24 Temmuz 2005
<B>BİRİ </B>bizimle dalga geçiyor.<br><br>Vallahi. Şeker ve un bir yandan canımıza kastetmiş birer düşman olarak ilan edilirken, bir yandan ikisinin birlikteliği günden güne daha da şahane bir hal alıyor.
Pastalar kudurdu adeta.
Resmen butik vitrini seyreder gibi seyrediyorum.
Yetmiyor.
İçeri girip her birinin hakkında bilgi alıyorum.
Parmaklamak istiyorum hepsini.
Gözümle yiyorum.
Birinin komedi filmlerindeki gibi yüzüme bir pasta fırlatmasını diliyorum.
Pastaya bulanmak istiyorum.
***
Sırf pasta olsa kuduran...
Etler, soslar, ekmekler... Her şey kudurdu.
Fakat doktorlar da kudurdu.
Ağzımıza giren her lokma, mezara doğru döşenen yolda bir çakıl taşı adeta.
Yemeden yaşamaya davet ediyorlar bizi.
Geçenlerde gazetenin birinde iki sütuna yirmi santim üzümün faydaları anlatılıyordu... Ama nasıl... Adeta ölüme çare denilebilir.
Fakat nasıl bitiyordu dersiniz methiye?
‘Fazla şeker yüklü olduğundan çok az tüketilmelidir.’
Allah’ın üzümü...
Katkısı, şusu busu yok.
Yani pasta gibi ‘Gözünü lezzet bürümüş insanoğlu icadı’ değil.
Ama o bile işte...
***
Ayıptır, yazıktır, günahtır!
Yani bize...
Böyle ikilem içinde bırakılmaz insan.
Ya yiyeceğe içeceğe muhalefet yasaklansın ya da misal pastalar bu kadar albenili olmasın...
Bulamaç şeklinde sunulabilirler mesela. İngiltere kraliçesinin şapkaları gibi olmaları gerekmiyor illaki.
Hayır, dizilerde sigara içilmesi sakıncalı oluyor da... Bunların böyle uluorta teşhiri obeziteye davetiye sayılmaz mı?
Afyon ekimi denetleniyor da krema imalatı neden aynı muameleyi görmüyor?
Nefsimizi kontrol altında tutmaktan helak olduk.
***
Peki dondurmaya ne oluyor?
Nedir bu renk cümbüşü?
Yok kivilisi, yok kavunlusu...
Utanmasalar sarmısaklısını da yapacaklar.
Hadi günaha davet eden şeytana uymanın verdiği tedirginliği bir yana bırakalım, dünyanın en hoş eylemini gerçekleştirirken, yani dondurma dolabının başında sipariş verirken bile derin düşüncelere mi gark olacağız?
İnsan karar veremiyor... Hepsinden birer top almaya kalksanız beşbuçuk kilo ediyor.
Bu kadar eziyet olmaz!
MIŞ-MUŞ
Ecevit, ‘Aman bana af demeyin’ demiş.
Biraz zaman tanınmasını istiyor. En azından tarihte kim var başka kurtarılacak, bir bakmak için.
*
Ankara’daki görev süreleri biten Mısır, Irak, Sudan, Yemen, Kuveyt ve Libyalı diplomatlar dansöz oynatmış.
Caz dinlemelerini mi beklerdiniz?
*
Japon bilim adamları, tırnaklara bilgi depolamayı başarmış.
Herkesin bir işi var bu dünyada; bizimkisi zevku sefa.
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2005
Her şey aklıma gelirdi de Ecevit’in tekrar rol kapacağı aklıma gelmezdi. Türkiye’de kimseden umut kesmeyeceksiniz demek...
Herkesin kenarda sakladığı son bir barutu oluyor anlaşılan. Herhalde Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’na destek verdiğine dün kanaat getirmemiştir Ecevit. Bunca zaman gününü bekledi demek.
Bu belki de sondan bir önceki baruttur, kimbilir...
