Pakize Suda

Sinek küçük ama aklı büyük

12 Temmuz 2005
<B>‘SİNEK küçük ama mide bulandırır.’<br><br></B>Aslında şöyle olmalıydı:<br><br><B>‘Sinek küçük ama sesi büyük.’</B> Sinek değil uçak girdi sanki eve... Hakikaten bir sivrisineğin neresinden çıkıyor o ses...

Biraz büyüklüğünle orantılı olmalı halbuki. Filden çıksa o ses anlayacağım.

Atsineğininki kabul edilebilir bakın... Bütün rahatsız ediciliğine rağmen. Göze görünüyor hiç olmazsa. Sonra adı da insanı psikolojik olarak hazırlıyor o sese. At koca hayvan. Sineği de ona göre heybetli olacak tabii. Sesiyle, şusuyla busuyla...

Fakat sivrisineğinki anlaşılır gibi değil. Efekt durumu var sanki.

* * *

‘Sinek küçük ama aklı büyük’ de diyebiliriz ayrıca.

Yine sivrisinekten bahsediyorum.

Bizimle nasıl makara geçtiğinin bilmem farkında mısınız?..

Uyumak için kullandığınız mekán her neresiyse... Gün boyu girer çıkarsınız, bu, ortalıkta yoktur.

Yatmak için son hazırlıklarınızı yaparsınız, yine yoktur. Ne bir ses ne bir nefes, ne görüntü...

Işığı kapatır, yatağa yerleşirsiniz, yine tık yoktur.

Fakat tam uykuya dalacakken kulağınızın dibinde bir ses... Vızzzz...

Kalkar ışığı açarsınız... Yok.

Sanki yer yarıldı, yerin dibine girdi.

Yine yatarsınız, yine vızzzz...

Yine kalkarsınız, yine yok.

Bu böyle sürer gider.

Bakın kimsenin aklına getirmek gibi olmasın ama işkence yöntemi olarak kullanılabilir bu durum.

* * *

Kulağınızın dibindeki vızıltının aniden kesilmesi de pek hayra alamet değildir. O anda bir tarafınıza konduğu ve işe koyulduğu anlamına gelmektedir zira bu. Bütün vücudunuza iğneler batar. Bunlardan sadece biri onun iğnesidir gerçi ama siz her yerinize şaplak atarsınız.

Hallettim zannıyla yeniden uykuya geçmek üzereyken... Yeniden vızzz...

Sivrisinekler ölmez!

* * *

‘Çoktandır dert değil, bir sürü çaresiz var’ diyeceksiniz.

Sahi mi?

Fısfıslar karşısında mesela... Bizim bir kadeh şarap içmiş halimiz gibi oluyorlar sadece, bunu biliyorum.

Şu okumakta olduğunuz yazıya başlamadan beş dakika önce de prize takılan kovucuları alt etmeyi başardıklarını öğrenmiş bulunuyorum. Demek dünyaya kazık kakma hususunda insanoğlu gibi onlar da mütemadiyen çalışıyorlar. Becermişler nitekim. Darısı başımıza.

MIŞ-MUŞ

7 çocuklu imam, evli kadını kaçırmış.

Siz yine de imamın dediğini yapın, yaptığını yapmayın!

Devlet hastanesi canlıya otopsi yapmış.

Uyanık kuyumcular satarken ağır basması için altını tarttıkları teraziye klima üflüyorlarmış.

Artık bir ‘Buluşlar ve İcatlar Ansiklopedisi’ hazırlamanın zamanı geldi bence.
Yazının Devamını Oku

Anıların ne kadarı doğru

10 Temmuz 2005
<B>EVİMİZİN </B>en net balkonları kalmış aklımda... Belki İzmir’de yazlar kışlardan uzun olduğu için. Arka balkon yerden çok az yüksekti. Bahçenin çiçeklikle çevrilmiş bir parçası demek daha doğru.

