23 Ocak 2005
<B>BİLİYORUM,</B> bugün lafa nereden girsem keçiden çıkacağım. Hani kesilmekten kaçarken denize düşüp boğulan keçiden... Ya da kaçmasın diye önceden arka bacakları kesilen boğadan... Koydu bana doğrusu. Şimdi yine ‘İnsanlara üzülmek dururken’ diyenler olacaktır. Arkasından bıçakla kovalanırken denize düşüp boğulan biri olursa ona da üzüleceğim, söz!
Ama mesela kurban keserken kendini kesip öldürenlere ağlayamadım, ne yalan söyleyeyim. Trajikomik bir hadise. Fakat ben böyle durumlarda hadisenin komik kısmını benimsiyorum daha ziyade. Zaten ‘memleketimden insan manzaraları’nın neredeyse tamamında başka türlüsü mümkün değil.
* *Ê *
Bu manzaralar benim tarzımda yazı yazanların elini kolunu da bağlıyor bir yandan. Şener Şen ile Kemal Sunal’ın şimdi ismini hatırlayamadığım bir filminde geçiyordu... ‘Ağanın b.kunun üstüne b.k yapılmaz!’ Bu da o hesap işte.
Bugünlerde ortalık bu hususta çok bereketli. Haliyle bizim işler kesat.
Mesela, biraz önce şunu okudum: Kadının biri ‘Buzdolabım arıza yaptı’ diye habire servisi çağırıyormuş.
Bir gün servis müdürü bir bakmış ki kadın avluda, buzdolabının kapağını açmış, önüne oturmuş, serinliyor...
Şimdi ben ne anlatırsam anlatayım sizi bu kadın kadar gülümsetmeye muvaffak olabilir miyim?
Ya da şaşırtmaya?
2340 kişi kurban keserken kendini yaraladıysa, artık ben ağzımla kuş tutsam bu hadisenin önüne geçemem.
21 Ocak 2005 Cuma günü güneş gözümüze gözümüze girerken gazete ‘Güneşe hasret bir bayram’ diyorsa, müsaadenizle ben başka bir şey demeyeyim.
Fakat yine de bir şeyler yazmayı düşünüyorum tabii. Ama hangi ince espriyi yapayım ki zeká pırıltım Almanya’daki bazı Türklerin zeká pırıltısından daha pırıltılı olsun? Onlar 2 Euro yerine aynı büyüklükteki 1 YTL’yi kullanarak sigara, kahve ve çikolata otomatlarını boşaltmayı akıl ettiler biliyorsunuz.
Ne dersiniz, haksız mıyım? Her türlü girişimim hakikaten ağanın şeyi üstüne şey yapmak olmayacak mıdır?
* *Ê *
İşin fenası, sırf yurdum insanının değil, dünyanın neredeyse tamamının güçbirliği yapmış olması. Yani beni ve benim gibileri pasifize etme açısından.
Mesela dünyanın dört bir yanında, siyaset uzmanları ve analistler, Bush’un yemin töreninde yaptığı konuşmadaki gizli anlamları çözmeye çalışıyorlarmış. Efendim, Başkan niye 27 kez ‘özgürlük’, 15 kez ‘hürriyet’, 5 kez ‘tiran’, 3 kez ‘Tanrı’ demişmiş... Varmış bunda bir iş...
‘Tsunami dalgaları ‘Allah’ diyordu’ iddiasının bunun yanında elle tutulur bir yanı vardı hiç olmazsa. Her yeni saçmalama bir öncekini aratıyor demek. Ne diyeyim...
MIŞ-MUŞ
Mustafa Topaloğlu, ‘Topraktan çıkan insan görmedim’ demiş.
Şükretsin ki biz de uzaydan gelen adam görmedik de kendisini yutuyoruz.
Bush yemin töreninde ‘Dünyadaki zulmü bitireceğiz’ demiş.
‘Bizim zulmümüz herkese yeter’ diye düşünmüştür.
Demirel, ‘Eskiden yüzlerce dolarlık hediye olmazdı’ demiş.
