Pakize Suda

Askerlik

17 Şubat 2005
<B>SON </B>zamanlarda gelen her iki e-postadan biri bedelli askerlikle ilgili olunca artık bu konuya yer vermek şart oldu. Ne biliyorum buna dair diye şöyle bir düşünüyorum... Galiba siyasetçiler seçim öncesinde bir parmak bal veriyorlar bedelli askerliği bekleyenlerin ağzına, onlar da seçim günü balın tamamı için koştur koştur sandığa gidiyorlar. Fakat neticede siyasiler eşyanın tabiatına uygun olarak sözlerinde durmuyorlar; ha çıktı ha çıkacak diye habire askerliğini tecil ettirmiş olan, çoluk çocuğa karışmış, göbek yapmış, tohuma kaçmış koca koca adamlar tıpış tıpış gidip 15 ay askerlik yapıyorlar. Ha, bazen çıktığı da oluyor bedelli askerliğin... O zaman parayı veren düdüğü çalıyor.

Bildiğim bu.

Genel olarak askerlik konusunda düşündüğüm ise şu:

Askere isteyenler gitmeli. Daha doğrusu askerlik bir meslek olmalı. Galiba ‘profesyonel ordu’ oluyor bunun adı. Yani Allah kısmet etmesin ama adamların işi savaşmak olmalı.

Gelen e-postaları okuyunca bendenizin bu hususta bir ayrık otu olmadığım anlaşılıyor. Herkes aynı fikirde. Kimse 15 ay hayatı durdurmak istemiyor. Çoluğun çocuğun, ailenin geçimi var işin ucunda. Güç bela bulunan ya da oturtulan işin kaybedilmesi var. Ve sırf bu sebeplerden kendisine yurtdışında hayat kurmuş ve kuracak olanlar var.

Bu meselenin önemi kafasına dank etmiş biri olarak bana gelen e-postalardan birini yayımlamak istiyorum.

‘Merhabalar, iki yıldır seçim sözlerine inanarak bedelli askerliğin çıkmasını bekledim. Bu esnada ben ve iki arkadaşımın beraber oluşturduğu yazılım serisi sayesinde çalıştığım şirket (son 6-7 ayda) yurtiçinden 180 bin dolar, yurtdışından da yaklaşık 450 bin dolar gelir elde etti. İş işi getirir bilirsiniz, bu sayı çalışmaya devam etmemiz durumunda artacaktı. İkramiyeler hariç yaklaşık 3000 YTL maaşım var şu anda, zam vaktim de yaklaşıyor. Yüksekokul mezunuyum, 7 yıldır profesyonel olarak yazılım sektöründeyim. Binbir takla ile uzattığım tecil süremin sonuna yaklaştığım için 15 ay askerlik yapmak yerine çok sevdiğim şehrimi terk etmeye, ailemi geride bırakmaya mecburum artık. Bu zamana kadar gelen teklifleri destek olmak zorunda olduğum ailemden ve sevdiklerimden uzak olmamak için değerlendirmedim. Ancak 15 ay boyunca sektörden uzak kalamayacağım ve askerden de aileme maddi destekte bulunamayacağım için artık başka çarem kalmadı gözüküyor. Ekibimdeki diğer iki arkadaşın durumu da benden çok farklı değil, benden bir sene geriden geliyorlar sadece. Büyük ihtimalle yurtdışına gidip yerleştikten sonra onları da yanıma alacağım. Şu andaki işverenim durumdan dolayı haliyle üzgün, bedelli çıkması durumunda bunu karşılamaya hazır olduğunu yineledi ama onun da yapabileceği bir şey yok. Yerimize eleman arayışı içerisinde, ancak bu işi öğrenip yapabilecek eleman bulup yetiştirmesi zor gözüküyor. Bu yanıyla yazılım, mesela inşaat sektöründen farklı. Yeni işime kabul oldum bu arada, önümüzdeki iki ay sonunda evrak işlerim tamamlanmış, ben de taşınmış olacağım. Bundan böyle Kanada’ya gelir sağlayacağım, aileme oradaki kazancımla destek olacağım. Bu durumda olan başka Türkler var gittiğim yerde, çoğu da aynı sebepten taşınmış, bir kısmı evlenmiş ve geri döneceklerini pek de zannetmiyorum. Durumum münferit değil kısacası. Her nedense yurtdışındaki ‘başarılı Türkler’den duyulan bir ‘milli gurur’ olayımız var. Bence bu gurur duyulması değil, oturup nedenleri ciddi olarak düşünülmesi gereken bir konu (işsizlik, gelir dengesizliği, askerlik). Yorumları size bırakıyorum. Saygılarımla.’


