Pakize Suda

50’sindeki kadına kimse áşık olmuyor

27 Mayıs 2008
"TEYZECİĞİM, Halim senden küçük, hatırlatıyorum!"<br>Kim diyor bunu?<br>Halim adındaki erkeğin genç sevgilisi.

Kime diyor?

Halim adındaki erkeğin 29 yıllık karısına.

Bir cep telefonu mesajı bu.

Dahası da var:

Yazının Devamını Oku

İhtiyar heyeti

25 Mayıs 2008
HEMEN söyleyeyim, aşağıdaki yazı bir "pazar yazısı" değildir.<br><br>Yani pazar keyfinize keyif katamaz. Ama ne yapayım, böyle geldi içimden. Öteki türlüsü ısmarlama olacaktı.

Kan davası...

Ne korkunç!

Övgüler düzecek biri var mıdır?

İçinde olanların bile, hatta belki de özellikle onların, savunacağını sanmıyorum.

Doğumdan ölüme, hepimizi bir şekilde etkileyen "mahalle baskısı"nın bu işte de parmağı olduğunu hepimiz biliriz.

Ha, buradaki adı "mahalle baskısı" değil de başka bir şey... "Töre", "gelenek"...

Biliriz... O silah alınırken ele, "kanı yerde bırakmama" isteğinin yanında -hatta belki ondan da çok- "aksi halde adam yerine konmama" endişesi de vardır.

Biliriz ama anlayamayız.

Onaylamayız.

Gazetelere haber, filmlere konu olur... Her duyduğumuzda lanetleriz.

Çok da iyi yaparız.

Hele bu devirde, çoktan defterinin dürülmüş olması lazımdır kan davasının.

*

Ama...

Bir yerlerde babasının, ağabeyinin "kanını yerde bırakmamak" için ant içen çocuklar var hálá farkında mısınız?

O çocukların bir kısmı dağa çıkacağı, bir kısmı askere gideceği günü bekliyor dört gözle.

Anladınız... Buna da tepkili miyiz?

"Ama bu iş başka" diyeceksiniz...

Öyle mi?

"Gerekçe sağlam" diyorsunuz yani!

İyi o zaman...

Bir "sizden" iki "bizden"; üç "bizden" beş "sizden"... Sürsün gitsin!

Adına da "kan davası" demeyelim, içimizi rahatlatan başka bir ad bulalım!

Sahiden de böyle yapalım, yoksa fena halde çelişmiş oluruz kendimizle. Çelişiyoruz da zaten.

O, filmlerden ağlayarak çıkmalarımız...

"Çağdışı" bulmalarımız falan havada kalıyor.

Belki onar onar değil de ikişer ikişer geldiği için tabutlar, farkında değilsiniz ama "hain pusu"lar, "etkisiz hale getirme"ler devam ediyor.

Tabut başında, yahut anasının yaktığı ağıtı dinleye dinleye bilenen çocukların sonu gelmiyor.

Büyüyorlar, öldürüyorlar, ölüyorlar...

Büyüyorlar, öldürüyorlar, ölüyorlar...

Bitmiyor.

Hükümetler gelip geçiyor.

Olmuyor.

Bilmem duyuyor musunuz, birileri "Terör örgütünün eskisi gider yenisi gelir" diyor...

Belki de bir "ihtiyar heyeti" lazım bize. Hani şu köylerde görev yapan... Birbirine husumet besleyen iki ailenin arasını da bulan zaman zaman hani...

Ülke çapında bir "ihtiyar heyeti" olsa bari.

"Çağdaş" çözümlerle aşamıyoruz madem...

MIŞ-MUŞ

CHP, AB için programını yeniliyormuş.AB, beyaz çamaşırları teftişe gelen Ayşe Teyze misali!

Çiller ısrarlar karşısında, "DP liderliği için doğru zaman değil" diyormuş.Haklı, ortada hazır bekleyen iktidar koltuğu yok ki!