Onlar bunu ‘Siyasilerin değeri arttı’ şeklinde anlayabilirler.
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2005
Siz duyunca şaşırdınız mı bilmem... <br><br>Ayrılık acısı kadının beyninde değişikliğe neden oluyormuş. Bu haftanın başında bütün gazetelerde yer aldı bu haber. Sevgilisinden ayrılan kadının beyninin üzüntü bölümü hareketleniyor, buna karşılık dikkat bölümü yavaşlıyormuş. Bilim adamları görüntülemişler durumu.
Ben de bilimin bu arkadan gelme durumuna bayılırım. Kırk yıldır bildiğimiz bir gerçeği bir bakarsınız bilim yeni keşfetmiş.
İstimi arkadan gelen bilim!
İşte en son ayrılan kadının beyninin üzüntü bölümünün hareketlendiğini, dikkat bölümünün yavaşladığını bulmuşlar.
Ah bilimcim! Bu kadar olsa... Bak daha neler olur... Bir kere daha ayrılık aşamasına gelmeden, ilişkinin başladığı gün beyindeki değişiklik de başlar...
Tilkiler mesela... Zaten kadının beyninde ikamet etmekte olan kırk tilki trafiğe çıkar.
*
‘Sezgi’ bölümü...
Faaliyet açısından sık sık tavan yapar.
*
‘Şüphe’ bölümü...
Daima tam kapasite çalışır.
*
‘İz sürme’ bölümü...
Hani o anda görüntüleyip birine gösterseniz av köpeğinin beyni zannedebilir.
*
‘Gel-git’ bölümü...
Hızından görüntüleme falan yapılamaz.
*
‘Entrika’ bölümü...
Normal zamanda günde sekiz saat, bir ilişki sırasında ise fazla mesai yapan bu bölüm kadın beyninin en çalışkan kısmıdır.
*
‘Kıskançlık’ bölümü...
Rüzgar gülü gibidir. Sevgilinin tepesinden uçarak geçen dişi kuşun rüzgarından bile etkilenip fırfır döner.
*
‘Hesap’ bölümü...
Her akşam muntazaman faaliyete geçer. Erkekten günün her dakikasının hesabı sorularak adeta kasa tutturulur.
*
‘Deşme’ bölümü...
Erkeğin herhangi bir konuda hesap verirken yeterince derine inmediğinin düşünüldüğü zamanlarda hareketlenir. Deşme işi daha ziyade ‘çomaklama’ şeklinde olur.
*
‘Konuşma’ bölümü...
Kendi içinde ikiye ayrılır.
İlki, halk arasında ‘dırdır’ olarak adlandırılan eylemin gerçekleştiği bölüm, ki zaman zaman zemberek gibi boşalır.
İkincisi, ‘masaya yatırma’ bölümüdür.
İncir çekirdeğini bile doldurmayacak konularda zırt pırt faaliyete geçer.
*
‘İntikam’ bölümü...
‘Hafıza’ bölümünden yardım alarak çalışır. Meselenin üzerinden on yıl geçse de faaliyetini gerçekleştirir.
*
Diyeceğim, bilimin daha çok işi var.
Bütün bunları bir bir görüntüleyecek.
MIŞ-MUŞ
Bush ‘İran’ı vururuz’ demiş.
Yok mu şunun çocukluğuna inecek bir psikiyatr?
Sağlık Bakanlığı, bilimsel ‘mangalda et pişirme’ tarifi yapmış.
Korkarım, bir de ‘mangal cezası’ gelir arkadan.
Erdoğan, çiftçiye kesenin ağzını açmış.
Hayrola, oğlanlardan biri ekin mi ekti çöllere?
Kazadan sonra durdurulan ‘hızlandırılmış tren’ seferleri başlıyormuş.
Aslında bir lunaparka ‘korku treni’ olarak konsaydı...