MIŞ-MUŞ

İnternet aşkları daha uzun sürüyormuş.

E, çok aşaması var tabii; yalanların ortaya çıkması, hayal kırıklığının atlatılması vs.

Sevgililer Günü’nde Filipinler’de 5300 çift öpüşme rekoru kırmış.

Bizde ‘kırmızı kalp’ sayısında rekor kırıldı; kasapların vitrininde bile vardı.

İngiltere Başbakanı Blair, ‘Yaşlandım, akıllandım’ demiş.

İngiltere’de böyle oluyor demek... Yoksa biz ne yaşlananlar gördük.
Yazının Devamını Oku

Hırsızlar altın çağını yaşıyor

15 Şubat 2005
<B>‘SOYGUNUNUZU ne şekilde alırdınız?<br><br>Sokakta?<br><br>Tartaklanarak mı, bıçaklanarak mı? Eve servisimiz de var. Dilerseniz yatağınızın başucuna kadar geliyoruz.’

Bakarsınız yarın böyle el ilanları bastırırlar.

TV’lere reklam bile verebilirler.

‘En yeni tekniklerle hizmette sınır tanımıyoruz.’

‘Hiçbirini almiim’
deme şansınız yok. Mutlaka bir türlüsü gelecek başınıza. Adeta Allah’ın emri!

TV deyince... Geçen gün bir kanalda muhabirler, çeşitli kılıklara girerek, halkımızın sorgusuz sualsiz, kolaylıkla herkese kapıyı nasıl açıp içeri aldığını gösteriyorlardı. Uyarmak adına. Fakat bu arada hırsızların akıl edemediği bir yol varsa onu da öğretmiş oldular, eksik olmasınlar!

* * *

Bilmiyorum hükümet farkında mı durumun... Gerçi başbakanımızın memlekette durduğu yok, nasıl haberi olacak...

Sanıyorum temiz çamaşırı kalmayınca geliyor, kirlileri bırakıp temizleri alıp tekrar gidiyor. ABD Dışişleri Bakanı’yla bile bir ara bu değiş tokuş için geldiğinde havaalanında karşılaştı biliyorsunuz... Leylek değil leylek sürüsü gördü havada mübarek!

‘Bi daha kısmet olur, olmaz...’ düşüncesiyle fırsattan istifade dünya turuna çıktı herhalde. Yakında Rahmi Koç gibi don paça hindistancevizi sütü içerken fotoğrafını yollarsa şaşırmayın!

* * *

Konu nereden nereye geldi... Hırsızların, gaspçıların, soyguncuların, kapkaççıların altın çağlarını yaşadıklarından söz ediyorduk...

Hakikaten onların da kendi aralarında bir tarihi varsa bu yıllar oraya altın harflerle yazılacaktır. Hayatlarında hiç bu kadar başarılı olmamışlardı.

Bilmiyorum Recep Tayyip Erdoğan nasıl anılmasını ister hükümet ettiği bu yılların... Fakat vatandaş başına yılda iki soyulma hadisesinin düştüğü bir memlekette ‘Enflasyonun indiği yıl’ ya da ‘AB’den gün alındığı yıl’ olarak anılması mümkün değil gibi duruyor.

Milletçe tek bir umudumuz var. Başbakanımızı da soyarlarsa bir gün... Gerçi nasıl olacak onca korumayla... Ayrıca hiç temenni etmeyiz tabii ama hani bir laf vardır, ‘Ağaçtan düşenin halinden ağaçtan düşen anlar’ derler... Doğruysa eğer, belki bir işe yarar. Hani sırf bu yüzden ‘Darısı başına’ diyesim var.

MIŞ-MUŞ

Teoman baba olmak için taşıyıcı anne arıyormuş.

Öyle cool ki çocuğu bile kimseyle ‘içli-dışlı’ olmadan yapacak.

Kiracı ‘ev rutubetli’ diye indirim isteyebilecekmiş.

Vallahi bizim millet döşemenin altına delik su borusu döşetir yaptırır o indirimi.

Kadınlar ‘çıplak erkek seksi değil’ demişler.