Vekillere hediyeye çifte sınır geliyormuş.Nasıldı o mısra... "Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!"
Yazının Devamını Oku

İnciler

24 Mayıs 2008
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları çerçevesinde, öğrencilerin beden eğitimi hareketleri yaptıkları sırada çekilmiş fotoğraflarına baktım, kızların bacakları ortadaydı. Bu yıl öteki "kapatma"ya yoğunlaşıldığından kızları kapatmak atlandı demek.

Veya iki "kapatma" arasında bağlantı kurmayı akıl ettiler.

Neyse... Kızların etek boyu laikliğin bu yıl tehlikede olmadığını gösterdi!

Korkarım sarışınlar bir damga daha yiyecek!

Bir sarışın kadın daha çıkar bir laf ederse...

Biri "Dağdaki çobanla oyum bir mi" demişti, öteki alkışlamayan seyirciye "Diyarbakır’dan mı geldiniz? Dağdan mı?" diye sordu.

"Aptallığı" bertaraf ettik sayılır, fakat "Ağzından çıkanı kulağı duymamak" yapışıp kalacak korkarım!

Bir polemik...

Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim, maaşını eleştiren vekillere "Onlardan 550, benden 1 tane var" deyince Sırrı Sakık "O 550’yi halk seçti, seni kim seçti?" diye cevap verdi.

Ben de katılıyorum polemiğe.

İyi de Sayın Sakık, halkın seçtiklerini şöyle bir gözümün önünden geçiriyorum da... "Halk ince eler sık dokur" denemez pek.

Tamam, halkın seçmesi iyi, güzel de, "Halk neylerse güzel eyler" diye bir şey yok. (Bir "sarışınlık" da ben yapmış olayım)

Yani, halkın seçmiş olması kimseyi "Bulunmaz Hint kumaşı" yapmıyor.

Ama Fatih Terim bileğinin hakkıyla Fatih Terim olmuştur. Ve bu topraklarda neredeyse "Bulunmaz Hint kumaşı"dır.

UEFA’yı unutmayın.

Rüyamızda mı görmüştük o güne kadar?

Sırf bu bile yeter.

Tamam 30 küsur yıllık tiryakiyim...

Fakat kendim için bir şey istiyorsam namerdim!

Ben tütün üreticileri için üzülüyorum daha çok!

Tuna Kiremitçi geçenlerde "zevki erteleme" yöntemiyle sigarayı bırakan birinden söz ediyordu...

Ben de inanıyorum bunun olabileceğine.

"Zevki erteleme"nin "bırakmak", hatta "hiç başlamamak" için iyi bir yöntem olduğuna bizzat şahit olmuşluğum var.

Hem de bakın hangi konuda:

Adı bende saklı, yaşı 43 bir "genç kız"...

İlk sevişmesini en uygun adamla, en hazır olduğu zamanda, en romantik ortamda gerçekleştirmek için söz vermiş kendine yıllar önce.

"Hayır, bu adam değil",

"Hayır, burası değil"

"Hayır, bugün değil"
derken şimdi 43 yaşında bir bakire!

Hálá, zemin, zaman ve adam kolluyor.

İçtiğimiz sudan yediğimiz domatese; giydiğimiz tişörtten bindiğimiz arabaya kadar kansere sebep olmayan bir şey yok, uzmanların dediğine göre...

Sloganımız "Köyümüze geri dönelim" olacak galiba.

Fakat kırsalda da "kene" var.

Aşağı tükürsen kanser, yukarı tükürsen kene!

Fena sıkıştık arkadaşlar!

Deniz Gezmiş 36 yıl sonra "moda" oldu.

"Moda" değilse nedir?

Türkiye’nin jetonu 36 yıl sonra düşmüştür!

Ya da reenkarnasyon gerçekleşmiştir, 68 kuşağının ölmüşleri "08 kuşağı" olarak yeniden hayattadır!

