Özdemir İnce

Önce sen demokrat ol!

23 Nisan 2010
MEVCUT Anayasa demokratik olmadığı için ağalarımız, beylerimiz demokrat olamıyormuş. Bahaneye bak!

Önce sen demokrat ol, bir engel mi var, yok, sonra demokratik anayasayı yaparsın. Sözüm meclisten dışarı, bir faşist, demokratik bir anayasa yapabilir mi?

Bağlayıcı metinler önemlidir, ama insan öğesi çok daha önemlidir.

Bir faşist yürürlükteki çok demokratik bir anayasaya karşın faşist bir rejim kurabilir.


Bir demokrat, tam anlamıyla demokratik olmayan anayasa ile kusursuz bir demokratik yönetim kurabilir. Var mı itirazı olan?!

YAĞ-YOĞURT-AYRAN!


Yazının Devamını Oku

Deniz Baykal ve Kutlu Doğum Haftası

21 Nisan 2010
YILLAR önce bir önsözde okumuştum ve altını çizmiştim. Kitabın adı hiç aklımdan çıkmaz sanıyordum. Çıkmış. Kitaplıkta aradım aradım bulamadım kitabı. Bu nedenle referans veremeyeceğim. Bilen varsa bana lütfen haber versin.

Olay şu:

Horasan’da falan Türklerin Müslüman oldukları ilk yıllar. Kışın oruç tutmuşlar. Herhangi bir şikâyetleri olmamış. Dinsel takvimde sene seneden on gün önce geldiği için ramazan ayı gele gele temmuz-ağustosa gelmiş. Günler çok uzun, sıcaklık gölgede 40-50 santigrat derece. Oruç işi bizimkilerin zoruna gitmeye başlamış. Kendi aralarında konuşmuşlar ve Bey’e gitmeye kadar vermişler. Bey bizimkileri iyice dinledikten sonra onları haklı bulmuş ve ramazan orucunu kış aylarına almaya karar vermiş.

Kitapta, beyin adı tam olarak yazıyordu. Kitap bir gün ortaya ve karşıma çıkacak, ama ne zaman, oysa şu anda gerekli bana.

Şuraya geleceğim: Dinsel takvime göre Kutlu Doğum Haftası her yıl bir önceki yıldan 10 gün erken kutlanması gerektiği halde, neden bir süredir aynı günlerde kutlanıyor? Birkaç yıl önce 23 Nisan bayramını da içine alacak şekilde kutlanmaktaydı. İtirazlar, eleştiriler oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı, şükürler olsun ki 23 Nisan’ı serbest bıraktı!

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet’in değerleri halkın değerleri

20 Nisan 2010
KİMİ ulemaya göre: Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay gibi yüksek mahkemeler halkın eğilimlerine önem vermedikleri için halka yabancılaşıyorlarmış.

Bu, şu demektir: Anayasa Mahkemesi, halkın bir bölümünün eğilimlerini dikkate alarak, AKP türünden din referanslı partilerin laiklik ilkesine karşı girişimlerin odağı olduğunu görmesin! Kamu zararına yapılan özelleştirmelere göz yumsun! Danıştay, YÖK’ün imam hatipleri üniversitelerde egemen duruma getirmek için çevirdiği dolaplara engel olmasın! Çünkü halkın bir bölümü cumhurbaşkanlarının, başbakanların, bakanların, milletvekillerinin, valilerin, kaymakamların, yargıçların ve bilumum meslek erbabının aynı zamanda “imam” olmasını da istermiş.

Bu durumda Anayasa’ya, yasalara, yüksek mahkemelere ne gerek var, 365 gün her konuda halkoyuna başvurulur ve olur biter! Bu kafa demokrat kafa değil, “demirkırat” kafa! Bu kafa ile ne demokrat ne de cumhuriyetçi olunur! Sadece kul ve despot olunur.
KUSUR ANAYASA’DA DEĞİL
Cumhuriyet’in ilk anayasası 86 yıl önce bugün (20 Nisan 1924) kabul edilmişti. Daha sonra bu Anayasa 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra değiştirildi. Bu iki anayasaya da kendi içinde de onlarca organ nakli, makyaj ve estetik ameliyat yapıldı.

Kimileri (siyasal İslamcılar ve öteki “ana rahmine haklı düşenler”) Cumhuriyet’in değerleri ile halkın değerlerinin çeliştiğini, Anayasa’nın (anayasaların) halkın değerlerini yansıtmadığını ileri sürerler.

