Pakize Suda

Vicdanımızda bir sızı

13 Mayıs 2008
BU bir "anne" yazısı...<br><br>"Anneler Günü geçti" diyeceksiniz.

Zaten ben de "Gelin çiçek derelim, sevgi dolu türkülerle annemize verelim" diyecek değilim.

Yani yazacaklarım pek uygun düşmeyebilirdi Anneler Günü’ne.

Kısaca, bu, Anneler Günü’nden bağımsız bir yazıdır.

11 Mayıs’ın hemen ertesine denk gelmesinin nedeniyse, her ne kadar "gün"ü reddetsem de "gün" vesilesiyle "anne" üstüne yoğunlaşmamdır.

Yazının Devamını Oku

Sizin sapık, bizim sapık

11 Mayıs 2008
YİNE, yeni, yeniden...<br><br>Bir vesileyle daha bölündük! "Sizin sapığınız bizim sapığımızdan daha sapık!" şeklinde birbirimize düştük!

Efendim Üzmezseverler’den e-postalar geliyor. E, sürpriz değil elbet. Ne diyorlar mesela...

"Biraz vicdanınız varsa Hıncal Uluç’u da sapık ilan edersiniz."

"Hıncal Uluç da kendinden 25-30 yaş küçük kadınlarla birlikte oluyor ama onun hakkında yazmak sıkar biraz."

Allah Allah!

Hıncal Uluç 14 yaşında kız çocuğuna tecavüz etti de ben mi duymadım acaba!

Arkadaşlar, kendinden 25-30 yaş küçük kadınlarla gezmeyi 14 yaşındaki çocuğa tecavüz etmekle aynı kefeye koyuyorsanız size laf anlatmaya çalışmak boşunadır.

* * *

Başka ne diyorlar...

"Suç kişiseldir, yapanı bağlar. Bunun bir çevre tarafından ’Bakın bu adamların hepsi böyle’ demek en az onun kadar sapıklıktır." Pek güzel söylemişsiniz... Aynı şekilde olaya "Bakın bu adamların hepsi böyle" diye yaklaşan varsa onu bağlar. Beni değil. Kim dediyse ona yazın.

* * *

"İspanya’da boğaları kızdıran matador gibi gazeteler de insanlarımızı kızdırıp ahlaksızlaştırıyor."

Hayda!

Yine kabak gazetelerin başına patladı.

Arkadaşlar! Ecel gelmiş cihane baş ağrısı bahane! Yani serde ahlaksızlık varsa...

* * *

"Size soruyorum, Hikmet Şimşek (71)-Nihal Ersöz (31), Halit Akçatepe (61)-Rezzan Sarıçam (31), Halis Toprak-Özlem Özkan (23), Kemal-Feryal Gülman... Bunlar da sapık mı?"

Bilmem. İçlerinde 50 yaş küçük kadını eve koyduktan sonra 14 yaşında kızın peşine düşen varsa, sapık denilebilir elbet. Ama olsa duyardık.

* * *

"Daha mahkeme sonuçlanmadan siz kararı vermişsiniz. Mahkeme sonuçlandığında farklı bir sonuç çıkarsa, yani Üzmez aklanırsa merak ediyorum, siz o zaman ne yaparsınız?"

Bakın buna bir şey diyemem! Aklanıp çıkabilir hakikaten. Görmediğimiz şey değil.

Aklanmasa bile "kahraman" olması garanti. Zaten olmuş bile.

* * *

"Yaşadığınız jigoloların yaşını merak ediyorum."

Ben de! Görür, duyarsanız bana da bildirin.

Size bir şey diyeyim mi fazla zorlamaya girmişsiniz. Olmamış yani. Uymamış.

Paşa paşa kabul edip sussanız halbuki... "Siz", "biz" meselesi yapmasanız bunu...

Bir de şu var:

Eğer çok fazla üstüne gidildiyse bu olayın, bunda, toplumun dindar insanlara fazladan bir güven duymasının etkisi olamaz mı?

