28 Haziran 2008
PARADOKS değil, zıpırlık hiç değil: Türkiye’de gerçek anlamda merkez sağ düşünce de, seçmen de yoktur. Sağ seçmen yığışımı eskiden Demokrat Parti, Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi ve ANAP’ta toplaşıyordu, bu yığışım şimdi AKP’ye taşındı.
Laiklik eğitiminden geçmemiş, laik düşünceyi benimseyip hazmetmemiş hiçbir birey ve toplum, solcu olamayacağı gibi merkez sağcı da olamaz.
Zaten demokrat olamaz. Yeni mürteci tayfasının AKP’de ve AKP’lilerde demokratik atılım cevheri bulması, vehim falan değil, sahtecilikten başka bir şey değildir.
YILMAZ ANLAYAMAMIŞ
Strasbourg’da Vatan’a konuşan Mesut Yılmaz, hayal görüyor. "Siyasetin uzun süre boşluk taşımayacağını ve zaman içinde mutlaka Türk siyasetindeki bu merkez boşluğunun doldurulacağına inanıyorum" (19.06.08) diyor.
Merkez sağda parti kurmak çok kolay! Ama merkez sağ müşteriyi (seçmeni) nereden bulacaksın? AKP’den mi?
AKP seçmeni bağdaşık (mütecanis) bir seçmen değil; İslamcılardan, varoş avantacılarından oluşan kayıtdışı bir yığışım. Bu yığışımın çevresinde amipsi bir lümpen çeper var.
AKP’nin yüzde 47’sinin kaçta kaçı merkez sağ seçmeni? Bunu hesap ve tahmin etmek mümkün mü? Değil! Bu tahmin edilmez yığışımın kurulacak yeni bir merkez sağ partiye kayma olasılığı var mı? Bence yok!
AKP’nin merkez sağa taşınmamış olmasını da anlayamamış Mesut Yılmaz. AKP merkez sağa taşınmış olsaydı seçmen olduğu yerde kalır, parti yönetiminin boşalttığı daireye Saadet Partisi taşınırdı.
TÖRPÜLEME UZLAŞMASI
Mevcut partilerin bu açığı kapatamayacağını ileri süren Mesut Yılmaz, yeni bir ANAP modeli öneriyor. "Uzlaşmacı bir parti modelinin Türkiye’de mutlaka, yapısal olarak yaratılması gerektiğini düşünüyorum" diyor.
Uzlaşacak herhangi bir şey yok! Bütün partiler Anayasa’ya, Cumhuriyet’in temel niteliklerine yürekten inanırlarsa geriye sadece siyaset ve ekonomi kalır.
"Uzlaşmak"tan söz edenler, Anayasa’nın ve Cumhuriyet’in temel niteliklerinden ödün vererek, verilerek yapılacak uzlaşmayı kastetmektedirler.
Başta laiklik olmak üzere cumhuriyetin temel ilkelerinin törpülenmesine göz yumacaksınız, bunun adı uzlaşma olacak.
BUYURUN CHP’YE!
Mesut Yılmaz’ın kuracağı karma parti türban konusunda ne yapacak, imam hatipler ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu doğrultusunda ne yapacak, cumhuriyetçi bir uygulama yapabilecek mi? Buna yanıt isterim. Cumhuriyetçi olmayan yeni karma parti, AKP’den nasıl farklı olacak? ANAP olacak ise, ANAP geçmiş iktidarının faturasını ödemedi henüz.
Merkez sağ gerçekten cumhuriyetçi olacak ise yeni bir partiye ne gerek var? CHP ne güne duruyor? Buyurun CHP’ye!
* * *
Mesut Yılmaz’ın kuracağı karma parti, yarın portresini çizeceğim seçmen ile ne yapacak?
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2008
MERKEZ sağı toparlamak, bir merkez sağ partide toplanmak istiyorlar ama Türkiye’de merkez sağın işi çok zor. Soldan çok daha zor! "Merkez sağ" konusunda Türkiye’de herkesin kafası karışık. Benim kafam karışık değil, merkez sağla ilgili bütün gerçek ve doğruları kırk yıldır pırıl pırıl görüyor.