Belki Vahdettin mevzuu unutulduktan sonra yeni bir şey diyecek. Bir misal vereyim diyorum, hani ne atabilir ortaya diye lakin muhayyilemin kapasitesi Vahdettin’i geçmeye el vermiyor.
Fakat bu arada Rahşan Hanım’ın da hakkını yememek lazım. Vahdettin meselesi tamamen onun isteğiyle gündeme gelmiş olabilir.
‘Vahdettin’i kurtaralım Bülent’ dediyse alışkanlıkla...
Hassasiyet
Haberi okudum, inanamadım. Altına üstüne, sağına soluna baktım; hani şaka olduğuna dair bir belirti var mı diye. Gerçi gazetelerin öyle kamera şakası misali köşeleri yok. Gerek de yok zaten. Bu işle görevlendirilen hiç kimse misal Orman Genel Müdürlüğü kadar yetenekli olamaz.
Orman Genel Müdürlüğü, ‘Ormancı’ türküsünde anlatılan ‘sarhoş ve zorba ormancı’nın yarattığı ‘hassasiyeti’ dikkate alarak yeni bir türkü hazırlatmış. Ormancının ‘kötü imajı’nı silmek için.
Şimdi bendeniz ormancının ‘kötü imajı’nı tekrarlamak suretiyle bir kez daha ‘hassasiyet’ yaratmış olacağım ama ormancıların affına sığınarak eski türkünün bir nevi ‘imaj maker’ı olan iki satırı okurlarıma hatırlatmak istiyorum.
‘Ormancı da gelir gelmez yıkar masayı / Söz dinlemez ormancı çekmiş kafayı’
Ne diyeyim...
Ormancı kafayı çeker mi halbuki?..
Hadi fi tarihinde bir kere refikinden azmış, çekmiş diyelim, bunu kuşaktan kuşağa bağıra bağıra anlatmanın ne alemi var?
Mesela ‘söz dinlemez gazeteci çekmiş kafayı’ deseler iyi mi?
Kim olsa hassasiyet gösterir. Nitekim kapıcılar, doktorlar, sekreterler, hemşireler, şoförler, avukatlar... Herkes habire hassasiyet gösteriyor memlekette.
Bir tek iş başında düşüyor hassasiyetimizin dozu.
*
Fakat bu ‘ormancıların hassasiyeti’ meselesi beni bir başka açıdan fazlasıyla memnun etti, belirtmeden geçemeyeceğim.
Hassasiyeti varsa, ormancının kendisi de var demektir. Yani her şeye rağmen bir yerlerde üç beş ağaç kalmış.
Şimdi ormancılardan ricam, memleketin hálá ‘orman vasfını yitirmemiş’ bir avuç ormanına karşı aynı hassasiyeti göstermeleri.
Sonra da Kadından
Sorumlu Devlet Bakanlığı mı ilgilenir artık, ‘tombul tombul memeler, kapanmıyor düğmeler’ türküsünün sözlerinin yeniden yazılmasını talep ediyorum.
Türk kadınının memesi dilden dile gezemez!
Hayır, meme deyince sırf manken memesi olsa... Analar, bacılar var.
Lütfen ama... Olmuyor!
Bakın hassaslaştım şimdi!
MIŞ-MUŞ
Son on yıl içinde 40 bin yabancı gelinimiz olmuş.
Bizimkiler ‘el iyisi.’
Şarap beyni çalıştırıyormuş, siyah çikolata tansiyonu düşürüyormuş.
Aldırmayın! Bu haberler borsa gibi... Şarap çıkar, yumurta iner, yumurta çıkar, çikolata iner.
2.5 yılda 183 kişi raylarda can vermiş.
Demek ‘ray canavarı’mız oldu bir de!
