6 Ağustos 2005
Sabah sabah yeğenim aradı.<br><br>Hamile ya... Heyecanlandım birden... Erken doğum mu diye. Değilmiş. Ama çok da uzağına düşmemişim mevzunun. Sorun yine bir çiftleşme vakasıymış. Tavukla horozun çiftleşmesi.
Karı koca kahvaltıda yumurta yerlerken akıllarına gelmiş, içinden çıkamayıp beni aramışlar.
E, bugünlerde normaldir herhalde. Yani mahlukatın çiftleşmesini merak etmeleri... Yeni evli olunca insan, aklına başka bir şey düşmüyor olabilir.
Bir köşe sahibi olmanın en zor yanı bu işte!
Herkes sizi her şeyi bilir zannediyor. Hayır, zannetmeleri fena değil de öyle kalsa... Ama kalkıp şak diye bir soru soruyorlar, apışıp kalıyorsunuz. Karizma sıfır.
Nitekim yeğenim arayınca düştüğüm durum budur!
‘Şimdi uyku sersemiyim, sonra arayıp anlatırım’ dedim.
Yalan. Uykunun verdiği değil, ne diyeceğimi bilememenin verdiği sersemlik benimkisi. Maksadım bir yandan da zaman kazanıp konu hakkında oradan buradan bilgi toplamak.
Fakat kime sordumsa cevap alamadım. Bahçesinde kümesi olan evde büyümüş arkadaşlarım bile bilemediler. Kümesi açıp yumurtayı almışlar, gerisini merak etmemişler.
‘Üzümünü ye bağını sorma’ demiş atalarımız, biz de üstüne atlamışız. İyi bir tavsiye olsa kimse uymazdı. Fakat ‘Amaan otur keyfine bak, kafayı fazla yorma!’ deyince...
*
Sahi nasıl çiftleşir tavukla horoz?
Yani nedir bu işin prensibi?
Tavuk her zaman bir cinsel birleşme neticesinde mi yumurtlar?
Yani her yağda yumurta aslında bir aşk meyvesi midir?
Yavruların yumurtadan, yumurtanın da tavuktan çıktığını biliyoruz. O halde tavuğun yavrulaması iki aşamalı mı oluyor?
Tavuğun üstüne oturduğu yumurta bizim omlet yaptığımız yumurta mıdır?
Yoksa kuluçka yumurtası diye ayrı bir yumurta mı vardır?
Yani yumurtalar ‘yemelik’ ve ‘civcivlik’ diye ikiye mi ayrılır?
Bir tavuk üstüne oturacağı yumurtayı nasıl seçer?
Bıraksalar hepsinin üstüne oturur mu?
Bir insan da bir yumurtanın üstüne tavuk misali otursa o yumurtadan yine civciv çıkar mı?
Bu durumda o civciv yumurtayı yumurtlayan tavuğun mu yoksa üstüne oturan insanın mı yavrusu sayılır?
Bu arada horozun fonksiyonu nedir?
Beş tavukla bir horozun yaşadığı kümesler her gece grup sekse mi şahit olmaktadır?
Her yumurta için bir cinsel birleşme yaşanıyorsa bu ne seri sevişmedir Allah’ım?
Çift sarılı yumurta horozun marifeti midir?
Böyle bir sürü muamma...
*
Bellemişler bir antilop... Habire gözümüze bunları dayıyorlar. Burnumuzun dibindeki hayvanların dünyasındansa haberimiz yok.
Neredeyse etimiz tavuk etine dönüşecek oysa. Öyle içli dışlı olduk son senelerde. Fakat işte cinsel hayatlarıyla ilgili en ufak bir bilgim yok, gördünüz...
Bir tutturmuşuz ‘tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?’ Yumurtanın çıkışından ziyade girişini merak ediyorum ben şahsen. Varsa yukarıdaki soruların cevabını bilen...
Sepet sepet yumurta/Acele cevap beklerim.
Arada iki mısra daha vardı ama çıkaramadım.
