9 Ekim 2007
YİNE anlayamadım herhalde.<br><br>Sık sık oluyor bu zaten. Daha doğrusu anlıyorum da herkesin anladığı gibi değil. E, herkesin birden yanlış anlaması pek mümkün görünmediğinden kendi doğruluğumdan şüpheye düşüyorum. Neticede otobanda ters yönde gitmekte olan fakat bunun farkında olmayan, karşıdan gelen onlarca sürücüye "şaşkın" gözüyle bakan Temel’in durumuna düşmemek için susuyorum.
Fakat bazen tutamıyorum kendimi.
Tıpkı şimdi olduğu gibi.
Şu Ruanda meselesi...
Gerçi üstünden epey zaman geçti ama protestolar hálá sürdüğüne göre...
Zaten beni baştan çıkaran da bu oldu. En son üzerinde "Ruanda değil eşit olmak istiyoruz" yazan bavullar taşıyan kadınları görünce...
Tayyip Erdoğan ne demişti?
"Sen Ruanda mı olmak istiyorsun, buyur ol o zaman!"
Ne vesileyle söylemişti bunu?
Kadın milletvekili sayısının artmasını isteyen KADER Başkanı Hülya Gülbahar’ın Ruanda’daki kotayı örnek göstermesi üzerine...
Peki ne demek istemişti?
"Ruanda dediğin bir garip Afrika ülkesi. Burası mıdır örnek almak istediğin yer?"
Ben böyle anladım.
Fakat tepkilere bakınca Başbakan’ın, "Türkiye’yi Ruanda’ya döndüreceğiz" dediğini düşünüyor insan.
Peki Tayyip Erdoğan’ın bu meselede eleştirilecek yanı yok muydu?
Vardı.
Bir: Gülbahar’ın da aslında Ruanda’yı "Bir garip Afrika ülkesi" olarak gördüğünü, tam da bunun için oradaki kotayı örnek olarak gösterdiğini anlayamamış ve buna uygun bir cevap verememiş olması.
İki: Bir başbakan olarak Ruanda hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması (Ben de sevgili Gila Benmayor’un Hürriyet Pazar’daki köşesinden öğrendim Ruanda’nın bildiğimiz Ruanda olmadığını ama ben başbakan değilim).
Üç: Gülbahar’la senli benli konuşması.
Fakat bunlardan ziyade Ruanda olmak istemediğimiz üzerinde takıldık kaldık. Dediğim gibi, sanki Erdoğan "Ruanda olalım" demiş gibi.
Son dönemdeki hassasiyetimizden midir artık...
Yoksa "maksat protesto olsun" mudur...
Elimize pankart alıp sokaklara dökülmenin de içini boşaltacağız diye korkuyorum.
Ya da ben hakikaten söyleneni anlamıyorum.
MIŞ-MUŞ
Kutupta hava 22 dereceymiş.
Bakmışsınız bizimkiler devremülk inşaatına başlamışlar!
Erdoğan, "Türkiye referandumlara alışmalı" demiş.
Sözlükte "demokrasi"nin tarifine baktı zahir... "Halkın kendi kendini yönetmesi"nden bunu anladı.
Dışişleri Bakanı Babacan, "301, Levi’s 501 gibi marka oldu, 404 gibi yapıştı" demiş.
Ve 333 gibi dudağımıza yakıştı.
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2007
"AŞK şarkısı" deyince ne geliyor aklınıza? Ya da şöyle söyleyeyim, bir tane "Kavuştuk, mutluyuz" diyen aşk şarkısı duydunuz mu?
Kavuşanların moralini bozmak gibi olmasın, mutlu değillerdir demek istemiyorum ama insan vuslata erince rahata da eriyor galiba, kalkıp şarkı sözü falan yazası gelmiyor.
Haksız da sayılmaz...
Ne desin adam... "Çok mutluyuz, ben musluğu tamir ediyorum, sevgilim taze fasulye pişiriyor."
Ya da biraz daha ilerisi... "Oğlan boğmaca oldu, kız da okuldan bitlenmiş geldi."
