3 Şubat 2005
Suat Kaleli
‘- Seda’yı hanımlar mıncıklıyormuş.
Erkekler selüliti koldan da anlarlar, o kadar da aptal değildirler.
- Çiller’in evi soyulmuş.
Olsun, 1-2 ay simit yeseler yine eski hallerine dönerler.’
Sayın Kaleli, Mış-Muş’larımla size esin kaynağı olmaktan gurur duydum. Lakin siz yine hangi işle meşgulseniz ona sıkı sıkı sarılın. Bilmem anlatabildim mi?
*
Fahri Turgut
‘Kademenin derecesi olmaz, derecenin kademesi vardır.’
Emret Sazan’ım!
*
Doğan Sönmez
‘Biliyorum röportaj yapmıyorsun ama lütfen Sezen’i ikna edip onunla bir röportaj yap. (...) Onun düşüncelerini kendi ağzından dinlemek istiyoruz. (...) Ayrıca bugüne kadar Sezen’le ilgili yazıların için sana çok teşekkür ediyoruz, devamını bekliyoruz.’
Tabii size Sezen’i anlatmaya devam edeceğim. Öyle matrak şeyler yapıyor ki yazmamak köşecilik ruhuma ters düşer zaten.
Röportaja gelince...
Siz onun tüm şarkı sözlerini dikkatle takip edin. Onlarda merak ettiğiniz her şey var. Sezen’i o kadar deşecek soruları bulup çıkarmayı hiçbir röportajcı beceremez. O kendini bizim adımıza deşiyor.
*
İbrahim Ayaşlı
‘Her ülkeye nasip olmaz, piyasada dolaşan bütün paraları çekip yerine gıcır gıcır yeni para vermek. Son günlerde tertemiz paraları alıp vermekten inanılmaz medeni bir haz duyuyorum. Hazır bütün paralarımız yenilenmişken, paralarımızı fiziksel olarak koruyabilecek tek yol olan CÜZDAN kullanımını destekleyelim.
‘Herkese bir cüzdan’, ‘Sen de cüzdan kullan’ gibi kampanyalarla bu kültürü yaygınlaştıralım.
Bankalarda 2005 boyunca her açılan yeni hesaba bir adet cüzdan verelim.
Gazetelerimiz CD yerine, cüzdanlı gazete eki versinler.’
Beyefendi hayrola, bir ‘cüzdan imalatı’ durumu mu var?
Şaka bir yana, paraların ilk günkü tazeliğini koruması açısından cüzdan iyi hoş da yanında bir de kullanma kılavuzu vermek lazım. Çoğumuz aldığımız para üstlerini aceleyle kullanılmış káğıt mendil misali buruşturmak suretiyle tıkıştırıyoruz cüzdana.
Bir de kapkaç hadisesi ülkemizin gerçeği haline geldiğinden beri paraları ceplere bölüştürme durumu oluştu biliyorsunuz. Cüzdan pek bir ikram gibi olduğundan...
Sayenizde memleketin cüzdan sorununa da parmak basmış olduk!
*
Memiş Başpınar
‘Yazılarınız gerçekten çok güzel ve üslubunuza bayılıyorum. Ben kasabada çalışan bir öğretmenim. Yazılarınızı her zaman bulamıyorum, herhalde her gün yazmıyorsunuz.’
‘Aman!’ diyeyim öğretmenim!
İyi ki her gün bulamıyorsunuz. Aksi sonum olur benim. Zira ben öyle ‘pınar’ denilebilecek yazarlardan değilim. Durumum ‘bir cılız musluk suyu’dur alt tarafı.
MIŞ-MUŞ
Ecevit, ‘CHP bitti’ demiş.
Başkasının felaketi insana kendi felaketini unutturuyor.
Erdoğan, Bush’a sert çıkmış.
Hemen heyecanlanmayın, yüzüne değil, arkasından...
Işın Karaca, ‘Seks satmıyorum, şarkı satıyorum’ demiş.
İnşallah incelip manken gibi bir kadın olduğunda da aynı şekilde düşünür.