E, insan hayal ettiği müddetçe yaşarmış.
Yazının Devamını Oku

Komşu durumundan mutluluk

13 Şubat 2005
<B>‘YOL açma çalışmaları sırasında tarihi set yıkıldı.’ Gayet alışık olduğumuz bir durum. Hiç tınmayız bile. Fakat bu sefer hafif bir tınma yaşayabilirsiniz. Mutlu olma yönünde... Zira bu yıkılma hadisesi Çin’de oluyor. Tarihi Çin Seddi’nin bir kısmı yol açma çalışmaları sırasında yıkılmış. Bu demektir ki bizden beter durumda olanlar var. Bizim hiç olmazsa Rumelihisarı’mız falan aynı akıbete uğramadı henüz.

Hakikaten sizi mutlu etmek için aldım bu haberi bu köşeye. Zira kulağıma geldiğine göre Türk milleti kendi iyi olma halinden ziyade başkasının kötü haline bakıp şükretmek suretiyle mutlu oluyormuş.

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı ‘Yaşam Memnuniyeti’ araştırmasını duymuşsunuzdur. Araştırmanın sonunda halkın yüzde 58’inin mutlu olduğu çıktı ortaya. Aynı halkın yüzde 30’u, yoksulluk sınırının altındayken üstelik.

Uzmanlar tabii ‘Nasıl oluyor?’ diye merak ettiler. Neticede mutluluğun parada pulda değil komşuda olduğuna karar verdiler. Bakıyorsunuz komşunuzun durumu sizden beter, halinize şükredip mutlu oluyorsunuz...

Ben buna ‘Komşu durumundan mutluluk’ diyorum.

Hayır, başka da varılacak bir netice yok uzmanlar açısından. Manyak olduğumuza kanaat getirecek değillerdi. Aziz Nesin yüzde 60’ımızın aptal olduğunu söyledi de bir vatan haini olmadığı kaldı hatırlarsanız...

* * *

Ayrıca uzmanların vardığı neticenin doğruluğuna yüzde yüz inanıyorum.

Siyasi partilerimizi düşünün şöyle bir... Kendi yapacaklarını anlatmaktan ziyade, öteki partilerin yapamadıklarını anlatmak suretiyle oy toplamadılar mı bunca yıl?

Kendi başarıları yok yani... Karşıdakinin başarısızlığı var.

Sanat dünyası da birbirine bakıp mutlu olma yolunda. E, normaldir tabii, uzaydan gelmedi hiçbiri.

Ebru Gündeş mesela... ‘Hülya’yla Gülben’in sesi güzel değil’ demiş.

Buyurun işte mutlu olması için bir sebep!

Buna karşılık Gülben Ergen de fareye benzetmiş Ebru Gündeş’i. ‘Kalbinin çirkinliği yüzüne vurmuş’ diye de eklemiş. Bunu söylerken kendini daha bir güzel hissetmiştir mutlaka.

Şimdi mutluluk mevzuundan ayrı olarak söz konusu sanatçılarımız hakkında naçizane fikrimi beyan etmek isterim.

Ebru Gündeş benim için basbayağı güzel bir kadın. Dizinden aşağısını göstermemesi şartıyla benim diyen güzellerle boy ölçüşebilir.

Hülya Avşar’la Gülben Ergen’in seslerine gelince... Maria Callas değiller belki ama tatlı, kulağı rahatsız etmeyen sesleri var. Sakin sakin okuyorlar, yormuyorlar dinleyeni.

Hay Allah, kızların kafası karışacak şimdi! Yani mutluluk hususunda.

MIŞ-MUŞ

Erdoğan, ‘Ölüm son değil’ demiş.

Aslında Diyanet İşleri Başkanı olacaktı ama...

Kadınlar için cinsel isteği artıran sprey piyasaya çıkıyormuş.

Aynı zamanda ‘baş ağrısı’na da iyi geliyormuş!

Milletvekilleri obez çıkmış.

Başka türlüsü eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
Yazının Devamını Oku

Aşk ötanazi istiyor

12 Şubat 2005
Hep diyorum ki... Şu <B>‘büyük aşk’</B>ları bir kenara not edeyim. Fakat ihmal ediyorum. Amacım takip etmek. Bir nevi bilimsel araştırma. Hani sonu nereye varıyor, nihayetinde birbirleri için neler söylüyorlar, bitişi de muhteşem oluyor mu, falan filan.

