Paylaş
1- Misafire hediye: Diş kirası
Osmanlı’da, bugün için ilginç kabul edilebilecek bir gelenek ise misafirin hediye götürmesine değil hediye almasına dayanıyordu. Bu geleneğin adı ‘diş kirası’ydı. Esasen, iftar yemeklerinde doğan bir gelenekmiş. İftara gelen kişi, ev sahibine sevap kazandırırmış. Diş kirası da bunun teşekkürü olarak verilirmiş... Çoğunlukla bir kese içinde sunulan hediye ise ev sahibinin zenginliğine ve cömertliğine göre değişirmiş. Altın akçe de çıkarmış içinden tespih de…
2- Suikast önleyen tabak
Osmanlı’da padişahlara yemekle yapılacak olası bir suikastı önlemek için kullanılan akıllıca bir yöntem varmış. Yöntem ta Çin’den geliyormuş… Selodon kaplı Çin porselenleri padişaha yemekle yapılacak bir suikastı önlemek amacıyla kullanılırmış. Çünkü seladon, zehirli yiyecek konulduğunda tabağın renk değiştirmesini sağlarmış. Selodon kaplı tabaklar da dahil olmak üzere Topkapı Sarayı Müzesi’nin ‘Saray Mutfakları’ bölümünde, dünyanın en büyük 2. Çin porseleni koleksiyonu yer alıyor. 13. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan geniş bir yelpazede 10 bini aşkın özgün parça var.
3- Kimin kaşığı daha havalı
Osmanlı’nın varlıklı ailelerinde yemek kaşıkları kişiye özelmiş. Her biri el emeği göz nuru birer zanaat ürünü… Sedef kakmalılar, oymalılar, gümüş işlemeliler gibi sayısız kaşık çeşidi varmış. Sahibi ne kadar zenginse ya da zenginliğini göstermeyi ne kadar seviyorsa, kaşıklar da ona göre biçim alırmış. Çünkü misafirler, yemek davetine giderken kaşıklarını da yanında götürürmüş…
4- Sarnıçtaki Medusa’lar
Yerebatan Sarnıcını gezdiğinizde adımlarınızın son bulduğu yerde karşınıza Medusa başının yer aldığı iki taş blok çıkar. Birinin ters diğerinin yan durduğunu görürsünüz. Sarnıçtaki Medusa başları konusunda ne arkeologlar ne de tarihçiler tek görüşte uzlaşabilmiş değil… Öne çıkan üç hikâyeye var:İlk hikâye: sarnıç inşa edilirken de özellikle bu Medusa başları yerleştirilmiş ve hem şehri hem sarnıcı koruduğuna inanılmış.İkinci hikâye: İlkine oldukça zıt! Çünkü Medusa’nın paganist bir kültüre ait olduğu ve Hristiyanlık ile bağdaştırılamayacağına dayanıyor.
Bu nedenle de şehrin en görünmeyen noktasında, adeta yer altına gömer gibi özellikle kullanılmış. Sarnıcın son noktasında oluşunun nedeninin de bu olduğuna inanılıyor.Üçüncü hikâye: Aslında konuya daha basit bir açıklama getiriyor. “Nedeni ne Medusa’nın mitolojik gücü ne de dindarlık, sadece kullanılacak sütun bitmiş” diye anlatılıyor. Sarnıcın sonundaki sütunlar, diğerlerinden çok daha kısa… Sarnıcın tümünde zaten elde başka yapıların kalıntısı olan farklı mimari anlayışların ürünü olan sütunlar kullanılmış. Hal böyle olunca, elde kalan son sütunlar kısa geldiği için, altlarına Medusa başlı heykeller koyularak yükseklik tamamlanmış.
5- Osman Hamdi Bey’den tarihi çıkış
Hipodrom’da Sultan I. Ahmed türbesinin tam karşısında bir çeşme yer alır. Osmanlı-Alman dostluğunun bir göstergesi olarak 1898’de inşa edilmiş. Kayzer’in bu çeşmeyi vermesinin asıl nedeni ise Arkeoloji Müzesi’nde gördüğü İskender Lahdi’ni almakmış. Lahdi, bugünkü Lübnan’da yaptığı bir kazı sonucu İstanbul’a getiren Osman Hamdi Bey ise belki de kellesi pahasına çıkmış sultanın karşısına; “Ancak ölümü çiğneyerek verebilirsiniz” demiş. Kayzer’e ise hayal ettiği hediyeyi değil bir Hereke halısını almak düşmüş.