Hayır bunlar da mutluluktur elbet ama insanda bağıra bağıra umuma duyurma isteği uyandıracak şeyler değil.
Ha, kadın bir gün evi terk edip giderse, bakın o zaman yazma isteği başgösterebilir. Kadın aniden badem gözlü, sırma saçlı olabilir.
Dikkat ettiyseniz erkeğin eline veriyorum káğıdı kalemi. Gönlü kırılan kadının yazmaya oturması pek görülmüş şey değil zira. Kadınların tezahürü daha değişik oluyor.
Şöyle söyleyeyim, bu noktada kadınlar ikiye ayrılıyor. Bir kısmı çivinin çiviye söktüğü inancıyla gidenin yerine derhal yenisini koyarken bir kısmı "Beni sevmeyen ölsün" prensibinden hareketle "plan, proje" işlerine giriyor.
Netice olarak aşk acısı kadından ziyade erkeği şair ediyor.
* * *
Fakat bir yandan da "Ne Arap’ın yüzü ne Şam’ın şekeri" diyesi geliyor insanın.
Yani diyorum ki o "inleyen satırlar" iyi hoş da... Fakat onun yerine zamanında adam gibi sevmeyi bilseler de kaçırmasalar kadını...
Şu eski şarkılar mesela...
Hani her duyuşumuzda o günün aşklarına, áşıklarına gıpta etmemize neden olan, sizli bizli, saygılı, seviyeli şarkı sözleri...
İnsan ister istemez "Peki ne oldu da böyle oldu?" diye düşünüyor.
Madem bu kadar duygulu erkeklerdiniz...
Neden bırakıp gitti bu kadınlar?
Veya hiç gelmediler?
Hakikaten tanımak isterdim o hemcinslerimi...
Deli miydi bunlar?
Aslında erkekler o zamanda aynıydı fikrimce.
"Sevme özürlü."
O şarkılar, şiirler içinse "Oyuncağı elinden alınmış çocuğun ağlaması" benzetmesi yapılabilir.
MIŞ-MUŞ
Kuzey İrlanda’da bir belediye başkanı birdirbir oynarken altındaki kadını ezmiş.Neyse... Bizimkiler henüz sadece paramızı çarçur ediyorlar, daha canımıza kastetmediler.
Işıkara, "Deprem riski 2010’da artacak" demiş.Bir önce verdikleri tarih gelip çattıkça öteliyorlar, askerlik teciline döndü bu iş.
Kırmızı biber ağrıya birebirmiş.Yanmanın derdine düşünce ağrıyı unutuyorsunuz haliyle!
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2007
CHP’de, Baykal muhalifleri, Mustafa Sarıgül başkanlığında, Genel Merkez binası önünde toplanarak "Baykal istifa" diye bağırdılar. Bu sırada, Mustafa Sarıgül’ün, bastonunu Baykal’ın penceresine doğru salladığı gözlendi. Fakat Baykal bu arada koltuğunda şekerleme yaptığından ve zaten artık kulakları da işitmediğinden muhalifler bağırdıklarıyla kaldılar.
Malezya’daki çeşitli gazetelerin yazar-çizerleri "Malezya Türkiye olur mu?" konulu inceleme için Türkiye’ye geldiler.
Hülya Avşar, Bebek Parkı’nda kızı Zehra’dan olma torununu gezdirirken etrafını saran gazetecilere, ileride kendisinin de Sadettin Saran’dan bir çocuk yapmak istediğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Sadullah Karanfil, "Eşimin peçesinden kime ne! Ben kimsenin türbanına karışıyor muyum?" dedi.
Tayyip Erdoğan torunu 19’uncu Tayyip’in doğumu için ABD’ye uçtu.
Popstar Alaturka’nın dün akşamki elemelerinde, jüri üyesi Bülent Ersoy, Yarmahan isimli yarışmacıya "Ayol ne tatlı şeysin sen!" dedi.
