1 Mart 2005
<B>‘BURADA artık neredeyse hıçkırarak ağlamaya başladı.’<br><br>Armağan Çağlayan Gülseren’</B>le yaptığı röportajda araya sıkıştırdığı notta böyle diyordu. Evet, Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye adına yarışacak olan (Haçlı Seferi’ne çıkacak olan mı demeliydim yoksa) Gülseren’i de ağlattık nihayet. Ben öyle kolay ağlayan biri olmadığımdan ağlayan birini gördüm mü çok ama çok üzüldüğünü düşünürüm. Onun için çok koydu bana Gülseren’in ağlaması.
Tamam, şarkı, müzikten anladığı, beklediği ‘Yeter ki coşalım, eğlenelim’ olanların bile gerisinde kalacak kadar zayıf olabilir...
Gülseren’in kalçaları bir yarışmacı için geniş de sayılabilir... Gerçi ne alakası olduğunu anlayabilmiş değilim ama...
Netice olarak kızcağız bu iş için seçildi. Kiev’e gidecek. Bizim yaptığımız, ameliyata girecek hastaya ameliyathanenin kapısında ‘Gerçi sen yaşamazsın ama...’ demek gibi bir şey.
Galiba esas mesele ‘Türkiye’yi temsil etme’ durumundan kaynaklanıyor. Biz bu ‘temsil’ sözcüğüne fazladan anlamlar yüklüyoruz. Hangi konuda olursa olsun, Türkiye’yi temsil etmek denince birdenbire herkeste ‘Vatan, millet, Sakarya’, ‘Kanımızın son damlası’, ‘Türk’ün kim olduğunu dosta düşmana göstermek’ gibi haller oluşuyor. Kaybedip gelen neredeyse vatan haini ilan ediliyor.
Bilmiyorum yeryüzünde başkaları var mıdır bu işlere bizim gibi ülkenin namusu, şerefi gözüyle bakan... Hiç sanmıyorum.
***
Gülseren Türkiye’yi temsil edecek nitelikleri haiz değilmiş!
Nedir acaba bu nitelikler, çok merak ediyorum. Gerçi birini öğrendik. Kalça geniş olmayacak!
Ötekiler nedir?
Ana-babanın ne iş yaptığı falan da önemli midir mesela? Gülseren’in babasının ahçı olması bile gündeme geldi zira.
Aslına bakacak olursanız, bizi kimse hiçbir yerde temsil edemez!
Neden derseniz, bu kadar şişinmeye hakikaten bizi temsil edecek adam daha anasından doğmamıştır.
Bir yandan da Türkiye’yi kimler nerelerde temsil ediyor son yıllarda... O da ayrı mevzu.
***
Gülseren’i beğenmeyen bizlere bakmak lazım bir de. Her birimiz birer ‘mahalle karısı’ kesildik. Kızı çekiştirip duruyoruz. Göbek atıyormuş! Sanki kapı gıcırtısıyla bile oynayan millet biz değiliz.
Alt tarafı bugüne kadar birinci olan hiç kimsenin aniden dünyanın bir numaralı şarkıcısı olmadığı bir yarışmaya gidiyor. Ha, çok önemliyse bizim için, bu işlerden iyi anlayanlar ha bire eleştireceklerine, doğru dürüst bir altyapı, doğru dürüst bir kareografi, doğru dürüst bir kostümle tabiri caizse şarkıyı ve Gülseren’i tadilat işine girişebilirler. Madem söz konusu Türkiye’nin şerefidir...
Ama hezimete uğrayıp (!) dönmesini beklemenin, ondan sonra daha da yüklenmenin dayanılmaz cazibesi dururken zor tabii.
MIŞ-MUŞ
Sibel Can ‘Albüm arası çocuk yaptım’ demiş.
‘Çocuk arası albüm’ daha doğru gibi...
*
Şişmanlıkta Batı’yı geçmişiz.
İlk defa AB standartlarını tutturup öteye bile geçtik!
*
Bayındırlık Müsteşarı ‘İstanbul’a üçüncü köprüyü istemeyen ata biner’ demiş.
Siz köprünün muadilini tüp geçit falan zannediyordunuz di mi?
