Ruhunuz tatlanır, gözleriniz şenlenir...
Yüzyıllar önce İstanbul’u ikiye ayıran su yolu ‘dünyanın kolyesi’ olarak adlandırılmış. Bizanslılar vermiş bu ismi... Onlar için soyluluğun sembolü olan erguvan rengiyle birleşen lacivert suların, bir de güneşin ışıltılarıyla aydınlanışı, asırlar boyunca seyir zevkinin en güzelini sunmuş.
Şehrin iki yakasında bu mor şöleni izleyebileceğiniz, açık havada yürüyebileceğiniz, çay-kahve keyfi yapabileceğiniz ve tabii ki bol bol fotoğraf çekebileceğiniz birçok adres var. Seçim sizin, ister birini, ister hepsini gezin ama unutmayın vaktiniz azalıyor; mayısın ilk haftasından sonra bu manzaraları bulmanız mümkün olmayacak...
FENERBAHÇE PARKI
Anadolu Yakası’nda baharın tadının en keyifle çıkarılabileceği adreslerden biri. Sunduğu muhteşem Marmara Denizi ve Boğaz manzarasına sadece erguvanlar değil, İstanbul’un rengârenk laleleri de eşlik ediyor.
BÜYÜK VE KÜÇÜK ÇAMLICA
İstanbul’un en tepe noktasından, 262 metre yükseklikteki Büyük Çamlıca’dan, lacivert su yolunun mor çiçeklerle dansını izlemek gibisi yok. Tepenin keyfini üzerine kurulan Osmanlı kahvesinde, restoranda ya da piknik alanlarında da çıkarabilirsiniz. Küçük Çamlıca’dan baktığınızda ise sol tarafta Prens Adaları’na kadar uzanan bölgeyi, önünüzde Fenerbahçe ve Haydarpaşa’yı, sağda ise Sarayburnu’nu görebilirsiniz.
KUZGUNCUK FETHİ AHMET PAŞA KORUSU
Çoğunlukla günübirlik gezi rotası olarak düşünülür oysa yetmesi mümkün değil. Doğasıyla, tarihiyle, gastronomi kültürüyle tam anlamıyla keşfetmek isterseniz Bolu’yu, günlere ihtiyacınız var. Ama şanslısınız ki yılın bir dönemi değil 12 ayı gidilebilen, her mevsimi kendine yakıştırmayı bilen bir şehir. Bolu’da ne yapalım, nereye gidelim diyenler; aşağıdaki yol haritası size gelsin.
Abant’ta Ruhunuzu Dinlendirin
Bolu’nun hatta belki Karadeniz’in simgelerinden biri Abant. Bolu merkeze sadece 35 km uzaklıkta. Çevresi 8 kilometre olan gölün kenarında yürüyüş yapabilirsiniz. Her yan ağaçlar, kuş sesleri ve tertemiz havayla dolu; çekin içinize. Ara ara tıkır tıkır yaklaşan faytonun sesine kulak verin. Yıl boyunca rengarenk; ister bembeyaz kar örtüsü, ister doğanın yemyeşil uyanışı ve onun eşlikçisi kır çiçekleri, ister sarı-kızıl bir sonbahar... Ne zaman giderseniz gidin ayrı bir büyüsü var. Parkın girişinde kurulan köylü pazarından yöresel ürünler almayı ihmal etmeyin.
Gölcük’te Kendi Masalınızı Yazın
Zaman zaman Abant’la karıştırılan Gölcük, aslında suni olarak yapılmış. Ormanın içinde bir masal dünyasına girmişsiniz gibi karşılıyor sizi. Bolu’ya uzaklığı sadece 13 km. Etrafını saran göknarlar ve çamlarla ilkbahar, sonbahar, kış farketmeksizin her daim ayrı güzel.
Modern ve çok iddialı mimariyle yapılan binalar şehrin siluetini değiştiriyor. Bakü’nün merkezinde ve yakın çevresinde tarihi binalara uyum sağlamak amacıyla hemen hemen tüm binalar benzer üslupla ciddi bir restorasyon içinde.
En büyük, en uzun, en görkemli mantığı ile yapılan yerler Bakü’yü bir başka etkiliyor. Geceleri ayrı bir güzelliğe bürünen başkent Bakü’nün gerek tarihi taş binalarının gece aydınlatmalarına, gerekse de geniş bulvarların, parkların, gökdelenlerin ışıkla danslarına bayılacaksınız. Bakü’yü üç ana bölüme ayırmak mümkün; İçeri Şehir (eski Bakü), Sovyetler Birliği zamanının Bakü’sü ve yeni şehir.
İçeri şehir
Yerel halk tarafından “Köhne Şehir” olarak adlandırılan İçeri Şehir, Orta Doğu’nun en eski meskenlerinden biri. Kazılar Paleolitik dönemden itibaren yerleşim yeri olarak kullanıldığını gösteriyor. Aralık 2000’de sınırları içinde yer alan Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kalesi ile birlikte UNESCO tarafından Dünya Mirasları arasına alınmış.
Kız kulesi