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2005
Süha Yaygın
‘Başbakanımızın eşinin gerdanlığı almasıyla ilgili yazdığınız ‘O pırıltı karşısında transa girmeyip...’ sözleriniz bugünlerde buralarda (Londra) pek moda olan The Aviator (Leonardo DiCaprio-Martin Scorsese) filmindeki Ava Garder sahnesini anımsattı. Lütfen seyretmediyseniz gidin ve bizlere hem gerdanlık hem de filmin iki kadın karakteri (Ava Gardner-Katharine Hepburn) hakkında düşündüklerinizi yazın. Çünkü benim gibi iki İzmirli arkadaşımla ‘kimle beraber olurdun’ sorusuna uzun süre yanıt aradık bulamadık. Kadınlar müthiş.’
Gidip seyredeyim ha?
Nerede?
Hadi moralinizi bozmayayım, siz Türkiye’yi nasıl hayal ediyorsanız öyle devam edin yine.
Kadınların müthiş olduğu hususuna gelince... Film falan görmeme gerek yok, aynaya bakmam yetiyor. Nitekim birçok tespitim nereden çıkıyor zannediyorsunuz?
***
Gülay Aktaş
‘Yazılarınızı California’dan da takip ediyorum. San Diego’da UCSD’de okuyan çekiklere de sizden bahsettim. Ne zaman sizi okuduğumu görseler ‘Ne yazmış, ne yazmış’ diyorlar. N’olur Japonca bir şeyler de yazın sevinsin garibanlar.’
O garibanlara söyleyin, Türkçe öğrensinler. Hatta başka milletlerden kim varsa hepsine söyleyin. Ben de ‘Yazıları bilmemkaç dile çevrilen yazarlar’a karşılık ‘72 milleti Türkçe’ye heves ettiren yazar’ olarak gazetelere geçeyim.
***
Seda
‘Sen var ya sen Pakize Suda... Süpersin, güzelsin, zekisin, komiksin, yeteneklisin, osun busun. Allah’ın verebileceği her şeye sahipsin. Erkeklerin aptal olduğuna en iyi örnek senin başının bağlı olmayışı.’
Yanılıyorsunuz. Yok, benim niteliklerim konusunda değil. Onlar tamamen doğru, hiç tevazu göstermeyeceğim.
Erkekler konusunda yanılıyorsunuz. Aptal olmadıkları için benim gibileri pek tercih etmiyorlar. Biz lala paşa eğlendirmiyoruz zira. Akıllı erkekler bunu biliyorlar. E, aptalları da ben ne yapayım.
***
Yaşar Aydın
‘Sizi severek yıllardır okumaktayım. Espritüel yaklaşımınızla çok hoş geliyor bana yazılarınız. Merak ettiğim konu, acaba aşırı feminist misiniz?’
Üçüncü kademenin birinci derecesinden feministim beyefendi!
Nasıl, aşırı mı?
***
Dr. Murat O. Tost
‘28.03.2004 günü yazmış olduğunuz ‘Bu, Beynimizin Büyümüş Hali’ başlıklı yazınız beni çok şaşırttı. Neden derseniz, hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmayan asılsız bir yazı yazmışsınız. (...) Eğer konuyu Charles Darwin’in ‘The Origin of Species’ Harvard University Press, 1964, S. 189 getiriyorsanız, bu teori asılsızdır ve hiçbir bilimsel onayı mevcut değildir(...)’
Murat Bey nereden aklınıza geldi şimdi bir sene önceki yazıya eleştiri getirmek?
O yazı bilimsel bir tespitten yola çıkılarak yazılmış matrak bir yazıydı. Fakat geç de olsa ‘beynin büyümüş hali’ne bir örnek teşkil etmeniz dolayısıyla size teşekkür ederim efendim!
MIŞ-MUŞ
Hitler’in villası otel oluyormuş.
Resepsiyonda kafatası röntgeninizi isteyebilirler.
***
Baykal, ‘Sarıgül’ün sadece imajı var’ demiş.
İsabet. Türkiye’nin başka bir şey aradığı yok zaten.
***
Okumuş erkek daha fazla dayak atıyormuş.