Gündem "eldiven sorunu"yla gerildi. Laikler "eldiven simgedir" derken, İslamcılar "eldivenli kızların üniversiteye alınması için" anayasa değişikliği istedi.
Eda Taşpınar, Türkbükü’nde, adına dikilen "bronz şezlong" heykelinin açılışını yaptı.
"İstanbul’a 32. köprü" tartışma yarattı.
Türkiye AB yolunda önemli adımlar attı.
Helin Avşar, ablasının kendisi için açmış olduğu marangoz atölyesinde, hızarın önünde poz verirken "Bi de bu işi deniycem bakalım" dedi.
Tayyip Erdoğan "Kimse korkmasın Türkiye Fransa olmaz" dedi.
Binbir Gece dün akşamki bölümüyle izlenme rekoru kırdı. Şehrazat Onur’a, "Seninle evlenemem, menopoza girdim" dedi.
Umut açığımız var
"Bin düşünüp bir söyleme" gerekliliği dünyanın her tarafında vardır mutlaka. Fakat bizde "bin düşünmek" bile yetmez. Aslında düşündüğünü hiç söylememek en iyisi. Söyleyenlerin ne durumlara düştüğünü yıllardır gördük, görüyoruz. Fakat bu ayrı konu.
Benim sözünü etmek istediğim şey, söyleyenden çok dinleyenin halleri.
Hani kimin ağzından ne çıkacak diye öyle tetikte bekler bir halimiz var ya...
Her söylenene inanma eğilimimiz...
Misal biri çıktı "Kendini uçurumdan atanlar direkt cennete gider" dedi maazallah...
Hürya uçurumun kenarındayız.
Bir durup düşünmek yok!
Bünyemizde umut açığı var zahir.
Biri bir konuda umut verici bir laf etmesin... Daha doğrusu etsin, canımızı yesin.
En son "deprem uzmanı" Ahmet Ercan "Manganez madeninin etrafında gezinmek seks gücünü artırır" deyince...
Ahali koşmuş madenin oraya...
Etrafında gezinmekle de kalmamış madeni almış cebine koymuş!
"İyice artsın benimki" diye düşündü herhalde.
Buna da şükür elbet!
Bir parça madeni bir bardak suyla yutmaya da kalkabilirdi.
Onun için bir laf etmeden önce bin düşünmek bile yetmez, en iyisi bize kimse bir şey söylemesin diyorum.
MIŞ MUŞ
Erdoğan "Laik TC’nin teminatı biziz" demiş.
İddia makamıyla savunma makamının aynı olması gibi bir şey!
Malezya’ya giden turist sayısı katlanmış.
Nihayet turizmi patlattık! Biraz uzakta oldu ama neyse artık!
DTP Mardin milletvekili Ahmet Türk "Başbakan’la İmralı aynı şeyi söylüyor" demiş.
Haydaaa! Şimdi İmralı’ya koşup bakacağız bir de, "Türkiye İmralı olur mu" diye!
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2007
ARTIK pılıyı pırtıyı toplayıp gideyim diyorum.<br><br>Bir köye yerleşeyim... Gerçek bir köye ama. Öyle güneydeki küçük İstanbullardan birine değil.
Tezek kokulu bir köye...
"Neden?" derseniz...
Aşağıdaki sebeplerden:
Gelişmekte olan ülkelerin riskini gösteren EMP+ endeksindeki son bir aylık spread artışı 60 bps olurken aynı dönemde Türkiye 2030 gösterge Eurobord spread sadece 30 bps arttı.
* * *
Gerekirse 700 MB’lik DivX formatında bir film VDSL 2 sayesinde 4 dakikada 5 MB büyüklüğünde bir müzik dosyası ise 25 saniyede bilgisayara yüklenebilecek.
TT ayrıca internet erişimindeki hız kapasitesini de kademeli olarak artıracak. Planlara göre bu sıralama 8, 12, 16, 20, 24 ve 30 megabit olacak.
* * *
Moda dünyasının önde gelen temsilcilerinden Armani, internette ikinci hayat olarak adlandırılan Second Life’ta Milano’daki mağazanın bir benzeriyle yerini aldı.