MIŞ-MUŞ
Okullar artık öğrencinin ayağına kadar gidecekmiş.
Bu eğitim sistemiyle öğrencinin koynuna girseler ne olacak...
Kuran kursuna gelen kıza iç çamaşırı hediye eden imam tutuklanmış.
Bize de yaranılmıyor; adamlar iç çamaşırını çıkartsa bir dert, giydirse bir dert...
Rus’un yediği içtiği Türk malıymış.
E, her şey karşılıklı; bizim de yattığımız kalktığımız Rus malı!
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2005
Sabah sabah yeğenim aradı.Hamile ya... Heyecanlandım birden... Erken doğum mu diye.Değilmiş. Ama çok da uzağına düşmemişim mevzunun. Sorun yine bir çiftleşme vakasıymış. Tavukla horozun çiftleşmesi.Karı koca kahvaltıda yumurta yerlerken akıllarına gelmiş, içinden çıkamayıp beni aramışlar.E, bugünlerde normaldir herhalde. Yani mahlukatın çiftleşmesini merak etmeleri... Yeni evli olunca insan, aklına başka bir şey düşmüyor olabilir.Bir köşe sahibi olmanın en zor yanı bu işte!Herkes sizi her şeyi bilir zannediyor. Hayır, zannetmeleri fena değil de öyle kalsa... Ama kalkıp şak diye bir soru soruyorlar, apışıp kalıyorsunuz. Karizma sıfır.Nitekim yeğenim arayınca düştüğüm durum budur!‘Şimdi uyku sersemiyim, sonra arayıp anlatırım’ dedim.Yalan. Uykunun verdiği değil, ne diyeceğimi bilememenin verdiği sersemlik benimkisi. Maksadım bir yandan da zaman kazanıp konu hakkında oradan buradan bilgi toplamak.Fakat kime sordumsa cevap alamadım. Bahçesinde kümesi olan evde büyümüş arkadaşlarım bile bilemediler. Kümesi açıp yumurtayı almışlar, gerisini merak etmemişler.‘Üzümünü ye bağını sorma’ demiş atalarımız, biz de üstüne atlamışız. İyi bir tavsiye olsa kimse uymazdı. Fakat ‘Amaan otur keyfine bak, kafayı fazla yorma!’ deyince...*Sahi nasıl çiftleşir tavukla horoz?Yani nedir bu işin prensibi?Tavuk her zaman bir cinsel birleşme neticesinde mi yumurtlar?Yani her yağda yumurta aslında bir aşk meyvesi midir?Yavruların yumurtadan, yumurtanın da tavuktan çıktığını biliyoruz. O halde tavuğun yavrulaması iki aşamalı mı oluyor?Tavuğun üstüne oturduğu yumurta bizim omlet yaptığımız yumurta mıdır?Yoksa kuluçka yumurtası diye ayrı bir yumurta mı vardır?Yani yumurtalar ‘yemelik’ ve ‘civcivlik’ diye ikiye mi ayrılır?Bir tavuk üstüne oturacağı yumurtayı nasıl seçer?Bıraksalar hepsinin üstüne oturur mu?Bir insan da bir yumurtanın üstüne tavuk misali otursa o yumurtadan yine civciv çıkar mı?Bu durumda o civciv yumurtayı yumurtlayan tavuğun mu yoksa üstüne oturan insanın mı yavrusu sayılır?Bu arada horozun fonksiyonu nedir?Beş tavukla bir horozun yaşadığı kümesler her gece grup sekse mi şahit olmaktadır?Her yumurta için bir cinsel birleşme yaşanıyorsa bu ne seri sevişmedir Allah’ım?Çift sarılı yumurta horozun marifeti midir?Böyle bir sürü muamma...*Bellemişler bir antilop... Habire gözümüze bunları dayıyorlar. Burnumuzun dibindeki hayvanların dünyasındansa haberimiz yok.Neredeyse etimiz tavuk etine dönüşecek oysa. Öyle içli dışlı olduk son senelerde. Fakat işte cinsel hayatlarıyla ilgili en ufak bir bilgim yok, gördünüz... Bir tutturmuşuz ‘tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?’ Yumurtanın çıkışından ziyade girişini merak ediyorum ben şahsen. Varsa yukarıdaki soruların cevabını bilen...Sepet sepet yumurta/Acele cevap beklerim.Arada iki mısra daha vardı ama çıkaramadım.MIŞ-MUŞOkullar artık öğrencinin ayağına kadar gidecekmiş.Bu eğitim sistemiyle öğrencinin koynuna girseler ne olacak...Kuran kursuna gelen kıza iç çamaşırı hediye eden imam tutuklanmış.Bize de yaranılmıyor; adamlar iç çamaşırını çıkartsa bir dert, giydirse bir dert...Rus’un yediği içtiği Türk malıymış.E, her şey karşılıklı; bizim de yattığımız kalktığımız Rus malı!