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2005
<B>BİLİYORSUNUZ,</B> bilim adamları ha bire ömrümüzü uzatmaya çalışıyorlar. Yakında 100 yaşını deviren değil deviremeyen gazetelere geçecek. İyi, hoş tabii... kim istemez... İnsan 30’lu yaşlardayken kazık kakmanın, tabiata karşı çıkmanın falan manasızlığından söz edebiliyor da yaş ilerledikçe ‘Aman ne olursa olsun yaşayayım’ duygusu yerleşiyor. Kimse ‘Miadımı doldurdum, gideyim’ demiyor. E, normaldir. İş güç, parti, şu bu kolay kolay bırakılıp gidilemezken...
Fakat bir sorun var.
150 sene yaşamamız işten değil de nerede yaşayacağız, o var. Yakın zamanda kıçımızı koyacak bir karış toprak bulamayabiliriz. Her yeri su basacak zira.
Bir başka bilim adamı grubu da bununla uğraşıyor. Ve bu neticeye vardılar geçenlerde. Çaresini bulmak için de uğraşıyorlar elbet ama işleri zor. En azından ömrümüzü uzatmaya çalışan bilim adamlarınkinden zor. Çünkü ömrümüzün uzamasını şiddetle istememize karşılık dünyanın ömrü hiçbirimizin umurunda değil. Adamlar ‘Gitti gider!’ diye bas bas bağırıyorlar fakat bizde ‘tık’ yok. Bir şeye inanmamız için gözümüzle görmemiz gerekiyor çünkü.
Yaşlandığımızı aynada görüyoruz, lakin su kaynaklarının tükendiğini, bazı canlı türlerinin yok olduğunu falan gözümüzle görmediğimizden bilim adamlarının bizden zırnık yardım alması mümkün değil.
Musluktan su aktığı müddetçe annemi nasıl inandıracaksınız su kaynaklarının tükendiğine? ‘Anacığım, bazı canlı türleri yok olmuş’ desem ‘İnanma sen, börtü böcekten pencereyi açamıyoruz’ diyecek.
Radyasyona da inanmamıştık hatırlarsanız. Şimdi Karadeniz’de kanser patlaması olunca kahve sohbetlerinde ‘Çernobil’denmiş diyolar’ şeklinde bir idrak etme durumu oluşabildi ancak.
* * *
Diyeceğim şu:
Her sabah pencereden bakınca aynı manzarayı görseniz de dünya değişiyor. Olumsuz yönde. Ölüme doğru gidiyor yani.
‘Ne yapalım, her şeyin bir sonu var’ diyorsanız, söyleyeceğim bir şey yok.
Ama ‘Vah vah! Yapabileceğimiz bir şey yok mu?’ diye sorarsanız, var. Gazeteler, dergiler yazıp duruyor. Oynanmış bitmiş maçların yorumlarını, bu senenin trendy mekánlarını falan hatmettikten sonra bunlara da bir göz atacaksınız bizahmet.
Pazar Vatan’da vardı mesela...
Enerji tasarrufu yapacağız. Gerçi vücudumuza hat çekip elektrikle hareket edecek kadar elektriksever duruma gelmişken biraz zor olacak ama... Elektrikli diş fırçasıyla elektrikli maydanoz doğrama makinesinden vazgeçsek kárdır.
Bakın bir de ne yapacağız... Siyasi seçimlerde bir partiye oy verirken enerji politikasını dikkate alacağız. Çevreye karşı bilinçli mi diye bakacağız.
‘Biz mi yapacağız bunu?’ diye bir soru geliyor tabii insanın aklına. Ve şimdiden Dünya için ‘Allah taksiratını affetsin’ demenin bizim için daha gerçekçi bir yaklaşım olacağı da...
Ama hayır!
‘Dünya vatandaşı olmak’ deyip duruyoruz, ‘çevre bilinci’ de bunun yollarından biri değil midir arkadaşlar!?
Hayır, yarın avcı Temel gibi çevrecilerle başınız belaya girerse ‘Ne bileyim, Doğan’ın yengesini mi ne bozmuş biri, benden bildiler’ diyecek kadar bilinçsiz olmayın hiç olmazsa!