Çıtır ekmişti annem çiçekliklere... Artık hiçbir yerde görmüyorum. Yaz kış yeşil olur, her bir dalından yüzlerce iğne yaprak fışkırırdı. Çiçek açmazdı galiba.

Öteki balkon denize karşıydı. Tepeden İzmir Körfezi’ne bakardı. Karşıyaka’ya... Ama bunu şimdi biliyorum. O zaman farkında mıydım Karşıyaka’nın falan. Çocuklar uzaklara bakmazlar pek. Sadece yakın çevreleriyle ilgilidirler nedense.

Neyse... Balkonun denize bakmasından hoşlanıyordum ama. Yani herhalde. Öyle olmalı. Ama bu da bugüne ait bir duygu olabilir. Belki denizin de farkında değildim.

Bahçemiz kocamandı. Yoksa o kadar değil miydi? Çocukluğumun bir başka bahçesi yanıltmıştı çünkü beni yıllar sonra... Kocaman zannettiğim deniz kenarındaki evimizin bahçesini yıllar sonra gördüğümde nasıl hayal kırıklığına uğramıştım. Ama balkonlu evimizde artık daha büyüktüm. Kocaman oluşu doğru olabilir.

* * *

Sahi... Çocuklukla ilgili anıların ne kadarı doğru...

Baksanıza, en basiti, evimizi tarif bile edemiyorum. Bahçesi küçük müydü, büyük müydü?.. Denizi gördüm mü o balkondan hakikaten hiç...

‘Mutlu bir çocukluk geçirdim’ sözü ya da tersi ne kadar doğru...

Bu şimdi vardığımız bir kanı değil mi?.. Bugünkü aklımızla...

Ama bu işin kuralı her yaşta böyle galiba. İlişkilerin muhasebesi bittikten sonra yapılmaz mı?.. Not sonradan verilmez mi en hak ettiği biçimde.

* * *

Nereden aklıma geldi şimdi çocukluğumdaki evimiz...

Bazen önündekiler pek iç açıcı görünmeyince geridekilere çeviriyor insan başını.

Onlar zararsız.

Aralarından zararsızları seçme imkánı var.

Eski evimizin ne kötülüğü olabilir bana...

Oyunlar oynadığım bahçemizin...

Sofralar kurduğumuz balkonumuzun...

Gencecik ve sağlıklı annemle babamın...

Sadece hüzünlenebilirim biraz.


MIŞ-MUŞ

Erdoğan, ‘Göbeği açık kızlara karışıyor muyuz’ demiş.

Doğru! Biz de bunu yeniden düşünmeliyiz; ‘açık göbek’ siyasi bir sembol olabilir.

Van’da bir koyunun yamaçtan aşağıya atlaması üzerine bütün sürü arkasından atlamış.

Ben maymundan ziyade koyundan geldiğimiz kanaatindeyim.

‘Gelinim Olur musun?’ yarışmasının evlenen çifti boşanmış.

Belki daha çok para pul veren bir ‘Boşanır mısın?’ yarışması keşfettiler.
Yazının Devamını Oku

İsim mevzuu

9 Temmuz 2005
Şu sıralar dünyanın en zor işi ne diye sorsalar doğacak çocuğa isim bulmak derim.<br><br>Daha önce bahsetmiştim, bebek bekliyoruz! Ailecek.

Doğum yapacak olan yeğenim ama annem, kardeşim, ablam, ben, hepimiz hamileyiz adeta.

Ve işin en eğlenceli ama en zor kısmına geldik. Daha doğrusu yedi aydır o noktadayız. İsim arıyoruz.

Masaya yatırılmayan hiçbir isim kalmadı. Fakat netice olarak çocuk ismini kendi koyacak herhalde. Eleğin üzerinde hiç isim kalmadı zira. İki ay içinde yeni birtakım isimler piyasaya sürülmezse hakikaten dediğim olacak.

Aslında herkesin var birkaç favorisi ama birimizinki birimizinkine denk düşmüyor.