button
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2005
<B>SEVGİLİ </B>okurlarım,<br><br>Şu aşağıda diyeceklerim size de oluyor mu bilmem ama benim başıma öyle sık geliyor ki... Bu köşede konu edecek kadar. Ne zaman ‘Trafik her seferinde sıkışık oluyor ve her seferinde geç kalıyorum’ düşüncesiyle yola çıksam, trafik yağ gibi akıyor ve randevuma 45 dakika önce gidip bekliyorum.
Bazen de tersi.
*
Aradığım şey mutlaka baktığım en son çekmecede, en son dolapta, en son dosyada veya çantanın en son gözünde oluyor.
*
Ne zaman en paspal halimle eve iki adımlık mesafedeki bakkal, eczane vs. dükkánlardan birine bi koşu gidip gelmeye kalksam, o iki adımda otuz iki kıl tanıdığa rastlıyorum.
*
Dört gözle beklediğim hoşluklar asla gerçekleşmiyor fakat buna karşılık hiç ummadığım tersliklerde bir vefadır gidiyor.
Ne zaman uzun süredir yana yana aradığım ama bulamadığım elbise, ayakkabı, ev eşyası, şu bu yerine muadili bir şey satın alsam akabinde aradığım şey karşıma çıkıyor.
*
Ne zaman ‘Bir şey olmaz’ diye cesaret gelse ‘bir şey’ oluyor.
*
Gerçekleşmesini hiç istemediğim bir hadiseye mecburen, mecburiyetten kendimi alıştırmış, ruhen hazırlanmışken... Yani tam ben kıvama gelmişken bu sefer hadise gerçekleşmekten vazgeçiyor.
*
Ne zaman bir şeye talip olsam, o şey beş dakika önce başkaları tarafından alınmış, kiralanmış, keşfedilmiş, götürülmüş, falan filan oluyor.
*
Ne zaman ‘Bu sefer yazının sonunu çok şahane bağladım’ diye sevinsem, arkadaşlar yer darlığından son cümleyi kesmiş oluyorlar.
Nedir?
Yoksa bana kaderimin bir oyunu mudur bu?
MIŞ-MUŞ
Yeni Suudi Arabistan Kralı Türk dostuymuş.
Zaten dünya ikiye ayrılıyor, Türk dostu olanlarla olmayanlar.
*
İstanbul İl Kongresi’ni Öktem kazanınca Baykal için CHP dikensiz gül bahçesi olmuş.
CHP’nin ömrü de böyle geçecek işte... Memlekete hizmete de sıra gelir belki ama biz göremeyiz.
*
Aşk acısının ilacı çikolataymış.
Bu ilaç için hastalığa davetiye çıkarılır vallahi!
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2005
<B>‘SARKINTILIK, ırz ve iffete tecavüz; askerliğin haysiyet ve şerefine dokunma.’<br><br></B>Gözünüzden kaçtıysa diye yazıyorum sevgili subay okurlarım... Bir kadın, pardon bayan arkadaşınızla TSK’nın tesislerine girmeye kalkmayın sakın! Aksi halde, yukarıda tırnak içerisinde belirttiğim eylemlerde bulunmuş oluyorsunuz. Nitekim bir emekli subay bu işe kalkıştı, şimdi iptal edilen giriş kartını geri almak için mahkemelerde uğraşıyor.