Ama bu sefer işte şuraya not ediyorum:

Aşkın tarafları: Nez-Davut Güloğlu

Aşkın büyüklüğü: Çok büyük, nah bu kadar!

Aşkın şiddeti: Her biri saatte 200 km. hızla gitmekte olan iki kamyonun çarpışması kadar.

Aşkın dili: ‘Sonunda adam gibi bir adamla beraberim.’

‘Yıllarca aşka inanmıyordum ama demek ki varmış.’

‘Şu an kamyon çarpmış gibiyim.’

‘24 saat onunla beraberim ama zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyorum.’

‘Büyük bir aşk yaşıyoruz.’

‘Şu an mutluluğun doruğundayız.’

‘Şu an yaşadığım güzelliğin tarifini yapamam.’

‘Eşi benzeri görülmemiş bir düğün yapacağız. Öyle ki bu yeryüzünün düğünü olacak.’

Bilmemkaçıncı Noter Pakize Suda!

‘10.2.2005 tarihinde büromda oturmaktayken, saat 14.32’de kapı açıldı...’

Galiba böyle başlanıyordu. Fakat kimse kalkıp bana gelmedi tabii ki. Ben gönüllü noterim. Aynı zamanda işkilli. ‘Büyük aşk’lardan işkilleniyorum. Nez’le ya da Davut Güloğlu’yla bir alıp veremediğim falan yok. Bakmayın, sadece kabak onların başına patladı. Bu aralar ‘en büyük’ onlarınki olduğundan...

Aslında noter değilim ben. Avukatım. Hakikaten büromda oturmaktayken kapı açıldı, biri girdi içeri...

‘Müvekkiliniz olabilir miyim?’ diye sordu.

Kullanılmaktan şikáyetçiymiş. Çoluğun çocuğun, bilenin bilmeyenin, anlayanın anlamayanın dilinin persengi olmaktan... Fakat ne yüzle savunayım... Ben de başka türlü kullanıyorum kendisini. Kalemime doladım.

Yok, aslında doktorum ben. Kapıma gelen de ötanazi isteyen bir hasta. ‘Yerlerde sürünüyorum, ölsem daha iyi.’

Ben de diyorum ki ‘Size iyi bir haberim var, zaten çoktan öldünüz, ortada gezen suretinizdir.’

Et el değiştirdi

Taş devrinden bu yana insanoğlunun değişmediğini öğrenmiş bulunuyoruz. O zamandan bu zamana yaşanan onca hengáme, keşifler, icatlar, şu bu... Fasa fiso. İnsan denen yaratık özünde o zaman neyse şimdi de o.

Zaten günlük hayatta çeşitli vesilelerle bunun böyle olduğunu idrak etmişliğimiz vardı da yetkili ağızdan da duyduk sonunda.

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Ertuğrul Eşel suskunluğundan şikáyet ettiğimiz erkeklerin bu özelliğinin eski çağlardan geldiğini belirtmiş. ‘Eski çağlarda erkeklerin eve et getirmesi yeterliydi. Kendisinden konuşması beklenmiyordu. Binlerce yıl bu tarzda yaşadıktan sonra erkeklerin değişmesi bekleniyor’ diyor Eşel.

Yani ‘erkeklerle iletişim kuracağım diye boşuna uğraşmayın’ demeye getiriyor. İleriki yüzyıllarda durumlarında bir değişiklik olur mu olmaz mı bunu belirtmemiş Eşel.

Fakat ben umutluyum.

‘Neden?’ derseniz, ‘Eve et getiren kaç erkek kaldı?’ diye sorarım size. Yaşadığınız kasabadaki erkekleri düşünmeyeceksiniz hemen... Bilimsel tespitler tüm insanlık alemini kapsıyor, ona göre verin cevabınızı!

Ya da ben sizin yerinize vereyim de mevzu yürüsün. Et, el değiştirdi arkadaşlar!

Eski çağlarda evde et beklerken bir yandan da habire konuştuğu söylenen kadın, konuşmasına ara vermedi gerçi ama beklemekten vazgeçti, eti kendi temin etme yoluna gitti.

Bakın şimdi kendiliğinden ne çıktı ortaya... Yani benim kayırmam falan değil. İnsanoğlu her ne kadar değişmediyse de kadın kısmı hiç olmazsa et hususunda aşama kaydetmiş. ‘Bekleme’den ‘Getirme’ye geçmiş. Erkeğin elinden almış üstelik bunu. Erkek kısmı yegáne meziyetini kaybetmiş böylece.