‘Su’luları hiçbirimiz düşünmüyoruz. Artık stand-up’lara konu olduğundan... Ha, kızımız olacak bu arada ‘su’ deyince anlamışsınızdır. Erkek olsaydı ‘Can’ları istemeyecektik aynı sebepten.

Tek başına ikisi de güzel isim aslında. Neden başına takviye gerektiğini anlamış değilim. Hayır biz bir tane bulamazken iki ismi bir çocuğa harcamak...

‘İkinciyi doğurma gözünü seveyim’ diyorum yeğenime. Ya da önce ismini bulsunlar sonra yapsınlar çocuğu. Zamana karşı yarışıyoruz adeta, helak olduk.

Aslında çocuğun huyunu suyunu, endamını gördükten sonra koymak lazım ismini. Nice Levent’ler vardır mısır koçanı gibi. Obez Filiz’ler... Gölgesinden korkan Aslan’lar.

Bir de yanıltıcı isimler var. Esas manasıyla alakasız imajı olan... Toygar benim için öyle mesela. İnsanın asla ‘tarlakuşu’ olduğuna inanası gelmiyor. Gerçi çocuğumun ‘kuş’ olması her şeyden iyi benim için ama demek istediğim, o intibaı vermiyor.

Ayşe, Emine, Zeynep, Elif’lerden de uzak duruyoruz. Çok sevdiğimiz halde. Zira ‘sade’liğini kaybetti bu isimler. Son yıllarda türeyen ‘Suni doğallar’ yüzünden. Hani bir zamanlar sazın yanına duvara asılan yün çoraplar gibi. Yani sanki ‘sade’likten ziyade ‘özenti’yi ifade ediyorlar gibi işte ne bileyim...

Dönem isimlerine hiç itibar etmiyoruz. Bu sene moda, sonra ne olacak? Ayakkabı değil ki bu topuğunu değiştirtip modaya uydurasın. Hem ileride yaşını saklamasına da mani insanın. Şıp diye anlaşılır hangi senenin çocuğu olduğu.

‘İsmiyle müsemma’ denir hani. Bu ihtimalin korkuttuğu isimler de var. Leyla mesela. Ben severim gerçi. Kızım olsaydı ilk tercihim olabilirdi. Leyla deyince hayat dolu, cıvıl cıvıl, her daim aşık, cilveli kadınlar geliyor aklıma nedense. Fakat ailenin diğer fertleri bunun fingirdekliğe kadar uzanacağı endişesini taşıyorlar.

Gonca’lar, Yasemin’ler, Gül’ler iyi hoş da çocuğun bir gün 70 yaşına geleceğini de düşünmek lazım. 70 senelik Gonca nasıl olur bilmiyorum.

Ay yedi bin ismin dökümünü yapacak halim yok, kesiyorum burada. Fakat çok merak ediyorum hakikaten, çocuğun ismi ne olacak acaba? Durup durup gözünden vuracağımız kesin de.

Son ütücü

Dünya Türk’ün aklını gördü en sonunda!

72 milletten adamın gidip kumar oynadığı Las Vegas’ta, bugüne kadar kimsenin beceremediğini bizimkiler becerdi. Kumarhaneleri dolandırdılar.

Her zaman söylerim, akıl sorunumuz yok bizim. Allah vermiş çok şükür. Fakat bir de pusula koyacaktı yanına. Yönünü bulamıyor bizim akıllılar. Kimsenin beceremediği şeyi beceren aklımızla daha bir icatta bulunmuşluğumuz yok mesela.

Pusulasızlıktan başka bir nedeni daha var bunun. Biz bu alemde ‘son ütücü’yüz.

İcatlar önümüze hazır gelecek. Düşünülmüş, bulunmuş, yapılmış edilmiş... Sonra kimse tutmasın bizi artık... Buzdan jeton yapıp makineleri çalıştırırız evvelallah!

MIŞ-MUŞ

3 yaşına kadar TV izlemek zararlıymış.

Daha sonra da bir faydasını gören olmadı gerçi...

Kuyrukluyıldız turşuya değil patatese benziyormuş.

İnsanoğlunu diyetler bu hale getirdi.