Orduevlerine giriş şartları nelerdir bilmem. Ha, bir tek sakalla ve türbanla girilemeyeceğini bilirim. Demek işte bir de evlilik cüzdanı olmadan girilemiyormuş, onu öğrendik.
***
Gelelim beni bu hadisenin neresinin ilgilendirdiğine...
İffet, haysiyet, şeref kısmı.
Evli bir erkek, bir kadınla, mensubu olduğu kurumun bir tesisine girip bir bardak çay içince kurumun haysiyet ve şerefine dokunmuş oluyorsa, bu memlekette bu konularla ilgili olup biten her şey normal sayılmalıdır.
Tabular, baskılar, namus cinayetleri... Hepsi.
Bizim gazetenin cinsellikle ilgili araştırmasını okuyorsunuzdur...
Cinsel ilişkiye girmeye ‘orgazm’ dendiğini zanneden de var, Metin Üstündağ’ın dediği gibi klitorisi Singapur’un başkenti zanneden de.
Nikáhsız erkekle kadının bir yerlere girmesinin şeref ve haysiyetle direkt ilişkilendirildiği memlekette insanlardan kalkıp şakır şakır cinsellik konuşmaları da beklenemez tabii. Konuşmayınca nereden bilecek orgazmı, klitorisi.
Rumuzla falan Güzin Abla’ya sorabilen varsa ne álá... Soramayan, bırakın karşı cinsin vücudunu, kendi vücudundan bihaber göçüp gidiyor öteki áleme.
***
‘Bir orduevine girememekten nereye geldin’ diyeceksiniz.
Tamam ama bu işler çorap söküğü gibidir. Namus cinayetine kadar gider işte.
Hayır kimi almayacaklarsa almasınlar yine içeri, kuralları tartışacak değiliz de şu haysiyeti falan karıştırmasınlar bari işin içine. Duyan da memleket satışa çıkarıldı zannedecek.
Ha, söz konusu subay karısının kimliğiyle sokmak istemiş arkadaşını... Ortada bir kandırma durumu var yani.
Fakat ne yapsın adamcağız.
‘Söyleyene değil söyletene bak’ diye bir söz vardır...
MIŞ-MUŞ
DSP’de Vahdettin konusunda Ecevit’i savunan yokmuş.
Korkarım karı-koca yeni bir parti kurarlar!
*
Göcek koyları yok ediliyormuş.
Ne var yani, prensiplerimize tamamen uygun bir şey!
*
‘Dünyanın En Aptal Lafları’ yarışmasında Bush birinci olmuş.
Yine hakkımız yenmiş!
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2005
<B>MİLLİYET’</B>te bir haber...<br><br><B>‘Uzan çiftliğinde AKP’li pikniği.’ AKP’li belediye başkanlarının eşleri ile kadın partililer, TMSF’nin el koyduktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na devrettiği, Sakarya-Pamukova’daki çiftliğe piknik yapmaya gitmişler.
Her ay böyle toplanıp bir yerlere giderlermiş, işte bu sefer de eskiden Uzanlar’a ait olan çiftliği seçmişler.
Havuzun ısıtma sistemi de dahil her yeri gezmişler falan...
Fakat bunlar beni ilgilendirmiyor. Daha doğrusu AKP’li kadınların çektirdiği hatıra fotoğraflarından birini görünce olaydan kopuyorum.
Bir köpek var orada... Minik, beyaz...
‘Yeşim Salkım’ın köpeği’ deniyor haberde. Satışa çıkarılmış.
Onunla fotoğraf çektiren kadının gözünün içine bakıyor.
‘Mücevherlerimi bile almadım’ demişti bir ara Yeşim Salkım... Köpeğini de almamış demek. Onu da tok gözlülüğün bir ifadesi saydı zahir!