MIŞ MUŞ

 Kilo da verdiren Viagra geliyormuş.Bilim adamları iktidarsızlığa şişmanlık süsü vererek bu kıyağı da yaptılar hemcinslerine!

Babacan, Bush’un Türkiye’yi "Demokratik bir ülke modeli" olarak göstermesinden memnun olmuş.Daha ziyade şaşırmıştır. Hani biz pek belli etmiyoruz ya demokratik ülke olduğumuzu...

Erdoğan’a doktor "göz"den zorunlu istirahat vermiş.Bu geçer de ufukta görünen "kafa"dan zorunlu istirahat kötü.
Yazının Devamını Oku

Neden genç kadın

22 Mayıs 2008
TOPLUM olarak "balık hafızası"na sahip olduğumuz malum, onun için unutmuş olabilirsiniz... Hani geçenlerde gündemde bir sapıklık mevzuu vardı...

Taciz, tecavüz derken, erkek büyük olmak üzere, kadınla erkeğin arasında 25-30 yaş farkın olduğu ilişkilere de atıfta bulunmuştuk hani kimimiz...

"Bu da mı sapıklık?" diye soranlar...

"Bu da sapıklık!" diye hüküm verenler olmuştu.

Fakat o sırada daha çok o malum tecavüz olayına yoğunlaştığımızdan bir hayli açık arayla dünyaya gelmiş çiftlerin durumunu sorgulayamamıştık.

Yazının Devamını Oku

İzmir’in "Şahsiyeti"

19 Mayıs 2008
Haşmet Babaoğlu bir Ege hayranıdır...<br><br>Özellikle İzmir ve çevresi... Bir günlük boşluğu olsa, hatta olmasa da yaratır, bu taraflara koşar. Köşesinde de bir anlatır ki insanın işi gücü bırakıp buralara yerleşesi gelir. Bilmiyorum, belki ben de aynı hayranlıkta olduğumdandır. Fakat geçenlerde "Dost acı söyler" misali "İzmir’in şahsiyetini bulmak durumunda olduğu" mealinde bir yazı yazdı.

Tamamen katılıyorum Haşmet Babaoğlu’na.

Sahi nedir İzmir?

Liman kenti mi?

Sanayi?

Turizm?

Kültür sanat?

Kongre?

Hepsinden azıcık...

Dolayısıyla hiçbiri!

Şehircilik olarak örnek gelişme gösterseydi bari... "Deniz Restoran’da yediklerinden memnun, hoşça vakit geçirmek" mi olmalı "İzmir" dedince akıllara gelen? Bir fuarı vardı, artık o da var mı yok mu belli değil.

"Kızları" kaldı bir tek!

İzmir’in kızları...

"Nedir İzmir’in fonksiyonu?" diye sorsanız, korkarım "İstanbul’a güzel kız ihraç etmek" diyenler olacaktır.

***

Bakın ben İzmirliyim...

Ama bu benim seçimim değildi, kendimi İzmirli buldum. Esas olansa şu:

Ben İZMİRCİ’yim.

Bir şeyci olmanın ne demek olduğunu bilirsiniz...Memleketime laf söyleyeni fena yaparım! Fakat işte ben bile diyorum ki İzmir’in hakikaten bir "şahsiyet"i olmalı artık.

Bir hedefi olmalı.

Kim koyar o hedefi, bilemem.

Yolu yordamı nedir, onu da bilemem.

Bilsem belediye başkanı falan olmaya kalkarım. "Kızı deniz, denizi kız koksun" yine...Ama denizi çıkardığınızda, "Büyüyecek ama sıradan bir Anadolu kenti" kalmasın geriye! Ben her haliyle severim şehrimi, ama ele güne karşı övünmek de isterim doğrusu.
Yazının Devamını Oku

Kadın gözüyle

18 Mayıs 2008
KLİŞE ifadeyle "Türkiye’den bir kraliçe geçti." O geçerken biz seyrettik haliyle. Onu, bizimkileri; giydiklerini çıkardıklarını, yediklerini içtiklerini, oturup kalkmalarını...