Ama işte bu bir yandan da erkekler açısından iyiye işaret. ‘Umutluyum’ demem bundan. Demek değişmeye meyilleri var. Belki biraz zamana ihtiyaç duyuyorlar. Birkaç yüzyıl kadar. Bir bakmışsınız ki, yani torununuzun torununun torununun torununun torunu bakmış ki erkekler bülbül olmuş!

MIŞ-MUŞ

AKP’den istifa eden Afyon milletvekili Reyhan Balandı ‘AKP’de kadın sadece dekor’ demiş.

CHP’de de aynı merak etmeyin! Türkiye’de kadının adamdan sayıldığı parti henüz kurulmadı.

İstanbul Valisi Muammer Güler kar için ‘Bu sefer iyiydik’ demiş.

Olağan duruma şükrettiğimizi kimsecikler duymasın!

Geç doğum ömür uzatıyormuş.

‘Doğum izni’ öteki tarafta da var demek.

Turizm 2005’e hızlı başlamış. Biz onun hızını kesecek bir şeyler yaparız evvel Allah!
Yazının Devamını Oku

Aylardan kırmızı

10 Şubat 2005
<B>PENCEREDEN </B>bakınca beyaz gibi görünse de aslında aylardan kırmızı. Geçen ay da kırmızıydı gerçi... Yılın başı olması hasebiyle donumuza kadar kırmızıydık. Bu ayki kırmızılığın sebebi de herkesçe malum... Sevgililer Günü bu ay içinde idrak ediliyor. Kendisi tek bir gün olmasına rağmen rengi ayın ilk yarısını kaplıyor. Hatta tamamını diyebiliriz. O devasa kırmızı mumlar 24 saat aralıksız yansa dibi ancak ayın sonunda bulunur.

Yastıklara gelince... ‘Kırmızı yastığı olana her gün Sevgililer Günü’ diyebiliriz. Hani ömür biter Sevgililer Günü bitmez. Yastık dediğiniz eskimiyor da zira. Bakmışsınız 70 yaşına gelmişsiniz, bezminde kadeh kırdığınız sevgililerden eser yok, lakin ‘I love you’ yazılı kırmızı kalp yastığınız duruyor.

Hoş tabii.

Her şey hoş aslında. Yani bana artık öyle geliyor.

* * *

İnsanoğlu tarihte nasıl devirden devire geçiyorsa kendi içinde de benzer bir durum yaşıyor.

Mesela ilk gençlik yıllarında ‘Ota b.ka gülme devri’ hüküm sürüyor. Ki karşıdan bakan saat başı gülme krizine girmeyene ceza kesiliyor zannedebilir. Fakat ne yazık ki göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor bu devir...

Bunun hemen arkasından Ota b.ka kızma devri başlıyor. Hükümete, komşunun çocuğuna, sokaktan geçene, memleketin gidişatına, Amerika’ya, sevgiliye... Her şeye ama her şeye kızılıyor. Hani insan bu devirde gece sahura kalkar gibi kavgaya kalkabilir. Sürekli herkesi adam etme gayreti...

Artık gençlik ateşi midir... Gerçi eski deyimiyle ‘solcu’ yeni deyimiyle ‘sosyal demokrat’ olanlarda mezara kadar sürdüğü görülmüştür bu durumun...

Benimki artık ne sebeptendir bilmiyorum hálá bir miktar sürüyor. ‘Bir miktar’ deyişim, eskiden kıl olduğum bazı şeyleri hoş görmeye başladım. Geçiş dönemindeyim sanıyorum.

‘Otu b.ku hoş görme devri’ne geçiyorum. Sevgililer Günü mesela... Eskisi kadar sinir olmuyorum. ‘Aman coşsun eğlensin herkes bu bahaneyle’ diyorum. Hatta yeni yeni günler icat edesim var. Ölümlü olduğumuzu yeni mi idrak ettim nedir... Hani karanlıktan korkunca yüksek sesle şarkı söylerdik ya çocukluğumuzda... Onun gibi. Ha bire bağıra bağıra eğlenelim istiyorum.

Diyeceğim arkadaşlar... Bu Sevgililer Günü’nde bir kutu kırmızı boya alıp birbirinizi boyayabilirsiniz bile... Laf edersem ne olayım.