Aslında kimseyi suçlamak istemiyorum. Oradan ne şartlarla, nasıl ayrıldığını bilmiyoruz Yeşim Salkım’ın. Fakat ‘aile’yle ilgili haberleri okuduktan sonra az çok tahmin edebiliyoruz. Pabucunu giyemedi belki de kızcağız.
Ama benim için köpekle çocuk bir olduğundan... Yani ‘Köpeğim olmadan asla’ türü bir hikáye yaratabilirdim ben olsam.
* * *
TMSF’nin çiftliğe el koyduğu günlerdeki halini düşünüyorum şimdi...
Köpeği olanlar tahmin ederler...
Nasıl telaşla koşuşturmuştur oradan oraya...
Bir umut sahibini aramıştır gelenlerin arasında...
Herkesin paçasını koklamıştır...
Dost aramıştır...
Kendini sevdirmeye uğraşmıştır...
Belki birkaçının arkasından gitmek istemiştir...
Küt küt atmıştır kalbi...
Sonra, mahzun, oturmuştur bir kenara...
Piknik günü de öyle...
Fotoğrafta kadının gözüne bir bakışı var zaten...
Ne olduğunu anlamaya çalışıyor. ‘Onu almaya gelmiş olabilirler mi acaba?’
Yemeğini, suyunu veren vardır elbet orada...
Ama yetmez ona, bilirim.
Göz göze gelmek ister o, konuşa konuşa sevilmek...
Oynamak ister.
Sevdiği insanın yatağına, koltuğuna zıplamak ister.
Değerek uyumak ister.
* * *
‘Uzan mağduru’ birileri varsa şu ülkede, ‘en mağdur’ odur.
Bilerek, isteyerek, göze alarak kesişmedi ki onlarla yolu... Üstelik her şeye rağmen hálá onları sevmeye devam eden de bir tek odur belki.
MIŞ-MUŞ
Her yaşta çocuk sahibi olunuyormuş.
Tek sorun, çocuğun konuşmaya başladığında size nasıl hitap edeceğinde.
Japonlar nefes bile alabilen bir androit üretmişler.
Türkiye’de fuhuşta patlama varmış.
Herkesin ayrı bir yeri çalışıyor.
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2005
Herkesin evinde birer şelale var adeta.<br><br>Fakat efekt olarak. Bir düğmeye basıyorsunuz, şarıl şarıl şarıl...
Su sesi, para sesi, kadın sesi demişler...
Ne zaman dedilerse... Çok eskiden herhalde... Hani paranın kesede taşındığı yıllarda... Aksi halde YTL’nin piyasaya çıktığı birkaç ay öncesine kadar paranın sesi falan yoktu.
Kadın sesine gelince...
Bunu diyenler bugünleri görselerdi, bilmem hálá aynı fikirde olurlar mıydı...
‘Oha oldum’u dünyanın en güzel sesiyle söylese bir kadın ne olur...
Su sesi de herhalde şırıl şırıl akan dere sesi falandır.
Yoksa evde mütemadiyen var olan su sesi musluğun bozulduğunu gösterir ki bunun neresi iyi?
Ha, ama bir zamanlar musluktan gelecek sesi hacı bekler gibi beklediğimiz de oldu. Hani Türkiye olarak küvetlerde su biriktirdiğimiz günler...
Nereden geldik şimdi buraya?
Ha, şelaleden...
Evin içinde bir şelalenin bulunması fena değil elbet. Fakat gecenin sessizliğinde, uyku sersemliğiyle ev sele kapıldı gidiyor zannediyor insan.
Sifondan bahsediyorum.
İnsanoğlu daima büyük işler peşinde. Ölüme çare bulacak neredeyse. Fakat 200 sene sonra hálá yoğurt kapağını bıçakla parçalayarak açacaksam neye yarar? Ne bileyim işte, sifonun çıkaracağı ses yüzünden geceleri ihtiyaç görmekten vazgeçeceksem?
Şunun suskununu icat edeni ben bizzat vakanüvise gidip tarihe geçirteceğim.