Ziyaretçilerin, Second Life’ın resmi para birimi Linden Doları ile sanal alışveriş yapabileceği mağazada, gerçek alışveriş istendiği takdirde buradan firmanın online alışveriş sitesine bağlanmak mümkün oluyor. Markanın yaratıcısı Giorgio Armani, mağazanın açılışına kendi avatarını göndereceğini, sonunda ilk defa iki yerde aynı anda birden bulunabileceğini açıkladı.
Kentsel bağlam dahilindeki marjinal alanlardaki ya da yok-yerlerdeki mimari müdahaleler aynı zamanda kendi içlerinde özellikli tasarım ifadelerine dönüşüyor, müdahale mimarlığı genellikle endüstriyel bağlamdan alınan dayanıklı ve ekonomik malzemeleri kullanıyor.
* * *
Net Work 07/08 Sonbahar Kış Kadın Koleksiyonu, modern ve şehirli kadının kendi trendlerini yarattığı, aktif tasarımlardan oluşuyor. Arzu Kaprol’ün hazırladığı koleksiyon, dört ana tema içeriyor: Igloo Magic, New Aristocracy, Copper Mine ve Sacred Castle.
* * *
İçecekler: Green Elixir, Pumping Iron, Skin Deep.
Yiyecekler: Portakal çorbası- Şitake Mantarı ve Kızıl Pirinç Salatası- Pirinç Kraker ile Hazırlanmış Kanepeler- Süzme Yoğurt Üzerinde Sıcak Zencefilli İncir ve Erik Sosu.
* * *
Bilmem anlatabildim mi derdimi.
Hakikaten köyde yaşamanın benim için daha uygun olacağını düşünüyorum artık.
Oradan da yazarım size...
Köydeki tarım faaliyetlerinden, koyunların kuzulamasından falan bahsederim...
Tarhana çorbasıyla yayık ayranı tarifi veririm..
Siz de yazarsınız bana...
"Kuzu neydi?" diye sorarsınız.
Baktım orası da "çağdaş"laşıyor... Müzeler Müdürlüğü’ne yazarım o zaman, bana müzenin birinde bir yer ayarlasınlar.
MIŞ-MUŞ
Japonlar 3 milimetre kalınlığında TV üretmişler.Bir sonraki aşamada arkadaki duvarı da seyredebileceksiniz aynı anda.
Muş-Bulanık’ın bir köyünde, 40 mevcutlu sınıfta, 33 çocuk kardeşmiş.Adam "Milli Eğitim’e katkı"dan bunu anladı demek!
Japonya’da her evde deprem uyarı sistemi olacakmış.Bizde onun yerine "her eve bir uzman" düşüyor.
Yazının Devamını Oku 2 Ekim 2007
"HERKES eşinin elini tutsun!" dedi öğretmenlerimiz...<br><br>Tutuş o tutuş! O gün bugündür "eş"siz yapılamıyor.
Siz de duymuşsunuzdur, "Akrep çift gezer" derler... İnsanoğlu için de vardır belki böyle bir tarif.
"İnsanoğlu çift gezer."
Belki değil mutlaka... Yoksa bugüne kadar almış olduğum bütün davetiyelerin üstünde neden "Pakize Suda ve eşi" yazsın?
Demek "eş"siz insan düşünülemiyor.
Halkla ilişkilerin ilgisizliği, bilgisizliği de vardır elbet ama esas olarak "doğal olanı budur" diye düşünüyorlar bence.
"Herkesin bir eşi vardır, olmalıdır!"
Ha, belki de "eş" derken, "iki kişi gelin" demek istiyorlardır. Arkadaşınız, kardeşiniz, şuyunuz buyunuz... Fakat bu da aynı kapıya çıkıyor:
"İnsanoğlu çift gezer."
"Herkes eşinin elini tutsun!"
* * *
Tamam, insan neslinin devamı için bir kadın, bir erkek gerekiyor... Tamam sevişmek güzel...