MIŞ-MUŞ
Mükemmel evliliğin sırrı ‘evet’lerdeymiş.
‘Salla başını al maaşını’ durumu her yerde geçerli demek.
ABD’de portakaldan plastik üretmişler.
Biz becerebilsek tersini yaparız herhalde.
400 yıllık parada UFO izi varmış.
Bunların hepsi uzun yol şoförü galiba.
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2005
<B>TAYYİP Erdoğan </B>kısır çıktı.<br><br>Halbuki çok umutluydum. Ellerimi ovuşturduydum hatta Başbakan olduğu gün. Fakat işte dediğim gibi... Kısır mı desem, kabız mı desem, cimri mi desem... Lafı dolandırmayayım, malzeme vermiyor pek. Yani eskiler kadar... Ecevit mesela...
365 gün 24 saat bize çalışmıştı adeta. Ağzı dursa vücudu konuşurdu. Üstelik karılı kocalı iki koldan çalışırlardı. Haftada bir ‘Bir Diyalog’ attırırdım, hatırlarsanız.
Mesut Yılmaz deseniz...
Susmasından bile üç tane yazı çıkardı. ‘Mesut’un Günlüğü’ az kurtarmadı bu köşeyi.
Bahçeli için bir şey diyemeyeceğim. O, Tayyip Erdoğan’dan da beterdi. Kuşum Aydın’ın yanındaki Özlem Yıldız misali baktı durdu hükümet ettikleri yıllar boyunca. Üç senede üç mış-muş bile çıkaramadım kendisinden.
Tansu Çiller için ise ne diyeceğimi bilemiyorum. Kapısında yatsam hakkını ödeyemem. Karınca misali bize malzeme taşıdı durdu. Hem de kendi üretimi. Bu açıdan bakınca Tayyip Erdoğan’a ağustosböceği diyebiliriz.
Hakikaten bir pınardı Tansu Çiller. Bütün köşesi olanlar bir araya gelip heykelini diksek yeridir.
* * *
Fakat tabii esas pınara yetişemedim yine de. Turgut Özal’a... Yanar yanar buna yanarım.
Zaman zaman ‘Bu işe çok geç başladınız’ diye sitem edenler oluyor. Bense sırf bu yüzden hayıflanıyorum geç başladığıma.
Yıldırım Akbulut da mesela... Bir efsaneydi bir efsaneydi onun başbakanlığı... Fakat ona da yetişemedim.
Demirel’i ise ucundan yakaladım. Cumhurbaşkanlığının son yıllarıydı. Aslında bereket yönünden Turgut Özal’dan geri kalır yanı olmamasına rağmen makamı gereği durmuş oturmuş zamanlarıydı. Fakat buna rağmen az faydalanmadım kendisinden.
Bugün hálá veciz sözlerini unutmuş değiliz hiçbirimiz. Ben yetkili olsam, çerçeveletir, devlet dairelerinin duvarlarına asarım hatta...
* * *
Diyeceğim, geçmişteki büyüklerimizle karşılaştırınca Tayyip Erdoğan’da bir verimsizliktir gidiyor. Üç düğün, iki hediye... Başka da bir şey görmedik. Az değil gerçi ama yeterli de değil.
Ha belki de en büyük malzemeyi o verecek netice olarak. Evin bodrum katında gizlice imal ediyor olabilir. Fakat yazıp gülecek halimiz olur mu, o başka.
MIŞ-MUŞ
Arınç, ‘Bizi hálá fesli sanıyorlar’ demiş.
E, ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Türk kadını, moda esiriymiş.
‘Zorlama’dan belli zaten ortada bir esaret olduğu.
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2005
Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da işkence gören kadınları duymuşsunuzdur... Kadınları rotasyona tabi tutalım diyorum. Buradaki solaryumda yanmışlarla, oradaki tarlada yanmışlar yer değiştirsinler.
Habire öğretmenleri, doktorları, askerleri oradan oraya gönderip duruyoruz... Vardır herhalde bunun bir sebebi, memlekete bir faydası... Devletimiz düşünmüştür.