En ‘gariban’ başbakan Blair’miş. E, evlenen çocuklara takı takılması adeti yok tabii İngiltere’de.
Yazının Devamını Oku

Kadın uzun çekişli

7 Temmuz 2005
<B>BAZI </B>okurlarım, kendi yazdıkları ya da beğendikleri birtakım yazıları gönderiyorlar, bu köşede yayımlanması dileğiyle... Fakat yer vermiyorum.

Birincisi, aracı değil imalatçıyım ben.

İkincisi, hazıra konmuş olmak istemiyorum. Para veriyorlar ya bana, illa hak edeceğim.

Ama bugün kuralı bozuyorum. Feyzan Yüce Yiğit göndermiş aşağıda okuyacağınız yazıyı. Kendi satırları mı bilmiyorum, belirtmemiş.

Neyse...

Ben beğendim, umarım siz de beğenirsiniz.

‘Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı. Annem ‘Geç oldu’ dedi, ‘Zaten yorgunum, ben yatıyorum’.

Kalktı, mutfağa gitti. Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı, kaldırdı. Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu.

Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi. Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu.

Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.

Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.

Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu. Banyodaki çöp sepetini boşalttı. Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı.

Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti.

Çiçekleri suladı. Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.

Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu.

Kek tarifleri defterini çıkardı, arkadaşına söz verdiği tarifi bir káğıda yazdı, çantasına koydu.

Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu. Sonra gitti. 3’ü bir arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı. Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü. Tırnaklarına baktı, törpüledi.

İçerden,
‘Sen yatmaya gitmemiş miydin’ diye seslenen babama, ‘Şimdi geliyorum’ deyip köpeğin su kabını doldurdu.

Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı.

Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş, lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı, gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları sepete attı.

Bana geldi,
‘Hadi yat artık, biraz da yarın çalışırsın’ dedi.

Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı. Altı maddelik acil işler listesine üç madde daha ekledi.

Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.

İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir
‘Ben yatıyorum’ dedi ve gitti yattı.

Sizce bu işte bir gariplik yok mu? Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz?

ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ.

Ve işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölmeyiz!’


MIŞ-MUŞ

Kongre için İstanbul’a gelen mimarlar, ‘İstanbul’un kimliğini bozmayan binalar yapın’ demişler.

Ama önce kimlik konusunda bir karar vermemiz gerekiyor.

Gülben Ergen, ‘Selülitlerim iyi durumda’ demiş.

Yani ‘gelişip serpildiler’ mi demek istiyor, ben anlayamadım.

Enflasyon yüzde 5’in altına inmiş.

Bir yandan da piyasaların kötü olduğu söyleniyor; bu, ‘genç ölüp cesedin yakışıklı olması’ gibi bir şey galiba.
Yazının Devamını Oku

‘Mutlu evlilik şarkıları’

5 Temmuz 2005
<B>ASLINDA </B>uyuklamaktan iyi tabii... Ya da sadece parmak kaldırıp indirmekten... AKP Burdur Milletvekili Bayram Özçelik’in yaptığı diyorum... Oturmuş, düşünmüş taşınmış, memlekete nasıl faydalı olabilirim diye...

Bir ara yolsuzlukların üstüne mi gitsem diye düşünmüştür mutlaka. Fakat dipsiz kuyu tabii. Arada kimlere rastlayacağı da belli olmaz. Hem sonra kimin heykelini dikmişler bugüne kadar, yolsuzlukların üstüne gitti diye... Tam tersine, cezasını bulmayan kalmamıştır.

Ormanların yok olmasına kafayı taksa, seçmeni ‘Biz seni Ankara’ya ‘kütük hakları’ için mi gönderdik’ diye sitem edebilir. Bakarsınız oy vermezler bir daha.

Kaybolan insanlar var mesela. Gözaltında, orada burada... Bu da aklına gelmiştir Özçelik’in. Fakat kaç kişiyi ilgilendirir bu mevzu? Her ailede bir kayıp yok ki.