Tamam da insanların bu "eş"siz düşünülememesi, ya da ne bileyim "adı okunanın eşi öne çıksın" hali nedir?
"Cumhurbaşkanı" diyorsunuz, eşine bakıyorlar...
Davet veriliyor, ortada "eş" sorunu...
"Bu ayrı mevzu" demeyin!
"Eş"e her zaman, her şartta fazladan bir anlam yükleniyor gibi geliyor bana. Yani kimse tek başına değerlendirilmiyor. "Eş"i olmayanın toplumdaki yeri de eğreti oluyor biraz.
"Eş"iniz yoksa "yarım"sınız neredeyse.
Hatta bazı konumlar için "eş"sizlik eksi puan bile olabiliyor. Bu, dünyanın her yerinde böyle olabilir ama bana biraz tuhaf geliyor. Hele bu devirde.
Bilmiyorum, belki de "eş"siz olmamdandır.
* * *
En çok takıldığım noktaysa erkekle kadının birbirini tamamladığı hususu. Tamam yatakta tamamlasınlar da çarşıda, sinemada, tiyatroda "eksik" kalıversinler!
Bu tamamlama hali "insanoğlu çift gezer"e kadar gidiyor işte neticede.
Bakın esas olarak "eş"liğin bir meslek olarak algılanmasına (kadınlar için elbet) takılmış da olabilirim.
"Kimsin, ne iş yapıyorsun?"
"Falancanın eşiyim"
Karı-kocalığı anlıyorum da "eş" deyince ilkokul günleri geliyor aklıma işte, ne yapayım. Ve aynı zamanda bir acz hali de...
"Herkes eşinin elini tutsun!"
"Sıkı sıkı..."
"Nerde senin eşin bakiim?"
"Bugün okula gelmedi örtmenim"
"Sen de şöyle kenarda dur o zaman."
Bundan böyle yazılarda "eş" yerine "karı-koca"yı kullanacağım, dalarsam uyarın beni.
MIŞ-MUŞ
Hamamböceği sabahları mahmur oluyormuş.Bari kahve kavanozunun kapağını açık bırakın sevabına!
Afyon-Emirdağ’da eskiyen Atatürk heykelini gömmüşler.Bakarsınız üstüne bir de anıtmezar yaparlar.
İngiltere’de ünlü bir futbolcu, bir genç kıza çıplak fotoğrafını yollamış.Bonservis olarak!
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2007
BANA da sordular...<br><br>"Yakışıklı mı?" "Evet" dedim... "Yakışıklı."
Konuyu biliyorsunuz.
Dünyaca ünlü medya imparatoru Murdoch, New York’ta buluşup sohbet ettiği Başbakan’ımıza "Karizmatik olduğunuz kadar yakışıklısınız da" dedi.
Magazine bunca meraklı bir toplum olarak bu hadiseye şöyle bir dokunup geçecek değildik elbet. Üstünde duracaktık. Durduk nitekim.
İşte bu "duruş" sırasında bana da sordular, Başbakan’ı yakışıklı bulup bulmadığımı.
Evet, bence de yakışıklı Tayyip Erdoğan.
Fakat şimdi yazılanlara, çizilenlere bakıyorum da hata etmişim bunu ifade etmekle.
"Hayır!" demeliymişim...
"’Kötü adam’lar yakışıklı olmaz ki!"
Evet, bulunduğu konumun, insanı "yakışıklı", "çekici" yaptığı doğru. Yoksa Turgut Özal’la Ahmet Mete Işıkara "en seksi erkek" seçilirler miydi...
Ama onları "en seksi" seçerken kendimizi tamamen kaybetmiş de değildik. Sadece konumlarından dolayı gözümüze seksi göründüklerinin farkındaydık.
Onun için şimdi de kendimizi bir an için o "güce kapılmışlık"tan kurtarabilir, Tayyip Erdoğan’a yeniden bakabiliriz.
Evet, bakıyorum, Tayyip Erdoğan sade vatandaş olarak da yakışıklı hakikaten.