6- Çarpışan kayalar
Boğazdan Karadeniz’e geçiş, mitolojik öykülerde önemli bir yer tutar. Antik çağlarda bu geçidin birbirlerine doğru hareket edip çarpışan ve çıkardıkları sesle geçmek isteyen gemileri korkutan iki büyük kaya (Symplegades) tarafından korunduğuna inanılırmış.
7- Camiler üzerinde güneş ve Ay Buluşması
Mihrimah Sultan, Osmanlı’nın efsane aşklarından Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın kızı. 17 yaşında, sonradan sadrazamlığa kadar yükselen Rüstem Paşa ile evlenmiş. Hanedan’ın bu güçlü kadın figürünün adı, İstanbul’un iki ayrı yakasındaki iki ayrı camide yaşar. Camilerden biri Üsküdar’da diğeri ise Edirnekapı’dadır. Aslı olmasa da hikâyesi en az camiler kadar ünlüdür.Her yıl gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart günü Edirnekapı’daki caminin minaresi üzerinden batan güneş, Üsküdar’daki minarenin ardından doğan ay ile karşılaşır. Mihrimah, Güneş anlamına gelen Mihr ile Ay anlamına gelen Mah kelimelerinin birleşiminden oluşur. Bu incelikli dehanın büyük bir aşkın ürünü olduğu ve Mimar Sinan’ın Mihrimah’a beslediği aşkı bu hesaplamayla her zaman hatırlanır kılmak istediği anlatılır.
8- Hayvanat bahçesinden geneleve dönen saray
Bizanslılar, saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzda inşa etmiş. Bu gelenek, Edirnekapı’daki Tekfur Sarayında da görülür. Bir saray için oldukça ilginç amaçlarla kullanılmış... Bir dönem, içinde uzak iklimlerden gelen hayvanların da bulunduğu bir hayvanat bahçesine dönüştürülmüş. Ardından bir dönem genelev olarak kullanılmış. 1791 yılında ise çini ve seramik atölyesine dönüşmüş. Tekfur Sarayı’nın maceralı öyküsü burada bitti sanıyorsanız yanılırsınız. Seramik üretimi sadece tarihteki duraklardan biri olmuş ama onun da sonu gelmiş. 18. Yüzyıl sonlarına doğru bu kez düşkünler evine dönüştürülmüş. En son bir okul olacakmış ki son anda vazgeçilmiş.
9- Bitemeyen cami otel oldu
Osmanlı Devleti’nde tahta geçen 32. isim olan Sultan Abdülaziz, İstanbul’un birçok noktasından görülebilecek bir cami yaptırmak istemiş. Boğaz’a hâkim 4 minareli bir cami tasarlanmış. Tasarımdaki imza, Balyan ailesinden Sarkis Balyan’a ait. Caminin adı Aziziye Camii olarak belirlenmiş. 1874’ü 1875’e bağlayan günlerde, cami projesi başlatılmış. Ne var ki tarihi bir dönüm noktası yaşanarak Sultan Abdülaziz, 30 Mayıs 1876 darbesi ile tahttan indirilmiş.
Bu kader Aziziye Camii’nin hiç yapılamamasının da nedeni olmuş. Temel için yapılan büyük taş bloklar olduğu yerde bırakılarak, inşaat iptal edilmiş. 1940 yılında hazırlanan ve Taksim Gezi Parkı’nın da yapıldığı ‘Prost Planı’ çerçevesinde, taşların kaldırılmasına karar verilmiş. Kaldırılan taşların yerine ise daha sonra gazinocular kralı olarak tanınan Fahrettin Aslan tarafından işletilecek olan Maçka Taşlık Gazinosu yapılmış. Şimdi ise bu gelgitlerle dolu geçmişin olduğu yerde, özellikle yabancı konukları ağırlayan bir otel binası yükseliyor. Manzaranın tadını da otelin misafirleri çıkarıyor.
10- 38 yıl bekleyen İnönü heykeli
1944’te Gezi Parkı’nın Taksim Meydanı’na bakan güney kısmına, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün heykelinin konmasına karar verilmiş. Avusturyalı heykeltıraş Rudolp Belling’e, at üzerinde bir heykel ısmarlanmış. Fakat 1950’deki iktidar değişikliği ve siyasal çekişmeler nedeniyle heykel hiçbir zaman buraya konulamamış. Belling’in yaptığı İnönü heykeli, 1982’ye dek depolarda bekletilmiş. Nihayetinde, İsmet İnönü’nün evinin önündeki alanın ‘Taşlık Maçka Parkı’ olarak düzenlenmesiyle yapılışından yaklaşık 40 yıl sonra heykel buraya dikilmiş.
Paylaş