Oysa kadın-erkek meselesi öyle mi... Hangisini yazan köşe yazarının daha çok okunduğu malum. Demek en toplumsal yaraya değinmeye karar verdi. Fakat AKP milletvekili olarak ‘‘Erkeği ayartmanın yolları’ hususunda Türk kadınını aydınlatalım’ diyecek hali yoktu Özçelik’in... Neyse ki kadınla erkeğin ‘e’ hali var, bir milletvekilinin ilgisine yakışır.

İşte Özçelik, boşanmaların önlenmesi konusunda devletin neler yapabileceği üzerine kafa patlatmış.

Mesela, mutlu evliliği anlatan yeni müzik eserlerinin oluşturulması gerektiğini savunuyor. Müziğin mevcut durumu, aileleri karamsarlığa itiyormuş. Haliyle gelip boşanıyorlar demek!

Bildiğim bütün şarkıları aklımdan geçirdim. Hepsi ayrılık üzerine yazılmış hakikaten. Fakat takıldığım nokta, ‘Ayrıldım, mutluyum’ diyen tek şarkı yok. Hepsinde olayın kahramanı ölüyor, bitiyor, bürünüyor.

Yani kimse ‘Ben de ayrılayım bari’ demez duyunca.

‘Ayrılık ateşten gömlek’ demiş mesela adam, daha ne desin.

Sonra ‘Ayrılık yaman kelime / Benzetmek azdır ölüme’ demiş...

Bütün ayrılık şarkıları içerik olarak yukarıdaki iki dizeyle özetlenebilir.

Buna rağmen bir heves mahkemeye koşan varsa bilmem artık...

Aslında ben şarkıları dinleye dinleye aşka gelen bir çifte rastlamadım hiç. İyi ya da kötü yönde... Şarkılardan fal tutanlar da bekárlardır hep. Fakat milletvekilinden daha iyi gözlemci olacak halim yok tabii.

Temennim, devlet eliyle dağıtmayı düşündüğü kitapçık, belgesel, şarkı, tiyatro oyunu vs.’nin elinde kalmaması... Yıllar önce TRT halimize bakıp benzer bir mantıkla ‘Acısız arabesk şarkı’ siparişi vermişti Hakkı Bulut’a. Fakat alışmış kudurmuştan beterdir, vazgeçen olmamıştı ‘acılı’sından.

MIŞ-MUŞ

Atilla Koç, ‘Solun sorunu ahlak’ demiş.

Bazı kesimlerinse hiç öyle bir sorunu yok maşallah!

Çernobil döneminin tartışmalı bakanı Cahit Aral, hálá günde 20 bardak çay içiyormuş.

E, dünyada çay içerek tarihe geçen ilk ve tek bakan olarak ne yapacaktı.
Yazının Devamını Oku

Erkekler çok komik

3 Temmuz 2005
<B>ONCA </B>önemli haber arasında gözünüzden kaçmış olabilir. Geçenlerde bizim gazetede yer aldı... Kadın kocasını gece yarısı bir hayat kadınıyla evde içkili olarak samimi bir vaziyette yakalıyor ve boşanma davası açıyor. Kocanın savunması ise şu:

‘Hanımefendi karımla aramı düzeltmek için gelmişti.’

Kim bilir, doğrudur belki de. Başkalarıyla yakınlık evdekinin kıymetini anlamaya yardımcı da olabilir bazen.

Fakat erkek kısmı hakikaten komik. Hemen hemen her erkeğin benzer bir felaketle karşılaşmışlığı ve benzer komik bir senaryo yazmışlığı vardır. Zekáyla falan ilgisi yok. Bir refleks bu adeta.

Dünyalı olmayan bir türkücümüz için anlatılırdı bir zamanlar. Gerçek mi değil mi bilmiyorum. Güya karısı tarafından yatak odasında başka bir kadınla yakalanınca aniden sayıklamaya başlamış... ‘Ben kimim, burası neresi, bu yanımdaki kadın kim, kim koydu onu buraya?!’ gibi.