Yazının Devamını Oku 27 Şubat 2005
<B>KENAN Evren </B>geldi aklıma... Nedense demeyeceğim, çünkü biliyorum nedenini. Azz sonra size de söylerim ama önce kulaklarını çınlatalım bir... Kendisinden az şey öğrenmedik millet olarak. Çiftçilikten marangozluğa, doktorluktan terziliğe kadar anlamadığı, bilmediği bir husus yoktu hatırlarsanız. Her meslek grubuna aslında işlerini nasıl yapmaları gerektiğini uzun uzun anlatırdı.
Sırf mesleki bilgiler olsa... O yıllarda bendeniz bir gün kapıyı açtığımda karşımda Kenan Evren’i bulacağımı düşünürdüm. Annemin elinden domatesle bıçağı alıp, ‘Bakın o öyle doğranmaz, böyle doğrayacaksınız’ diyebilirdi her an.
Gelmedi gerçi ama ben hep bekledim. Kopmuş düğmeleri dikerken, lavaboyu ovarken... Gelir de müdahale eder diye...
* * *
Gelelim nereden aklıma düştüğüne...
Tayyip Erdoğan’dan...
Evet memlekete hayırlı uğurlu olsun, 25 yıl sonra nur topu gibi bir Kenan Evren’imiz daha oldu.
Erdoğan da her şeyi biliyor. Ve eksik olmasın, o da bildiklerini bize aktarma lütfunda bulunuyor. Bencillik edip kendine saklayabilirdi de...
Geçen gün Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin açılışını yapmış. Bu esnada çekilmiş bir fotoğrafını gördüm ki Kenan Evren’i hatırladığım an bu andır. Erdoğan ellerini iki yana açmış bilgilerini saçarken, maiyetindekilerle öğretim görevlileri, bir tarafa yığılmış, ellerini göbeklerinin altında birleştirmiş dinliyorlardı. Beyaz önlüklü birinin yüzünde bir dehşet ifadesi gördüm gibi ama yanılıyor olabilirim. Zira bu bir fotoğraf. Fotoğraflar asla gerçeği yansıtmaz biliyorsunuz. ‘Ay çok çirkin çıkmışım!’ deriz mesela... Kimse zaten aslında çirkin değildir, sadece çirkin çıkar! Bu ayrı bir konu tabii, bizim esas konumuzla bir ilgisi yok.
Uzatmayayım, orada olup dinlemeyi çok isterdim doğrusu. Fakat neyse ki gazeteler yazdı ne dediğini. Kaçıran vardır diye buraya alıyorum en önemlilerini. Kaçırmadıysanız bile tekrar okuyun. Zaten başka köşelerde de karşınıza çıkmıştır, çıkacaktır. Hiç şikáyet etmeyin. Sonra inzivaya çekilip susuyorlar, mahrum kalıyoruz zaten... Şimdi bol bol tadını çıkarın.
‘Ben şahsen doktora iğne yaptırmam. Pratiği yok, damarı bulamaz, felç edebilir.’
‘Benim zamanımda nice arkadaşım vardı, çok okurlardı, kütüphaneleri vardı. Hep 10 alırlardı. Şimdi sefilleri oynuyorlar.’
‘Kitapların arasının dışındaki dünya eşittir başarı.’
Yazıyı bağlamak için bile olsa bir söz etmek istemiyorum. Söz söylenmez sözü üstüne!
MIŞ-MUŞ
Van Gölü’nün 25 yıl ömrü kalmış.
Bize çok bile dayandı.
Ultrasonda sağlıklı denen bebek, kolsuz bacaksız doğmuş.
Demek kız denip erkek çıktığında şükredeceksiniz.
Hastane kuyruklarının nedeni, iki bakanlık arasındaki protokol gecikmesiymiş.
Zaten bu ülke hiçbir şeyden çekmedi protokolden çektiğini.
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2005
Gencecik bir adamın ruhunu öldürdük!<br><br>Elbirliğiyle... O şimdi kanal kanal gezip kafasında bardak kırıyor. Ağlıyor, sızlıyor, yalvarıyor... İşte en sonunda kafasında bardak kırıyor. Çıkışta 1000 doları alıyor.