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2005
Her şey aklıma gelirdi de Ecevit’in tekrar rol kapacağı aklıma gelmezdi.Türkiye’de kimseden umut kesmeyeceksiniz demek...Herkesin kenarda sakladığı son bir barutu oluyor anlaşılan. Herhalde Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’na destek verdiğine dün kanaat getirmemiştir Ecevit. Bunca zaman gününü bekledi demek.Bu belki de sondan bir önceki baruttur, kimbilir...Belki Vahdettin mevzuu unutulduktan sonra yeni bir şey diyecek. Bir misal vereyim diyorum, hani ne atabilir ortaya diye lakin muhayyilemin kapasitesi Vahdettin’i geçmeye el vermiyor.Fakat bu arada Rahşan Hanım’ın da hakkını yememek lazım. Vahdettin meselesi tamamen onun isteğiyle gündeme gelmiş olabilir.‘Vahdettin’i kurtaralım Bülent’ dediyse alışkanlıkla...HassasiyetHaberi okudum, inanamadım. Altına üstüne, sağına soluna baktım; hani şaka olduğuna dair bir belirti var mı diye. Gerçi gazetelerin öyle kamera şakası misali köşeleri yok. Gerek de yok zaten. Bu işle görevlendirilen hiç kimse misal Orman Genel Müdürlüğü kadar yetenekli olamaz.Orman Genel Müdürlüğü, ‘Ormancı’ türküsünde anlatılan ‘sarhoş ve zorba ormancı’nın yarattığı ‘hassasiyeti’ dikkate alarak yeni bir türkü hazırlatmış. Ormancının ‘kötü imajı’nı silmek için.Şimdi bendeniz ormancının ‘kötü imajı’nı tekrarlamak suretiyle bir kez daha ‘hassasiyet’ yaratmış olacağım ama ormancıların affına sığınarak eski türkünün bir nevi ‘imaj maker’ı olan iki satırı okurlarıma hatırlatmak istiyorum.‘Ormancı da gelir gelmez yıkar masayı / Söz dinlemez ormancı çekmiş kafayı’Ne diyeyim...Ormancı kafayı çeker mi halbuki?..Hadi fi tarihinde bir kere refikinden azmış, çekmiş diyelim, bunu kuşaktan kuşağa bağıra bağıra anlatmanın ne alemi var?Mesela ‘söz dinlemez gazeteci çekmiş kafayı’ deseler iyi mi?Kim olsa hassasiyet gösterir. Nitekim kapıcılar, doktorlar, sekreterler, hemşireler, şoförler, avukatlar... Herkes habire hassasiyet gösteriyor memlekette. Bir tek iş başında düşüyor hassasiyetimizin dozu.*Fakat bu ‘ormancıların hassasiyeti’ meselesi beni bir başka açıdan fazlasıyla memnun etti, belirtmeden geçemeyeceğim.Hassasiyeti varsa, ormancının kendisi de var demektir. Yani her şeye rağmen bir yerlerde üç beş ağaç kalmış.Şimdi ormancılardan ricam, memleketin hálá ‘orman vasfını yitirmemiş’ bir avuç ormanına karşı aynı hassasiyeti göstermeleri.Sonra da Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı mı ilgilenir artık, ‘tombul tombul memeler, kapanmıyor düğmeler’ türküsünün sözlerinin yeniden yazılmasını talep ediyorum.Türk kadınının memesi dilden dile gezemez!Hayır, meme deyince sırf manken memesi olsa... Analar, bacılar var.Lütfen ama... Olmuyor!Bakın hassaslaştım şimdi!MIŞ-MUŞSon on yıl içinde 40 bin yabancı gelinimiz olmuş.Bizimkiler ‘el iyisi.’Şarap beyni çalıştırıyormuş, siyah çikolata tansiyonu düşürüyormuş.Aldırmayın! Bu haberler borsa gibi... Şarap çıkar, yumurta iner, yumurta çıkar, çikolata iner.2.5 yılda 183 kişi raylarda can vermiş.Demek ‘ray canavarı’mız oldu bir de!
button
Yazının Devamını Oku 21 Temmuz 2005
<B>BİLMİYORUM </B>haberiniz var mı, AKP bir yarışma tertiplemiş. İki A4’ü geçmeyen bir yazı kaleme alıp göndereceksiniz. Konu, <B>‘Neden AKP?’</B> Gerçi geç kaldınız, yarın son gün. AKP de merak ediyor demek üç sene önceki teveccühün sebebini. Öyle ya, tek başına iktidar kaç partiye nasip olmuş bugüne kadar...