‘Okumak cehaleti alır, eşeklik baki kalır’ dedikleri bu demek.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2005
Süha Yaygın‘Başbakanımızın eşinin gerdanlığı almasıyla ilgili yazdığınız ‘O pırıltı karşısında transa girmeyip...’ sözleriniz bugünlerde buralarda (Londra) pek moda olan The Aviator (Leonardo DiCaprio-Martin Scorsese) filmindeki Ava Garder sahnesini anımsattı. Lütfen seyretmediyseniz gidin ve bizlere hem gerdanlık hem de filmin iki kadın karakteri (Ava Gardner-Katharine Hepburn) hakkında düşündüklerinizi yazın. Çünkü benim gibi iki İzmirli arkadaşımla ‘kimle beraber olurdun’ sorusuna uzun süre yanıt aradık bulamadık. Kadınlar müthiş.’Gidip seyredeyim ha?Nerede?Hadi moralinizi bozmayayım, siz Türkiye’yi nasıl hayal ediyorsanız öyle devam edin yine.Kadınların müthiş olduğu hususuna gelince... Film falan görmeme gerek yok, aynaya bakmam yetiyor. Nitekim birçok tespitim nereden çıkıyor zannediyorsunuz?***Gülay Aktaş‘Yazılarınızı California’dan da takip ediyorum. San Diego’da UCSD’de okuyan çekiklere de sizden bahsettim. Ne zaman sizi okuduğumu görseler ‘Ne yazmış, ne yazmış’ diyorlar. N’olur Japonca bir şeyler de yazın sevinsin garibanlar.’O garibanlara söyleyin, Türkçe öğrensinler. Hatta başka milletlerden kim varsa hepsine söyleyin. Ben de ‘Yazıları bilmemkaç dile çevrilen yazarlar’a karşılık ‘72 milleti Türkçe’ye heves ettiren yazar’ olarak gazetelere geçeyim.***Seda‘Sen var ya sen Pakize Suda... Süpersin, güzelsin, zekisin, komiksin, yeteneklisin, osun busun. Allah’ın verebileceği her şeye sahipsin. Erkeklerin aptal olduğuna en iyi örnek senin başının bağlı olmayışı.’Yanılıyorsunuz. Yok, benim niteliklerim konusunda değil. Onlar tamamen doğru, hiç tevazu göstermeyeceğim.Erkekler konusunda yanılıyorsunuz. Aptal olmadıkları için benim gibileri pek tercih etmiyorlar. Biz lala paşa eğlendirmiyoruz zira. Akıllı erkekler bunu biliyorlar. E, aptalları da ben ne yapayım.***Yaşar Aydın‘Sizi severek yıllardır okumaktayım. Espritüel yaklaşımınızla çok hoş geliyor bana yazılarınız. Merak ettiğim konu, acaba aşırı feminist misiniz?’Üçüncü kademenin birinci derecesinden feministim beyefendi!Nasıl, aşırı mı?***Dr. Murat O. Tost‘28.03.2004 günü yazmış olduğunuz ‘Bu, Beynimizin Büyümüş Hali’ başlıklı yazınız beni çok şaşırttı. Neden derseniz, hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmayan asılsız bir yazı yazmışsınız. (...) Eğer konuyu Charles Darwin’in ‘The Origin of Species’ Harvard University Press, 1964, S. 189 getiriyorsanız, bu teori asılsızdır ve hiçbir bilimsel onayı mevcut değildir(...)’Murat Bey nereden aklınıza geldi şimdi bir sene önceki yazıya eleştiri getirmek?O yazı bilimsel bir tespitten yola çıkılarak yazılmış matrak bir yazıydı. Fakat geç de olsa ‘beynin büyümüş hali’ne bir örnek teşkil etmeniz dolayısıyla size teşekkür ederim efendim!MIŞ-MUŞHitler’in villası otel oluyormuş.Resepsiyonda kafatası röntgeninizi isteyebilirler.***Baykal, ‘Sarıgül’ün sadece imajı var’ demiş.İsabet. Türkiye’nin başka bir şey aradığı yok zaten.***Okumuş erkek daha fazla dayak atıyormuş.‘Okumak cehaleti alır, eşeklik baki kalır’ dedikleri bu demek.
button
Yazının Devamını Oku 18 Ocak 2005
<B>EYVAH!<br><br></B>Perşembe günü Kurban Bayramı.<br><br>Bu ne demek? O gün, belki ertesi gün de, hatta yarından başlayarak eve kapanılacak...