Öyle güveniyoruz ki, iki kere kızıyoruz bizi yanıltmış olmalarına belki?

MIŞ-MUŞ

Cumhurbaşkanı Gül, yabancı bir gazeteye yaptığı açıklamada "Kapatma davası Türkiye’nin imajını zedeledi" demiş.Oysa ne güzel imaj yapmışlardı!

Bir kadın, ömrü boyunca 346 km. kumaş ütülüyormuş.İnsanoğlunda bu merak oldukça yakında başka bir şeyin km’sini de öğrenebiliriz.

Devlet, İstanbul’a imar planı yerine konut yapıyormuş.İstim arkadan gelecek!
Yazının Devamını Oku

Kısa yazılar

10 Mayıs 2008
Size de olmuştur belki...<br><br>60 yıl önceki Hürriyet’i alınca elime, hayat boş geldi birden. "Dün"ü görmek "bugün"ü anlamsızlaştırdı.

"Yarın"dan "bugün"e bakmak gibi oldu "dün"ü görmek.

Bütün yazdıklarımız, çizdiklerimiz...

Bu teláş, bu didişme, bu didinme...

Yaşadığımız zaman dilimini bütün zamanların en önemlisi zannetme...

Çok acıklı geldi.

Hem de komik.

*

Trafik sıkışıklığının iyi bir tarafı var... İnsan yaşadığı şehri tanıyor.

Hızla geçip giderken fark edilmeyen bir sürü şey dikkati çekiyor. Hafızaya kaydediliyor.

Bir dükkán, bir tabela, bir çeşme, bir ev, bir ağaç, bir kapı, bir duvar...

*

Ama bazı yerler hep gözümüze çarptığı kadarıyla kalmalı. Akla takılan o dükkánın içi, o duvarın arkası bazen hayal kırıklığına uğratabiliyor insanı.

Uzaktan hayranı olduğumuz birinin içyüzünü görmek gibi.

*

AB’ye girmenin iyi bir şey olup olmadığı konusunda kararsızlığa düşüyorum bazen.

Şu sokak satıcıları mesela...

Özellikle simitçiler...

Gerçi AB’ye uyum için mi çıktı ortaya bilmiyorum ama köşebaşlarında "sabit simit satış noktaları" var bir süredir. Hani alüminyum-cam karışımı, tek tip... Hani elimizden çıkan çoğu iş gibi estetikten uzak...

Tamam hijyen meselesi falan da...

Ben simitçinin seyyarını seviyorum. Kafasının üstünde üç ayaklı tablayla gezenini.

Bağırmalarını seviyorum onların... Her birinin kendine has "duyurma"larını... Hatta ne dediklerinin tam olarak anlaşılmaması hoşuma gidiyor.

Hem pekalá Türkiye’nin, özellikle İstanbul’un sembollerinden değil midir sokak satıcıları? Ama orijinal halleriyle elbet.

*

"Dünya Kenti İstanbul"

Korkuyorum böyle tanımlamalardan.

Çünkü bunu "New York’la İstanbul birbirinden ayırt edilemesin" şeklinde algılayanlar ve gereğini yerine getirmek üzere çalışanlar olduğunu düşünüyorum.

"Sokak satıcıları" falan diye yırtınmam bu yüzden.

*

"Kentsel Yenileme Çalışması"

Bundan da korkuyorum.

"Depreme az kaldı" demişler gibi oluyorum.

Hatta daha da fazlası. Deprem sağlam olanı yıkmıyor hiç olmazsa.

Ama öteki "zücaciyeye girmiş fil" misali.

Ayırmıyor.

Ha, can almıyor elbet. Doğa, kültür, tarih gibi kavramların yabancısıysanız... Betonseverseniz...

İstanbul’u mesela, herhangi bir şehirden farklı görmüyorsanız... "İnsan"a hiç dokunmuyor elbet bu "Kentsel Yenileme Çalışması" denen şey!

Sulukule de gidiyor işte.

Bakalım sırada ne var.

