Yüzümüz yok

SAVAŞ Ay bir süredir Sabah Cumartesi için röportaj yapıyor. Kimlerle...

Çok da donanımlı oldukları iddia edilemeyecek, yani verecekleri cevaplarla okuru güldürmeleri garanti olan, şarkıcı, manken ya da magazin basınında yer ala ala ünlenmiş bazı kadınlarla... (Neden hiç erkek yok, hakikaten...)

Geçenlerde kadınların cehaleti karşısında ‘Bu kadar da olmaz’ diyen bir yazı yazmıştım hatırlarsanız... Şimdi aynı konuya girmek neden gerekti... Mutlu Tönbekici’nin yüzünden.

Pazar Vatan’daki köşesinde bu kızların tekrar tekrar küçük düşürülmesinin manasızlığından söz ediyor Tönbekici.

İçlerinde benim de olduğum, konuya atlamış kadın köşecilere de dokunduruyor, ‘Kızlarımızın birbirinden harikulade cevapları bilhassa kadın köşecilerimizin her birine tek tek malzeme sağladı’.

Doğru. Bakın mesela Mutlu Tönbekici’ye bile sağlamış oldu. Şimdi bana ikinci kere sağlıyor. Allah bilir daha da uzar gider.

Kızların cehaletine şaşmamızı, bıyık altı ve bıyık üstü gülmemizi de pek hoş karşılamıyor Tönbekici. Bunda da haklı. Hakikaten okuyunca adeta titredim ve kendime geldim. Herkesin cehaletinin başladığı bir nokta vardır üstelik. Soruların biraz ağırlaşmasına bakar. Dolayısıyla herkesin, cevaplarıyla güldüreceği, bilgi, birikim, zeká açısından bir üst sınıf mutlaka vardır. Yani ‘Gülme komşuna gelir başına’ denilebilir.

Tönbekici’nin işaret ettiği gibi, kızların hali zaten yıllardır bildiğimiz hal. Onun söylemediğini ben söyleyeyim, bizimki biraz da habire aynı fıkraya gülmek gibi bir şey oluyor.

***

Ama bir dakika... Kendimi mazur göstereceğim ya...

Benim gülmem, başımı arkaya atıp ağız dolusu gülme değil ki. Utana sıkıla, istemeyerek, ezile büzüle bir gülme. Hani düşene gülmeye benzer bir şey. Tutamaz ya hani insan kendini... ‘6 ay önce de düşmüştü o zaman gülmüştüm, artık gülmeyeyim’ de diyemez.

Hem o kızların ‘küçük düşme’ gibi bir endişeleri de yok ki. Hani kıyıda köşede kendi halinde yaşayan birileri olurlar, zorla ortaya çıkarılıp cehaletleri afişe edilir, o zaman bu işi yapanı hep beraber ayıplarız. Ama Allah bilir ‘N’olur abi beni al bu hafta’ diye Savaş’ın yoluna çıkıyorlardır. Röportajın yayımlandığı gün arkadaşlarıyla telefon trafiği sürüyordur... ‘Gördün mü tam sayfayım Sabah’ta!’, ‘Sağ alttaki fotoğrafta şahane çıkmışım!’

Yani fazla üzme kendini sevgili Mutlu Tönbekici. Onlar halinden memnun. Hem de düştükleri durumun farkında oldukları halde... Hiçbiri o kadar da aptal değil. O markaları akılda tutmak bile mesele. Ben tutamıyorum şahsen. Zaten şaşırmamız, kızmamız falan biraz da bu yüzden. O yabancı markaları ezberleyen, Atatürk’ün doğum tarihini de aklında tutabilir. Yani doğuştan gelen eksiklikleriyle alay edip küçük düşürmeye çalışan yok onları... En basit bilgileri, hem de kaç defa bu eksiklikleriyle gündeme gelmelerine rağmen, hálá edinmemiş olmalarını ayıplıyoruz. Ha, bak ‘Bu kızlara çarşaf çarşaf yer ayırıp habire prim yapmalarına sebep olmayın’ dersen çok haklısın.

Ama işte okurun da ihtiyacı var demek... Aynı önce yandan yandan, kendimize bile çaktırmadan bakıp sonradan tiryakisi olduğumuz ‘Bir Sevda Masalı’ tarzı televizyon programları gibi... Önce kıza kıza, sonra bayıla bayıla okuyoruz işte. Savaş Ay şahane bir gazetecilik örneği sunuyor olmayabilir; ama kabul edelim ki iyi bir ticari iş çıkardı ortaya.

‘Peki Türk basınının gele gele geldiği nokta bu mudur?’

Hakikaten esaslı soru. Ama hiçbirimizin bu soruyu sormaya yüzü yok.


MIŞ-MUŞ


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, vatandaşa, depreme karşı oturduğu binanın üst katını satın alıp yıkmasını önermiş.

Hatta binanın tamamını da yıkabilirsiniz ki deprem geldiğinde yıkacak bir şey bulamasın.

*

Yeni yasada flört de yasakmış.

Şimdi sırada ‘haftalık yatış programı’nın hazırlanıp çiftlere dağıtılması var.
Yazarın Tüm Yazıları