Ben de kadınlarla erkekler açısından düşündüm işte. Her işi devletten beklememek lazım. Düşündüm ve bu rotasyon işinin çok hayırlı olacağına karar verdim.
Şimdi şöyle...
İzinsiz dışarı çıktı ya da radyodan şarkı istedi diye burnu, parmağı kesilen, aç bırakılan, saçı kazınan zavallı kadınlarımızı alıp buraya getireceksiniz. Yerlerine, yani o kahrolasıca adamların yanına; izinsiz dışarı çıktı diye kocasının burnunu kesmeyen ama kesmekten beter eden kadınları yollayacaksınız.
Bakın bir taşla kaç kuş vurulmuş olacaktır.
Bir kere o ezilmiş kadınlar, burada adeta Vernel’e yatırılmış kıvamdaki erkeklerle haşır neşir olunca erkeğin aslında korkulacak bir yaratık olmadığını idrak edecek, cesaretleneceklerdir.
İkincisi, falanca kafede servisin aksamasından tutun da kuaförün önünde cipine park yeri bulamamaya kadar binbir dertle dolu olduğunu düşünen kadınlar, Hanya’yı Konya’yı anlayacak, ‘rahatın kıça batması’ hadisesinin ne demek olduğunu öğreneceklerdir.
E, üçüncü olarak o parmakkeser adamları da bir parça yola getireceklerdir herhalde bu arada... Evelallah yani...
Son olarak ‘karısından korkmayan taş olur’ inancında olan erkekler bir süre de olsa beylik süreceklerdir. E, bu da az şey değil.
Bugüne kadar ‘eğitim’ dendi, şu bu dendi, lakin doğudaki kadının ezilmişliğine bir çare bulunamadı. Bir de bunu deneyelim bakalım. Vallahi ciddiyim. Hayır, ne kaybederiz?
Cem Yılmaz malzemeden çaldı
Acaba diyorum biz de Cem Yılmaz’ın burnunu kessek mi?
Ya da parmağını?
Evet evet parmağını kesmeli. Paracıklarını sayamasın. Aynı zamanda o meşhur arabalarının direksiyonunu kavrayamasın.
Bilmem dikkatinizi çekiyor mu, neredeyse gelinen nokta bu. Hani bir punduna getirsek, hapislerde sürüm sürüm süründüreceğiz.
Arabalarıyla, kazandığı paraların hesabının sorulmadığı bir tek röportaj yapılmıyor artık kendisiyle. Az önce birini daha okudum. Bu yazının sebebi de o zaten.
‘Hiç mi utanmıyorsunuz bu paraları alırken?’ diye de soran olur herhalde yakında. Zannedersiniz devletin kasasını boşalttı.
Pardon, lafımı geri alıyorum, onların itibarı büyük.
Cem Yılmaz’ınsa kabahati büyük.
Bizi kazıkladı! Ki çok önemlidir bu. ‘Devletin malı deniz, yemeyen domuz’ demiştir atalarımız ama vatandaşı kazıklamakla ilgili böyle hoşgörü içeren bir atasözüne rastlayamazsınız.
‘Ne yaptı da kazıkladı?’ derseniz...
Malzemeden çaldı!
Şimdi şöyle... Biz bu Cem Yılmaz’a ortaya çıktığı günden beri gülüyoruz biliyorsunuz. Hatta kimseye bu kadar gülmemiştik bugüne kadar diyebiliriz. Fakat bu yakınlarda bir gün aniden baktık ki güldürünün içine mesaj koymamış Yılmaz... Şöyle siyasisinden falan bir mesaj... Yok.
12 Eylül çocuğu ne olacak!
Zehir zıkkım olsun kazandığı paralar!
Kavuk falan da yok zaten ona!
Aman geçen seferki gibi ciddiye alırsınız bu dediklerimi... Not düşüyorum: Aslında şu anda Cem Yılmaz’a kızanlara kızıyorum ey okur!
Çocukcağız yine kibar... ‘Bütün deliklerimden mesaj saçsam ne yazar, kim, hangi mesajı alıp da özümsedi bugüne kadar bu memlekette’ demiyor.