Neler gördük, kendi hesabıma şöyle sıralayabilirim:

Güzelliğiyle anılacak kadar güzel olmayan kadınlar (nezaketimden "çirkin" dememek için kıvrandığımın farkındasınızdır) yaşlandıkça güzelleşiyor.

Böyle bir tezim var benim ve son olarak Kraliçe’yle bunu bilmem kaçıncı defa teyit etme imkánı buldum.

Geçen gün de yazdım, biz renkten "korkuyoruz". İki kere iki dört!

Gerçi "korkunun üstüne gitme" gayretimiz yok değil. Hayrünnisa Gül, Köşk’teki davette "pembe" giydi nitekim.

Fakat nasıl pembe?

Güneşte kalmış, solmuş!

Zaten rengin resmi adı "gül kurusu"

Gülün kurumamışı ise Boğaz’ı gezerken Kraliçe’nin üstündeydi. 82 yaşındaki Kraliçe’nin.

* * *

Basın kadın seviyor.

Genç, yaşlı, güzel, çirkin... Kadın olsun!

Bilmiyorum Kraliçe’nin eşinin fotoğrafını göreniniz oldu mu.

"Ama esas ziyaretçi Kraliçe’ydi" diyeceksiniz.

Tamam da Azerbaycan’ın Aliyev’i geldiği zaman kim oluyor "esas ziyaretçi"?

Şöyle söyleyeyim. Aliyev’in yüzü gözümde yok fakat tek düğmeli beyaz tayyörüyle güzel bacaklı eşi mıh gibi aklımda!

* * *

Hayrünnisa Gül’ün gül kurusu türbanı çok sıkı tutulmuştu. Öyle ki kenarlarından yanaklar ve gıdı fışkırıyordu adeta.

Modacısına duyurulur.

Zaten tombiş olan ve türban marifetiyle öne doğru itelenmek suretiyle daha da tombikleşen yanaklar bir de fazlaca allıklanarak iki adet elmaya dönüştürülmüş, böylece Cumhurbaşkanımızın eşi "temiz hava bol gıdadan fazlaca nasibini almış köylü kızı"na benzemişti.

Makyözüne duyurulur.

* * *

Kraliçe’nin gemide verdiği davette Gül’ü kendisine siper ederek (ama hepimiz gördüğümüze göre edemeyerek) rujunu tazelemesi... Şöyle söyleyeyim, biz sıradan kadınlar, salaş bir lokantada bile yapmayız bunu.

* * *

Son olarak Allah Kraliçe’den razı olsun!

82 yaşında olup adeta "fink atması"nı ondan daha genç olup, pencerenin önünü adeta "ebedi istirahatgah"a çevirmek için direnen anneme emsal gösteriyoruz.

Sonuç, sokaktan içeri girmez olduk.

MIŞ-MUŞ

Verilere göre Türk kadını çalışma hayatından çekiliyormuş.

"Yarın ne giyicem" sorunsalıyla başa çıkamadılar demek.

Çin’de "deprem olmayacak" diyen uzmanlar da enkaz altında kalmış.

Sınırları tutun, Şener Üşümezsoy kaçmasın!

İtalya Başbakanı Berlusconi iki kadın vekile çapkın mesajlar yollamış.

Sarkozy’yle ikisi Akdenizli olmanın hakkını veriyorlar, bizimkiler ise adeta Sibiryalı!
Yazının Devamını Oku

İnciler

17 Mayıs 2008
Şoför, marangoz, ağa, manav, ev kadını, kahvedeki emekli adam, muslukçu, köylü kızı... Herkes, ama herkes "kitap gibi" konuşuyor.

Herkesin içine filozof kaçmış adeta!

Nerede?

TV dizilerinde.

Gerçek hayatta nerede bu bilge şoförler, marangozlar?

*

Cinselliğin sözkonusu olmadığı sıkı arkadaşlıklarda bile kadınla erkeğin arasında bir çekim vardır mutlaka.