‘Vakanüvis mi kaldı’ demeyin. Ne yani Osmanlı’dan sonra bıraktık mı tarih işini?
Adı vakanüvis değildir de başka bir şeydir... Kimseyi bulamasam gider Ecevit’e kaydettiririm.
Hayır, bir tek boşalma olsa... Üstüne bir de haznenin yeniden dolması var ki bu ötekinden beter.
Arka arkaya üç kişi heláya girse, o günkü ‘gürültüye katlanma haddi’ aşılmış oluyor.
Birilerinin bu sifon işine eğilmesini rica ediyorum.
Tercih acil yardım istasyonu
Her yıl olduğu gibi bu yıl da ÖSS’de derece alan öğrenciler açıklandı.
Aferin çocuklara!
Fakat ben bu başarıya başarı demem.
Esas, tercih formunu doğru olarak doldurup hakikaten istediği üniversitenin istediği bölümüne girebilenleri açıklasınlar!
Hele bunu yardım almadan kendi başına başarabilen varsa, meydanın birine heykeli dikilsin!
Veliler, rehber öğretmenler, deneyimli ablalar, ağabeyler, gazeteler, uzmanlar...
Herkes seferber.
Neredeyse her mahalleye ‘Tercih acil yardım istasyonu’ açılacak.
Hayır benim esas merak ettiğim, bu kadar içinden çıkılamayan sistemi icat etmeyi nasıl becerdiler?
Bu bir üstün zeka ürünü müdür?
Belki de yeni bir elemeye tabi tutuyorlar çocukları...
Hani ‘Bunu da geçin de görelim’ gibisinden...
Bir yandan da Alman bilim adamlarının son günlerde ortaya attığı iddia doğru olabilir. Esas zeka isteyen şey, sistemi basitleştirebilmektir gibime geliyor.
Çocukların ellerinde form, oradan oraya can havliyle koşması onların değil bizim zekamız nedeniyle olabilir yani.
MIŞ-MUŞ
Dünyada kız nüfusu azalıyormuş.
Bizimkiler dünyanın geri kalan ömründe ‘4 koca’yı tartışırlar artık...
Sınıfta kalan bütün liselilere af çıkmış.
Vergi affı, gecekondu affı, genel af, sınıfta kalana af... Direkt düzgün vatandaşa ceza kesilse daha pratik olacak!
Yolculuğu iki kez ertelenen ancak hata nedeni belli olmayan Discovery uzaya fırlatılacakmış.
Bilahare ‘karakutu’dan öğreniriz diye düşündüler anlaşılan.
Vahdettin DSP’yi bölmüş.
Aslında karı-koca kendileri bölerlerdi, bu sefer taşeron tuttular.
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2005
<B>‘İSİM Mevzuu’</B> başlıklı yazım üzerine birkaç okurumdan öneri geldi. Bizimkiler <B>‘Eylül’</B>de karar kıldılar gibi gerçi ama tek hamile yeğenim değildir herhalde; doğacak çocuğuna isim arayan okurum da vardır büyük ihtimalle. Buyurun size isim seçenekleri... Ha, bu arada durumu benim hamile olduğum şeklinde algılayanlar olmuş. Ne diyeyim... Bu yanlış anlama konusunda bizden sebatkár millet yoktur!
Hatice Berkant: Şule
Laden Nasuh: Laden
Sema Odabaş: Adıbelli, Adıgüzel, Abuşka, Boykız, Bozçin, Börk, Böğüş, Böğüşke, Böbülük, Börtüçene, Mengütınış, Moripek, Muattar, Oruz, Öflüm, Tutuşuk
Çiğdem Özsaraç: Gülru, Ada, Nüvit, Nevnihal, Peyam.
Hülya Özdemir: Zuhal, Ayla, Deniz, Suna
Çiçek Kırıcı: Çiçek, İpek
Asuman Çetin: Size önerim, önce çocuk doğsun, sanki isimleri ile doğuyorlar. Onu görünce konacak ismi hissedebiliyorsunuz. Bir de ben konan ismin insanın karakterini etkilediğini düşünürüm. Bunu da dikkate alın isterseniz.