MIŞ-MUŞ

Emine Ün’le Emre Kınay ‘Bebeğimiz her geçen gün büyüyor’ demişler.

Allah Allah! Nasıl yani?

*

Türkiye artık gülmek istiyormuş.

Yüz kaslarımız neye uğradığını şaşıracak.

*

İnternette tanışıp birbirine aşık olan erkekle kadın karı-koca çıkmış.

Bu da evliliğin test edilip onaylanması oluyor bir nevi.
Yazının Devamını Oku

Baykal’ın ‘faktör’ü

8 Şubat 2005
<B>BU </B>sefer de gelmeseydi söylenenlere inanacaktım. Paranoyak toplum falan demeyecektim. Kardan bahsediyorum. Kasımdan beri bekleniyordu biliyorsunuz. Gelişi bugünleri buldu. Söylentiler sizin de kulağınıza gelmiştir belki. Güya üç aydan beri süregelen yağdı yağacak haberleri uydurmaymış. Maksat herkes evine tıkılıp otursunmuş, böylece asayiş berkemal olurmuş; bu arada işsizliğe dayanamayan eğlence yerleri de bir bir kapansınmış.

Her zaman söylerim... Bu yaratıcılığa rağmen ‘dünyanın en iyi senaristi’nin bizden çıkmaması şaşırtıcıdır.

Neyse kar tam zamanında yetişip geldi de büyüklerimiz aklandılar.

Bu kar mevzuunu burada kapatıyorum. O da sezonu kapatır inşallah. Havada uçuşması güzel de yere düştüğü anda tüm romantizmini yitiriyor. Hayır dağda bayırda yaşasak tamam da...

* * *

Geçiş merasimi yapmadan bir başka mevzua geçiyorum. CHP’ye.

Bir dakika! Hemen gözünüzü başka sütunlara kaydırmayın! Bildiğiniz CHP değil bu. Yeni CHP... Şahnaz katkılı... Üstün etkileme gücü... Falan filan.

Kim demiş siyasette kadınların şansı yok diye?

Artık durum tam tersi. Erkekler kadar çaba sarf etmelerine bile gerek kalmıyor. Parti meclisine, hem de çok yüksek oyla seçilen Şahnaz Çakıralp, ‘Bir uyandım seçilmişim’ diyor. Kulis çalışmaları falan yapmamış yani.

İnsan kadın olarak seviniyor tabii. Şükür bugünleri de gördük.

Fakat bir yandan da ‘Ne oldu da böyle oldu?’ sorusu geliyor akla. Acaba seçicilerin başına saksı düşmüş olabilir mi? İçinde sarı güller olan bir saksı?

Hadi lafı dolandırmayayım, Aylin Sarıgül’ün güzelliği hepimizce malum. Yurttan erkekler topluluğunun arasında pırıl pırıl parlıyordu kurultayda. Mustafa Sarıgül’ün topladığı oylarda Aylin Sarıgül faktörünün rol aldığını mı düşündüler nedir... ‘Bundan böyle bizim ‘faktör’ümüz de Şahnaz Çakıralp olsun’ mu dediler, bilmiyorum artık...

Netice olarak bu da sevinelim mi üzülelim mi kestiremediğimiz bir husustur. Yani kadın olarak. Bir yanda bir kadının yüksek oyla parti meclisine seçilmesi, bir yanda o kadının vitrini süsleyen dekor olma ihtimali..

Hayır, çirkin bir kadın olsa içimiz rahat edecek. Fakat kadın dünya güzeli. İnsan şüpheye düşüyor haliyle.

Yazının orta yerinde yapmadığım geçişi şimdi yapıyorum... Buyurun benden de bir paranoya hadisesi!

* * *

Satırlarıma son vermeden birkaç not düşmek istiyorum.

Bir: Şahnaz Çakıralp hakikaten sırf güzel olduğu için fotoğraflarda Deniz Baykal’ın yanında yer alıyorsa bile bu duruma bir dahli olmadığını düşündüğümden kendisini tenzih ederim.

İki: Güzel olmanın iyi mi kötü mü olduğu da kestiremediğimden hususlardan biridir. Bir yandan prim yaparken bir yandan da ağzıyla kuş tutsa kadın, kimseyi aklına şusuna busuna inandıramıyor.

Üç: Bazı insanlara yaranılmaz. Ben de bunlardan biriyim. İşte mesela CHP kadınlara yer verse bir türlü, vermese bir türlü.