Perdeler sımsıkı örtülecek...
Kulaklar pamukla tıkanacak...
Kimseye kapı açılmayacak...
Olur ya... Biri bir tabağın içinde, henüz soğumamış bir et parçasını uzatıverir... Ya da bir ses duyarım...
Bayram...
Tek başına insana bir sürü hoşluk hatırlatan bu sözcükle ‘kurban’ tezat oluşturmuyor mu sizce de?
***
Oruç tutulan; seccadenin, tespihlerin, namaz örtülerinin bulunduğu bir evde büyüdüm ben... Hiçbir bayram ev halkından kimse seyahate çıkmadı. Şekerimizi hazır edip misafir bekledik daima. Ama işte oldum olası bu bayramın ‘kurban’ kısmıyla barışamadım.
Öyle kötü bir anım falan da yok aslında. Hani günlerce beslediğim hayvanımın sürüklene sürüklene kesilmeye götürüldüğüne falan tanık olmadım hiç. Aileme teşekkür borçluyum bu konuda.
Tamamen hayvanseverlikle alakalı olduğunu da söyleyemeyeceğim hassasiyetimin... Çünkü benim hayvanseverliğim çok eski değil. Severdim o ayrı ama deyim yerindeyse onların derdini dert edinişim şunun şurasında on beş sene olmuştur.
Ama işte dediğim gibi, ne sebeple olursa olsun hayvanların boğazının kesilmesine tepki duyma hususunda, aklım mı artık vicdanım mı her neyimse çok önceden bana sormadan vermiş kararını.
***
Fakat bunun hassas bir mesele olduğunu biliyorum. Üstelik dinin buyrukları konusunda yorum yapacak kadar bilgili de değilim. Cahil sayılırım hatta. Onun için ‘Kurban kesmeyin!’ deme cüretinde bulunamıyorum.
Ama kulağımı kabartmış, din bilginlerinin ağzından umut verici bir söz çıkmasını bekliyorum. Bakarsınız ‘Kuran’da böyle bir emir yok’ deyiverirler. Nitekim var bunu söyleyenler.
Nihai karar sizin tabii ki. Kulak verirsiniz vermezsiniz... Ama gerekli yerlere para yardımında bulunmak, yığınla şifa bekleyen hastanın imdadına yetişmek de Allah katında kabul görecektir, buna inanıyorum.
MIŞ-MUŞ
Erdoğan’a ‘yumurta topuk’ ayakkabı hediye edilmiş.
Hediyenin bu kadar isabetlisi görülmemiştir.
Erdal İnönü ‘CHP değişmezse tarih olur’ demiş.
E, belki birisi de ‘Bir şey olamadım bari ‘Son Başkan’ olayım’ diyordur.
Erkek özellikleri yavaş yavaş kayboluyormuş.
Yavaş yavaş mı?
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2005
<B>‘BEN demiştim.’<br><br></B>Bu bilgiçlik pek hoş karşılanmıyor, biliyorum. Onun için çoğunluk, öncesinde <B>‘Aslında hiç sevmem haklı çıktığımı söylemeyi ama...’</B> şeklinde bir giriş yapma ihtiyacını hissediyor. Ama ben haklı çıktığımın sevincini öyle içten içe değil alenen yaşamayı seviyorum doğrusu. İşte şimdi de ağzımı doldura doldura söyleyeceğim. Sık sık haklı çıkmaktan güzel ne vardır Allah aşkına!
Ben demiştim, ‘Her başı belada erkeğin arkasında bir kadın vardır’.
Özellikle siyasette çok örneğini gördük, hálá da görüyoruz. Sırf kocalarına olsa zararları... Bir zamanlar birisi ‘Şunları kurtaralım Bülent’ demek suretiyle memleketi hırsıza boğmuştu ki acısını hálá çekiyoruz.