Benim de başıma geldi yıllar önce... Bir ihbar neticesinde sevgilimin otelde bir kadınla beraber olduğunu öğrendim. Şimdiki aklım olsa yapmam ama kalktım otele gittim. Otel görevlilerinin bana yardımcı olmayacağını tahmin ediyorum tabii. Sahte bir telaşla yaklaştım resepsiyona... ‘Kardeşiyim, annemiz çok hasta.’

Hemen aradılar odayı. Benimki başına geleni anladı tabii ama ne yapsın indi aşağı. Ne dese beğenirsiniz. ‘Düşündüğün gibi değil, kızcağız ailesiyle bir sorunu varmış yardım istedi, onu konuşuyorduk.’

Önünde biraz daha uzun zaman olsa eminim daha inandırıcı bir şeyler bulabilirdi. Ama iki dakikada ne yapsın... Dünyanın en iyi senaristi olsa, olmaz.

***

Fakat onları bu komik senaryoların yaratıcısı olmaya itenler de yine kadınlar.

Erkekler, söylediklerinin o anda hiçbir inandırıcılığı olmadığını biliyorlar. Küçük çapta bir felaket yaşanacağını... Ama uzun vadede hikaye ne kadar saçma sapan olursa olsun işe yarayacağını da biliyorlar.

Kadın affediyor sonunda. İnanmasa da inanmış görünüyor. İşine geliyor çünkü böylesi.

Merak eden varsa, sevgilimden çok sonra başka sebeplerden ayrıldım.

***

Tam tersi durumda ise hiçbir kadının böyle aptal bir hikaye uyduracağını sanmıyorum.

Kadınlar komik olmaktansa suçlu duruma düşmeye razı olurlar. Aslanlar gibi itiraf edip aslanlar gibi neticesine katlanırlar.

MIŞ-MUŞ

Yunan Turizm Bakanı, Atilla Koç için ‘İnsan kazanmasını biliyor’ demiş.

Evet, Rusları da ‘Görgüsüz’ diyerek kazanmıştı!

*

Karınca kendini kopyalıyormuş.

Onun için hepsi birbirinin aynı demek!

*

Horlayanlar yatakta şarkı söylemeliymiş.

İlla gürültü yapacaklar yani.
Yazının Devamını Oku

İçi kalay dışı alay

2 Temmuz 2005
İstanbul’da yarın beş gün sürecek bir kongre başlıyor. 22. Dünya Mimarlık Kongresi. Korkarım bunu ‘ucuz mobilya satmaya geliyorlar’ şeklinde algılayıp, malın iyisi kapışılmadan satış mahalline varmak üzere sabahın köründe sokağa fırlayanlar olacaktır.

Zira bizim mimarlıktan anladığımız bu.

Nereden biliyorum... Kardeşimden. Mimardır kendisi. İfadesine göre mesleğini söylediğinde ‘Yani içmimar di mi?’ demeyen bir kişi çıkmamış daha.

Fakat onlar da haklı tabii... Şehre şöyle bir bakınca ‘Bina mimarlığı diye bir şey de mi var?’ gibi bir soru geliyor insanın aklına.

Oysa evlerin içi öyle mi... Dekorasyon dergileri sayesinde birçoğunu gezme imkánımız oluyor... Hepsi tasarım harikası. Öyle üç beş tane de değiller. Bir sürü dergi var piyasada, yıllardır göstere göstere bitiremediler bunları. Harika binalarımızdan örnekler veren bir dergiye ise rastlayamadık henüz. İki ay sonra konusuzluktan kapatmak zorunda kalacağını bildiğinden kimse çıkarmaya yanaşmıyor.

Aslında biz daha ziyade her şeyin dışını parlatmaktan yanayızdır. Fakat bir tek bu hususta içle dış yer değiştiriyor. Alıştığımızın tersine ‘içi kalay, dışı alay’ oluyor.