Bendeniz, yurdum insanının, mesajla güldürüyü, pilavla kuru fasulye gibi ayrılmaz bir bütün olarak görme arzusunun nedenini anladım galiba.
Kendimizi bildik bileli gülmenin iyi bir şey olmadığı aşılandı bize...
‘Çok gülme ağlarsın!’
‘Karı gibi gülme!’
Şimdi mazeret arıyoruz gülmemize. ‘Örtmenim tamam güldüm ama valla içinde mesaj vardı, onun için...’
Bence budur derdimiz.
MIŞ-MUŞ
Türkiye’de 45 yaş üstü güzellik yarışması yapılacakmış.
45 yaşını geçmiş kadın bulmak zor olacak gerçi...
Erdoğan ‘Güney Asya’ya yardımda Yunanistan’dan geride kalamayız’ demiş.
Zannedersiniz uzağa işeme yarışmasıdır.
Fazla seks bünyeye zararlıymış.
E tabii bırakacaksınız, kan beyne de uğrayacak ara sıra...
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2005
<B>KİM </B>demiş <B>‘Siyaset yazmak kolay’</B> diye...<br><br><B>‘Kimse dememiş’</B> demeyin. Var söyleyenler. Fakat ben asla katılmıyorum. CHP genel başkanlığı aday adayı <B>Zülfü Livaneli’</B>nin dediklerini duyunca bunu daha iyi anladım. Bunu anladım da Livaneli’nin ne demek istediğini anlayamadım. Zaten ‘siyaset yazmak zor’ demem de bundan. Siyasetin inceliklerini kavramak için değişik bir algılama sistemi geliştirmek lazım.
Siyasiler biraz ‘kadın’a benziyor aslında. Hani kadınların ‘Hayır’ demesinin ‘Belki’, ‘Belki’ demesinin ‘Evet’ anlamına geldiği hususunda bir inanış vardır ya... Siyasiler için de aynı inanış uygun olabilir kanaatimce. Dediklerinin altında demek istediklerini arayacaksınız daima. Erkekler yıllardır kadınları çözmeye çalışa çalışa bu işe idmanlı olduklarından, siyasileri anlama ve olayları yorumlama işini kadınlardan daha iyi yapıyor olabilirler. Yani siyaset yazan erkeklerin sayıca fazla olmasının nedeni budur belki de.
*
Şimdi sadede geliyorum.
Bakın ne demiş Livaneli... Ben de geçtiğimiz pazartesi günü Fikret Bila’nın Milliyet’teki köşesinde okudum.
‘CHP genel başkanı olmak gibi bir ihtirasım yok. Bir çarpışmayı, parçalanmayı, bölünmeyi önlemek için aday adayı oluyorum.’
Demek, partinin ikiye, üçe bölünmesini önlemek için bir bıçak da siz atıp dörde bölünce parti toparlanmış oluyor.
İşte siyasetin inceliklerini bilmediğimden bunu anlamam zaman alıyor. Hatta hiç anlayamıyorum da denilebilir. Livaneli bunları söylerken orada olsam ‘Bi dakika, nasıl yani?’ diye sorardım. O da benim hadiseyi anlamadığıma şaşarak aynı soruyla cevap verirdi belki.
*
Ben siyasetçi de olamazdım.
Mesela ‘CHP genel başkanı olmak gibi bir ihtirasım yok’ demeyi beceremezdim. Zaten dilim söylese, vücut dilim bas bas ihtirastan çatladığımı bağırarak yalanlardı.
Hem ihtirassız olur mu bu işler? Hatta birinci şartı ‘ihtiras’ belki de.
Köşemde doymuş, hazmetmiş, aşmış bir vaziyette oturmaktayken bir gün bakıyorum ki ortalık karışmış. E, bende ihtiras yok ama buna karşılık Alaaddin’in cini misali meseleleri ‘şıp’ diye çözme gücü var. İlaveten memleket aşkı da var. Hal böyle olunca istemeye istemeye de olsa oturduğum yerden doğrulup memleketi kurtarmaya soyunuyorum.