Yazının Devamını Oku

The Second Annual Nâzım Hikmet Poetry Festival

18 Nisan 2010
AMERİKA’nın North Carolina eyaletinde yaşayan Pelin Bali adlı vatandaşımızdan, 17 Ocak 2010 tarihli bir e-posta almıştım. “Nâzım Hikmet Yaşıyor” (15 Ocak 2010) başlıklı yazımı okuyunca, yaptıkları ve sürdürmeyi düşündükleri bir girişimi bana haber vermeyi düşünmüş: “Geçen sene bazı arkadaşlar bir araya gelerek Nâzım Hikmet anısına bir etkinlik yapalım diye konuşmaya başladık. Önce kendi aramızda bir şiir okuma günü olsun diye konuşurken, hem Nâzım Hikmet’i tanıtan hem de yöredeki Amerikalı şairleri de kapsayan bir etkinlik fikri oluşmaya başladı. Böylece ‘1. Nâzım Hikmet Poetry Festival’ doğdu. Festival, şiir yarışmasını kazanan şiirlerin okunmasını ve çeşitli konuşmacıları içerdi. American Turkish Association of North Carolina (http://www.ata-nc.org) derneğinin düzenlediği ve tamamıyla bir gönüllü ordusu tarafından ve yapılan bağışlarla yürütülen bu etkinliğin bu sene ikincisini yapıyoruz. Festivalle ilgili bilgiyi http://www.nazimhikmetpoetryfestival.org sitesinden bulabilirsiniz. Geçen seneki festivalle ilgili bilgiye http://www.nazimhikmetpoetryfestival.org/index.php?id=12 adresinden ulaşabilirsiniz.”
ONLAR BİRŞEY KAYBETMEDİ
Pelin Bali’nin sözünü ettiği “Nâzım Hikmet Şiir Festivali”nin ikincisi, bugün, “Page-Walker Arts & History Center, Cary NC” adresinde yapılıyor.
Nâzım Hikmet düşmanlığını meslek edinmiş Türk “milliyetçi-mukaddesatçıları”nın öngörüsü böylece bir kez daha fos çıkmış oluyor. ABD gibi antikomünist bir ülkede Türk ve ABD’li şiirseverler, bu yıl, onun adına ikinci kez toplanıyorlar. Şiir yarışmasına, Alaska’dan Malta’ya, İngiltere’den Türkiye’ye kadar birçok ülkeden 175 şair katılmış, 500’den fazla şiir gelmiş. 10 finalistten biri Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan bir ABD’li.
Berlin Duvarı yıkılıp Komünist Blok dağılmadan önce Nâzım Hikmet, Pablo Neruda, Yannis Ritsos, Nicolas Guillen, Rafael Alberti gibi şairlerin büyüklüklerini ideolojilerine ve resmi parti propagandalarının etkisine bağlarlardı. Bu sav da boş çıktı. Eski Sovyetik halklar eskisi kadar şiir okumuyorlar belki. Ama bu şairler şairliklerinden hiçbir şey yitirmediler.
DÖNME LİBERALLERE BENZEMİYOR
Nâzım Hikmet bir komünist olmasına karşın bizim için büyük bir şair ve büyük bir insan! Çünkü büyük bir yurtsever! Ne hapishanede, ne de yurtdışında sürgünde, ülkesi, halkı ve tarihi hakkında tek bir olumsuz cümle söyledi. Sadece düzeni ve hükümet eden iktidarları eleştirdi. Yani günümüzün naylon demokratlarına, dönme liberallerine hiç mi hiç benzemiyor.
Nâzım Hikmet bütün çağların en büyük şairlerinden biri! Çünkü bir öncü, devrimci ve yenilikçi. Türk şiirini dönüştüren en önemli etken-şair. Bugün onun şiirini dinleyen ABD’liler kendi şairleri Walt Whitman’ı, Ezra Pound’u, Allen Ginsberg’i düşünecekler.
Kuzey Carolina (NC) Amerikan-Türk Derneği’ni ve festivalin düzenleyicileri (Buket Aydemir, Pelin Bali, Erdağ Köknar, Mehmet Öztürk, Birgül Tuzlalı) kutlarım.
Yazının Devamını Oku

Köy Enstitüleri kederi

17 Nisan 2010
TARİHSEL söylemde (discours) “Teyzemin bilmem nesi olsaydı, dayım olurdu” türünden hesaplar olmaz ama ben bu yazıda öykünün trajik yanının ortaya çıkması için bu yönteme başvuracağım: Köy Enstitüleri 1925-1935 arasında kurulsaydı; aynı yıllar arasında toprak reformu yapılabilseydi; imam hatip projesi yozlaştırılmasaydı, Türkiye şu anda Avrupa standartlarının üzerinde olurdu!

Şimdi, dönemin her türlü verilerini değerlendirerek bunu anlamak mümkün.

TOPRAK REFORMU OLMADAN

Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadığı dönemde her şeye muktedir olduğu sanılır. Hayır, her şeye muktedir değildi. Çok istediği halde toprak reformu yapamadı, yaptıramadı, yaptırmadılar ve gözü açık gitti. Meclis açılış konuşmalarının hepsinde toprak reformunun gereklilik ve zorunluluklarından söz eder.