Türkiye’de bolca bulunan "piknik tip"lerden değil en azından. Bir mekána girdiğinde kadınların dikkatini çekebilir.
Evet, evet, mahallenin bakkalı bile olsa "yakışıklı erkekler" sınıfına girebilir.
İşte bu kadar.
Sorulan buydu.
Yoksa kimse bize "Erdoğan’ı bir bütün olarak değerlendirir misiniz?" demedi.
Deselerdi ona göre cevap verirdik.
Hem sorarım size...
Birini "aynı dünya görüşünü paylaşmadığınız için yakışıklı bulmamak"la, "sırf konumundan dolayı yakışıklı bulmak" arasında ne fark var?
İkisi de "etki altında kalmak" değil mi?
Netice olarak Erdoğan’a sadece "Yakışıklı" dedik, "Yakışıklıdır ne yapsa yeridir" demedik.
Kendisini başka konularda eleştirme hakkımız saklıdır, kimse endişe etmesin.
MIŞ-MUŞ
Başörtülü kadın sayısı dört yılda yüzde 2.8 azalmış.Malezya’ya ayıp oluyor arkadaşlar!
Japonlar, iç organları görünen şeffaf kurbağa üretmişler.Bizde "B.kunu çomaklamak" diye bir deyim vardır.
Bush’un kızı "Babam Irak’ta harika bir iş yaptı" demiş.Doğru! Ne mene bir adam olduğunu bütün dünya görme fırsatı buldu.
CHP, 21 Ekim’de yapılacak olan Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini öngören Anayasa değişikliğinin referandum sürecinde "Hayır" kampanyası yapmayacakmış.İsabet! Bünyesi bir yenilgiyi daha kaldıramaz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kızını, dev gösteri çadırında yapılacak düğünle evlendirecekmiş.Bakmışsınız turneye de çıkmışlar!
Yazının Devamını Oku 29 Eylül 2007
Madem bu aralar dersimiz sosyoloji, konumuz "mahalle baskısı", ben de ne zamandır var olduğunu duyduğum şu "kafe baskısı"nı çıkarayım aradan. Anlatılanlara göre İstanbul’un kafeleri "Bizim kafe", "Sizin kafe", "Onların kafesi" şeklinde parsellenmiş.
Gerçi bu durum eskiden beri vardır. İnsanlar gelir durumlarına göre mevzilenirler. Geliriniz arttı mı bakarsınız "hop" onların mekánındasınız!
Sözü edilense bu değil.
Burada sizi "o", "bu", "şu" kafenin müdavimi yapan şey dünya görüşünüz.
Şöyle de denilebilir anladığım kadarıyla: Bana kafeni söyle sana dünya görüşünü söyleyeyim!
Eskiden okuduğu gazeteden falan anlardık kimin ne olduğunu, şimdi bakacaksınız, hangi kafede oturuyor...
Yine anlatılanlara göre, bu kafelere kimse öyle rastgele girip çıkamazmış.
"Neden geldin?" diyen olmazmış ama bakışlarıyla bunu demeye getirirlermiş. Tepeden aşağı insanı öyle bir süzerlermiş ki, "yer yarılsa içine girsem" dermiş gelen.
Hımmm... "Kurtarılmış kafe" gibi bir şey demek...
Mış’lı muş’lu anlatıyorum, çünkü hakikaten bütün kafeler benim için sadece yenilip içilen mekánlar hálá.
Hálá hepsine muhallebici ya da çay bahçesi muamelesi yapıyorum.
Çayı güzel mi...
Bardağı çanağı temiz mi...
Personeli güler yüzlü mü...
Yolumun üstü mü...
Bunlara bakıyorum ben.
Meğer her birine bir "anlam" yüklenmiş, benim haberim yok.
Zaman zaman karşılaştığım bakışlar "Nereden düştü bu buraya!" bakışıymış meğer. İnsan elini ayağını nereye koyacağını bilemiyor öyle zamanlarda.
Şimdi bu baskı değil de nedir sorarım size?