Artık "gerçekten demokratik" tanımlamasını kullanmak istemediğim için "demokratik olarak bilinen ülkelerde" diyeceğim; bu türden ülkelerde merkez sağ kesinlikle laiktir, tutucudur (muhafazakárdır), ama kesinlikle yobaz değildir, dindardır ama dinci değildir; hukukun üstünlüğüne inanır; fırsat eşitliği anlayışı ütopiktir; sosyal devlete karşıdır; eşitlik anlayışı tartışmalıdır. Merkez sağın dışında kalan sağda marjinal partiler vardır.
AKP HEP VARDI
Türkiye’de varsayımsal merkez sağın dışında kalan parti(ler) artık marjinal değil, çoğunluk partileri! Türkiye’nin bir türlü anlamadığı, anlayamadığı bilmece işte burada.
AKP aslında yeni bir parti değil, belki de Türkiye’nin en eski partisi. Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan (CHP) çok daha eski. Ama adı yoktu.
AKP birinci ve ikinci mecliste vardı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda vardı, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda vardı, Demokrat Parti’de vardı, Adalet Partisi’nde vardı, Yeni Türkiye Partisi’nde vardı, ANAP’ta vardı, CHP içinde bile vardı. Ama taa 1923’ten 1970’e, siyasal İslamcı (Milli Görüşçü) Milli Nizam Partisi (MNP) kuruluncaya kadar AKP’nin yani siyasal İslam’ın kendi partisi yoktu. "Parti" bütün partilere dağılmıştı. MNP’yi Milli Selamet Partisi (MSP, 1972), Refah Partisi (RP, 1983), Fazilet Partisi (FP, 1997) izledi.
İktidara da geçen bu partilere karşın AKP, Adalet Partisi’nin, Yeni Türkiye Partisi’nin, ANAP’ın içinde varlığını sürdürmekteydi.
Bunu saptamış olduğum için 1980’lerde merkez sağ partilerin Milli Görüş’ün limonluğu ve serası olmaktan vazgeçmesi gerektiğini kaç kez yazdım. O sıralar Necmettin Erbakan, "Onlar bizim gençlik kolumuzdur!" diye merkez sağ partilerle dalga geçmekteydi.
FARKLARI ELİTLERDE
Demokrat Parti’nin, Adalet ve Yeni Türkiye Partileri’nin, ANAP’ın tabanı ile AKP’nin tabanı arasında zihinsel yapı bakımından herhangi bir fark yoktur, bütün fark yönetici elitlerdedir. Ve bu elitlerde Cumhuriyet devrimlerine karşı travmanın gramajı önemli olmuştur.
DP, AP ve YTP’nin yönetici elitleri ile parti tabanı arasında epeyce geniş bir makas vardı. Bu makas DP’den başlayarak gittikçe azaldı. ANAP ile makas daha da daraldı.
Makasın açısı AKP eliti ile tabanı arasında iyice azaldı.
Adnan Menderes ile Recep Tayyip Erdoğan arasında cumhuriyetçilik dışında büyük bir fark yoktur. Adnan Menderes kendisine karşın, istemeden bir cumhuriyetçi idi.
Travmanın doruklarında gezen Recep Tayyip Erdoğan hiçbir zaman cumhuriyetçi ol(a)madı!
KURTLARI DÖKÜLMEDİ
Merkez sağ, AKP’ye kadar karnında İslamcılığın kurtlarını da taşımakta, limonluk ve seralarında İslamcı politikacılar ve militanlar yetiştirmekteydi. 1923’ten bu yana!
Kurtların tamamını dökemeyen varsayımsal Türkiye merkez sağı şimdi büyük ölçüde kendi başına ama müşterisiz.