Köy Enstitüleri açılırken (17 Nisan 1940) zamanlama hatası yapıldı. Dönemin iktidarı toprak reformu yapmadan, bu reformda kullanılacak kadronun hazırlanmasını öne aldı. Önce kadroyu hazırlayacak, sonra toprak reformu yapacaktı. Bu, bir hata idi. Atatürk’e bile toprak reformu yaptırmayan şeyh, aşiret reisi, ağa, bey, mir, mütegallibe düzeni Köy Enstitüleri’nin yaşamasına izin veremezdi. Vermedi.

Yazının Devamını Oku

Anayasa cihadı

16 Nisan 2010
PROF. Dr. Erdoğan Teziç’in hatmettiğim “Anayasa Hukuku” (Beta) kitabında AKP’nin önerdiği türden bir (kısmi) değişiklik ya da değiştirme yöntemi yok. Prof. Dr. Ergun Özbudun ile Prof. Dr. Ömer Faruk Gençkaya’nın “Türkiye’de Demokratikleşme ve Anayasa Yapımı Politikası”ında (Doğan Kitap) ve Doç. Dr. Serap Yazıcı’nın “Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye” (Bilgi Üniversitesi) adlı kitabında var mı, bilemiyorum. Yeni yayınlandıkları için henüz okuyamadım. Bununla birlikte, bu iki kitapta da bu türden tepeden inmeci ve zorba bir tarzın onay göreceğini sanmıyorum.
KARŞI-DERVRİMCİ YORUMCU
Bugünkü Anayasa Mahkemesi’nin oluşum tarzını ve zihniyet yapısını beğenmeyenler ilginç görüşler ileri sürüyor: Venedik Komisyonu, “...‘oyların yüzde 46’sından fazlasını almış iktidar partisini’ irtica odağı sayan bir mahkemenin ‘Türk toplumundaki muhtelif eğilimleri yeterince yansıtmadığı’...” görüşünü savunuyormuş.
Oysa Yargıtay Başsavcısı AKP’nin kapatılması davasını Anayasa’nın 2. maddesine dayanarak açtı. Anayasa Mahkemesi de AKP’nin bir irtica odağı olduğuna gene Anayasa’nın 2. maddesini referans yaparak karar verdi.
Anayasa’nın 2. maddesinde laiklik ilkesi yer almasaydı bu işlemler olmazdı. Anayasa’nın 2. maddesini şimdilik değiştiremeyeceğini çok iyi bilen AKP, bu engeli, yüksek mahkemenin yapısını ve oluşumunu değiştirerek aşmayı düşünüyor.
Aynı durum Danıştay ve HSYK için de söz konusu. Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilemeyeceğini bildiği için şimdilik bunların yapısını ve oluşumunu değiştirmek istiyor. AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nde, Danıştay’da ve HSYK’da karşı-devrimci yorumculara ve yorumlara ihtiyacı var.
İLK 4 MADDE UYUYABİLİR
Öyle bir Anayasa Mahkemesi ve Danıştay ki Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çiğnenmesine ses çıkarmayacak; imam hatiplerin klasik liselerin yerini almasına göz yumacak, bu amaçla YÖK’ün oynadığı alicengiz oyunlarını kabul edecek.
Öyle bir HSYK ki, yürütmenin buyruk ve kuyruğunda karşı-devrimci işlemlerin yürürlüğe girmesine kolaylık gösterecek. AKP bu konudaki planlarına gerçekleştirebilirse, Anayasa’nın değişmez ilk dört maddesi yerlerinde mışıl mışıl uyuyabilir. İşte bu nedenle olacak ki serinkanlı ve uzlaşarak yapılması gereken bir işi, cihat anlayışıyla ele alıyor.
Yazının Devamını Oku

Çevik coplar gösterisi

14 Nisan 2010
ÇEVİK Kuvvet birimi, Polis Teşkilatı’nın 165’inci kuruluş yıldönümünü gençler üzerinde parlak bir gösteri ile kutladı. 165. yıldönümüne, Avrupa Birliği’ne, Venedik kriterlerine ve demokrasi açılım paketlerine çok yakışan ve yaraşan bir kutlama idi.

Merak ediyorum, aynı cevval ve acımasız tavrı Türban dostlarının gösterilerine karşı gösterirler miydi?

MESLEKSİZ BIRAKMA TUZAĞI

Gençler, düşünceyi açıklama özgürlüğünün koruyucu kanatları altında üniversiteye giriş sınavlarını protesto ediyorlardı. Gençler, Anayasa’nın ilke ve ruhuna aykırı paralı eğitimi, dershaneleri, ilkiyle, ortasıyla, yükseğiyle bütün eğitim sistemini protesto ediyorlardı.