Tehditler ve yeminler
Gazetede, adamın birinin, eski karısıyla onun yeni kocasını çiğ çiğ yediğini okuyunca içi boş zannettiğimiz tehditlerin aslında bal gibi hayata geçirilebilir olduğunu da görmüş olduk.
Gerçi gerçekleşmesi en imkánsız olanı bile frene bastırmıştır hepimizi. Daima. "Tabii tabii" deyip geçmemişizdir yani.
Adamın sizi çiğ çiğ yemeyeceğini bilirsiniz ama bunu isteyecek kadar hiddetlenmişse, hiç olmazsa iki tokat gelebilir mesela.
"Seni rezil ederim!"
Hayatınızda rezil olmanıza sebep olacak hiçbir açığınız olmasa da yine de bir durursunuz.
"Doğduğuna pişman ederim!"
Bakın bu olabilir gerçekten. Bir insan bir insanı doğduğuna pişman edebilir.
İster tarihe bakın, ister çalıştığınız işyerine, ister geçmiş sevgililerinize... Olabildiğini görürsünüz.
Yeminler var bir de.
Yeminlerin hakikaten içi boş.
"İki gözüm önüme aksın"
"Kuran çarpsın"
"Ölünü öpeyim ki."
Akan, çarpılan, ölen oldu mu bugüne kadar acaba?
Fakat hálá hepsi etkisini gösteriyor.
İnanmak isteği ağır basıyor.
"Şerefim üstüne..."
A, bakın bu çok önemli!
Bu memlekette birine şerefsiz dediniz mi kalkar vurur vallahi sizi!
Onun için "şerefim üstüne" dedi mi inanacaksınız.
Neticede palavra mı çıktı dedikleri?
Yine "şerefli"dir de "laiklik" gibi "şeref"in de tarifinin tam yapılmamış olmasındadır sorun!
Bir de "teminatçılar" vardır.
"Seni temin ederim ki..."
Bankalara teminat mektubu vere vere zahir...
Fakat beni neyle temin ediyorsun?
Orası belli değildir.
Neyse...
İçi boş, dolu... Tehditler ve yeminler işimize yarıyor, vaziyeti kurtarıyor. Söyleyen razı, duyan razı, yuvarlanıp gidiyoruz.
Binbir Gece’nin senaristine...
Binbir Gece’nin senaristine bir diyeceğim var.
Gözünüzü seveyim şu Şehrazat’ı bir güldürün!
Her iki anlamda yüzü bir gülsün kadının.
Sonra her karakterin içini biliyoruz, Şehrazat’ınkini öğrenemedik. İçine girelim bir, kimi ne kadar sever, ne düşünür, şu hayatta hedefi nedir...
Var ama yok sanki.
Uzak, yabancı...
Şehrazat biraz canlanmak istiyor, benden söylemesi.
MIŞ MUŞ
İtalyan tasarımcının defilesinde şortların 2008 yılında daha da kısaldığı gözlenmiş.
Yüce Rabbim Türk kadınına da kısmet edecek mi acaba?
Sevgilisini fantezi için yatağa bağlayan adam kelepçenin anahtarını kaybedince devreye 3 polis, 20 itfaiyeci girmiş.
Nasıl yani?
İlk defa türbanlı bir First Lady’yi ağırlayacak olan Köşk’ün birçok bölümü ilk defa basına açılmış.
Allah bir kapıyı kapar, bir kapıyı açar!
Anayasa tartışmasına asker de girmiş.
Aksi Kambersiz düğün gibi olurdu.
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2007
LAİKLER ve İslamcılar... Kaç kişi vardır o tarafta ya da bu tarafta saf tutan?
Durduğu yerin etrafını kalın, yüksek duvarlarla çevirmiş?..
Az bana göre.
Köşeleri okuyun...
Etrafınıza bakın...
İki tarafın "kesişme noktaları"nı görürsünüz.
İki grubun da alt grupları var. Belki de Türkiye’nin yetişkin nüfusu kadar.