Torunlarımızın, Boğaz’a beton dökülmek suretiyle iki yakanın birleştirildiğini göreceklerine inanıyorum ben... Kentsel Yenileme Çalışması kapsamında!


MIŞ MUŞ

 Barajlar hálá en alt seviyedeymiş. Yağmur beğendiremedik!

 Erdoğan "Kapansak bile misyon bitmez" demiş. Bilmez miyiz, Milli Nizam’dan beri takipçisiyiz.

 Kıbrıslı Rumların üçte biri "Kızımı Türk’e veririm" diyormuş. Korkutmak için olmasın da!.. Hani "mamasını yemeyen çocuğu ’öcü’ye vermek" gibi.

 Diyet yapılsa da yağ hücreleri hiç azalmıyormuş. Doktor, hastaya "ne yersen ye!" dedi.

 ABD’de "yedi bakireli" tarikat lideri ortaya çıkmış. Bizim hocalar gibi "nefesi kuvvetli" değilmiş adamın!
Yazının Devamını Oku

Ortalama Türk

8 Mayıs 2008
HİÇBİR şey yapmadıysa literatüre geçecek tanımlamalarda bulundu. Sonuncusu "Ortalama Türk."

Her zamanki gibi, o söyledi, aldı bizi bir öfke!

Hop oturup hop kalkıyoruz.

Ne demişti tam olarak...

"AKP ortalama Türk’ün partisidir."

Yani "yüzde 47"yi tarif ediyor.

Velinimeti sayılabilecek insanları yani.

E, o halde "ortalama Türk" iyi bir şey!

Aksi halde "yüzde 47"yi "ayak takımı" olarak tanımlayan Aysun Kayacı’yla aynı fikirde olmuş oluyor.

Yahut "Göbeğini kaşıyan adam" diyen Bekir Coşkun’la.

"E, zamanında ne demeye karşı çıktın?" diye sorarlar insana.

Siyaset icabı mı?

"E, bu ne peki şimdi?" diye de sorarlar.

Bakın aklıma ne geldi, Amerikan Newsweek Dergisi’ni görmeyiz zannetmiş olabilir mi?

* * *

"Ortalama Türk..."

Aslında fena adlandırma değil.

Ben bunu "birtakım erkekler" için kullanabilirim.

Özelliklerini hepimizin çok iyi bildiği, o "birtakım erkekler"e "cuk" diye oturur.

Kim onlar?

Hemen söylüyorum.

Kadın hakları...

Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı...

Kadın sığınma evi...

İslam’da kadın...

Kadın kotası...

Kadın sorunları...

Kadınlar Günü...

Kadının toplumdaki yeri...

Ev kadını...

Hayat kadını...

Kadın yazar...

Kadın vekil...

Kadın dernekleri...

Kadın-erkek eşitliği...

Şu yukarıda saymış olduğum kurumlara gerek duyulmasına...

Kavramların tartışılmasına...

"Kadın"ı kaldırıp yerine "erkek"i koyduğumuzda komik ve anlamsız olacak tanımlamalara sebep olan erkekler!

Evet onlara çok uygun düşecek "Ortalama Türk Erkeği" olarak adlandırılmak!

MIŞ-MUŞ

Erdoğan "Bugün varız yarın yokuz" demiş.Fakat eminim öbür gün yine varsınızdır.

Çevreci hakim para cezası yerine ağaç dikme cezası veriyormuş.E, bu kadar yeşil düşmanı toplumda, ağaç dikmek müebbete bile denk düşebilir.

Der Spiegel Dergisi’ne göre Türkiye yarı özgür bir ülkeymiş.İyimser olacaksınız, yarısı var hiç olmazsa!

Erdoğan "Millet geleceğine sahip çıkacaktır" demiş.Vaziyeti kavramış!
Yazının Devamını Oku

Tut şunun ucunu

6 Mayıs 2008
BAHARIN etkisi herkeste başka türlü tezahür ediyor. Kimi áşık oluyor her bahar...

Kiminin "gitme"si tutuyor...