Gerçi uzmanlar üç senedir epey yazıp çizdiler. Analizler, sentezler yapıldı. Ama halk ne diyor acaba, o önemli.
Fakat burası Türkiye... Tayyip Erdoğan’ın yakışıklılığının etken olduğu neticesi çıkabilir ortaya. Ki ben de bir yazı yazmaya kalksam bu konuda, aklıma başka bir şey gelmeyebilir.
Ama benden biraz daha derine dalmam beklenir tabii. Nihayetinde Türkiye’nin en büyük gazetesinde bir köşe verilmiş elime. Gerçi bu yakışıklılık hadisesinin zaten en derinlerden çıktığı inancındayım. Ama çok da haksızlık etmeyeyim benim de içinde bulunduğum halkımıza... AKP’nin memleketi teslim etmek suretiyle taçlandırılmasında başka etkenler de vardır elbet. Çeşitli kesimlerin ‘sebebi taç’ını birer cümleyle özetleyecek olursak,
‘Pantolon uyduramadık bari gömlek olsun’
‘Koyunun bulunmadığı yerde keçinin durumu’
‘Ben senin türbanı çözme ihtimalini sevdim’ diyebiliriz.
***
Bu kadar lagaluga yeter.
Bendeniz hakikaten neden AKP anlamış bulunuyorum. Size de anlatayım.
Hayatımda ilk defa milletvekili gördüm karşımda... Daha önce davetlerde, yemeklerde, seçim öncesi şovlarda falan çok görmüştüm de böyle işbaşında görüşüm ilk oluyor.
İstanbul Milletvekili Mustafa Baş, oturmuş dert dinliyordu. Tesadüfen karşılaştık. Böyle sık sık seçim bölgesini dolaşırmış meğer. Şikáyetleri not alır, gerekeni yaparmış. Herhalde tek değildir Mustafa Baş...
‘Sen ilk defa gördün diye tarihte ilk midir?’ diyeceksiniz. Esnaf da ilk defa görüyormuş. En azından, dile getirdiği meselelerin hallini... Yani yanında gazetecilerle gelip, sorup gitmek, sonra da sır olmak değil yapılan.
Biz halimizi hatırımızı soran yetkili severiz. Öyle altından kalkılmayacak şikáyetlerimiz de yoktur aslında. Çoğumuz soranın sağlığına duacı oluruz, bir kısmımız da neredeyse midemizdeki gazı dile getirerek iyice bireyselleştiririz işi ki, zaten karşıdakinin yapacağı bir şey yoktur buna.
Ama neticede bire bir ilişkiyi severiz. Anlamayız öyle verilerden, rakamlardan, kişi başına düşen milli gelirlerden falan... Kadrolaşmaymış, gidişatmış... Hiç takmayız. Onlar köşe yazarlarını ilgilendirir daha çok.
Temas isteriz... Yakın temas.
AKP çözmüş bizi.
MIŞ-MUŞ
Britney Spears, karnındaki bebek için Hummer siparişi vermiş.
Bizim görgüsüzleri öpüp başımıza koyalım.
*
Batman’da geçen yıl mitingle açılan Kürtçe dil kursu talep azlığından kapanmış.
Zaten herkesin Kürtçe bilip konuştuğu bir bölgede izdiham mı bekleniyordu, onu anlamadım.
Yazının Devamını Oku 19 Temmuz 2005
‘Pantolonum biraz sıkıyorsa aç kalmıyorum demektir.<br><br>Gölgem beni izliyorsa güneş ışığı görüyorum demektir. Camları silmem, çatıyı onarmam gerekiyorsa bir evim var demektir.