Belki de ondan bu kadar çok gürültü çıkıyor.
Eğer kesin ve net olsaydı ayrım, iki taraftan birinin "galibiyeti" kolay olurdu.
* * *
Korku, endişe, panik...
AKP’nin ilk yerel seçim zaferini hatırlıyor musunuz?
Başı açık kadınların belediye otobüslerine binemeyeceği bile söyleniyordu o zamanlar.
Bu sefer de korktuğumuzla kalırız inşallah!
* * *
Bazen bir cümle, bazen yazının tamamı... Gönlü el vermiyor insanın kaynayıp gitmesine... Habersiz olanlar için bir defa da benden.
"Bir zamanlar köleliğin yasal, çocuk kurban etmenin tanrılar adına makbul sayıldığı gibi, bugün farkında olmadığımız için sıradan, hatta doğal sayılan ama ileride dehşetle bakılacak ne yapıyoruz?" Gündüz Vassaf - 23 Eylül Radikal.
"İbrahim Tenekeci’nin dizesi miydi? ’Soluyor zamanla insanın adı bile.’ Ünlülük çağında bir de şu var: İnsanın adı bile yoruluyor zamanla... Oracığa çökecek gibi oluyor; bu yükü sırtından atıp uzun uzun dinlenmek istiyor." Haşmet Babaoğlu 23 Eylül - Vatan.
"Şimdi artık sevişerek tanışmaların zamanı." Tuba Akyol 23 Eylül - Milliyet Pazar.
Ve Nur Çintay’ın "Fatih’te Viski Arar mıyız?" başlıklı yazısı. Buraya sığmaz. Mutlaka okuyun. Mahalle baskısına dair en doğru tespit. 23 Eylül-Radikal.
* * *
...Ve Tanrı kadını yarattı.
Sonra bir kadın daha yarattı ki birbirlerinin gözünü oysunlar!
Yenilerden bir kadın "köşe yazarı", benim 25 sene önce bir erkek dergisinde yayımlanan "röportajıma" yer vermiş köşesinde.
Daha dün bir bugün iki... Fakat erken tıkandı demek, arşivlerden medet umuyor.
Ya da kendine bir tarz seçti... Onun bunun poposunu açacak!
Neyse... Sormuşlar bana "Kısır sever misiniz?" diye, ben de "Lütfen seksle ilgili şeyler sormayın" demişim. Dahası da var. "Gazete okumam", "Yazmayı da hiç beceremem" demişim.
Şimdi ben bu kızcağıza, o zamanlar röportajları Ayşe Arman’lar yapmazdı; biri gelir fotoğraflarımızı çeker giderdi, sonrasını biz de okurla beraber dergide görürdük desem inanamaz elbet. Ama öyleydi. İşin daha vahim tarafı, bizim buna hiç itirazımız olmazdı, çünkü başka türlüsünü bilmezdik. Röportaj demek soyunup giyinip poz vermek demekti.
Gazete okuma mevzuuna gelince... Senelerce, her gece, hiç aksatmadan, gazino dönüşü Taksim’deki gazeteciye uğrayıp ertesi günün gazetelerini aldım, öyle gittim evime. Herkesten önce haberdar oldum dünyadan yani.
Hadi diyelim ki hakiki bir röportajdı o... Aferin bana ki nereden nereye gelmişim. Darısı bütün gençlerin başına.
Ha unutmadan, şu anda resim yapmayı hiç beceremiyorum ama on sene sonra sergi bile açabilirim. Şimdiden söyleyeyim de şaşırmayın sonra.
MIŞ-MUŞ
Güler Sabancı, "Laiklik DNA’mıza işlemiştir" demiş.Bakmışsınız "yeni anayasa", "ikinci cumhuriyet", olmazsa "yeni DNA"!
Almanya eşcinsel bir başbakana hazırmış.Biz daha heteroseksüel başbakana bile hazır değiliz. Var mı içinizde Başbakan’ı bir kadınla sevişirken düşleyebilen?
Yazının Devamını Oku