İşte en son bir başkasının vitrindeki ipek halıyı görünce ‘Bu halıyı alalım Tayyip’ dediğini okuduk.
Bize ne... İnsan kocasından isteyebilir. İstemeyen kadına kadın denmez zaten bu memlekette. Fakat koca, başbakan olunca işin rengi değişiyor. Nitekim ta Moskova’da bile ‘Aman efendim, lafı mı olur’ deyip almamışlar halının parasını.
* * *
Bir de malum gerdanlık var. Artık halıcıdan mı çıkıp kuyumcuya gittiler, yoksa hanımefendi halıya vurulduğunda gerdanlık korumanın elindeki poşette miydi, o detayı öğrenemedik.
İktidar sahibi erkekler nasıl aşacaklar bu handikapı bilmem. Parlak şeyler satan dükkánların önünden geçerken eşlerine ‘Kuşa bak!’ deseler faydası olur mu acaba?
Gerçi gerdanlık halı gibi değil. Yani talip olma durumu yok. Kuyumcu kendiliğinden hediye etmiş. ‘O anda geri çevirecekti Emine Hanım’ diyenler var. Kadın denen canlıyı yeterince tanımıyorlar demek. O pırıltı karşısında transa girmeyip de muhakeme kabiliyetini sürdürebilen pek az kadın vardır. Kabahat Tayyip Bey’de. Dirseğiyle dürtecekti usulca.
Şimdi isterse enflasyon sıfırın altına düşsün... Piyasa istikrardan çatlasın... Seçim zamanı sadece bu gerdanlık mevzuunun patlama yapması işten değildir.
Fakat neyse ki siz bu satırları okuduğunuz sırada hediyeler geri verilmiş olacak. Yani galiba. E, zararın neresinden dönülse kárdır.
* * *
Ben esas başka bir konuya değineceğim. Dikkat ettiniz mi bilmem, mücevher denen şey pahalılaştıkça çirkinleşiyor. Bugüne kadar çeşitli vesilelerle ‘bilmemkaçbin dolar değerinde’ diye gözümüze sokulan bir yüzüğün, bileziğin, şunun bunun, aynı zamanda bir estetik harikası olduğuna şahit olmadım.
‘Parası olanın zevki yoktur’ diyebilir miyiz?
Yanlış anlamayın, benim fikrim değil bu, kuyumcular bu kanaatte demek...
MIŞ-MUŞ
Erkekler daha çok aşk acısı çekiyormuş.
Onlarınkinin bir kısmı da vicdan azabıdır.
Endonezya depremini üç Türk araştıracakmış.
Endonezyalılar, ‘Kelin merhemi olsa başına sürer’ atasözünü bilmezler di mi?
Amerikalılar kuyrukluyıldızı mermiyle vuracaklarmış.
O da bir şey mi, biz UFO’ları taşla vurduk.
Yazının Devamını Oku 15 Ocak 2005
Bazen çok korkuyorum yaptığım işten. Yazarken tek başınasınız... Sanki günlük tutar gibi... Sizden başka açıp okuyacak olan yok. Öyle bir rahatlık, hatta sorumsuzluk hali... Sonra bir bakıyorsunuz, bir yerde kahvenizi yudumlarken yan masada biri açmış gazeteyi sizi okuyor. Aman Allahım! Yer yarılsa da içine girsem!
Bir de mailler var tabii ki esas beter olan onlar. Demek birçok kişinin eline geçmiş yazdıklarınız... Alınanlar, kızanlar var... Dünyası aydınlanan ya da kararanlar... Kocasıyla kavga edenler... Çoktandır tereddüt ettiği bir konuda kesin kararını verenler... Böyle ciddi durumlar. Bir ‘sebebiyet verme’ hadisesi anlayacağınız.
‘Lütfen bu kadar ciddiye almayın’, ‘Benim düşüncelerim sizi bağlamasın’ desem...
Acaba abartıyor olabilirler mi?
Evet evet öyledir. Ben de bir okurum zira. Bugüne kadar kimi okudum da hayatım değişti? Di mi ama?