*

Kardeşime kongre vesilesiyle mimarlık konusunda bir yazı yazacağımı söylediğimde ‘Lütfen yaz, özellikle kadınlar kendilerini mimar zannetmekten vazgeçsinler’ dedi. ‘Dünyanın en zevkli insanı olabilirler, kendilerine şahane evler döşeyebilirler ama bu mimar oldukları anlamına gelmez, bu bir. İkincisi, mimarın bina yapan cinsi de vardır bilsinler.’

Yazdım işte! Elçiye zeval olmaz.

Milletçe hakikaten kendimizi dekorasyona vurmuş bulunuyoruz. Mimarlar da dahil buna. E, bir adamı 40 defa deli demek suretiyle deli etmek bile mümkünken... Mimara da habire ‘dekorasyon yani di mi’ diye diye... Hepsi dekoratör oldu. Şehirler ihmal edildi. Fakat onlara da sorarsanız ‘tasarlanacak projeler sırada bekliyordu da biz mi istemedik’ diyebilirler.

Bu da doğru.

*

Bu konulara girip de belediyelerin kulaklarını çınlatmazsak olmaz!

Sürekli duyduğum bir laf var ortalıkta... ‘Belediye izin vermedi.’

Şehre bakıyorum... Bu gördüklerim belediyenin izin verdikleriyse eğer, izin vermedikleri yapılsaymış keşke!

Hani adamın biri, tadıp iyisini seçmesi için kendisine sunulan yemek mi şarap mı her neyse iki lezzetten sadece birinin tadına bakıp ‘öteki daha iyi’ demiş ya, nasıl olsa bundan kötüsü olmaz düşüncesiyle... O hesap.

Neyse... Kongrenin gelecek bilmemkaç kişinin bilmemkaç para bırakmasının dışında da hayırlara vesile olması temennisiyle...

Haftada üç kez

Haftada üç kez seks sağlığa çok yararlıymış.

Üstüne bir tatlı kaşığı sıvı yağ da gezdirebilirsiniz.

Ay pardon karıştırdım! Brokoliydi o.

Sonunda seksi de brokoliye döndürdüler.

İnsanın ister istemez sevişirken aklına gelir... ‘Bakalım kolesterolüm düşecek mi?’

Ya da şöyle seslenmeler:

‘Sevgilim bu akşam tedavinin üçüncü seansı var unutma!’

Duyan fizik tedavi var zanneder...

Haftada üç kez!

İkide kalınsa bir taraf ötekini suçlayabilir: ‘Senin yüzünden sağlığım bozuldu!’

Hülya Avşar konuyla ilgili evlilerin üç kez seks yapmasının imkánsızlığına değinmiş. Bu da ayrıca enteresan bir durum. Bekárların değil de, elinin altında hazır partner bulunanların sayıyı tutturamama sorunu yaşaması...

Fakat hak veriyorum Hülya’ya. İlaç niyetine bile olsa, hatta dünyaya kazık kakılacağına dair garanti belgesi verseler yirmi senelik eşle haftada üç kez sevişilmez. Günde üç kez haşlanmış kereviz sapı bundan iyidir.

Netice olarak düzenli seks sağlığa faydalı olabilir ama bundan kimsenin nasibini alacak hali yok. Bir tek yeni evliler/sevgililer uygulayabilir, ki onları da üçte nasıl durduracaksınız. Otuzüçte bile durmazlar.

Sahi, uzmanlar doz aşımında ne yapılacağını söylememişler. Misal, ‘Çiftler boğazlarına parmak sokulmak suretiyle kusturulurlar’ falan gibi.

MIŞ-MUŞ

Kültür ve Turizm Bakanı Koç ‘Şakşuka değil hünkárbeğendiyim’ demiş.

Bizim için ‘bir kalem pirzola’sınız Sayın Koç!

Bol C vitamini nezleden korumuyormuş.

Siz en iyisi bütün bildiklerinizi tersine çevirin.

Mehmet Ağar ‘Bunlar basma başörtüsü takanların değil Armani başörtülülerin hükümeti’ demiş.