(Yarın: "Türkiye’de Merkez Sağ Olabilmek")
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2008
YANLIŞI düzeltmek olanaksız. Hele yanlış fiyakalı ise. Birkaç yıl önce, bireysel insan aklının bağımsız olduğunu, bu nedenle ortak akıl olamayacağını yazdım. Ama kimse yanlışı üzerine düşünmeyi kabul etmiyor. Ve birtakım garip ve uzaktan kumandalı insanlar ortak aklın önderliğinde (!) demokrasi yürüyüşü yapıyorlar. Benim aklım kimseye ortak ol(a)maz, kimsenin ortaklığını kabul etmez; ortak akıldan gelen emir ve buyrukları dinlemez.
Solcu eskileri "Ortak Akıl" diye bir televizyon program yapıyor. Akılları ortak olsa-olmasa ne olacak? Ortaklaştıkça daha çok sağa gidiyorlar, İslamcılaşıyorlar, AKP’lileşiyorlar.
Radikal Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, "Çıkmazdan çıkmak için ortak akıl" (20.05.08) başlıklı yazısında, ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu’nun aklı ile kendi aklının ortak olduğunu ilan ediyor.
Ortaklıklar türlü türlüdür: Sınırlı-sorumlu kooperatif ortaklıkları, anonim şirket ortaklıkları, limitet ve komandit şirket ortaklıkları. Bütün (akıllı) ortaklıklar yönetilir!
BERKAN’IN ORTAĞI
Erkan Mumcu: "Türkiye’nin rejim-halk ikiliğinden kurtarılması yönünde bir ideolojik revizyona gidilmelidir. Bu kapsamda, siyasal yöneliş içermemek koşuluyla, inanç temelli bireysel taleplerin laikliğe karşıt olarak yorumlanmasına son verecek bir anlayış birliğine varılmalıdır. // Laiklikle ilgili bir berraklık ve kesinlik oluşturulmalıdır. Türkiye, devlete kültür ve yaşam tarzı empoze edici katı ideolojik rol yükleyen sağlıksız bir içtihadın insafına bırakılamaz" diyor.
Ortağının bu açıklamalarını nasıl karşılıyor acaba İsmet Berkan?
Aslına bakarsanız nasıl karşılayacağı umurumda bile değil. Benim işim akıl ortağıyla.
MUMCU’YA SORULAR
Erkan Mumcu’ya birkaç sorum var:
1. Türkiye’deki rejim/halk ikiliği cumhuriyet ile başlamadıysa ne zaman başladı? Cumhuriyet ile başladı ise "Vay halimize!" değil mi?
2. Devlete ve devletin rejimine küs (!) olan halk ile devlet nasıl barışacak? Laiklikten vazgeçerek mi?
3. Laiklikle ilgili berraklık nasıl oluşturulacak? "Laiklik devlet ve din işlerinin ayrışmasıdır. Laiklik bütün dinlere eşit mesafededir; devlet düzenini, toplumu ve bireyleri dinlerin saldırısına karşı korumak zorundadır" tanımı yeterince berrak ve kesin değil mi?
4. Erkan Mumcu’nun laiklik konusunda, programında "Fırka efkár ve itikat-ı diniyeye hürmetkardır" diyen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’dan farkı ne; Cumhuriyet devrimlerini halkın benimsediği ve benimsemediği devrimler diye ikiye ayıran Adnan Menderes’ten, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu kaldırmayı düşünen Süleyman Demirel’den, laikliğe tahammül edemeyen Turgut Özal’dan, İslami karşı-devrim projesinden vazgeçmeyen Erbakan Hoca’dan ve bu zatların toplam karesi olan Başvekil Erdoğan’dan farkı ne?
Onlar da Türkiye’yi rejim/halk ikiliğinden kurtarmak için laikliği kurban etmek istiyorlardı.
SADECE ’SAĞ’LAR
Merkez sağ 1950’den bu yana gerçekten demokrat ve laik olamadığı için sadece "sağ" olabilmiştir. Hırsızla daha çok hırsızlık yaparak, dolandırıcı ile daha hızlı dolandırarak, fahişe ile daha çok fahişelerek mücadele edilemez. Bunu hiçbir zaman anlayamadı(lar)!