Annem azarlıyor, babam kızıyorsa bir ailem var demektir.
O gün oltama hiç balık gelmediyse hiç balık öldürmedim demektir.’
Hakan Büyükdere/’Hayatınızı Değiştirecek Öyküler’ adlı kitabından
*
Kucaklamaya kollarının yetmeyeceği bir ağaç, bir tohumla başlar...
En uzun yolculuklar, bir adımla başlar...
Hurston
*
Bir fark yaratmak için çok küçük olduğunuzu düşünüyorsanız bir sivrisinekle hiç yatağa girmemişsiniz demektir.
Anita Roddick
*
Aldatılmış insan diye bir şey yoktur. Güvenmiş insan vardır.
Eğer ölür ölmez unutulmak istemiyorsan, okumaya değer şeyler yaz ya da yazılmaya değer şeyler yap.
Sırrını verdiğin adama özgürlüğünü de satmış olursun.
Akıllı insanlar, başkalarının başlarına gelen kötülüklerden ders alırlar, aptallar ise kendi başlarına gelenlerden.
‘Benjamin Franklin’in Takvimi’ adlı kitaptan.
*
Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyen kişiler yalnızca kölelerdir.
Voltaire
*
Hiçbir şey için ‘Benimdir’ deme. Yalnızca ‘Yanımdadır’ de. Çünkü ne altın, ne toprak, ne sevgili, ne yaşam, ne ölüm, ne huzur, ne de keder her zaman seninle kalmaz.
D.H.Lawrence
*
Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim.
Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir.
İşte o zaman anlarım ki taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.
Jacob Rus
*
Ne güzel, ne doğru di mi...
‘Kendi Kutup Yıldızını Bul’ isimli kitaptan aldım hepsini. Alfa Yayınları’ndan mayıs ayında çıkmış. Siz çoktan haberdar olmuşsunuzdur belki ama ben yeni keşfettim. Nüvide Gültunca Tulgar, her milletten, her çağdan birçok kişinin söylediklerini, yazdıklarını bir araya getirmiş.
Bilmediğimiz değil ama göz ardı ettiğimiz şeyler hepsi. ‘Sahi ya’ dedirtiyor insana. Bir de seviniyorsunuz, bilgeliği hap yapmış ağzınıza vermişler diye. Fakat ah, o ‘aslına dönme’ durumumuz olmasa! Hani mezarlık ya da hasta ziyareti sonrası ‘yaşamın kıymetini sadece birkaç saatliğine anlamak’ gibi.
MIŞ-MUŞ
Kıbrıs’ta çözüm hayal değilmiş.
Bir otuz sene de ‘çözümün hayal olmadığının hayali’ sürer.
*
CHP, ‘Hükümet üç yılda sınıfta kaldı’ demiş.
Ucu bize dokunmasa isterse okuldan atılsın.
*
Beyaz Saray’da gelin-kaynana çekişmesi yaşanıyormuş.
Ay n’olur bir kamera yerleştirip bize göstersinler!
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2005
<B>SANKİ ‘canlandırma’</B> yaptılar...<br><br>Yıllardır bilinen, söylenen, yazılan, çizilen <B>‘Erkeğin elinin kiri, kadının namusu’</B> hadisesini iki kadın iki erkek, dört gönüllü net bir biçimde gösterdiler. Kaçırmış olmanız mümkün değil, günlerdir gazetelerin birinci sayfasındalar. Evli bir erkekle, evli bir kadın bir ilişki yaşadılar, ilişkinin duyulması üzerine aldatılan erkek derhal eşini boşadı, aldatılan kadınsa affetti. Tarih tekerrür etti yani.
Aldatılan erkek karısını boşamakla kalmadı, çocuklarının velayetini de aldı. Hatta mücevherlerini de aldı kadının.