Hayır, öteki türlüsü çok tehlikeli olabilir, ondan korkuyorum. İnsan kendini Üçüncü Dünya Savaşı’nı çıkaracak düğme elinin altındaymış gibi hissedebilir. Ki amanın yani... Allah tüm Türkiye’yi kibirimizden korusun!
Ama ‘sorumluluk’ derseniz tamam. O aradaki ince çizgiyi aşıp aşmamak ise bizden çok sizin elinizde. Biz de insanız... ‘Beşer şaşar’ demişler. Kaptırıveririz kendimizi... Onun için gözünüzü seveyim ‘Sen ne dersen odur’ tarzı mailler göndermeyin!
*
Dedikten sonra...
Çok şükür kendini bendenizin görüşlerine kaptırmamış ancak ‘Aman o ne düşünürse düşünsün!’ de diyemeyen bir okurumun isteğine cevap vereceğim bugün. Gittiği yolda illa ki benim de onayımı istiyor okurum. O zaman içi daha bir rahat edecek belli ki.
Seve seve rahatlatmaz mıyım... Yani o niyetle başlarım da vara vara nereye varırım bilemem.
Efendim, okurum kadın. 32 yaşında. Üç ay önce nişanlanmış. Yaza evleniyor.
Durum bu.
‘Sorun ne?’ diyeceksiniz.
Sorun benim ‘aşk’a umutsuz bakışım.
Ben ‘Biter’ diyorum ya... Okurum ‘Bitmesin’ diyor.
Zannedersiniz ‘aşk’ın kaderi benim iki dudağımın arasındadır... Keşke olsa! ‘Bitmesin’ diye avaz avaz bağırırdım. Ben de meraklısı değilim ki bitmesinin... Kim ister...
Hem belki bazen bitmediği de oluyordur. Ne bileyim ben...
Var olup olmadığı bile belli değil ki zaten. Aslında cinsel çekim midir nedir... Bir süre aynı yatağı paylaşınca tavsadığına göre...
Aşkı diline dolamış olanlar ki onlara ben de dahilim, sükûnetten ziyade heyecan arayan tipler galiba. Aşkın arkasından gelen güven, alışkanlık, huzur, vefa, vs. şeyler bize yetmiyor demek. Derhal yenisine koşuluyor. Sloganımız ‘Ölene kadar aşk!’
Ne halimiz varsa görelim o zaman.
Ötekiler de öyle.
Herkesin ‘aşk’ı kendine!
Doktorlar ‘Hastalık yok, hasta var’ derler. Aynı hastalık her bünyede ayrı seyrediyor. Aşk da öyle işte.
Okurum nişanlısıyla 16 yıldır berabermiş. Ne güzel! 16 yıla rağmen evlenmeye karar vermişler. Ben olsam çoktan huzur batmıştı.
Fakat neden uzlaşalım ki bu konuda?
Neden birbirimizin açısından bakmaya çalışalım?
Neden birbirimizi ikna etmeye gayret edelim?
Hepimiz aynı yöne gidersek dünyanın düzeni bozulur.
Benim gibi düşünenler ‘Aşk aşk!’ diye oradan oraya koşacaklar ki yaşasın bu meret! Herkes ‘alışkanlık, vefa, şu bu’ derse dünya huzurevine döner.
En iyisi bırakalım dağınık kalsın bu konu.
Bir köpek bulundu!
12 Ocak 2005 Çarşamba günü Bebek Boyalı Köşk Sokak’ta, beyaz, Maltiz Terier cinsi bir köpek bulundu. Üzerinde lila rengi kazağı var. Dilerim sahibi Hürriyet okurudur ve gözü bu köşeye ilişir de bir an önce Kuruçeşme’deki Pako Hayvan Hastanesi’ne gidip köpeğini alır. Aksi halde o da birçoğu gibi barınak köpeği olacak.
MIŞ-MUŞ
CHP Genel Başkanlığı’na adaylığını koyan Livaneli, ‘Derviş benimle’ demiş.
Tam kurultayın kapısında başka bir tarafa gitmezse tabii...
