Kafe baskısı

Madem bu aralar dersimiz sosyoloji, konumuz "mahalle baskısı", ben de ne zamandır var olduğunu duyduğum şu "kafe baskısı"nı çıkarayım aradan.

Anlatılanlara göre İstanbul’un kafeleri "Bizim kafe", "Sizin kafe", "Onların kafesi" şeklinde parsellenmiş.

Gerçi bu durum eskiden beri vardır. İnsanlar gelir durumlarına göre mevzilenirler. Geliriniz arttı mı bakarsınız "hop" onların mekánındasınız!

Sözü edilense bu değil.

Burada sizi "o", "bu", "şu" kafenin müdavimi yapan şey dünya görüşünüz.

Şöyle de denilebilir anladığım kadarıyla: Bana kafeni söyle sana dünya görüşünü söyleyeyim!

Eskiden okuduğu gazeteden falan anlardık kimin ne olduğunu, şimdi bakacaksınız, hangi kafede oturuyor...

Yine anlatılanlara göre, bu kafelere kimse öyle rastgele girip çıkamazmış.

"Neden geldin?" diyen olmazmış ama bakışlarıyla bunu demeye getirirlermiş. Tepeden aşağı insanı öyle bir süzerlermiş ki, "yer yarılsa içine girsem" dermiş gelen.

Hımmm... "Kurtarılmış kafe" gibi bir şey demek...

Mış’lı muş’lu anlatıyorum, çünkü hakikaten bütün kafeler benim için sadece yenilip içilen mekánlar hálá.

Hálá hepsine muhallebici ya da çay bahçesi muamelesi yapıyorum.

Çayı güzel mi...

Bardağı çanağı temiz mi...

Personeli güler yüzlü mü...

Yolumun üstü mü...

Bunlara bakıyorum ben.

Meğer her birine bir "anlam" yüklenmiş, benim haberim yok.

Zaman zaman karşılaştığım bakışlar "Nereden düştü bu buraya!" bakışıymış meğer. İnsan elini ayağını nereye koyacağını bilemiyor öyle zamanlarda.

Şimdi bu baskı değil de nedir sorarım size?

Tehditler ve yeminler

Gazetede, adamın birinin, eski karısıyla onun yeni kocasını çiğ çiğ yediğini okuyunca içi boş zannettiğimiz tehditlerin aslında bal gibi hayata geçirilebilir olduğunu da görmüş olduk.

Gerçi gerçekleşmesi en imkánsız olanı bile frene bastırmıştır hepimizi. Daima. "Tabii tabii" deyip geçmemişizdir yani.

Adamın sizi çiğ çiğ yemeyeceğini bilirsiniz ama bunu isteyecek kadar hiddetlenmişse, hiç olmazsa iki tokat gelebilir mesela.

"Seni rezil ederim!"

Hayatınızda rezil olmanıza sebep olacak hiçbir açığınız olmasa da yine de bir durursunuz.

"Doğduğuna pişman ederim!"

Bakın bu olabilir gerçekten. Bir insan bir insanı doğduğuna pişman edebilir.

İster tarihe bakın, ister çalıştığınız işyerine, ister geçmiş sevgililerinize... Olabildiğini görürsünüz.

Yeminler var bir de.

Yeminlerin hakikaten içi boş.

"İki gözüm önüme aksın"

"Kuran çarpsın"

"Ölünü öpeyim ki."

Akan, çarpılan, ölen oldu mu bugüne kadar acaba?

Fakat hálá hepsi etkisini gösteriyor.

İnanmak isteği ağır basıyor.

"Şerefim üstüne..."

A, bakın bu çok önemli!

Bu memlekette birine şerefsiz dediniz mi kalkar vurur vallahi sizi!

Onun için "şerefim üstüne" dedi mi inanacaksınız.

Neticede palavra mı çıktı dedikleri?

Yine "şerefli"dir de "laiklik" gibi "şeref"in de tarifinin tam yapılmamış olmasındadır sorun!

Bir de "teminatçılar" vardır.

"Seni temin ederim ki..."

Bankalara teminat mektubu vere vere zahir...

Fakat beni neyle temin ediyorsun?

Orası belli değildir.

Neyse...

İçi boş, dolu... Tehditler ve yeminler işimize yarıyor, vaziyeti kurtarıyor. Söyleyen razı, duyan razı, yuvarlanıp gidiyoruz.

Binbir Gece’nin senaristine...



Binbir Gece’nin senaristine bir diyeceğim var.

Gözünüzü seveyim şu Şehrazat’ı bir güldürün!

Her iki anlamda yüzü bir gülsün kadının.

Sonra her karakterin içini biliyoruz, Şehrazat’ınkini öğrenemedik. İçine girelim bir, kimi ne kadar sever, ne düşünür, şu hayatta hedefi nedir...

Var ama yok sanki.

Uzak, yabancı...

Şehrazat biraz canlanmak istiyor, benden söylemesi.

MIŞ MUŞ

 İtalyan tasarımcının defilesinde şortların 2008 yılında daha da kısaldığı gözlenmiş.

Yüce Rabbim Türk kadınına da kısmet edecek mi acaba?

 Sevgilisini fantezi için yatağa bağlayan adam kelepçenin anahtarını kaybedince devreye 3 polis, 20 itfaiyeci girmiş.

Nasıl yani?

 İlk defa türbanlı bir First Lady’yi ağırlayacak olan Köşk’ün birçok bölümü ilk defa basına açılmış.

Allah bir kapıyı kapar, bir kapıyı açar!

 Anayasa tartışmasına asker de girmiş.

Aksi Kambersiz düğün gibi olurdu.
Yazarın Tüm Yazıları