Affedilen erkekle affeden kadın yabancı. Bu demektir ki bize has gelenekler görenekler falan değil bu işlerde etkili olan... Erkek hangi milletten olursa olsun paçayı kurtarıyor neticede.
Nitekim son aldığımız habere göre karı-koca bir şey olmamış gibi tatile çıkmışlar.
* * *
Bu, olayın bir yüzü...
Bir yüzü daha var ki eminim ‘boş’ olan kadın buna daha çok üzülüyordur. Bir anda düzeninin bozulması, çocuklarından olması falan bir yana, sevgilisinin, karısının affına sığınıp hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmesi fena yaralamıştır kadını.
Kadın kısmı ‘yasak’ ilişkiye öyle kolay kolay girmez. Hele kucağında binbir uğraş sonunda sahip olduğu üç minik çocuk dururken...
‘Bir de kocamın ortağıyla sevişeyim, hayatıma renk gelsin’ demez.
Sevişiyorsa aşk vardır.
Ancak aşk rahatlatır vicdanını.
Ve her şeyi göze almış demektir.
Yani kahramanımız için kocasından boşanmak durumunda kalmak pek büyük şok olmamıştır. Derinde bir yerde de olsa hazırdır zaten buna.
Ama sevgilisinin ilişkilerine değil de evliliğine sahip çıkması çok ağır gelmiştir, eminim.
Kadın şimdi ‘aşk falan yokmuş meğer’in üzüntüsü içerisindedir büyük ihtimalle.
Ve ancak şimdi rahatsız ediyordur vicdanını o ilişki. Aşk çıkıp gidiverince aradan, mazereti kalmamıştır zira.
* * *
Duyan da beni bilirkişi zannedecek... Böyle kesin hükümler...
Siz bana aldırmayın! Bütün cümlelerimin başına ya da sonuna birer ‘Herhalde’ ekleyin. Devir değişmiş olabilir bana çaktırmadan. Kadınlar da erkekleşmiş olabilir.
MIŞ-MUŞ
İnsan vücudunun kullanılabilir parçaları satıldığında 42.5 trilyon lira ediyormuş.
Züğürt tesellisi.
Türkiye AB’yi ikiye bölmüş.
Bölünmekten korka korka bölmeyi öğrendik demek!
Yoksulluk sınırı 1.802 YTL’ymiş.
1.801 YTL kazananlar kaderine razıdır da ben tam 1.802 YTL’si olanlar için üzülüyorum daha çok; nasıl gıptayla bakıyorlardır 1.803 YTL. sahibi olanlara!
Van’ın Gevaş İlçesi’nde yaşanan toplu koyun intiharında ‘çoban hatası’ varmış.
İyi ki ‘koyun ihmali’ yok!
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2005
Bu da oturtamadığımız hususlardan biridir. Turistlerin nasıl karşılanacağı hususu. Oysa bu işler için komisyonlarımız bile var. Her sene toplanırlar... Turisti nasıl canından bezdirelim de bir daha adımını atmasın buraya diye değil tabii. Memnun etmek için.
Bir zamanlar kılıç kalkan ekibi uygun görülmüştü mesela. Fakat zaten adımız çıkmış dokuza inmez sekize, turistlerden gerisingeriye geldiği uçağa binenler olunca vazgeçildi galiba bu uygulamadan.
Daha eskiden ‘şiş kebap’ fırtınası vardı. Havaalanında elimizde şişe dizilmiş etlerle beklemezdik belki ama turistle özdeşleşmişti adeta şiş kebap. Daha buralarda Fransız restoranları falan açılmadığından, yurtdışına gidip gelmek de o zamanlar uzaya gitmekle eş olduğundan, dünyadan bihaber eti şişe dizip pişirmeyi falan maharet sandığımız günlerdi.
*
Uzatmayayım, bu sene lokumla ayranda karar kılmış komisyon. İlaveten Türk kahvesi, ince belli bardakta çay ve boza da var. Bilmiyorum artık hepsini birden mi dayayacaklar turistin ağzına iner inmez... Arkasından antiasit de verecekler mi...
