Paylaş
Bu kadar kısa bir sürede o kadar farklı renkler tattım, o kadar farklı yaşamlar tanıdım, o kadar farklı olaylar başıma geldi ki inanamazsınız.
Anlatayım!
BİR SANİYEDE KARAR VERDİM
Odamda uzanırken, karar verdim. Trenle gezintiye çıkacaktım.
Bir iki saniye sonra kendimi Çukurova’da buldum.
Aile dostumuzdan aldığım atla bütün bir günü kırlarda geçirdim. Akşam çökünce, bir yamaçtan, aşağıda alev alev yanan dikenliği seyrettim. Ertesi gün şahit olacaklarımdan habersiz gökyüzünün güzelliğine daldım.
Ertesi gün bir kahveye gittim. Yan masada konuşulanlara kulak misafiri oldum.
Bir kızın ağabeyleri, kızla beraber olduğu söylenen delikanlıyı öldürmeye karar veriyorlardı. Korktum. Ama korkan sadece bendim sanki.
Çünkü herkes o gün bir cinayet işleneceğini biliyor gibiydi. Şaka yapıyor olmalılar diye düşündüm. Ama şaka değildi. Bir süre sonra kızın ağabeyleri o delikanlıyı herkesin gözü önünde öldürdü. Gözlerime inanamadım. İlk defa böyle bir şey yaşamıştım. O korkuyla hemen kasabadan trenle ayrıldım.
HAZİNE AVI
Trende gördüklerimi düşünürken, yanıma bir genç oturdu. Sohbete başladık. Hayatımın en ilginç sohbetini yaşadım.
Genç çocuk, bir gün rüyasında bir hazinenin yerini öğrenmiş. Şimdi oraya gidiyormuş. Ama hazinenin yerini söylemedi ve benim de aynı rüyayı görüp görmediğimi sordu.
Defalarca yemin edip, “görmedim” desem de inandıramadım. En sonunda kalkıp, yolculuğun sonuna kadar trenin restoranında oturmak zorunda kaldım.
ÇARPILDIM
Trenden indim. İtiraf edeyim hayatımdan gördüğüm en güzel yüzle karşılaştım. Orta yaşlı ve bakımlı bir kadındı. Gözlerimi alamadım.
Bindiği trenin nereye gittiğini bilmiyordum. Hani insan, bir aşk uğruna bütün hayatını unutup hiç bilmediği yerlere gitmek ister ya, öyle bir duyguyla platformda bir an durdum. Ama hayatımı riske atamadım. Ben kendi trenime bindim, köyüme gittim.
KÖYE UĞRADIM
İlk olarak köyde imamlık yapan çocukluk arkadaşımın yanına gittim. Çok uzaklaştığımızı farkettim. Sanınırım çok İstanbullu olmuştum.
Köyün yaşlılarıyla sohbet ettim ama kimse adımla hitap etmedi bana, “Yaban” dediler.
Yaşlıların anlattığına göre, Kurtuluş Savaşı sırasında buralara sakat bir asker gelmiş. Bir kolunu savaşta kaybetmiş olan bu asker, savaşı umursamayan ve yaklaşmakta olan düşmanı dert etmeyen köylülere bağırıp çağırıyormuş. Ona “Yaban” adını takmışlar o zaman, çünkü şehirden gelmiş ve köylülerin ruhunu anlamıyormuş. Öyle dediler. Ve bana da bir şehirli olduğumu orada fazlasıyla hissettirdiler.
Seyahatime bir şehirli olarak başlamıştım ama bir köylü, bir kasabalı, bir dünya vatandaşı, bir aşık, bir gezgin, bir katil, bir kurban, bir hayalperest, bir yaban olarak döndüm.
Yaşadıklarım beni birçok forma dönüştürmüştü. Artık ben eski ben değildim.
Bütün bunlar iki günde oldu.
Bu kadar kısa bir sürede bunları yaşadığıma inanmayabilirsiniz.
Yenim ederim ki en ince ayrıntısına kadar yaşadım.
Ama kitaplarda!
Not 1: Bana bu kadar kısa bir sürede bu deneyimi sunan kitaplar: Yaşar Kemal’in “İnce Memed”i (Çukurova’da atla gezdiğim yer), Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” adlı romanı (bir gencin öldürüldüğü kasaba), Paulo Coelho’nun “Simyacı”sı (rüyasında gördüğü hazineyi bulmaya giden genç), Tolstoy’un “Anna Karenina”sı (tren garında gördüğüm kadın), Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanı (köylülerin bir türlü benimseyemediği şehir kökenli asker).
Not 2: Bu yazının hazırlanmasında bana katkıda bulunan ‘Kuzey’ ve ‘Masumlar’ kitaplarının yazarı Burhan Sönmez’e çok teşekkür ederim.
www.facebook.com/bolatozgur
Paylaş