Kiminde fazladan bir umut, neşe...

Ama yataktan uyumamış da maraton koşmuş gibi kalkma hali herkeste ortak, o ayrı.

Ben gitme arzusuyla yanıp tutuşanlardanım.

"Gittin mi hiç?" derseniz, hayır!

Onun yerine her bahar bir evden ötekine taşınmaya kalktım.

Yeni bakkal, yeni taksi durağı, pencerede yeni görüntü... Taşınmak da "gitme"nin bir türlüsüdür. İlla "güneye kaçmak" şart değil.

Fakat bunu bile yapamadım.

Kaderin bir inatlaşması mıdır artık, bütün taşınmalarım sonbahara denk geldi.

Ama ne yaptım... Hiç olmazsa evin şeklini değiştirdim her bahar. Değiştirmek dediysem, mesela vazoyu yemek masasının üstünden alıp sehpaya koymak gibi, daha ötesi değil.

"Gitme" arzusundan gele gele nereye geldiğimi gördünüz...

Anlamışsınızdır...

"Bağlananlar"danım.

Kapıdaki kediye, sokaktan geçen simitçiye, koltuğa, masaya, hatta koltukla masanın hep aynı yerde duruşuna bağlananlardan...

Fakat bu sene bir mimarın eline düştüm!

Kardeşimin yani.

Bilmiyorum, mimar yakınınız var mı... Bilir misiniz hallerini...

Bunlara gece uykuda "vahiy" iner adeta!

Sabah bir bakarsınız salonu yatak odasına, yatak odasını mutfağa, mutfağı banyoya taşımaya girişmişler!

Hayır, yetinseler...

Bir hafta sonra bu defa mutfak salonla yer değiştirmede, banyo balkonda!

Aslında benimkisi böyle değildi. Sorardım, "Şu tabloyu bu duvara mı asayım, ötekine mi?"

"İkisinden birine as"
der, giderdi.

Fakat bu sene ne olduysa... Bütün danışmalarıma toptan cevap mı veriyordur nedir...

Sabah koşa koşa geliyor, hani öğleni beklerse aklına gelen kaçacakmış gibi, başlıyor komut vermeye...

"Tutun bakiim şunun ucunu!"

"Kaldırın!"

"İndirin!"

"Çevirin!"

"İttirin!"

Evde kim varsa seferber.

Ertesi sabah yine koşa koşa geliyor...

"Tutun bakiim şunun ucunu!"

"Kaldırın!"

Bende refleks oluştu. Annem pencereden bakıp da "Kardeşin geliyor" dedi mi hemen koşup masanın ucuna yapışıyorum.

Neyse... Ben bu bahar da kıpırdayamadım yerimden ama hiç olmazsa eşyalar hareket halinde.

Belki de bizimkisi "şok tedavi" uyguluyor bana...

"Sen misin bir mumun yerini değiştirirken bile bir ay düşünen!.."

MIŞ-MUŞ

Kalçayı dik ve sıkı gösteren "kalça sutyeni" geliştirilmiş.

Hizmette sınır yok!

1) 15-(8-3)=?

Yukarıdaki soruyu üniversite sınavına giren gençlerin yüzde 48’i bilememiş.

2) Sınıf geçmek kolaylaşıyormuş.

Demek yüzde 100’e doğru yol göründü!

Kusurları görmemek ilişkiyi öldürüyormuş.

Görmek ise öldürmüyor, süründürüyor!
Yazının Devamını Oku

Çimen lekeli kadın

4 Mayıs 2008
BAZI davetiyelere, nasıl giyinilmesi gerektiğine dair not düşülür hani...<br><br>Gereklidir bana göre. Özellikle kadın kısmı için.

Çünkü kadın, giyinirken, nereye gittiğinden ziyade gideceği yerdeki öteki kadınları nasıl gölgede bırakacağı ile ilgilidir.

Ve bunu ne türlü giyinerek başaracağına inandıysa onun gereğini yerine getirir.