(Cumaya: Türkiye’de merkez sağ olamamak.)
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2008
AVRUPA demokrasilerinde merkez sağ partiler ve dahası Hıristiyan demokrat partiler bile her zaman laiklik sınırları içinde kalmışlar, hiçbir zaman dini siyasete alet etmemişlerdir. Fransa’da De Gaulle’den Jacques Chirac’a birçok sağcı devlet adamı en azından sol kadar laikliğin savunucusu olmuşlardır. İngiltere’de de, Almanya’da da öyle. Günümüz İspanyol iktidarı kilise karşısında daha çok laik olma peşinde mücadele etmekte.
AYNI İLLET
Oysa, Türkiye merkez sağı hiçbir zaman gerçekten cumhuriyetçi ve laik ol(a)mamıştır. Türkiye’nin ve merkez sağının trajedisi de bu "olamamışlık"tan kaynaklanmaktadır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da, Serbest Cumhuriyet Fırkası da, Mustafa Kemal’i yarı yolda bırakan ya da Mustafa Kemal’in yolunu ayırdığı paşa arkadaşları da aynı illeti paylaşmışlardır.
Demokrasi mühendisleri, demokrasi kervanının başına Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı yerleştirdikten sonra saymaya başlarlar: Demokrat Parti, Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, ANAP. Bu partilerden hangisinin laiklikle hiçbir sorunu olmadığını iç rahatlığıyla söyleyebiliriz? Cumhuriyet ve laiklik karşıtı bütün siyasal akımlar 1924 yılından bu yana bu partilerin içinde yer almıştı.
AKP’ye kadar, Erbakan Hoca’nın Milli Görüş partilerine karşın İslamcı siyasetin birçok temsilcisi bu partilerin çatısı altında idi.
MUMCU’NUN SAPTAMASI
19 Mayıs tarihli Radikal Gazetesi, Anavatan Partisi Lideri Erkan Mumcu’nun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazıp gönderdiği mektubun bir bölümünü yayınladı.
Erkan Mumcu’nun ilk saptaması şöyle:
"Türkiye, bir ’siyasal sistem krizi’nin içinden geçmektedir. Bu krizin ideolojik göstergesi laikliktir. İktidar partisi hakkında açılan kapatma davası bu krizin yeni bir safhasıdır. Önümüzde belirsizlik ve kaos vardır ve krizin devlet krizi haline dönüşmesi ciddi bir olasılıktır."
Çok doğru bir saptama. Saptama doğru ama bu saptamayı yapan ne yapacak: Cumhuriyet’in laiklik anlayışından mı, yoksa AKP’nin laiklik anlayışından mı yana tavır koyacak, yoksa hakem rolümü yapacak?
* * *
Erkan Mumcu yazıyor: "Yaşadığımız krizin dışavurumu ise laiklikle ilgili anlayış farklılıkları üzerinden gerçekleşmektedir. Laiklik, milli egemenlik ilkesinin öteki yüzüdür. Bu anlamda, devlet erklerinin yegáne referans kaynağının beşeri irade olması demektir. // Bununla birlikte laikliğin, dinin toplumsal hayattan da tasfiyesini isteyen bir ideolojiye dönüştürülmesi kabul edilemez. İktidar partisi hakkındaki iddianame böyle bir yanlış anlayışı yansıtmaktadır."
BELAGAT BATAKLIĞI
Erkan Mumcu’nun mektubundan alıntıladığım bölüm tam anlamıyla bir belagat bataklığı gibi. "Beşeri irade" nedir, ne anlama gelmektedir Allah aşkına? Dinin toplumsal hayattan tasfiyesini Cumhuriyet mi istemekte?
Laik Cumhuriyet’in ne anlama geldiğini kavrayamamış Erkan Mumcu, Türkiye merkez sağının geleneksel trajedisini sürdürmekte. Yarın işin komedi yanıyla ilgileneceğim!