Günlüğüme de yazıyorum hatta...
‘Sevgili Günlük,
Önce partiyi, bilahare memleketi kurtarmaya gidiyorum. N’apiim beceremiyor çocuklar. Bana kaçmak yakışmaz. Görev aşkı işte... Anlarsın.’
Kimse yemez.
Ben hakikaten arkasından itilen bir tek Erdal İnönü’yü gördüm bugüne kadar. O da ayrık otu gibi durdu zaten siyaset hayatı boyunca. Bu sistemin içinde başka da sırıtan görmedim. Herkes ‘cuk’ oturuyor.
MIŞ-MUŞ
Nez, ‘Tüm Avrupa beni konuşacak’ demiş.
‘Beyin göçü’nden sonra ‘cevher göçü’ de başladı işte!
Cüneyt Arkın ‘Bale estetiğiyle karate yaptım’ demiş.
Tanrı baleseverleri tersinden korudu neyse...
Sarıgül ‘Atatürk mezarından kalkıp aday olsa, Baykal ona da bir bahane bulur’ demiş.
‘Siz Anıtkabir’de yan gelip yatarken biz CHP için didindik’ der herhalde.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2005
KİM demiş ‘Siyaset yazmak kolay’ diye...‘Kimse dememiş’ demeyin. Var söyleyenler. Fakat ben asla katılmıyorum. CHP genel başkanlığı aday adayı Zülfü Livaneli’nin dediklerini duyunca bunu daha iyi anladım.Bunu anladım da Livaneli’nin ne demek istediğini anlayamadım. Zaten ‘siyaset yazmak zor’ demem de bundan. Siyasetin inceliklerini kavramak için değişik bir algılama sistemi geliştirmek lazım.Siyasiler biraz ‘kadın’a benziyor aslında. Hani kadınların ‘Hayır’ demesinin ‘Belki’, ‘Belki’ demesinin ‘Evet’ anlamına geldiği hususunda bir inanış vardır ya... Siyasiler için de aynı inanış uygun olabilir kanaatimce. Dediklerinin altında demek istediklerini arayacaksınız daima. Erkekler yıllardır kadınları çözmeye çalışa çalışa bu işe idmanlı olduklarından, siyasileri anlama ve olayları yorumlama işini kadınlardan daha iyi yapıyor olabilirler. Yani siyaset yazan erkeklerin sayıca fazla olmasının nedeni budur belki de.*Şimdi sadede geliyorum.Bakın ne demiş Livaneli... Ben de geçtiğimiz pazartesi günü Fikret Bila’nın Milliyet’teki köşesinde okudum.‘CHP genel başkanı olmak gibi bir ihtirasım yok. Bir çarpışmayı, parçalanmayı, bölünmeyi önlemek için aday adayı oluyorum.’Demek, partinin ikiye, üçe bölünmesini önlemek için bir bıçak da siz atıp dörde bölünce parti toparlanmış oluyor.İşte siyasetin inceliklerini bilmediğimden bunu anlamam zaman alıyor. Hatta hiç anlayamıyorum da denilebilir. Livaneli bunları söylerken orada olsam ‘Bi dakika, nasıl yani?’ diye sorardım. O da benim hadiseyi anlamadığıma şaşarak aynı soruyla cevap verirdi belki.*Ben siyasetçi de olamazdım.Mesela ‘CHP genel başkanı olmak gibi bir ihtirasım yok’ demeyi beceremezdim. Zaten dilim söylese, vücut dilim bas bas ihtirastan çatladığımı bağırarak yalanlardı.Hem ihtirassız olur mu bu işler? Hatta birinci şartı ‘ihtiras’ belki de.Köşemde doymuş, hazmetmiş, aşmış bir vaziyette oturmaktayken bir gün bakıyorum ki ortalık karışmış. E, bende ihtiras yok ama buna karşılık Alaaddin’in cini misali meseleleri ‘şıp’ diye çözme gücü var. İlaveten memleket aşkı da var. Hal böyle olunca istemeye istemeye de olsa oturduğum yerden doğrulup memleketi kurtarmaya soyunuyorum.Günlüğüme de yazıyorum hatta...