Mesela, gündüz gözü bir kır partisinde bakarsınız ayağında iğne topuklar!

Ha, partinin başında topukları gördünüz, gördünüz, ondan sonra biraz zor, o başka! Toprağa bir saplanırlar, çıkarabilene aşkolsun!

Uzaktan parti boyunca aynı yerde dikilip duran birini görürseniz durumu budur. Hani dibine bir tas su döken olsa, ekim işi tamamlanacaktır adeta!

* * *

Yahut herkesin koyu renk giymesi gereken bir gece diyelim.

Gerçi toplum olarak koyu renk konusunda bir sıkıntımız olduğu söylenemez.

Siyahla aramızda "kir götürsün" diye diye bir gönül bağı oluşmuştur adeta!

Fakat buna rağmen işte, herkesin siyahlara bürünmesi gereken bir gecede, bakarsınız biri adeta papatya tarlasından çıkmış gelmiştir.

Nedir... Elbiseyi "çok şeker" bulmuştur!

Bizim gazetenin 60. Yıl ilavesi için fotoğraf çekimlerinde...

Çekim mahalline vardığımda, a bir baktım kadın erkek herkes resmi!

Resmi olmayan birkaç kişiyse hiç olmazsa koyu renk konusunda geri kalmamış ötekilerden.

Gelelim bana...

Şöyle söyleyeyim, sanki beni "yazarların toplu fotoğrafı" için değil de "deterjan reklamı" için çağırmışlar!

Demişler ki, "Pakize Hanım ’elbisesi çimen lekesi olan kadın’ı oynayacaksınız!"

Ben de ekibi zahmete sokmamak için kırlarda yuvarlana yuvarlana gelmişim çekime!

Nasıl yeşilim, olursa bu kadar olur yani!

Görmüşsünüzdür zaten ya...

Ne düşündüm acaba böyle "yeşillenip" de giderken?

Uzun uzun düşünmediğimi biliyorum yalnız...

"Alt beynim" düşündüyse onu bilemem. Belki 10 yıl boyunca bu köşede yer alan yazıları "film şeridi gibi" geçirdi gözünün önünden, "siyah uymaz" dedi!

Belki de bahara kaptırdı kendini...

Her neyse neticede fotoğrafta ayrık otu gibiyim. Sırf mecazi anlamda değil...

* * *

Fakat Hürriyet Ailesi’nin diğer gruplarından birinin içinde yer alsaydım durum farklı olabilirdi bakın. Oralara daha bir denk düşebilirdim. Fotoğrafları gördünüz... Bilmeyen akıl hastanesindeki moral eğlencesinde çekildiğini zannedebilir!

Ama zaten gazetecilik deliliktir biraz da. Yıllar boyu, her gün, yeniden sıfırdan başlamak bir işe, akıl kárı mıdır?

MIŞ-MUŞ

Erdoğan, 1 Mayıs’ta polisin işçilere tekme tokat girişmesi üzerine, "Devlet üzerine düşen görevi yapmıştır" demiş.Varsa devletin görevlerini tam olarak öğrenmeyen, öğrensin!

Enflasyon raydan çıkmış.Zaten raydaki tek vagon da oydu.

14 yaşında bir kıza tecavüz etmekten tutuklu Üzmez’in savcıya verdiği ifadede, "Çapkınım, hovardayım" dediği iddia edilmiş.Eğer doğruysa bir de "eksik beyanda bulunma" suçu var demek; sapıklığı atlamış!
Yazının Devamını Oku

Kısa yazılar

3 Mayıs 2008
İsmi lazım değil, bir beyefendi, 15 yıllık eşini terk edip sevgilisiyle yaşamaya başlıyor. Bu arada boşanma davasını da açıyor. Lakin eş boşanmaya yanaşmıyor. Sabırla bekliyor. "Sabrın sonu selamettir" diye boşuna dememişler, nitekim beş ay sonra erkek eve dönüyor.