MIŞ-MUŞ

Erdoğan, ‘Hastanelerimize sağlam girer hasta çıkarsınız’ demiş.

Her türlü gidişattan biz sorumlu olduğumuzdan bize şikáyet ediyor. Kendileri sadece yetkili.

ABD Dışişleri Bakanı, Türk halkının gözündeki imajlarının düzelmesi için Erdoğan’dan yardım istemiş.

Gayet isabetli! İmaj düzeltmekte Erdoğan’ın üstüne yoktur hakikaten.
Yazının Devamını Oku

Kaya kalsaydı bari...

6 Şubat 2005
<B>HAYATIMIN </B>ilk erkeğiydi <B>Ali...<br><br></B>Sırf benim değil... Kimbilir kaç kuşak kadının...<br><br>Alfabedeki <B>Ali’</B>den bahsediyorum. ‘Erkekler de aynı alfabeden öğrenmedi mi okumayı?’ diyeceksiniz.

Evet ama kadınlar için ayrı bir önemi vardır Ali’nin. Biz, erkek kısmını parmağımızda oynatmanın ilk provasını Ali’yle yapmışızdır. Emir verdiğimiz ilk erkektir kendisi.

‘Ali topu tut!’

Sonra, ilerleyen yıllar içerisinde bu, ‘Hüseyin, akşam erken gel’ şeklini almıştır.

* * *

‘Ali emekli oldu’ diyordu geçen gün gazeteler... Artık çocuklar okuma yazmayı başka bir sistemle öğreneceklermiş.

Bayağı sarsıldım duyunca. Sanki yeniden o günlere dönüp Ali’yle teşrikimesaide bulunacağım da artık onun orada olmadığını duyunca üzülüyorum... Böyle bir durum.

Hayır Kaya kalsaydı bari...

Gerçi onunla Ali’yle olduğu kadar yakın olamadık hiçbir zaman. Ali daha bir mütevazıydı sanki. Kaya kıldı biraz.

‘Kaya topu tut’ diyemedik mesela hiç. Yanlış hatırlamıyorsam...

‘Kaya zil çaldı’ dedik onun yerine.

Yani çok derinlerde bir yerde emir vermek bir yana, Kaya’nın emrine amade olma durumu var gibiydi. Sanki Kaya, ‘Ben birdirbir oynuyorum, zil çalınca bana haber verin!’ buyurmuşlardı. Biz de yıllarca kulağımız zilde öyle dikilip durduk... Aman Kaya dersi kaçırmasın!

‘Buyurun Kaya Bey, zil çaldı.’

* * *

Bakın Oya’nın ne yaptığını hatırlamıyorum. Hep erkekler kalmış aklımda. Hiç ilgilenmemişim Oya’yla. İp mi atlardı ne...

Babalarımızın bal alma hadisesi vardı bir de hatırlarsanız...

‘Baba bal al.’

Bilmiyorum, son günlere kadar aynı şekilde mi devam etti. Aslında epeydir ‘Baba glikoz al’ şeklinde değiştirmek lazımdı.

Hepsini güncelleştirmek lazımdı esasında.

Bendeniz naçizane bakanlığı uyarmıştım hatta birkaç sene önce... Şunları ‘Kaya internete gir’, ‘Ali cepten ara’ olarak değiştirin diye...

Fakat şimdi bakıyorum bunlar da demode kaldı. Artık olsa olsa,

‘Doğacan oha ol’

‘Irmaksu kal geldi’


olabilir.

Ama işte bakanlık toptan sistemi değiştirmeye karar vermiş.

Vay be!.. Bir devir kapandı demek... Şaka bir yana, hakikaten içim cız etti.

MIŞ-MUŞ

Bush, İran halkına ayaklanma çağrısı yapmış.

Bush’un bir iyi tarafı, edebiyat dünyasına adı muhtemelen ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ olan bir eser bırakacak olması.

Fenerbahçe’nin yeni transferi Anelka, Gülşen’in fotoğraflarını görünce ‘Of’ çekmiş.

Dakika bir, gol bir!

Kadınlar da erkekler kadar sadakatsizmiş.

Lakin tanıtımda zayıf kaldık.
Yazının Devamını Oku

Ah bu şarkıların gözü kör olsun!