Lokum yeni değil aslında. Şiş kebaptan da eski hatta. Meşhur Mısır Çarşısı çoktan Lokum Çarşısı’na dönmüş durumda. Fakat devlet kararıyla ikram edilmesi ilk defa gerçekleşecek.
Sonra yakalara nazar boncuğuyla Türk müziğinden seçme örnekler var.
Bunlar komisyon kararıyla yapacaklarımız. Üstüne bir de her birimizin misafirperverliğini koyun... Hani misafiri kusturmadan bırakmama geleneğimizi... Sonra misafirperverlikten çatlayan erkeklerimizi... Turistin kadın kısmıyla yakından ilgili... Hani ‘varsa bir ihtiyacınız emrinize amadeyiz’ şeklinde... Hatta kızlar belki çekinir de söyleyemezler düşüncesiyle sormadan direkt ihtiyaç giderme işine girişenler...
Sonra esnafımız, şoförümüz var. Turiste ‘Aramızda paranın lafı mı olur, senin paran benim param’ samimiyetiyle yaklaşan...
En son su dökülecekmiş turistin arkasından.
Onlar bunun ne demek olduğunu bilmez tabii. ‘Çabucak git dön inşallah’ manasına geldiğini... Yoksa ‘Hiç olmazsa buna direnelim’ diyebilirlerdi.
*
Aslında bu yaptıklarımızın hiçbiri fazladan bir şey değil. Yani komisyon kararına falan gerek yok. Bizde kendiliğinden karşılama-uğurlama geni var zaten.
Annem mesela... Bakkalın çırağı günde dokuz kere gelse kapıya ‘Hoşgeldin yavrum’ der. Arada arkasından su döktüğünden bile şüphe ediyorum. Çocuğun habire gidip gelmesinden.
Diyeceğim, yüksünmeden yaparız.
Ama insan karşıdan aynı muameleyi göremeyince üzülüyor. Biz de yurtdışına gidiyoruz. Bilmiyorum sizi karşılayan oldu mu oralarda hiç?.. Beni kimse takmadı bugüne kadar. Hani yerine göre bir parça peynir, çikolata falan soksunlar ağzımıza iner inmez... Hiç olmadı.
Ya da misal Avusturya’da Devlet Vals Topluluğu gelsin vals yapsın havaalanında... Hiç görmedim.
Üzülüyor insan haliyle!
MIŞ-MUŞ
ABD’nin ünlü turizm dergisinin Görülmesi Gereken Kentler listesinde İstanbul 7. sıradaymış.
Biraz da ibreti alem için olabilir.
Obez kadın obez erkekten daha zindeymiş.
Bu konuda bile yarış içerisindeyiz, anlayın artık!
Bir Parkinson ilacının yan etkisi seks bağımlılığıymış.
Buna ‘yan etki’ demezler ‘son gürlüğü’ derler.
Abdullah Gül’e İngiltere’de fahri doktora unvanı verilmiş.
Biz de Erdoğan’a, bu ara Türkiye’ye yolu düşmüşken ‘fahri vatandaş’ unvanı mı versek acaba diyorum.
Yazının Devamını Oku 14 Temmuz 2005
BURCUN Alevok
‘Boğaziçi Köprüsü’nün gökkuşağı renklerine boyanacağını internetten daha dün öğrendim. (ABD’de ikamet etmekteyim.) ABD’de gökkuşağı gay’lerin sembolüdür (...) İstanbul’un bir simgesini gay simgesine çevirmekten ne çıkar sağlanır anlamıyorum. Yöneticiler şimdi de gay turizminden gelecek paraları mı hesaplıyorlar acaba, yoksa hiç kimse bu renklerin ne anlama geldiğini bilmiyor mu?’
Ne?
Gökkuşağını da kaptırdık sonunda ha?