Dönünce bir de ne görüyor dersiniz, eşinin burnu kalkmış, dudakları kalınlaşmış! Bilmiyorum belki dönmeden gördü bunları da onun için döndü.

Uzatmayayım, şimdi mutlu mesut hayatlarına devam ediyorlar.

Budur!

"Evli kadın nasıl olmalıdır" diye bir tarif yapmak gerekirse eğer, "midesi geniş, sinirleri alınmış, hoşgörü ve sabır takviyesi yapılmış olmalıdır" denilebilir.

Ha bir de narkoza dayanıklı olacak tabii!

*

Bir ekip Sibel Can’ı ele alsa...

Tepeden tırnağa değiştirse...

Saçının rengini, biçimini... Makyajını... Giyimini, kuşamını...

Ha, belki bugünkü görüntüsü de bir ekibin elinden çıkmadır... Eğer öyleyse Sibel Can’ı pek sevmiyorlar galiba. Dünya güzeli bir kadını böyle çirkinleştirebilmek... Ancak büyük çabayla olur.

*

Elimi attığım eski kitapların arasından kurumuş çiçekler dökülüyor.

Ne çok!

Ama yöntemini bilememişim, bütünlüğünü koruyamamış hiçbiri.

Öyle ya da böyle... Biz çiçek kuruturduk bir zamanlar.

Kimse çiçek kurutmuyor artık.

"Biz ormanları, gölleri kurutuyoruz akıllım!" deeermiş şimdi çıkıp biri...

Biz de gülmezmişiz.

*

Kilo derdiniz var mı?

Benimki de soru mu? (0) bedenler (-1) olmak için uğraşırken adeta...

Neyse, en azından kilonuzu korumak istiyorsunuzdur.

Ve eminim "Kibrit kutusu kadar beyaz peynir"le "Üzerine bir çay kaşığı yağ gezdirilmiş salata"yı duymak istemiyorsunuzdur hiçbiriniz.

Buyurun o zaman size alternatif diyet listesi! Bir arkadaşımın buzdolabının üstünde görüp aldım.

"Kahvaltı: Fırından yeni çıkmış çıtır çıtır beyaz ekmek, bir paket tereyağı, bir kalıp peynir, sahanda sucuklu yumurta, bal-kaymak.

Kuşluk vakti: Çikolatalı pasta (sınırsız)

Öğlen: Kuzu kapama, patlıcanlı pilav, su böreği, zeytinyağlı biber dolması, kaymaklı ekmek kadayıfı, 6 top dondurma.

Çay saati: Kol böreği (sınırsız)

Akşam: Kebap ve bilumum ’alt yapı’ elemanları, künefe, katmer, ayva tatlısı.

Yatmadan önce: 5 çikolata.

Yemeyiniz!"

Aman ne komik! Sinir şeyler!

*

Hikáye çok.

Lakin cümle yok.

Bitmiş, tükenmiş, kalmamış!

E, neredeyse Orhun Yazıtları’ndan beri tabii...

Yani bu işte de erken kalkan kárlı çıkmış. Kurulmamış yüzbinlerce cümle varmış. Boşta gezen...

"Sigarasından bir nefes çekti."

"Öylece donup kalmıştım."

"Başını kaldırdı... Yıldızlar göz kırpıyordu."

"Kalbi göğüs kafesini yırtıp çıkacakmış gibi çarpıyordu."

"Kollarından sıyrılmayı başarmıştım."

"Pencereden giren rüzgár perdeyi havalandırıyordu."

"Birden bir gökgürültüsü duyuldu."

"Aynadaki görüntüsüne hayranlıkla baktı."

"Bacaklarım bana ait değildi sanki."

"Kaçarcasına uzaklaştım yanından."

İşte görüyorsunuz bize bir şey kalmamış!

MIŞ MUŞ

 Avusturya, "Kızını 24 yıl kilit altında tutup seks kölesi yapan baba" olayı üzerine "Nasıl bir toplumuz" sorusuna yanıt arıyormuş.

Bulduktan sonra bize de bi bakıversinler sevabına!