‘Sevgili Günlük,Önce partiyi, bilahare memleketi kurtarmaya gidiyorum. N’apiim beceremiyor çocuklar. Bana kaçmak yakışmaz. Görev aşkı işte... Anlarsın.’Kimse yemez.Ben hakikaten arkasından itilen bir tek Erdal İnönü’yü gördüm bugüne kadar. O da ayrık otu gibi durdu zaten siyaset hayatı boyunca. Bu sistemin içinde başka da sırıtan görmedim. Herkes ‘cuk’ oturuyor.MIŞ-MUŞNez, ‘Tüm Avrupa beni konuşacak’ demiş.‘Beyin göçü’nden sonra ‘cevher göçü’ de başladı işte!Cüneyt Arkın ‘Bale estetiğiyle karate yaptım’ demiş.Tanrı baleseverleri tersinden korudu neyse...Sarıgül ‘Atatürk mezarından kalkıp aday olsa, Baykal ona da bir bahane bulur’ demiş.‘Siz Anıtkabir’de yan gelip yatarken biz CHP için didindik’ der herhalde.
button
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2005
<B>FLAMİNGOLAR </B>turist getirecekmiş.<br><br>Aman Yarabbim! Hayır, getirir tabii, neden getirmesin... Dünyanın her yerinde doğa ve onun sakinlerinin becerdiği bir şey bu. Bunun bizim memlekette gerçekleşecek olması tuhafıma gitti.
Köylüler flamingoların göç yolunda bulunan sulak alana kuş gözetleme kuleleri kuracaklarmış.
Sulak alanı kurutup üstüne ev yapmak dururken... 1 Nisan mı geldi diye bakmışım gazetenin tarihine...
Ormanı yakana, gölü kurutana, hayvanı öldürene alışık olduğumuzdan... ‘Ahir zaman geldi çattı demek’ dedim. Gayrı ihtiyari kelime-i şahadet getirmişim.
Ayol bu kadar hızlı gelişmeyi nasıl kaydettik? Ben daha pazar günü abukluklarımız üzerine yazmamış mıydım?
İster misiniz bu iş böyle sürsün gitsin... Çorap söküğü gibi... Yani bu yurdum insanının şaşırtma hali... Hayır, ‘Biz adam olmayız’ geyiğine ne olacak... Sudan çıkmış balığa döneriz vallahi. Ama razıyız tabii.
* * *
Bir de Kadir Topbaş’ın dediği olursa...
Boyasız ve çatısız bina kalmayacakmış.
Fakat insan bir saniye düşününce, yani boyalı ve çatılı binaların da ‘dizi dizi inci, güzellikte birinci’ olmadığını hatırlayınca... Heves kursakta kalıyor.
Bize gen nakli lazım. Estetik geni yok bizde. İddia ediyorum, nasıl bakılıyorsa baksın bilim adamları, olmadığını göreceklerdir.
‘Vermeyince Mábud, ne yapsın Mahmud.’ Haliyle önünde durup seyredilecek bir tane apartmanımız yok. Varoşlardaki çok katlı gecekondular değil sırf, mutena semttekiler de aynı. Malzemenin kalitesi artıyor, o kadar.
Zaten ağacı kesip yerine ev yapmak da bu dediğim gen yoksunluğundan. Ha ağaç, ha telefon direği... Vur baltayı o zaman!
İçimizden güzellikleri fark edenlerin çıktığı da oluyor tabii. Fakat onlar da o güzelliklere karşıdan bakmak yerine ortasına yerleşmeyi tercih ediyorlar. ‘Güzel bir kadını seyretmek varken gidip suratının ortasına oturmak gibi’ demişti bir arkadaşım. Ama yok... Onu yapmayız. İnsanı seyretmeyi severiz biz. Güzel, çirkin... Bir yanı denize bir yanı yola bakan evlere dikkat edin, deniz tarafındaki pencerede kimseyi göremezsiniz. Yola bakan pencereye oturur, gelen geçeni seyrederler.
