CENAZELERDE herkes kendi ölümüne ağlarmış aslında.
Doğruluk payı büyük bana sorarsanız.
Bir de "en yakınlar" var ki onların kendine ağladığı kesin. Kendi ölümlerine olmasa da kendi durumlarına ağlıyorlar.
Karı-kocalardan bahsediyorum daha çok. Özellikle kadınlardan. Dikkat edin, kadınlar "Beni bir başıma koyup nerelere gidiyorsun" diye ağlarlar daha ziyade. Esas olarak giden için üzüleni pek az gördüm.
Bu da insana ait bir duygu olmalı... "Her türlü felakette önce kendini düşünmek."
Eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe biraz ilkelmiş gibi görünen bu durumun da değişeceğini düşünüyor insan ama değil. Herkeste var bu "Şimdi ben n’olucam" korkusu, bu "daha çok kendine yanma" durumu.
En son Göksel Kortay’ın Ayşe’ye verdiği röportajı okuyunca iyice emin oldum bundan.
Beni çok etkileyen ölümlerden biridir Kerem Yılmazer’inki. Ölüm şekli bir yana, karı-koca arasında artık görmeye pek alışık olmadığımız türden güçlü bağı öğrenince iki kere üzülmüştüm.
Yine ağladım okurken.
Kerem Yılmazer’e...
Etle tırnak gibi olmuş iki insanın ayrılma biçimine...
Göksel Kortay’ın acısına...
Koşup gitmek, derdine ortak olmak istedim; sarıp sarmalamak, "Ben buradayım" demek. Bilirsiniz işte o duyguyu...
Fakat bir yandan da şunu düşünmeden edemedim:
"En çok kendine yanıyor insan."
Belki kocasını Göksel Kortay kadar seven yoktur. Ama işte o bile...
"Bana bunu nasıl yaptın? Beni bırakıp nasıl gittin? Göksi’ne nasıl layık gördün?" diye bağırıyormuş gecenin bir yarısı.
En çok yalnızlığın içini acıttığını söylüyor... "Benim yaşamımın temel direği yıkıldı. Benim, dünyam başıma yıkıldı."
Sahiden insanın koşup gidesi geliyor. Fakat bir yandan da bir adam bir gün aniden, feci bir şekilde bu dünyadan göçtü gitti.
Bir daha Göksel Kortay gibi "zorla" bile olsa nefes alamayacak. Onun yaptığı hiçbir şeyi yapamayacak.
Esas acı olan bu değil midir?
Yanlış anlamayın, kimseyi ayıplamıyorum, suçlamıyorum, hatta bu durumu tuhaf bile bulmuyorum.
"Biz"den bahsediyorum sadece. Hepimizden.
Bir insanlık hali olarak, gidenin "gitmiş" olmasından çok "Bizi bir başımıza koyup gitmesine" yanışımızdan. O kadar.
MIŞ-MUŞ
İstanbul barajlarının ancak yüzde 26’sı dolabilmiş.
Doğanın da bize gıcığı var herhalde. Baksanıza iki aydır yağan şey "ahmak ıslatan"mış.
Avustralya’da 59 yaşında bir bahçıvan, sperm bağışıyla 27 çocuk yapmış.
Bahçıvan "tohum ekme" hadisesini fazla özümlemiş.
Ahmet Ercan "Ege’de 7 şiddetinde deprem olabilir" demiş.