Kimden söz ettiğimi anlamışsınızdır. Eski bir damat adayından... Adını vermiyorum, bakarsınız benden de mahkeme yoluyla para almaya kalkar. Etini, sütünü, kılını paraya tahvil etmeye programlandı zira. Biz programladık.
Sizce bu adam bir daha ne zaman sahiden sevebilir birini?
Sevebilir mi daha doğrusu?
Sahiden ağlayabilir mi?
Paradan daha öldürücü bir silah yok şu dünyada. Dalağını, böbreğini değil ama ruhunu delip geçebiliyor adamın.
Kahramanımız bundan sonra ne zaman bir kadına sarılsa ‘Parayı kimden tahsil edeceğim’ diye bakacaktır etrafa.
Onun suçu yok!
‘İnsan’dır ne yapsın... Herkesin bir kırılma noktası var.
Benim korkum, en sonunda bir gün ‘Hadi yayında intihar et!’ diyecekler, o da edecek. Biz de çekirdek elimizde ‘az sonra’yı bekleyeceğiz.
Fakat bir de şu var... Kader Türk insanına bir yandan ağlarken bir yandan gülüyor. Türkiye’de yaşamanın zor olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama işte böyle birdenbire bir kazanç kapısı da çıkıveriyor bazılarımızın karşısına. ‘Gün doğmadan neler doğar’ dedikleri bu olmalı.
Adeta yeni bir sektör oluştu.
- Ne iş yapıyorsunuz?
- Mağdurum abi... Televizyonlarda ağlar, sızlarım. Kazancım iyi çok şükür!
Araştırmacıları araştırasım var
Son zamanlarda araştırmalara takmış durumdayım. Araştırmacıları araştırasım var. Ama bilmiyorum nereden başlanır, nasıl olur...
En son, 1 yaşına geldiğinde boyu ortalamanın üzerinde olan erkek çocuklarının ileride iyi işlerde çalışıp daha fazla maaş aldığını bulmuş araştırmacının biri.
Kimdir bunun farkına varıp da üstüne giden ve bu neticeyi çıkaran adam?
Çalıştığı yerde yüksek maaş alan arkadaşına bakmış bakmış, ‘Ulan benden ne fazlalığı var bu adamın?’ demiş, bir şey bulamayınca çocukluğuna mı inmiştir?
Tamam, indi diyelim... Neden boy ölçüsü?
Çişini söylemeye erken başlayıp başlamaması değil mesela? Ya da sütten ne zaman kesildiği?
Belki de hepsini araştırdı bir bir... Diş çıkarma, tay tay durma... Baktı ki üç aşağı beş yukarı aynı durumdalar, bir tek boy farklı... Araştırmanın derinliğine bakar mısınız?
Bir de insan kafasına koymasın demek ki. Yani iki şey arasında bağlantı kurmayı... Ne yapıp ne edip kuruyor.
‘Dua eden kadının daha doğurgan olması’ hususu var bir de. Bu da son günlerin bir araştırma neticesi. Fakat bu ötekinden daha makul hiç olmazsa. Araştırmacının etrafında kocasının ceketini giyse hamile kalan bir kadın vardı zahir... Baktı ki kadın bir yandan da durmadan dua ediyor... Bağlantıyı kuruverdi.
Fakat kadının aslında habire doğurmaktan bitap düşmüş, ‘Kökün kurusun inşallah adam!’ şeklinde beddua ediyor olması da kuvvetle muhtemel. Araştırmacı kulağını tam açmamış olabilir.
Yine boy ve maaş ilişkisine gelecek olursak, bu hakikaten adeta bir fantezi. Ortada fol yok yumurta yokken, önce bir bağlantı hayal edip sonra araştıracaksınız...
Araştırmacıları modacılara benzetiyorum bazen. Hani defilelerde sırf şov olsun diye, iki tane de yakası paçası belli olmayan kıyafet sokuştururlar ya araya... Hani normal şartlarda kimsenin giyip ortaya çıkamayacağı şeyler... Araştırmacılar da bazen araya böyle araştırmalar sokuşturuyorlar işte. Maksat hoşluk olsun.
MIŞ-MUŞ
Erdoğan ‘Medya hastane kuyruklarını abartıyor’ demiş.
Tabii tabii... ‘Kuyruktaki hasta rolü için figüran aranıyor’ diye ilan bile verildi hatta!
KKTC Başbakanı Talát ‘Kurtlar Vadisi kaçmaz’ demiş.
Sen de mi Brutus!
Erdoğan ‘ABD ile birbirimizi anlıyoruz’ demiş.
Lakin yanlış anlıyorlar.
Meme şekli kişiliğin anahtarıymış.
Kişilik bozukluğu silikonlar yüzünden demek!
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2005
HASTANELERİN DEVRİ KİME YARADI?
A.U.
‘Sizi her gün takip ediyorum. Umarım bu konuyu haber edersiniz. Bugün çok ciddi bir eylem vardı. PTT Hastanesi’nde tüm doktor ve çalışanlar eylemdeydi. Nedeni ise bir günde işten atılan 128 kişiydi. Ben bir hasta yakınıyım. O hastanenin ne kadar güzel çalıştığını en yakından bilen birisiyim. Ama ne yazık ki doktorlarımız ve hemşirelerimiz işten çıkarıldı. Nedeni ise hastanenin Sağlık Bakanlığ’na devri. Bu devir sırasında 128 kişi mağdur oldu.’
Haydaaa!
Zaten kuyruklar da sürüyor. Kaç gündür görüyoruz yaşananları... Personel mağdur, hasta mağdur... Kime yaradı bu ‘Sağlıkta tek çatı uygulaması’ merak ediyorum.
Hayır şimdi bunlar Sağlık Bakanlığı’na devrolunca memlekette hasta sayısı azalacak mı ki doktorların, hemşirelerin işine son veriliyor? Bari bunu anlayabilsem...
Ne diyeyim... ‘Vardır büyüklerimizin bir bildiği’ diyeceğim ama bildikleri bir şey olmadığını da gördük yıllardır.
BANA DEĞİL ANNENİZE...
Fikret Ceylán
‘Hiçbir eğitici, öğretici ve geliştirici amacı bulunmayan; aksine bizleri izledikçe strese sokan ve neşelendirme yerine sinirlendiren, TV kanalının reyting derecelerini yükseltmek için tamamen pazar amaçlı kurulan Gelin-Kaynana programlarından benim gibi düşünen binlerce genç gibi nefret ediyorum.
Sizler bu gidişe bir dur deyin. Eleştirin köşelerinizde. Çok matah bir şey yapıyorlarmışçasına sevinmelerini engelleyin. Bu Türkiye için gerçekten tedavi edilmesi gereken bir hastalık ve önüne geçilmezse bizi toplumsal anlamda geriye götürecek bir kurgusallıktır.’
İyi hoş da bunu bana değil annenize, teyzenize, halanıza, anneannenize söyleyeceksiniz.
Bu programlara bir son verilmesini isteyenler bir nevi ‘azınlık’ oluyorlar bu memlekette. Bilmem anlatabiliyor muyum...
Ne zaman reytingleri düşecek, o zaman kendiliklerinden gidecekler. Benim tek tesellim milletçe her şeyi çabucak tüketme huyumuz. Bunları da tüketeceğiz inşallah. Fakat yerlerine daha beterlerinin gelmesi ihtimali de yüksek tabii.
*
İBİBİKLER ÖTER ÖTMEZ ORDALAR!
Gizem Çetin
‘Annem sürekli ağlıyor. Babamız askere gidince bize kim bakacak diyor. Para verince babam askere gitmeyecekmiş. Benim kumbaramdaki paraları vermek istiyorum. Ben buraya annem ağlamasın diye yazdım. Babam üzülmesin diye yazdım. Ben istemiyorum ki babamdan ayrılmak. Siz çıkaracakmışınız paralı askerliği. Çıkarın da babamı benden, ablamdan bi de annemden ayırmayın oldu mu?’
Gizem’cim baban gibi babalardan gelen mektupları bir görsen... Askerlerin ‘Güzin Abla’sı oldum adeta. Seninkini yaşın ve diğer mektupların içeriğini ‘Siz çıkaracakmışınız paralı askerliği’ şeklinde özetlemen dolayısıyla aldım bu köşeye.
Ama maalesef yok böyle bir şey Gizem’cim. Ben sadece fikrimi söylerim, onu da dinleyen olmaz zaten.
Bir de ‘Bizim canımız yok mu, 18 ay askerlik yaptık; herkes yapacak!’ diyen babalar var. E, anlaşılır bir psikoloji tabii. Ama bu mantıkla kansere çare bulunmasına da mani olmak lazım. Öyle ya, kaç yakınımızı kaybettik bu yüzden... Adaletsizlik olur şimdi çare!
MIŞ-MUŞ
Kadınlarda aşırı kilo, orgazmı da cinsel mutluluğu da etkiliyormuş.
E, ince görüneyim diye siyah elbiseleriyle giriyorlarsa yatağa...
Rauf Denktaş ‘Seks filmi hariç her filmde oynarım’ demiş.
Halbuki bir tek seks filminde oynaması enteresan olabilir.
Türkiye’de Galatasaray’ın, İstanbul’da Fenerbahçe’nin daha çok taraftarı varmış.
Bu biraz sempati, şampuan, kıyafet vs. herkese birer kraliçelik dağıtılan güzellik yarışmaları gibi oldu.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2005
<B>BİLMEM </B>farkında mısınız... 7’den 77’ye hepimiz bir şey olmasını bekliyoruz.<br><br>Nedir bu şey?<br><br>Belli değil. Ama bekliyoruz işte!
Olmayınca huysuzlanıyoruz.
İşte, evde... Her türlü ilişkide... Olması gereken bir şey var ve olmuyor.
Birine ‘N’aber?’ dediğinizde aldığınız cevabı düşünün... ‘Amaan ne olsun işte...’ gibi bir şeydir çoklukla.
Bu şu demek:
‘Kahretsin ki bir şey yok!’
Halbuki ne olmalıydı?
BİR ŞEY!
Kimse bilmiyor o şeyin ne olduğunu. Bildiğimiz, o şeyin henüz olmadığı.
Eşler bunun için değiştiriliyor...
Şehirden şehire göç bunun için...
Ev değiştirmeler...
İş değiştirmeler...
Ağzıyla kuş tutsa bile iktidarı değiştirmeler...
Orada ya da onunla olmayan, burada ya da bununla olur belki umudu...
Sevgiliyle bir süre sonra ilişkinin soğuması da bundan. ‘Aşkın ömrü’ falan değil. İlk bakışma, ilk buluşma, ilk yalnız kalma, ilk sevişme... Sonra bekleyiş. ‘E, hadi bir şey olsun!’
İki taraf da karşıdakini suçluyor. Olmayan şey karşıdaki yüzünden olmuyor!
Kahve falında çıkar hani...
‘Size bir kısmet var.’
‘Hanenize ay doğuyor.’
Sevinir insan... Ama kimse gerçekleştiğini görmemiştir henüz. Zira kısmet denen şey elini uzatıp ‘Merhaba ben kısmet, hani falınızda çıkan kısmet’ demediğinden... Ay deseniz ona keza.
Olmasını beklediğimiz ama ne olduğunu bilmediğimiz o şey de biz fark etmeden oluyordur belki. Ne olduğunu bilmediğimiz şeyin olup olmadığını ne bileceksiniz...
Kimse bir çaba da sarf etmiyor o şeyin olması yolunda. Bilinmezin yolu da bilinmez zira. Sadece bekleniyor ve somurtuluyor. Bir de birileri suçlanıyor.
Belli bir yaşa gelmiş insanların, ömrün boşa geçtiğini düşünmeleri de bundan olabilir.
O şey olmamış çünkü...
Bir sürü şey yaşanmış ama o sözünü ettiğimiz şey olmamış.
Hepimizde sürekli bir ‘Tamam da şimdi ne olacak, sırada ne var?’ hali...
Bitmez tükenmez, dile getirilemez, tarif edilemez bir bekleme durumu...
Bir bilsek beklediğimiz o şeyin ne olduğunu... O çok merak ettiğimiz ‘hayatın anlamını’ da çözmüş olacağız belki.
MIŞ-MUŞ
SSK hastaneleri tarih olmuş.
Fakat kuyruklar baki, merak etmeyin!
Yoksulluk sınırı 1 milyar 768 milyon liraymış.
Neyse ki YTL’ye geçtik de, hiç olmazsa ‘Milyarder fukara’ diye bir abukluk kalktı ortadan.
Erdoğan, ‘Makam şımartır’ demiş.
Nereden biliyor dersiniz?
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2005
BİLMEM farkında mısınız... 7’den 77’ye hepimiz bir şey olmasını bekliyoruz.Nedir bu şey?Belli değil.Ama bekliyoruz işte!Olmayınca huysuzlanıyoruz.İşte, evde... Her türlü ilişkide... Olması gereken bir şey var ve olmuyor.Birine ‘N’aber?’ dediğinizde aldığınız cevabı düşünün... ‘Amaan ne olsun işte...’ gibi bir şeydir çoklukla.Bu şu demek:‘Kahretsin ki bir şey yok!’Halbuki ne olmalıydı?BİR ŞEY!Kimse bilmiyor o şeyin ne olduğunu. Bildiğimiz, o şeyin henüz olmadığı.Eşler bunun için değiştiriliyor...Şehirden şehire göç bunun için...Ev değiştirmeler...İş değiştirmeler...Ağzıyla kuş tutsa bile iktidarı değiştirmeler...Orada ya da onunla olmayan, burada ya da bununla olur belki umudu...Sevgiliyle bir süre sonra ilişkinin soğuması da bundan. ‘Aşkın ömrü’ falan değil. İlk bakışma, ilk buluşma, ilk yalnız kalma, ilk sevişme... Sonra bekleyiş. ‘E, hadi bir şey olsun!’İki taraf da karşıdakini suçluyor. Olmayan şey karşıdaki yüzünden olmuyor!Kahve falında çıkar hani...‘Size bir kısmet var.’‘Hanenize ay doğuyor.’Sevinir insan... Ama kimse gerçekleştiğini görmemiştir henüz. Zira kısmet denen şey elini uzatıp ‘Merhaba ben kısmet, hani falınızda çıkan kısmet’ demediğinden... Ay deseniz ona keza.Olmasını beklediğimiz ama ne olduğunu bilmediğimiz o şey de biz fark etmeden oluyordur belki. Ne olduğunu bilmediğimiz şeyin olup olmadığını ne bileceksiniz...Kimse bir çaba da sarf etmiyor o şeyin olması yolunda. Bilinmezin yolu da bilinmez zira. Sadece bekleniyor ve somurtuluyor. Bir de birileri suçlanıyor.Belli bir yaşa gelmiş insanların, ömrün boşa geçtiğini düşünmeleri de bundan olabilir.O şey olmamış çünkü...Bir sürü şey yaşanmış ama o sözünü ettiğimiz şey olmamış.Hepimizde sürekli bir ‘Tamam da şimdi ne olacak, sırada ne var?’ hali...Bitmez tükenmez, dile getirilemez, tarif edilemez bir bekleme durumu...Bir bilsek beklediğimiz o şeyin ne olduğunu... O çok merak ettiğimiz ‘hayatın anlamını’ da çözmüş olacağız belki.MIŞ-MUŞSSK hastaneleri tarih olmuş.Fakat kuyruklar baki, merak etmeyin!Yoksulluk sınırı 1 milyar 768 milyon liraymış.Neyse ki YTL’ye geçtik de, hiç olmazsa ‘Milyarder fukara’ diye bir abukluk kalktı ortadan.Erdoğan, ‘Makam şımartır’ demiş.Nereden biliyor dersiniz?
button
Yazının Devamını Oku 20 Şubat 2005
<B>OKUL </B>yılları geldi aklıma... Dersler... Biyoloji, fizik, kimya... Daima bir şeyler ikiye, üçe ayrılırdı. Bitkiler mesela... Tek çenekliler, çok çenekliler.
Elementler... Katı, sıvı, gaz.
Okul bitti lakin bu ayrılmalar bitmedi.
Nitekim en son demokratların ikiye ayrıldığını öğrendik Erkan Mumcu’dan.
Özgürlükçü demokratlar
Muhafazakár demokratlar.