Benden yorum yok, onay var.
Yazının Devamını Oku

Yelkovan kuşları

30 Haziran 2005
<B>BOĞAZ’</B>da, suyun iki parmak üstünde, sürüler halinde Karadeniz’den Marmara’ya, Marmara’dan Karadeniz’e uçan kuşları yazmıştım geçenlerde... Adını, özelliklerini bilen var mı diye sormuştum... Öyle çok e-mail geldi ki...

Sürpriz oldu benim için açıkçası. Kuşlara falan meraklı kimse kalmadı zannediyordum. Enseyi fazla karartmışım demek bu konuda. Gerek yokmuş bu kadarına.

Moralim düzeldi vallahi. Sevgili Bekir Coşkun, senin de yüreğine su serpilsin!

***

Ben onlardan ummuyordum bu kadar ilgili olmalarını, onlar da benim bu kadar ilgisiz olmamı ummuyorlarmış. ‘Yeni mi fark ettiniz?’ diye sitem edenler var.

Buna karşılık baktığım, gördüğüm, fark ettiğim için tebrik edenler çoğunlukta.

Bir de benim gibi ilgili ama bilgisiz olanlar var. ‘Bize de söyleyin ne kuşuymuş bunlar’ diyorlar.

Sonra yanlış bilenler var. Mesela ‘Karakul kuşu’, ‘Deniz kırlangıcı’ diyenler...

‘Ya onların dediği doğruysa’ diyeceksiniz. O da var tabii ama geri kalan yüz kişinin yanlış biliyor olması ihtimali zayıftır değil mi? Hem bunların arasında Ege Üniversitesi Kuş Gözlem Topluluğu’yla İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu da var. ‘Karakol kuşu’ diyen okurumsa Boğaz kıyısında bir restoranın garsonundan almış bilgiyi.

***

Uzatmayayım, Fırtına takımından Yelkovan kuşlarıymış benim kuşlar.

Yıl boyu Akdeniz’i dolaşırlarmış.

Küçük, koyu renk sırtlı, beyaz karınlı olurlarmış.

Siyah ve sarı gagalı olanları varmış. Boğaz’dakiler sarı gagalıymış.

Nisan sonunda yumurtlamaya başlarlarmış. Kuluçka zamanı ada ve sahillere sığınırlarmış.

Uzun ömürlüymüşler. Ama ne kadar, kimse belirtmemiş.

Tekeşliymişler.

Yumuşak toprağı oyarak yuva yaparlarmış kendilerine... Yuvalarını gece ziyaret ederlermiş.

Küçük balıklar, küçük kabuklular ve deniz yüzeyindeki artıklarla beslenirlermiş.

Uzun mesafe göçerleri olarak bilinirlermiş.

Sesleri ağlayan ya da iç çeken insan sesine benzermiş.

Karadeniz’de veya Adalar’da evleri olduğu sanılmakla birlikte henüz yeri bilinmemekteymiş.

Bu kadar yeter sanırım. Daha fazlasını merak eden zaten çoktan bu işlerin içine girmiş olurdu herhalde.

***

A, teessüf edenleri unutuyordum...

Orhan Veli’nin ‘Gün olur alır başımı giderim/ denizden yeni çıkmış ağların kokusunda/ şu ada senin, bu ada benim- yelkovan kuşlarının peşi sıra’ dizelerini bilmediğim için teessüf edenleri...

Ben de onlara teessüf ediyorum. Demek beni her zaman okumuyorlar. Çeşitli vesilelerle kaç defa söyledim şiirle çok haşır neşir olmadığımı. Hele şiir belleğinden tamamen yoksun olduğumu... Ayrıca Orhan Veli’nin bu şiirini hatırlasam bile o kuşların bu kuşlar olduğunu anlamayabilirdim.

Herkese teşekkürler... En hakikisinden.

MIŞ-MUŞ

Diyet erken öldürüyormuş.

Bu haber diyetisyenlerin erken ölümüne sebep olabilir esas.

Diana oğul Kennedy ile de beraber olmuş.

Gözünü toprak doyurdu mu, onu merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku