Alex, çocuk kanserine (nöroblastom) yakalanmıştı. Tümör alındı ve 4 yaşına geldiğinde kök hücre nakli yapıldı. Ama Alex yürüyemiyordu ve ölüm riski ile yaşamak zorundaydı.
Doktoruna sordu: ‘Beni neden iyileştiremiyorsunuz?’
Doktor ‘Daha bir tedavi yöntemi bulamadık’ dedi.
‘Neden bulamadınız?’
‘Çünkü yeteri kadar araştırma yapamadık.’
‘Neden?’ diye sordu Alex.
‘Bunun için fon gerekiyor’ dedi doktor.
PLAN YAPILDI
Bu kadar kısa bir sürede o kadar farklı renkler tattım, o kadar farklı yaşamlar tanıdım, o kadar farklı olaylar başıma geldi ki inanamazsınız.
Anlatayım!
BİR SANİYEDE KARAR VERDİM
Odamda uzanırken, karar verdim. Trenle gezintiye çıkacaktım.
Bir iki saniye sonra kendimi Çukurova’da buldum.
Aile dostumuzdan aldığım atla bütün bir günü kırlarda geçirdim. Akşam çökünce, bir yamaçtan, aşağıda alev alev yanan dikenliği seyrettim. Ertesi gün şahit olacaklarımdan habersiz gökyüzünün güzelliğine daldım.
Ertesi gün bir kahveye gittim. Yan masada konuşulanlara kulak misafiri oldum.
Onların başarılı olmasını istiyor. Ama çoğu aile maalesef bunun için en etkisiz yöntemi seçiyor. Yani nasihat vermeyi.
Çocuklara nasihat verdiğimiz zaman, onlara en büyük kötülüğü yapıyoruz. Nasıl mı? Arz edeyim.
GÜÇ İLİŞKİSİ
Nasihat verdiğimiz zaman çocuk ile aramızda bir güç/otorite ilişkisi yaratıyoruz.
Bilen/bilmeyen ya da öğreten/öğrenen oluşturuyoruz.
Sırf bu dünyada daha fazla zaman geçirdik diye, bilgilerimizin ve görüşlerimizin çocuğunkinden daha önemli ve değerli olduğunu düşünüyoruz.
Bilmek, sadece yaşla orantılı değil. Bilmek aynı zamanda; hayal gücü, düşünme gücü, çocuksu deneyimler ile de kazanılabilir.
Nasihat vererek, onların dünyalarını hiçe sayıyoruz. Bu da beraberinde birçok sorun getiriyor.
Ama onlar ölümü de iki kişilik yaşadı.
Kimden mi bahsediyorum?
Tunceli’de halı sahada futbol oynarken şehit olan Komiser Cem Kerman ve eğitim gönüllüsü eşi Dilay Kerman’dan.
Ölümü seçmek
Cem Komiser, yaralanıp düşünce, eşi düşünmeden ona yardıma koşuyor ve O da vuruluyor, şehit oluyor.
Aslında Dilay Öğretmen ona koşarken, ölüme koştuğunu biliyor.
Nasıl yaralanan koruma polisi komadan çıkınca, ‘Keşke komiserim değil ben ölseydim’ dediyse, Dilay Öğretmen de onu o an söylüyor.
Bakın bunu nasıl sağlamışlar?
Başarıları
İki tane üniversiteleri var. (İki yeni üniversite daha açılmış.)
Nanyang Teknoloji Üniversitesi 1991 yılında kurulmuş olmasına rağmen, en iyi 500 üniversite sıralamasında 58. sırada.
Nanyang Singapor Üniversitesi ise 28. Sırada. (Brown, Sidney, NYU, Carnegie Mellon’dan daha iyi.)
En fazla bütçe eğitimde. Milli Eğitim Bakanı çoğu zaman kabinenin en deneyimli bakanı. Ülkenin, kendi deyimleriyle, birinci önceliği eğitim. İkinci önceliği eğitim. Üçüncü önceliği eğitim.
Öğretmen kalitesi
Öğretmen kalitesi çok yüksek.
Acaba bu değişim bayramlara mı has, yoksa yaşadığımız çağa mı ait?
Daha önce yazmıştım ama bu bayram da tekrar yazmakta yarar var.
Bayramlar değil, çağ değişti. Nasıl mı? Arz edeyim.
İTALYA KASABASININ SIRRI
1961 yılında Amerika’da Roseta adlı bir İtalyan kasabasında, çok az kalp krizi yaşandığını fark eden bilim adamları, bu kasaba üzerine araştırma yapmaya başlıyor.
Uzun araştırmalar sonra görülüyor ki kalp krizine sebebiyet veren çoğu etken (yağlı yemekler ve spor eksikliği gibi) kasabada mevcut.
Ama insanların güçlü arkadaşlık ve aile ve akrabalık ilişkileri insanları mutlu, stressiz ve sağlıklı yapıyor. Kalp krizini engelliyor.
Kasabada yaşayan insanlar birlikte yemek yiyor, etkinlikler yapıyor, sık sık sohbet ediyor veya birbirlerini ziyaret ediyor. Birbirlerine psikolojik destek veriyor. Stres oranları çok düşük.
Ben de ‘Başarısız olmaktan korkuyor olabilirsiniz’ dedim.
‘Olabilir, ama asıl endişem biraz daha farklı’ dedi.
‘Terfi alırsam, diğer insanların yargılarından korkuyorum’ diye ekledi.
‘Ben de terfi alırsanız, ne olur?’ diye sordum.
Biraz düşündükten sonra ‘Çok hırslı ve acımasız algılanırım. Böyle algılanmak istemem’ dedi.
Dinleyicim başarısızlıktan değil, tam tersi başarılı olmaktan korkuyordu.
Başarı korkusunu farketmek
‘Başarı’ bazı insanlar için olumsuz anlam taşıyor. Örneğin, okullarda çalışkan öğrenciler inek olarak etiketlendiği için, çoğu öğrenci çalışmayı bırakıyor.
Pozitif Psikolojinin kurucuları Prof. Martin Seligman’ı ve Prof. Mihaly Csikszentmihaly’ı dinlemek ve onlarla sohbet etmek beni inanılmaz mutlu etti.
Konuşmacıları dinlerken, mutlu çocuklar ve okullar yaratma amacım daha da perçinleşti.
Düşünün! Hayattaki en önemli beceri mutlu olma becerisi değil midir? (Bir tanesi de iyi bir anne-baba olma becerisi.)
Ama neden mutlu olmayı okullarda öğretmiyoruz?
Mutluluk nedir?
Bana göre okulların en büyük amacı mutlu öğrenciler yetiştirmek olmalı.
Konferans bu anlamda bana inanılmaz katkı sağladı.
Konferansta mutluluk üç açıdan incelendi: zevk odaklı, iyi yaşam odaklı ve anlam odaklı.