HEMEN söyleyeyim, aşağıdaki yazı bir "pazar yazısı" değildir.
Yani pazar keyfinize keyif katamaz.
Ama ne yapayım, böyle geldi içimden. Öteki türlüsü ısmarlama olacaktı.
Kan davası...
Ne korkunç!
Övgüler düzecek biri var mıdır?
İçinde olanların bile, hatta belki de özellikle onların, savunacağını sanmıyorum.
Doğumdan ölüme, hepimizi bir şekilde etkileyen "mahalle baskısı"nın bu işte de parmağı olduğunu hepimiz biliriz.
Ha, buradaki adı "mahalle baskısı" değil de başka bir şey... "Töre", "gelenek"...
Biliriz... O silah alınırken ele, "kanı yerde bırakmama" isteğinin yanında -hatta belki ondan da çok- "aksi halde adam yerine konmama" endişesi de vardır.
Biliriz ama anlayamayız.
Onaylamayız.
Gazetelere haber, filmlere konu olur... Her duyduğumuzda lanetleriz.
Çok da iyi yaparız.
Hele bu devirde, çoktan defterinin dürülmüş olması lazımdır kan davasının.
*
Ama...
Bir yerlerde babasının, ağabeyinin "kanını yerde bırakmamak" için ant içen çocuklar var hálá farkında mısınız?
O çocukların bir kısmı dağa çıkacağı, bir kısmı askere gideceği günü bekliyor dört gözle.
Anladınız... Buna da tepkili miyiz?
"Ama bu iş başka" diyeceksiniz...
Öyle mi?
"Gerekçe sağlam" diyorsunuz yani!
İyi o zaman...
Bir "sizden" iki "bizden"; üç "bizden" beş "sizden"... Sürsün gitsin!
Adına da "kan davası" demeyelim, içimizi rahatlatan başka bir ad bulalım!
Sahiden de böyle yapalım, yoksa fena halde çelişmiş oluruz kendimizle. Çelişiyoruz da zaten.
O, filmlerden ağlayarak çıkmalarımız...
"Çağdışı" bulmalarımız falan havada kalıyor.
Belki onar onar değil de ikişer ikişer geldiği için tabutlar, farkında değilsiniz ama "hain pusu"lar, "etkisiz hale getirme"ler devam ediyor.
Tabut başında, yahut anasının yaktığı ağıtı dinleye dinleye bilenen çocukların sonu gelmiyor.