Yazının Devamını Oku 22 Haziran 2008
ÇUKUROVA Holding’in kurucularından, ülkenin en eski at yetiştiricilerinden Sadık Eliyeşil vefat etti. Ailesine ve at yetiştiricileri camiasına başsağlığı dilerim. Sadık Eliyeşil, vitrinde biri değildi. Kimliği ve kişiliği, mensup olduğu ilginç aile konusunda, iş ortakları ve akrabaları olan Karamehmet’in Gazetesi Akşam yeterince bilgi vermedi.
Peki, ne sanayici ne de at yetiştiricisi olan ben, bu yazıyı neden yazıyorum?
İŞÇİLİK YAPTIM
Çukurova Sanayi Şirketi Mersin İplik ve Dokuma Fabrikası benim hayatımda çok önemli bir rol oynamıştır. 1949-1955 yılları arasında yaz aylarında en az üç ay işçilik yaptım bu fabrikada. Babam romansı hayatının son dönemlerinde bu fabrikada kantar ve ambar kátibi olarak çalışıyordu. O yıllarda "kátip" okumuş adam demekti. Orhan Kemal da kátipti!
Babam bu fabrikada ilkin işçi temsilcisiydi. Daha sonra Tekstil İşçileri Sendikası ve Teksif Federasyonu’nun kurucularından biri oldu.
Çukurova Sanayi İşletmeleri’nin gerçek kurucusu Sadık Eliyeşil’in amcası Şadi Eliyeşil’dir.
İki fabrika vardı. Birini Şeşati ailesinden satın almışlardı. Bu fabrika sonra yandı.
Mersinli tarihçiler, 1950’ler Mersin’ini mutlaka incelemelidir.
468665’İN ANLAMI
12 Mart döneminde gözaltına alındığımda, binbaşı rütbeli savcı, nüfus hüviyet cüzdanımdaki 468665 sayısının ne anlama geldiğini sormuştu. Bilmiyordum. Ürpermiştim. Nüfus cüzdanını alıp baktım: 468665’in önünde "İhtiyarlık Sigortası No:" yazıyordu. Anımsadım ve Sosyal Sigortalar Sicil Numaram olması gerektiğini söyledim. Şaşırdı. Karşısında TRT Türkiye Televizyonları Redaksiyon Müdürü oturuyordu. "Sen işçilik de mi yaptın, hımmm?" diye hayretini gizlemedi.
Süleyman Demirel’in Milliyetçi Cephe hükümetlerinin baskısından bıktığım, her an TRT’den atılacağımı düşündüğüm için oturup Mersin Sosyal Sigortalar Müdürlüğü’ne bir dilekçe yazdım ve 468665 numaraya sigorta primi yatırılıp yatırılmadığını sordum. Kısa bir süre sonra cevap geldi. Çalıştığım her günün karşılığı olarak sigorta primi yatırılmıştı; toplam prim ödenmiş süre 14-15 ayı buluyordu.
Gelen belgeleri Emekli Sandığı’na aktardım ve söz konusu süre emeklilik süreme eklendi. 1982 yılında zorla emekli yapıldığım zaman, emeklilik sürem 25 yıl + 1 gün idi. Gerekli yasal süreden bir gün fazla! Çukurova Sanayi İşletmeleri’nin prim yatırmadığını bir düşünün.
1950’DE KREŞ VARDI
Bu öykü bugün sona ermeyecek. Zaman zaman anlatacağım. Mersin fabrikasında 1950’lerde çalışan kadınların çocukları için kreş vardı; sürekli doktor ve revir vardı. Babama pek iyi davranmamalarına karşın işçilerin sendikalaşmasına pek karşı koymadılar.
Bana gelince: Paranın iktidarına, iktidarın otoritesine karşı tek savunma ve güç kazanma olanağımın yazı ve şiir’de olduğunu bu fabrikanın pamuk tozlu, rutubetli, gres ve makine yağlı ortamında farkına vardım. Makine uğultuları arasında Trabzon kökenli, Sorbonlu kantar kátibi Osman Topaloğlu’ndan biraz Fransızca öğrendim. Çalışma disiplinini de!..