Şebnem Düzgün
‘Aslında Avrupalıyız ama evlenene kadar, demişsiniz.
Aslında Avrupa’da bizim Türkiye’den göründüğü gibi gerçekten özgür kadın diye bir şey yok. Ben Norveç’te yaşıyorum bir süredir. En azından Norveç’te bu böyle. Sadece öyle bir imajları var.
.....
Kadınların anne olmak için yetiştiriliyor olduğu görüşünü de o kadar kınamamak lazım bana göre. Bizim gibi iş ve ev arasında zulüm görmekten, sadece ev ile ilgilenmek bu açıdan daha rahat olabilir.
.....
Bana sorarsanız şehirli, çalışan, kariyer sahibi Türk kadınları, Avrupalı eşleniklerine göre daha özgür ve güçlüdürler. Örnek isterseniz kendimi vereceğim. ODTÜ’de doçentim. Biri 2.5 diğeri 5 yaşında iki oğlum var. Norveç’te aldığım bir araştırma teklifi üzerine bir yıldır çocuklarla buradayım. Buradakiler bile bu işi nasıl yaptığıma şaşırmış durumdalar. Benim şartlarımda araştırma yapan kaç tane Avrupalı kadın akademisyen var merak ediyorum. Artık herkes kafasındaki şu sığ Avrupalı hayranlığını silip gözlerini açsın da biraz kendine baksın.
Türk kadınları, sizin bildiğiniz Türk kadınları değil artık.’
Hakikaten sizinle gurur duydum.
İki minik çocuğunuzla, üstelik bir yanınız ‘sadece evle ilgilenme daha rahat olabilir’ derken, kalkıp da Norveçlere araştırma yapmaya gitmek... Tebrik ediyorum.
Sizin kendinize benzeyen kaç tane Avrupalı akademisyen olduğunu merak ettiğiniz gibi ben de Türkiye’de sizin gibi kaç kadın olduğunu merak ediyorum. Siz kendinizden yola çıkarak bir neticeye varmışsınız gerçi. Ama benim, kendimin ve çevremin dışında olup bitenlere de bakmak gibi kahrolası bir huyum var.
Size naçizane tavsiyem, Norveç’teki araştırmanız bitince kadın konusunda Türkiye’de de bir araştırma yapmanız. Anadolu’ya gitmenize de lüzum yok; ayrıcalıklı semtler dışında İstanbul’da da yapabilirsiniz aynı araştırmayı.
Ama bir yandan da araştırmalara fazla kaptırmayın kendinizi. Bakarsınız bir konuda uzman olurken başka konularda çok önemli gerçeklere yabancı kalıvermişsiniz...
***
C.F.
‘Evlilikte haftada üç kez sevişmenin inanılmaz olduğuna değinmişsiniz. Evet, insan zamanla sıkılabiliyor evlilikten. Ama en kötü evlilikte bile haftada üçten fazla sevişilebilir. 11 yıllık evliyiz, hemen hemen her gün seks yapıyoruz.’
Vay be! 11 yıl ve her gün seks öyle mi?!
Bendeniz hayırdan şer çıkaran bir yapıya sahip olduğumdan, sizinki ‘Bakalım belki bu sefer bir halta benzer’ umuduyla her gün yeniden işe girişmek olmasın sakın?
Elbette şaka yapıyorum. Gerçeği, Türkiye sizinle gurur duyuyor!
MIŞ-MUŞ
Sağlık Bakanlığı’nın eşdeğer ilaç listesinde vitamin yerine ádet düzenleyici, ağrı kesici yerine de sivilce ilacı veriliyormuş.
Belki de endikasyonlarına değil yan etkilerine bakacaksınız. Unutmayın, Viagra aslında başka bir hastalığın ilacıydı fakat tesadüfen görüldü ki adamların penisi sertleşiyor.