Fakat hangi demokratların ikiye ayrılması bu, onu anlayamadım ben. Çünkü liberal demokratlarla sosyal demokratlar var bir de. Bilen, anlayan vardır elbet. Kafalar da ikiye ayrılmış oluyor bu durumda otomatikman.
Bu kadarla kalsa iyi. Yarın biri çıkıp muhafazakár demokratları da kendi içinde ikiye ayırırsa...
Hani liderlerin boyuna bosuna, bıyığına bakıp oy veriyoruz diye kızıyoruz ya kendimize... Aslında başka yapacak bir şey de yok. İnsan sandığa gidene kadar demokratları karıştırır birbirine. En iyisi bakacaksınız hangisi karizmatik... Kimin karısı güzel... Zaten neticede hepsi demokrat.
* * *
KKTC’nin beşikten mezara Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kurtlar Vadisi adlı dizi filmde rol almış. Ve demiş ki, ‘Ne yapayım, Kıbrıs sorununu sürekli anlatıyorum ama Türk medyası beni haber yapmıyordu. Bu fırsatı diziyle buldum’.
Bu vesileyle yeryüzünde iki adet Kıbrıs’ın var olduğunu öğrenmiş olduk. Bilmiyorum, belki sizin haberiniz vardı; ben derslerde daima hayal kurduğumdan atlamış olabilirim bu bahsi.
İki Kıbrıs olunca iki de Rauf Denktaş oluyor haliyle.
Hayır, 5 yaşımdan beri içinde Rauf Denktaş’la Kıbrıs’ın olmadığı tek bir gazete basılmadı. Fakat işte demek onlar öteki Kıbrıs’la öteki Denktaş’mış. Bu durumda haklı tabii adamcağız.
* * *
Bunlara ilaveten 66’sında 25 gibi olmanın sırlarını da öğrendik bu hafta. Gazeteci Ertuğrul Akbay’dan.
Gerçi birkaç senedir bu hususta sır enflasyonu yaşanıyor. Ben şahsen bütün sırları birbirine karıştırmış durumdayım. Bu yüzden bir süre önce ‘Bırak dağınık kalsın’ dedim kendi kendime. Hayır, baktım kazık kakmaya çalışılırken bir taraftan zaten verilmiş olan bir ömür tatsızlaşıyor, ‘kalsın’ dedim.
Fakat insan yine de kayıtsız kalamıyor. Kafkas usulü çay demlemeye başladım hiç olmazsa. Böyle ucundan kıyısından derken bakarsınız yarın ‘bronz heykel’ gibi çıkmışım ben de karşınıza.
Diyeceğim, çok faydalı bir hafta geçirdik.
MIŞ-MUŞ
Ağız kavgası sağlığa yararlıymış.
Bu durumda milletçe yanağımızdan kan damlıyor olması lazım.
Erdoğan, ‘Atadığımız adam yolsuzluk yaparsa kafasını koparırız’ demiş.
Benim korkum, Bush’un bu ifadeleri duyup burada da totaliter rejim var zannetmesi.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2005
<B>‘Alpler’de Heidi misali’<br><br></B>Geçenlerde bir dergide gördüm bu başlığı... Ve o an bittim. Nasıl anlatayım... Öyle isterdim ki şimdi yazar olmayı... Duygularımı şuraya ustaca dökebilmeyi... Kendi imkánlarım dahilinde anlatmaya çalışacağım mecburen.
Hani hepimizin içinde bir ‘gitme’ isteği vardır... Zaman zaman depreşen... İşte beni o duyguyla ilk defa Heidi adındaki o küçük kız tanıştırmıştı. Dağların kızı Heidi. Belki de onun için hálá ‘gitmek’ istediğimde hep dağlar gelir aklıma. Denizi onca sevmeme rağmen.
Zaten dağlarla ilk tanışmam da Heidi sayesinde olmuştu. Yoksa İzmir’de küçük bir çocuk ne bilecek başı bulutlara karışmış dağları... Gördüğü, Küçük Yamanlar’la Büyük Yamanlar. Bir de annesinin tepesine bakıp hava tahmini yaptığı Çataltepe. Götürüp koysanız Alpler’in yanına, çakıl taşı gibi kalır üçü de.