Babamı fabrika bacasına tırmanmaya zorlayan Sadık Eliyeşil, o yıllarda 26-27 yaşında yakışıklı bir genç idi. Allah rahmet eylesin!
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2008
DÜNKÜ yazımda Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu’nun soru önergesinin gerekçelerini aktarmıştım. Sıra milletvekilinin yanıtlanmasını istediği sorulara geldi: * * *
Tüm bu gerçekler ve iddialar ışığında, aşağıdaki sorularımın yanıtlanmasını istiyorum:
1. Hem ulusal güvenlik hem de ulusal teknolojimiz açısından değerlendirecek olursanız, sizce Türk Telekom sıradan bir emlaktan farklı bir gayrimenkul müdür? Öyleyse, o zaman gerek 2005’te yapılan blok satışta gerekse geçtiğimiz günlerde yapılan halka arzda sıradan emlak satmaktan daha farklı olarak ne yapılmıştır?
2. Türk Telekom’un hisselerinin çok ucuza piyasaya sunulduğu gerçeğini inkár etmek mümkün mü? Tüm teknik göstergelere göre, hisselerin en az %50 ucuza sunulmasının açıklaması yukarıdaki üç iddiadan farklı olarak ne olabilir?
3. Mayıs 2008’de gerçekleştirilen halka arz ile ilgili olarak danışman firmalarca ve/veya aracı kurumlarca belirlenen Şirket (Türk Telekom) değeri nedir? Belirlenen halka arz fiyatı ile aracı kurumlarca tespit edilen değer arasında fark var mıdır? Var ise bu fark ne kadardır? Bu farka rağmen, hangi gerekçe ile ilan edilen halka arz fiyatı kabul edilmiştir?
4. Yurtdışında yerleşik yabancılara yapılan satış önceden belirlenen alıcılara mı yapılmıştır? Belirli alıcılara satış yapılmış ise alıcılar nasıl ve hangi yöntemle belirlenmiştir? Kesinleşen verilere göre Türk Telekom hisselerinin satışının yapıldığı yabancı alıcılar (şahıs/şirket) kimlerdir? Bu bilgi kamuoyu ile neden paylaşılmıyor?
5. Halka arz sonrası, Türk Telekom yönetiminde bir değişiklik olacak mıdır?
6. Zaman içerisinde, Türk Telekom’un kimin veya kimlerin kontrolünde olacağı ülkemiz açısından önemli midir? Önemliyse, Oger Telekom’un %35 hissesinin geçtiğimiz aylarda Saudi Telecom’a satışı, geçtiğimiz günlerde yabancı kurumsal yatırımcılara yapılan hisse satışları ve ileride olabilecek hisse el değiştirmeleri sonucunda Türk Telekom’u kimin veya kimlerin kontrol ettiği nasıl belirlenecek? Bu bilgi kamuoyu ile paylaşılacak mı? Nasıl?
* * *
Bazı ülkelerde "telekomlar" ülkenin stratejik sektörü sayıldığı için özelleştirme dışı tutuluyor. Dahası yabancılara satılmış olan Yunan Telekomu’nda yaşanan dinlemeyle ilgili skandalı da anımsıyoruz.
Avrupa Birliği ülkelerinde bile kamunun ekonomideki payı Türkiye’nin payının iki katıyken bu özelleştirme çılgınlığı neden? Bu stratejik sektör Türkiye aleyhine kullanılırsa ne yapılacak, bu kullanım engellenebilecek mi?
Başbakan soru önergesini yanıtladığı zaman, istenirse, kamuoyunu bilgilendirmek için onun yanıtını da yayınlayacağım.