"Ben senin benimle yatma ihtimalini sevdim" durumu denilebilir buna. Yalnız arkadaş seçiminde değil, aynı malı satan iki satıcıdan birini tercih ederken bile, siz farkında olmadan, belirleyicidir cinsel çekim.

Kadının, sevgilisinin en yakın kız arkadaşını, erkeğin, sevgilisinin en yakın erkek arkadaşını kıskanması bundandır. Kendilerinden yola çıkarlar.

*

Şahane bir hediye paketi duruyor karşınızda...

Şık bir kutu, kurdeleler, yaldızlar...

Fakat içinde ne olduğunu biliyorsunuz... Bilmekle de kalmıyor, o şeyi tanıyorsunuz. Diyelim yıllardır evinizin duvarında asılı durmakta olan tablo...

Bu durumda bilmiyorum paketi açmaya ne kadar hevesli olur insan.

Ne bu şimdi?

Hiç.

Kocasını "kaptırmamak" için kendini tepeden tırnağa "yenileyen" kadınlar varmış da... Yüz-boyun gerdirme, meme dikleştirme, popo kaldırma, bel inceltme, hatta... Hadi o kadarına girmeyeyim.

*

Çocuğunuzun artık çocuk olmadığını nasıl anlarsınız?

Tamam boyuna bosuna bakın siz yine de, ama bir de resim yaptırın ona... Eğer ağacın gövdesini mora değil de kahverengiye boyuyorsa büyümüştür.

Büyümek önce "hayal gücü"nü öldürüyor.

*

Banu Alkan 90-60-90 olduğunda ısrarlı.

Ben de inanıyorum artık.

Geçenlerde ABD’li uzmanlardan dırdır edenin, çok konuşanın, ısrarcı olanın, karşısındakini ikna ettiğini öğrendik ya... Galiba ben ikna oldum sonunda!

Yok yok... Doğrusu şu:

90-60-90 artık vücut ölçülerini ifade eden üç adet rakam değil bana göre. 90-60-90 artık kısaca "güzel kadın" demek. Ölçüleri ne olursa olsun bütün güzel kadınlar "90-60-90" diye anılabilir. E, Banu Alkan da güzel kadın doğrusu.

Yani... Herhalde o da bunu demek istiyor.

*

İnsan neden evlenir?

Evlenecek olanlar buna birbirinden süslü cevaplar vereceklerdir.

Süslü ama gerçeklerden uzak.

En hakiki cevaplarsa "Esra Erol’la İzdivaç"ta!

Ve karşı tarafla kurulan en açık ve net iletişim.

Maskesiz.

"Kaç para maaş alıyon?"

"Yemek yapçan, evi temizleycen, tarlada çalışçan"

"Yok, çocuklarını istemem"

"Evin yoksa olmaz"

Budur!

MIŞ MUŞ

ÆVergi beyannameleri verilmiş, kuyumcular açlık sınırındaymış.Onların açlığı olsa olsa diyettendir!

ÆPopstar türü yarışmalara bir yenisi ekleniyormuş: Romanstar.Hepsinin ortak adı "Balonstar".

ÆEn çok öz baba tecavüz ediyormuş.Belki bu da töre gereğidir!Evlilik amcaoğluyla, namus cinayeti ağabeyden... E tecavüz de babadan!
Yazının Devamını Oku

Kraliçe’nin renkleri

15 Mayıs 2008
KRALİÇE’yi görünce yıllar önce anneme aldığım beyaz bluz geldi aklıma.

Görünce olay çıkarmıştı... "Elalemi güldürecek misin bana" diye.

Tam hatırlamıyorum şimdi, 55 yaşında falandı galiba... Ve beyaz giymeyi uygun görmüyordu artık.

Turuncudan, yeşilden vazgeçtim, beyaz bile!

Annemin kuşağının renkleri belliydi... Siyah, gri, lacivert, kahverengi, bej.

Yazının Devamını Oku