Yeşil-kırmızı-sarı üçlüsünü de üstümüzde başımızda barındıramıyoruz zaten malum sebepten... Hayatımızda manidar olmayan bir şey kalmadı. İsimler, şarkılar derken renkler.
Ta Amerika’lardan bizi uyardığınız için teşekkürler!
İstanbul delikanlıdır, delikanlı kalacaktır!
Müsterih olun!
* * *
Zühal Voigt Sunal
‘Demek ki Türkiye bu açıdan aynı yerde sayıyor. 1963-70 senelerinde Türkiye’de bir bankada çalışıyordum. Evlenecek birini bulan her kız derhal işten ayrılıyor ve arkadaşları ona, nihayet hayatını kurtarmış gözüyle bakıyorlardı. (...) G-Stringler ve silikonlar hep aynı amaçlı. Yani bunlar özgürlüğün simgesi değil. Belli ki üniversite tahsili bile. (...) Avrupalı kadının kafası başka türlü işliyor. Her kadın herhangi bir meslek ediniyor ve evlendikten sonra onu ancak çok etkili sebepler için bırakmaya razı oluyor. (...) Türkiye’de kadın her şeyden önce müstakbel anne olarak yetiştiriliyor. Başka her şey ancak o noktaya kadar hoşgörülüyor. Avrupa’da ise her şeyden önce bir insan ve başka şeyler arasında anne de.’
Aslında biz de Avrupalı’yız. Lakin evlenene kadar. Gezelim tozalım, yatalım kalkalım, namusu bacak arasında aramayalım falan. Fakat bir koca edindikten sonra kıta değiştiriyoruz. Belki de hem Asya’da hem Avrupa’da toprağımız olduğundandır!
* * *
Prof. Dr. Vedat Aydemir
‘Merhaba,
Yazılarınızı büyük bir zevkle okuyorum. Bu keyfi yaşattığınız için teşekkürler, başarılar. 25.06.2005 tarihli yazınıza katkıda bulunmak isterim. Gebeliğin ilk günlerinin, tüp bebek merkezlerinde, laboratuvar şartlarında rahime ihtiyaç duyulmaksızın başarıldığı malûmunuzdur. Gebeliğin 18-20. haftalarından itibaren erken doğan bebekler USA’nın birçok merkezlerinde yaşatılabilmektedir. Gebeliğin 1-18 hafta arasında bebeğe sadece insan kanı sağlanması (anne rahminde de rahim bebeğe sadece kan -tabii ki bu banka kanı değil, vücutta dolaşan kan- sağlamaktadır) halinde bebek yapay rahim olarak ifade ettiğiniz hem de şeffaf bir ortamda gelişimine devam edebilir kanısındayım. Bu yöntemle belki de dünyanın çeşitli yerlerinde bebek geliştirilmesi çalışmaları yapılıyordur, ancak etik ve yasal nedenlerden dolayı bugün ifade edilmiyor olabilir.’
Hocam şimdi ben kısaca atmış ama tutturmuş oluyorum di mi?
Fakat buna memnun olmama mani bir hal var ortada. Bendeniz erkeklerin illa ki kadına muhtaç olduklarının altını çizmek istemiştim ama görüyorum ki bizi ekarte etmelerine ramak kalmış. Dokuz ayın dört buçuk ayını kurtarmışlar bile boyu devrilesiceler! Geriye etik kalmış.
MIŞ-MUŞ
Kadınlarda ideal seks yaşı 40’mış.
Allah bir kapıyı kaparken ötekini açıyor.
Nicole Kidman’ın dakikası 17 bin 400 dolarmış.
Kendinizi ‘Benim dakikama paha biçilemiyor’ diye teselli edeceksiniz.
73 yaşında emekli öğretmen, 50. evlilik yıldönümlerinde 67 yaşındaki karısının büstünü diktirmiş.
50 yıl... Aslında ikisinin büstünü ben dikmek isterim.
Yazının Devamını Oku