Fakat bu flamingo meselesi hakikaten yüreğime su serpti.
MIŞ-MUŞ
Adalet Bakanı Çiçek, ‘Yargımız Batı’dan daha hızlı’ demiş.
Son aylarda ortaya çıkan telefon konuşmalarından anlamıştık zaten bunu!
Ecevit, ‘CHP artık yok, bize gelin’ demiş.
Eyvah! Halüsinasyon görmeye de başladı, DSP var zannediyor.
Minibüslere de AB makyajı geliyormuş.
Şu AB kadar kimse hizmet etmedi zaten bu memlekete.
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2005
FLAMİNGOLAR turist getirecekmiş.Aman Yarabbim!Hayır, getirir tabii, neden getirmesin... Dünyanın her yerinde doğa ve onun sakinlerinin becerdiği bir şey bu. Bunun bizim memlekette gerçekleşecek olması tuhafıma gitti.Köylüler flamingoların göç yolunda bulunan sulak alana kuş gözetleme kuleleri kuracaklarmış.Sulak alanı kurutup üstüne ev yapmak dururken... 1 Nisan mı geldi diye bakmışım gazetenin tarihine...Ormanı yakana, gölü kurutana, hayvanı öldürene alışık olduğumuzdan... ‘Ahir zaman geldi çattı demek’ dedim. Gayrı ihtiyari kelime-i şahadet getirmişim.Ayol bu kadar hızlı gelişmeyi nasıl kaydettik? Ben daha pazar günü abukluklarımız üzerine yazmamış mıydım?İster misiniz bu iş böyle sürsün gitsin... Çorap söküğü gibi... Yani bu yurdum insanının şaşırtma hali... Hayır, ‘Biz adam olmayız’ geyiğine ne olacak... Sudan çıkmış balığa döneriz vallahi. Ama razıyız tabii.* * *Bir de Kadir Topbaş’ın dediği olursa...Boyasız ve çatısız bina kalmayacakmış.Fakat insan bir saniye düşününce, yani boyalı ve çatılı binaların da ‘dizi dizi inci, güzellikte birinci’ olmadığını hatırlayınca... Heves kursakta kalıyor.Bize gen nakli lazım. Estetik geni yok bizde. İddia ediyorum, nasıl bakılıyorsa baksın bilim adamları, olmadığını göreceklerdir.‘Vermeyince Mábud, ne yapsın Mahmud.’ Haliyle önünde durup seyredilecek bir tane apartmanımız yok. Varoşlardaki çok katlı gecekondular değil sırf, mutena semttekiler de aynı. Malzemenin kalitesi artıyor, o kadar.Zaten ağacı kesip yerine ev yapmak da bu dediğim gen yoksunluğundan. Ha ağaç, ha telefon direği... Vur baltayı o zaman!İçimizden güzellikleri fark edenlerin çıktığı da oluyor tabii. Fakat onlar da o güzelliklere karşıdan bakmak yerine ortasına yerleşmeyi tercih ediyorlar. ‘Güzel bir kadını seyretmek varken gidip suratının ortasına oturmak gibi’ demişti bir arkadaşım. Ama yok... Onu yapmayız. İnsanı seyretmeyi severiz biz. Güzel, çirkin... Bir yanı denize bir yanı yola bakan evlere dikkat edin, deniz tarafındaki pencerede kimseyi göremezsiniz. Yola bakan pencereye oturur, gelen geçeni seyrederler.Fakat bu flamingo meselesi hakikaten yüreğime su serpti.MIŞ-MUŞAdalet Bakanı Çiçek, ‘Yargımız Batı’dan daha hızlı’ demiş.Son aylarda ortaya çıkan telefon konuşmalarından anlamıştık zaten bunu!Ecevit, ‘CHP artık yok, bize gelin’ demiş.Eyvah! Halüsinasyon görmeye de başladı, DSP var zannediyor.Minibüslere de AB makyajı geliyormuş.Şu AB kadar kimse hizmet etmedi zaten bu memlekete.
button
Yazının Devamını Oku