Önce sen demokrat ol, bir engel mi var, yok, sonra demokratik anayasayı yaparsın. Sözüm meclisten dışarı, bir faşist, demokratik bir anayasa yapabilir mi?
Bağlayıcı metinler önemlidir, ama insan öğesi çok daha önemlidir.
Bir faşist yürürlükteki çok demokratik bir anayasaya karşın faşist bir rejim kurabilir.
Bir demokrat, tam anlamıyla demokratik olmayan anayasa ile kusursuz bir demokratik yönetim kurabilir. Var mı itirazı olan?!
YAĞ-YOĞURT-AYRAN!
Olay şu:
Horasan’da falan Türklerin Müslüman oldukları ilk yıllar. Kışın oruç tutmuşlar. Herhangi bir şikâyetleri olmamış. Dinsel takvimde sene seneden on gün önce geldiği için ramazan ayı gele gele temmuz-ağustosa gelmiş. Günler çok uzun, sıcaklık gölgede 40-50 santigrat derece. Oruç işi bizimkilerin zoruna gitmeye başlamış. Kendi aralarında konuşmuşlar ve Bey’e gitmeye kadar vermişler. Bey bizimkileri iyice dinledikten sonra onları haklı bulmuş ve ramazan orucunu kış aylarına almaya karar vermiş.
Kitapta, beyin adı tam olarak yazıyordu. Kitap bir gün ortaya ve karşıma çıkacak, ama ne zaman, oysa şu anda gerekli bana.
Şuraya geleceğim: Dinsel takvime göre Kutlu Doğum Haftası her yıl bir önceki yıldan 10 gün erken kutlanması gerektiği halde, neden bir süredir aynı günlerde kutlanıyor? Birkaç yıl önce 23 Nisan bayramını da içine alacak şekilde kutlanmaktaydı. İtirazlar, eleştiriler oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı, şükürler olsun ki 23 Nisan’ı serbest bıraktı!
Bu, şu demektir: Anayasa Mahkemesi, halkın bir bölümünün eğilimlerini dikkate alarak, AKP türünden din referanslı partilerin laiklik ilkesine karşı girişimlerin odağı olduğunu görmesin! Kamu zararına yapılan özelleştirmelere göz yumsun! Danıştay, YÖK’ün imam hatipleri üniversitelerde egemen duruma getirmek için çevirdiği dolaplara engel olmasın! Çünkü halkın bir bölümü cumhurbaşkanlarının, başbakanların, bakanların, milletvekillerinin, valilerin, kaymakamların, yargıçların ve bilumum meslek erbabının aynı zamanda “imam” olmasını da istermiş.
Bu durumda Anayasa’ya, yasalara, yüksek mahkemelere ne gerek var, 365 gün her konuda halkoyuna başvurulur ve olur biter! Bu kafa demokrat kafa değil, “demirkırat” kafa! Bu kafa ile ne demokrat ne de cumhuriyetçi olunur! Sadece kul ve despot olunur.
KUSUR ANAYASA’DA DEĞİL
Cumhuriyet’in ilk anayasası 86 yıl önce bugün (20 Nisan 1924) kabul edilmişti. Daha sonra bu Anayasa 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra değiştirildi. Bu iki anayasaya da kendi içinde de onlarca organ nakli, makyaj ve estetik ameliyat yapıldı.
Kimileri (siyasal İslamcılar ve öteki “ana rahmine haklı düşenler”) Cumhuriyet’in değerleri ile halkın değerlerinin çeliştiğini, Anayasa’nın (anayasaların) halkın değerlerini yansıtmadığını ileri sürerler.
Şimdi, dönemin her türlü verilerini değerlendirerek bunu anlamak mümkün.
TOPRAK REFORMU OLMADAN
Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadığı dönemde her şeye muktedir olduğu sanılır. Hayır, her şeye muktedir değildi. Çok istediği halde toprak reformu yapamadı, yaptıramadı, yaptırmadılar ve gözü açık gitti. Meclis açılış konuşmalarının hepsinde toprak reformunun gereklilik ve zorunluluklarından söz eder.
Köy Enstitüleri açılırken (17 Nisan 1940) zamanlama hatası yapıldı. Dönemin iktidarı toprak reformu yapmadan, bu reformda kullanılacak kadronun hazırlanmasını öne aldı. Önce kadroyu hazırlayacak, sonra toprak reformu yapacaktı. Bu, bir hata idi. Atatürk’e bile toprak reformu yaptırmayan şeyh, aşiret reisi, ağa, bey, mir, mütegallibe düzeni Köy Enstitüleri’nin yaşamasına izin veremezdi. Vermedi.
Merak ediyorum, aynı cevval ve acımasız tavrı Türban dostlarının gösterilerine karşı gösterirler miydi?
MESLEKSİZ BIRAKMA TUZAĞI
Gençler, düşünceyi açıklama özgürlüğünün koruyucu kanatları altında üniversiteye giriş sınavlarını protesto ediyorlardı. Gençler, Anayasa’nın ilke ve ruhuna aykırı paralı eğitimi, dershaneleri, ilkiyle, ortasıyla, yükseğiyle bütün eğitim sistemini protesto ediyorlardı.
Çevik Kuvvet’in çevik coplarına tanıklık eden televizyon haberlerinin içinde YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın “üniversiteye sınavsız giriş” müjdesi de vardı. Ciddi bir ülkede 24 saat içinde görevden alınmayı gerektirecek hafifliktir bu: Üniversiteye giriş kapısından 18-20 yaşında dönen gençlerimizi 25-30 yaşlarına kadar oyalayıp mesleksiz bırakacak bir tuzak bu. Mesleğine saygılı ve ülkesinin gençlerini seven bir YÖK Başkanı böyle bir uydurukçuluğa başvuramaz ve “Arkadaşlar, üniversiteye giriş sınavını kazanamayanlar, sınavsız girdikleri hukuk fakültesini asla bitiremezler. Üniversite sınavını kazanamayanların aslında liseyi de bitirememesi gerekirdi” demesi gerekmez miydi?