*
Koskoca Topkapı Sarayı’nın güvenliği 2.5 YTL’lik asma kilitle sağlanacakmış.
Bekçi evine giderken kilitleyip anahtarı da paspasın altına koyacakmış!
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2005
<B>BENDENİZ </B>bir ara röportaj da yapıyordum hatırlarsanız...<br><br>O dönem de birkaç kez dile getirmiştim; konuştuğum kişi düşmanım bile olsa röportajın ortalarında, koruyup kollamak istediğim, kıyamadığım biri olup çıkıyordu. E, haliyle öyle köşeye sıkıştırmak falan bir yana, neredeyse ‘Konuşmama hakkınız var, söyleyeceğiniz her şey aleyhinize delil olarak kullanılabilir’ diyeceğim geliyordu.
Kısaca, ‘Kolayca kafaya alınan biri’ olarak tarif edebilirim kendimi. İlk görende tamamen tersi bir intiba yaratmama ve habire her yerde kimseleri kolay kolay sevemediğimi ifade etmeme rağmen... Hakikaten sevgi konusunda çabuk baştan çıkıyorum galiba.
Zayıf olduğum noktalar var.
Sağlık mesela...
Şimdi şu El Kaide’nin başı gelsin karşıma... Bir yerindeki arazdan söz etsin... Eve alıp bakabilirim. O derece yani.
***
Uzatmayayım, galiba başkalarının röportaj yaptığı kişilere karşı da aynı şeyleri hissetmeye başladım.
Ya da beni böyle düşündüren şey, birinin yine zayıf noktalarımdan birine dokunması oldu.
Zeynep Özal...
Pazar günü Milliyet’te Elif Korap’a, Sabah’ta Şengül Balıksırtı’na, annesinin onu erkek kardeşlerinden daha az sevdiğinden yakınıyordu. Ve bu ayrımı ortaya koyan, unutamadığı, çocukluktan kalma bir-iki fotoğrafı anlatıyordu.
Çok dokundu bana.
Bir de Kerem Alışık’ta böyle olmuştum. Babasının abartılı disiplinini anlattığında...
Aslında hiçbirimiz pedagoglar yardımıyla büyümedik. Bir yandan da iyi ki büyümedik. Memnun olmadığımız taraflarımızın, başarısızlıklarımızın faturasını ailemize çıkarıveriyoruz böylece. Eminiz çünkü... Mutlaka bir hata yapmışlardır. Sevginin, ilginin fazlası bile hata biliyorsunuz...
Gerçi Zeynep Özal asla başarısızlıktan falan söz etmiyor. Hatta tam tersi bir durum var. ‘Anneye rağmen mükemmel olma durumu.’ Evet, kendini akıllı, çalışkan, başarılı, ayakları yere basan biri olarak tarif ediyor. Hatta marka olduğunu da iddia ediyor.
Ama dedim ya... Zayıf noktalarımdan birine dokundu Zeynep Özal. Bu sebepten tüm ayıplamalardan, eleştirilerden, kızmalardan, kınamalardan, tiye almalardan muaf.
Semra Hanım’ın anneliğiyle ilgili söyledikleri doğrudur, değildir, aklında öyle kalmıştır, çocuk aklıyla öyle zannetmiştir. Bilmiyorum. Bildiğim, artık benim gözümde Zeynep Özal ne yapsa yeridir.
Mütemadiyen saçmalayabilir.
Hakikaten mazereti var. Okumadıysanız bulup okuyun, seversiniz Zeynep Özal’ı.
MIŞ-MUŞ
Erkekler de artık tüylerini aldırıyorlarmış.
Bedenimizi taklit edebilirler ama ruhumuzu asla!
*
Eşinden boşanmak üzere olan Sibel Can, ‘Sulhi’yle ağlaşıyoruz’ demiş.
Kızların gelin olurken hem ağlayıp hem gittiğini bilirdik ama...
*
Depresyon önce kadını vuruyormuş.
E, İrdelemeden Sorumlu Devlet Bakanı olmanın sonu budur!
Yazının Devamını Oku