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2008
AVRUPA Birliği Uyum Komisyonu ve Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu, 20.05.2008 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın yazılı olarak yanıtlaması için TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi. Bu türden önergelerden kamuoyunun habersiz kaldığını düşünerek, milletvekilinin eleştirel metnini ve sorularını aktarıyorum:
DÜŞÜKLÜK GÖSTERGELERİ
Türk Telekom’un (TT) devlet elinde kalan % 45 hissenin üçte biri; yani, TT’nin % 15’i 25 Nisan 2008’de SPK onayı aldıktan sonra piyasaya çıkarılmış, daha sonra da talep toplama süreci başlatılmıştır. Süreç, 15 Mayıs 2008 günü TT hisselerinin İMKB’de işlem görmeye başlaması ile sona ermiştir. Bu süreç ile ilgili, kamu yararını yakından ilgilendiren şu gerçekler öne çıkmaktadır:
Piyasaya çıkan hisselerin yaklaşık % 40’ı yurtiçinde halka, % 60’ı ise yurtdışında yatırım fonlarına, yani kurumsal yatırımcılara sunulmuştur.
Piyasada 4.60 YTL hisse fiyatına yapılan arza göre, TT’nin değerinin 12.9 milyar dolar olduğu varsayıldı. Bu değerin çok düşük olduğunun en az iki göstergesi vardır:
- Zaman üzerinde bir karşılaştırma: 2005 yılında TT’nin % 55’i 6.6 milyar dolara satıldığına göre o zaman TT’nin değeri 11.9 milyar dolardı. Bu rakamlara göre, 2005 yılında TT hisselerinin fiyat-kazanç oranı 9’du. Şimdi belirlenen halka arz fiyatı ile, şimdi fiyat-kazanç oranı 6.6’ya düşmüştür. Her ne kadar, 2005 blok satışı stratejik bir işlem olduğu için şimdiki halka arzın daha düşük fiyata sunulması beklense de, fiyat-kazanç oranına bakarak hisse fiyatının % 50 daha ucuza sunulduğu görülüyor. Üstelik, 2005-2007 arasında TT’nin geliri % 42 artmıştır, Avea’da sahibi olduğu hisse miktarı %81’e tırmanmıştır ve sabit hat ses iletişiminin % 98’ini kontrol eden fiili bir tekel konumunu korumuştur.
- Mekán üzerinde bir karşılaştırma: Yükselen Pazarlar denilen ülkelerin Telekom firmalarının ortalama fiyat-kazanç oranı 12’nin üstündedir. Gelişmiş Pazarlar denilen ülkelerin fiyat-kazanç oranı ise 13’e yakındır. Çok daha rekabetçi bir piyasada bulunan Türkcell’in fiyat-kazanç oranı 11’dir.
Her ne kadar, İMKB’de ilk günlerde TT hisse fiyatları birden tırmanışa geçmediyse de, bunun da teknik nedenleri bilinmektedir. Ayrıca, fiyatların bir yıl içerisinde gerçek değerini bulacağı da bilinmektedir.
ORTADAKİ 3 İDDİA
Yukarıdaki gerçekler ışığında, TT hisselerinin bu kadar ucuz bir fiyatla piyasaya sunulmasını açıklayabilecek üç iddia ortaya çıkmaktadır:
Birincisi, TT hisselerinin "batan geminin malları" gibi piyasaya sunulduğudur. Finans dünyasının en büyük ve en güvenilir haber ve hizmet firması olan Bloomberg, 14 Mayıs 2008 tarihinde, cari açığı kapatmak için çaresiz duruma düşmüş Türkiye’nin TT’yi çok ucuza satmakta olduğunu ve bunun yatırımcılar için önemli bir fırsat olduğunu yazmıştır.
(Bkz:http://www.bloomberg.com:80/apps/news?pid=20601213&refer=home&sid=astv00kFAQSQ)
İkincisi, TT hisselerini ucuza sunarak, alıcılardan komisyon şeklinde nemalananların olduğudur.