Çevik Kuvvet’in çevik coplarına tanıklık eden televizyon haberlerinin içinde YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın “üniversiteye sınavsız giriş” müjdesi de vardı. Ciddi bir ülkede 24 saat içinde görevden alınmayı gerektirecek hafifliktir bu: Üniversiteye giriş kapısından 18-20 yaşında dönen gençlerimizi 25-30 yaşlarına kadar oyalayıp mesleksiz bırakacak bir tuzak bu. Mesleğine saygılı ve ülkesinin gençlerini seven bir YÖK Başkanı böyle bir uydurukçuluğa başvuramaz ve “Arkadaşlar, üniversiteye giriş sınavını kazanamayanlar, sınavsız girdikleri hukuk fakültesini asla bitiremezler. Üniversite sınavını kazanamayanların aslında liseyi de bitirememesi gerekirdi” demesi gerekmez miydi?

Yazının Devamını Oku

Sağ, sol ve din(ler)

13 Nisan 2010
BU konuda 14 Şubat 2006 günü “Sofu Kapitalizm” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazıda aynı konuya bir kez daha geri döneceğim: Kapitalizmi dine, dolayısıyla Tanrı’ya bağlamak çok tehlikeli bir düşüncedir. Çünkü kapitalizmin sömürüsü ve adaletsizliği yüzünden Tanrı’yı ve dini tartışma konusu yaparsınız.
Kapitalizmin “ilk birikim” ve daha sonra şahlanması dönemlerinde başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere insanoğlu işçilerin gördüğü muamele ve içinde çalıştıkları ortamın koşulları din ile bağdaşmayacağı gibi adil Tanrı’nın varlığını da tartışma konusu yapar. Çünkü hiçbir din ve hiçbir Tanrı bu kadar gaddar ve zalim, adalet duygusundan bu denli yoksun olamaz.
Bırakın kapitalizm dinden ve Tanrı’dan yoksun kalsın!
Bu kadar gaddarlık olamaz: İktidarın, paranın, dinin ve Tanrı’nın burjuva sınıfının emrinde olması insan olan insanı isyan ettirir.
YOKSULLARIN TANRISI!
Geçmişte solcuların, işçi sınıfının Allah’sız ve Kitapsız oldukları ileri sürülürdü. Burjuvazi ve kapitalizm, dini ve Tanrı’yı kendi kadrosuna aldığına göre yoksul işçilerin nasıl bir dini ve Tanrısı olsun? Yoksulların da bir Tanrısı olmalı ama buna hiç kimse izin vermiyor! Ama zenginler ve yoksulların Tanrısı aynı Tanrı olamaz!
Herhangi bir dinin amacının herhangi bir siyasal görüşü benimseyecek insan yetiştirmek olmamak gerekir. Her dinin amacı insanı namuslu, sorumlu, adil, başkalarına saygılı (bunlara başka erdemler de eklenebilir) bireyler olmaya özendirmek olmalı diye düşünüyorum.
Bu nedenle, İslam ve sol ya da sosyalizm arasında ilişkiler araştıran düşünce tarzları bana yersiz ve gereksiz gibi geliyor. Din eğer bireyin iradesini seçimlerinde özgür bıraksaydı, herhangi bir dünyevi sorun olmazdı.
Diyelim ki, kimilerinin iddia ettiği gibi, İslam sola açıktır. O zaman solun referansı ne olacak?
Kuran ayetleri olmaz mı?
BATINİLİĞİN KARMATİLİK AKIMI
Kuran ayetleri elbette solun referansı olamaz. Ama Müslümanlar İslam’da dinsel referanslar aramadan solcu, sosyalist ve komünist olabilirler. Bunun için Kuran’ı özgürce okuyup yeniden cesurca yorumlamak gerekmez. Solun kaynakları hayatın içindedir; toplumsal ilişkilerdedir; sınıf bilincindedir. Bunun en iyi örneği Tekel işçilerinin şanlı dayanışmasında bulunabilir. İstenirse!
İslamcılar başları iyice sıkışırsa Kuran’dan sosyalizmi de komünizmi de çıkartabilirler. Bundan hiç kuşkunuz olmasın!
Dahası, gözlerini karartıp, Karmâtîlik’ten bile söz edebilirler. Bu konuda bilgisi olmayanlar Orhan Hançerlioğlu’nun “İslam İnançları Sözlüğü”ne bakabilirler. Bâtınîliğin en etkin en önemli akımıdır: Mallarda ortaklık ilkesini yayar ve halkı her bakımdan eşitleştirmeyi amaçlar. Bu türden bir yorum solun değil İslam’ın kendi iç sorunudur.
Yazının Devamını Oku