Kadir Topbaş ‘Depremi hayal bile etmek istemiyorum’ demiş.
Lakin o bizi ‘20 yıllık sallama planı’na almış bulunuyor.
ANAP genel başkan arıyormuş.
Bence artık bir hurdacı arasalar daha iyi olacak.
Caner, hastanede yatan Tülin’i ziyarete kameralarla gitmiş.
Bunlar evlenirlerse korkarım gerdeğe de kameralarla girerler. Aydın anlatır artık... ‘Birazdan yatıcekler sevgili seyirciler...’
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2005
<B>EKSİK </B>olmasınlar, bazı okurlarım <B>‘Her seferinde merak ve heyecanla açıyoruz sizin sayfayı’</B> diyorlar. İnanmayacaksınız ben de merak ve heyecanla açıyorum. Ama benimkinin nedeni başka. Benimki ‘Acaba yazının neresi kazaya kurban gitti?!’ merakı. Bütün kelimelerin doğru ve yerli yerinde olduğunu gördüğüm ender günlerde şerefine parti veresim geliyor.
Aslında en belirgin huyumdur... ‘Hatalarımın müsebbibi olarak birilerini tayin etmek ve sütten çıkmış ak kaşık olduğumu kendime ve etrafa bir kez daha göstermek.’ Fakat yazı hususunda yapamıyorum. Zira bu devirde hálá elle yazıyorum ve de üstüne üstlük el yazım hiç de okunaklı değil. Kendim bile zor çözüyorum zaman zaman. Bu durumda arkadaşlarım ne yapsın.
İşte en son cumartesi günü ‘Hiçbir erkeğin arkasını dönüp uyuduğuna inanmıyorum’ cümlesinde (‘Aslında ‘Aşk’ Yazmamak Lazım’ başlıklı yazı) ‘erkeğin’ sözcüğü ‘şeyin’ olarak çıktı. Hani harf sayısı uysa razıyım... Anlayın el yazımın berbatlığını.
Ve ‘bir sözcük’ deyip geçmeyin. Yazının tamamını etkileyebiliyor. Nitekim ‘erkek’ yerine ‘şey’ dedikten sonra söylediklerimin bir anlamı kalmamış.
***
Şu daima birilerine suçu yükleme huyuma biraz daha değinmek istiyorum. Beni daha yakından tanıyasınız diye...
Geçtiğimiz yaz bir davete katılacağım... Özene bezene giyindim kuşandım kuaföre geldim. Fön çektirip oradan gideceğim davete... Tepeden tırnağa beyazlara bürünmüşüm...
Başımda iki kişi, birinin elinde fırça, ötekinde makine, çalışıyorlar. Sen de otur sakin sakin aynadan kendine bak, değil mi? Ama hayır. Hem sigara içilecek, hem gazete dergi karıştırılacak, hem çalan cep telefonuna bakmak için çantanın içi deşilecek, hem de çay içilecek. Ve bunlar tek elle yapılacak. Zira, elimin biri manikürcünün elinde. Tırnak da törpületiyorum yani bu arada.
E, bu hengame arasında çayın üstüme dökülmesi normal değil midir? Şimdi düşününce öyle tabii ama o anda asla benim bir suçum yok.
Kimin var peki?
Üç koltuk ötede oturmuş saçını yaptırmakta olan hanımefendinin!
Zira kuaföre girdiğimde tepeden tırnağa kadar süzmüştü beni. İşte bu kadar basit!
Bilmem anlatabildim mi...
MIŞ-MUŞ
Çiller’in yalısına hırsız girmiş.
Geç kaldı... Esas Çiller’in ‘annesinin çıkını’ çiftliğe çubuğa dönüşmeden girecekti ki...
*
CHP dörde bölünmüş.
Yetmez! Onların sloganı ‘Her milletvekiline bir CHP’.
*
En gelişmiş ilimiz İzmir’miş.
Bir diyeceğim yok, sırf övünmek için aldım bu köşeye.
*
Fethullah Gülen’in şiirleri şarkı olmuş.
Bu sıralar teri esans bile olabilir.
Yazının Devamını Oku