Üçüncüsü ise, yukarıdaki iki iddianın ikisinin de doğru olabileceğidir; yani, bir yandan dış kaynak edinme telaşıyla TT hisselerini ucuza satarken, bir yandan da TT hisselerini ucuza alanlardan nemalanmak. (Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2008
ANAYASA Mahkemesi’nin Anayasa değişikliklerini reddetmesinden sonra yayınlanan birkaç gazete manşetini uyanık dikkatinize sunuyorum:<br><br>- "Hukuka Tecavüz: Anayasa Mahkemesi, Meclis’in yasama yetkisini çiğneyerek Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki ’eşitlik’ düzenlemelerini iptal etti." (Yeni Şafak, 06.06.08) - "Mahkeme CHP’nin talebine uydu, hukukçular isyanda" (Zaman, 06.06.08)
- "Meclis’ten 411 kabul oyuyla geçen türban değişikliği iptal edildi: Egemenlik Kayıtsız Şartsız Yargıçlarınmış" (Taraf, 06.06.08)
- "Türkiye’de, adına ’demokrasi’ dedikleri sistem, böyle işliyor: 9 büyüktür 411’den" (Vakit, 06.06.08)
- "9’u da yargılanmalı: Hukukçular, Anayasa Mahkemesi’nin 9 üyesinin ’TBMM’nin görevlerini engellemek’ten dolayı TCK 311’den ve ’yetki’lerini aştıkları için ’Anayasa’nın 148. maddesini ihlal’den yargılanabileceğini söylüyor" (Vakit, 07.06.08)
- "Anayasa Mahkemesi Hukuk Misyonunu Bitirdi. Milletin Ortak Sesi: Redd-i Hakim" (Vakit, 10.06.08)
TARAF’IN GAYRETİ
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına karşı oy veren iki üyesinden biri olduğu söylenen Başkan Haşim Kılıç bu manzara karşısında "Ümmet-i Müslüman can kurtaran yok mu?" diye haykırırcasına "Ben ve öteki üyeler saldırıya uğruyor, hedef gösteriliyor!" diyor. (Gazeteler, 14.06.08)
Buna ek olarak bir de Paksüt-Başbuğ görüşmesi var: Bu konularda birinciliği Vakit’in elinden almaya kararlı Taraf Gazetesi şöyle manşet atmış: "Fena halde yakalandılar!" (14.06.08)
- "Fenerbahçe’yi konuştular!" (Yeni Şafak, 14.06.08)
- "Karargahta gizli oturum!" (Star, 14.06.08)
- "Paşa’ya üç soru: 1. Ağlama duvarındaki siz misiniz? 2. Kökü dışarıda kulüpte (’Büyük Kulüp’ işaret ediliyor. Ö.İ) işiniz ne? 3. AYM Başkanvekili Paksüt ile ne görüştünüz?" (Vakit, 14.06.08)
* * *
İslamcı, Fethullahçı, Nurcu, Besleme, Uzaktan Kumandalı basın tarafından kaynatılan fesat kazanının içeriğini Radikal (14.06.08) çok iyi özetlemiş: "Ankara’da acemice psikolojik savaş!"
AYNI OYUNLAR
"Psikolojik savaş!" İster soğuk, ister sıcak savaşta olsun psikolojik savaşı gizli servisler yönetir. Olanlar, başımıza gelenler hesaplı ve kitaplı. Artık iyice eminim. Geçen hafta Sofya ve Varna’da yapılan "Dokuzuncu Dünya Yazarlar Toplantısı"nda idim. Orada aralarında eski Sovyetik ülkelerin, göz göre parçalanan Yugoslavya’nın kalıntılarının temsilcileri olmak üzere dünyanın dört bir yanından yazarlarla uzun uzun görüştük ve konuştuk.
Yugoslavya’da, Gürcistan’da, Bulgaristan’da, Ukrayna’da oynanan oyunlar Türkiye’de de sahneleniyor. Bu ülkelerde sahneye çıkan gizli servis güdümlü yabancı vakıflar, enstitüler, STK’lar Türkiye’de de fesat mutfaklarına egemen durumda.
Kafamdaki yazı programım tamamlandıktan sonra Bulgaristan ve Dünya Yazarlar Toplantısı gözlemlerimi yazacağım.
Yazının Devamını Oku