*
Heidi... Tanıdığım ilk ‘özgür kız.’ Yerinde olmak istediğim ilk ve tek masal kahramanı.
Kaç defa okudum hikáyesini bilmiyorum. Bildiğim, dedesinden ayrılışına her seferinde aynı şiddetle ağladığım.
Televizyonda çizgi filmi yayınlandığında artık Heidi kadar çocuğu olacak yaştaydım herhalde ama aynı zevki aldığımı hatırlıyorum.
Şimdi bulsam kitaplarını veya televizyonda başlasa yeniden... Yine aynı heyecanı duyarım gibi geliyor. Yani inşallah. Hiç istemem doğrusu artık benim için bir şey ifade etmediğini görmeyi. Gerçi hiç sanmıyorum. Öyle olsa adına rastlamak bile içimi cız ettirir miydi bunca...
*
Bakın şimdi size abartı gibi gelecek ama... Çocukluğunda bütün masal kahramanları içinde en çok Heidi’yi sevmiş olanların arasından ‘kötü insan’ çıkması mümkün değildir diye düşünüyorum.
Evet, kendime de pay çıkarıyorum. Belki öteden beri yaşlılara özel bir sevgim saygım olması Heidi sayesindedir. Hatırlar mısınız ne çok severdi Peter’in büyükannesini...
Mesela çocukluğunda Heidi’yi okumuş, seyretmiş biri dedesinden ‘dinozor’ diye bahsedemez. Yani bana öyle geliyor.
Kuzuları sevmemesi de mümkün değildir. Kelebekleri, kuşları da...
*
Ne üzülürdüm Heidi diye birinin yaşamadığını düşündüğümde... Peter’in, Peter’in ailesinin, Clara’nın, hatta onun otoriter mürebbiyesinin bile gerçekten bir yerlerde var olduğuna inanmak isterdim. Hele Heidi’nin dedesi... O ‘büyükbaba’ derdi ona. Filmlerdeki Hulusi Kentmen’e benzetirdim. Dışı sert, içi yumuşak.
Bu yaşa geldim, hálá Heidi’yi bulma umudu var içimde. Onun için heyecanlandım ya ‘Alpler’de Heidi Misali’ başlığını görünce...
Şimdi biri çıkıp ‘Seni Heidi’ye götüreceğim’ dese, hani bindiği kıytırık kayıkla okyanusları aşıp Amerika’ya varacağını düşünen ilticacılar gibi peşine takılırım. Vallahi yaparım.
*
Bu yazının mesajı...
Yok aslında. Heidi’yi özlediğimi fark ettim, canım ondan söz etmek istedi, yazdım. Bu kadar.
Ama mesajsız olmaz diyenler için... Masal, çizgi roman, film, şu bu deyip geçmeyin! Şekil A’da görüldüğü gibi çocukları ölünceye kadar etkileyebiliyor.
Çocuklarınızın ne okuduğuna, ne seyrettiğine dikkat edin!
Geçenlerde bir arkadaşım anlattı, çocuğu, televizyonlarda öğleden sonra yayınlanan o meşhur programlara katılan feryat figan kadınların ağzıyla konuşturuyormuş bebeklerini. Ona göre!
MIŞ-MUŞ
Erkan Mumcu, ‘AKP fırsatı kullanamadı’ demiş.
Son zamanlarda çıkan haberlere bakılırsa, fırsatı kullananlar da olmuş maşallah!
Aşkın MR’ı çekilmiş.Yaşayacak mı doktor?
Mumcu CHP’de nabız yokluyormuş.Şu sıralarda Baykal’a sorulacak en gıcık soru ‘Gül’lerle ‘Mum’ları romantik bulup bulmadığıdır herhalde.
Diana’nın ölümünün kaza mı cinayet mi olduğu araştırılacakmış.
Kadıncağızın dönmesi yaklaştı, biraz daha bekleyip kendisine sorarım onların yerinde olsam.
Mumcu, ‘Evet, lider adayıyım’ demiş.Son zamanlardaki sorunumuz bu: Lider bolluğu, parti kıtlığı!
Yazının Devamını Oku