5 Şubat 2005
Bilmem farkında mısınız... Kayahan son günlerde müzik dünyasının müfettişi kesildi. Hayır, insanın aklına kötü kötü şeyler geliyor... Hani yeni albüm çıkaran herkesin, varsa sevgilisinden ayrılası, yoksa bulası, fi tarihinde olmuş bitmiş hadiseleri kurcalayası, 5 yaşındayken terk edip giden babasını hatırlayası falan tutuyor ya...

Ama Kayahan gibi büyük ustaya konduramıyor tabii insan... Aniden ötekinin sesine, berikinin bestesine not vermeye başlamasıyla albümünün piyasaya çıkmasının aynı günlere denk gelmesi tesadüftür herhalde.

Serdar Ortaç da benim gibi düşünüyor olmalı ki, ‘Serdar’ın sesini dinlemeye tahammül edemiyorum’ diyen Kayahan’a ‘Kayahan abi diyorsa doğrudur’ demiş, kapatmış konuyu. Yoksa geri çevirmezdi Kayahan abisini. İşi uzatır, albümün satışına yardımcı olurdu.

Serdar Ortaç’ı hakikaten tebrik ediyorum. Böyle bir olgunluk beklemezdim kendisinden ne yalan söyleyeyim... Utandırdı beni.

‘Kayahan abiyle tanışıklığımız yoktur ama usta bir ses. Bizim muhakkak ki eksiğimiz vardır. Bunu dikkate alacağım, çünkü sonuçta o yılların sanatçısı.’

En küçük bir eleştiriyi bile anasına sövülmekle bir tutan herkese ibret olsun! Ben de dahil.

‘Büyük Usta’ya gelince...

Ah bu şarkıların gözü kör olsun!

O ‘Yemin Ettim’lerle falan zamanında hepimizi öyle vurdu ki can evimizden... Sonsuza kadar susturdu bizi. Kimse demek istediğini diyemiyor.

Kus geldi

Yeni Türk filmlerini seyredemiyorum.

Yok, seyretmeye tahammül edemediğimden değil, bir türlü kısmet olmuyor, onu diyorum.

Oysa çekimler sırasında neredeyse hepsi için ‘A, bu kaçmaz!’ diye düşünüyorum.

Lakin kaçıyor.

Daha doğrusu kaçırtıyorlar.

Kimler?

Filmin yönetmeni, senaristi, oyuncuları ve hatta ışıkçısı.

Bir tanıtım furyası başlıyor... Dört koldan. Her bir gazetenin, derginin neredeyse her sayfasında... Televizyonların ana haber bültenlerinde... Bir tek Resmi Gazete’de yoklar.

Röportaj, röportaj üstüne... Çekim esnasında alet edavatı taşıyan minibüsün şoförü kalıyor bir konuşmayan... Bilmiyorum, belki onun da konuştuğu oluyordur da ben atlıyorumdur.

Eskiden sırf eleştirmenler yorum yapardı film hakkında, şimdi mümkün olsa yıldız falının arasına da sıkıştırılacak.

Haliyle işin gazı kaçıyor...

İnsanda bir ‘kus geldi’ hali oluşuyor.

Film eskiyor...

Görmüş kadar olunuyor...

Neticede filme gidilmiyor.

Ben kendi hesabıma konuşuyorum tabii. Ama insan hiçbir tepkisinde yalnız değildir. Benim gibi, aşırı dozda tanıtımdan merak ve heyecanı dumura uğramış başkaları da vardır mutlaka.

Yapımcıların kulağına küpe olsun!

Kaş yapayım derken göz çıkarmak da var.

Hani bazen umduklarının altında kalıyor ya seyirci sayısı... Bu sebepten olabilir.


MIŞ-MUŞ


Ebru Gündeş, Hülya Avşar’a, Gülben Ergen’e, Serdar Ortaç’a, Tarkan’a laf atmış.

Onun da yeni albümü çıkmıştı di mi?

Derviş ve Livaneli yeni parti arayışındaymış.

Derviş arar arar, parti bulunduğunda kendi bulunmaz.

Güney Kore’de ‘hisseden robot’ üzerinde çalışılıyormuş.

Biz ‘hissetmeyen insan’ çalışmalarını başarıyla tamamladık çok şükür!

Sibel Can 9 kilo vermiş.Ala vere yalama olacak kızcağız.

Yeşil ve mor, altın çağını yaşıyormuş.

‘Yeşil’ malumumuz da mora ne oluyor?
Yazının Devamını Oku