 Suudi Arabistan’da, kamuya açık alanda kadınlarla flört eden erkeğin saçları kazıtılacakmış.

Galiba onlar da "Ilımlı İslam"a doğru gidiyorlar; eskiden olsa penisini keserlerdi.

 Başbakan haber yazma kriterlerini belirlemiş.

E, rövanşı almış bir nevi; laf aramızda biz de altı senedir aile hayatından tutun da nasıl yürümesi gerektiğine kadar az kriter belirlemedik!
Yazının Devamını Oku

Ne desem boş ama...

1 Mayıs 2008
HAYVAN seviyorum ya... Arada onlarla ilgili yazıyorum hani...

Hemen e-postalar geliyor.

"Ama falanca yerdeki sokak köpekleri gelen geçene havlayıp saldırıyor."

E, ben "Hiçbir köpek havlamaz, saldırmaz, ısırmaz" demiyorum ki!

İnsanın insana benzememesi gibi, köpeğin de huylusu, huysuzu var elbet.

Fakat, mesela Barış Gelini’ne tecavüz edip öldürdü diye biri, bütün insanların yok edilmesi düşünülebilir mi?

Veya o işi yapan adamı linç etmeye hakkımız var mı?

"İnsanla köpek bir mi" diyenler olacaktır şimdi.

Bu karşılaştırmalara hiç girmesek!..

Hem belki de medeniyet budur, ne dersiniz? Yani hayvanları DA koruyup kollamak.

Bir sokak köpeği birine saldırdı diye "Sokak köpekleri öldürülmelidir" diyemem ben!

Bu tercih değildir, sapla samanı karıştırmayalım!

Yani köpek adamı parçalarken "Aman adama ne olursa olsun, köpeğe bir zarar gelmesin" demiyorum. Ama saldırgan köpekler var diye bütün köpekleri gözden çıkaramam.

İlla insanla köpeği karşılaştırma merakı içerisinde olanlar varsa onlara da "Köpekten canı yananlarla insandan canı yananları sayıya vurun bir" diyebilirim.

Ama hálá insandan umudumuz kesik değil di mi? Olmasın da.

* * *

Bakın her yabancıya saldırması yönünde bir eğitim almamışsa -ki sokak köpeği ne eğitimi almış olacak- bir köpeğin durduğu yerde birinin üstüne atlaması pek nadir rastlanan bir durumdur.

Saldırıyorsa bir kuyruk acısı var demektir.

İyi düşünün, daha önce bir taş atmışlığınız falan vardır mutlaka. Tanıyordur sizi.

Yahut çok nefret ediyorsunuzdur, onu hissediyordur. Sizden gelebilecek bir tehlikeye karşı gardını alıyordur. Hani biz de yaparız ya birbirimize.

Bir gün, o size her zaman havlayan köpeğin yanından geçerken onunla ilgili olumlu bir şey geçirin aklınızdan. Samimi olun ama. Size hiç ilişmediğini göreceksiniz.

Sevgi istiyorlar yani, başka bir dertleri yok.

Aynı bize benziyorlar. Yeterince sevilmediğimizi hissettiğimizde nasıl yırtıcı oluyoruz sevgilimize karşı hani...

Ama ne desem boş, biliyorum.

Filistin’le İsrail can ciğer kuzu sarması olur, hayvan sevenle sevmeyen birbirini anlayamaz.

MIŞ-MUŞ

Deprem öncesinde anormal bulutlar oluşuyormuş.Belirtilerden yana bir sıkıntımız yok çok şükür de ötesine geçemedik.

"Dans Et" isimli albümüyle çıkış yapan Demet Akalın, "Şarkılarım patlayınca İbrahim Tatlıses beni kıskandı" demiş.Fakat İbo’ya laf attığına göre çıkışı yeterli bulmamış.

Avusturyalı baba, 24 yıl boyunca öz kızına tecavüz etmiş.Bizim Hüseyin Üzmez’imiz sütten çıkmış ak kaşık vallahi!
Yazının Devamını Oku