Özdemir İnce

Dünya (Emekçi) Kadınlar Günü

8 Mart 2008
BURSA’nın Ulu Cami’sinin bahçesinde dolaşan 63 yaşındaki bir kadının yanına yaklaşan iki genç erkek "Cennetten geliyoruz. Peygamberin torunlarıyız. Teyze, adak adamış, yerine getirmemişsin. Düzeltmeye geldik. Allah rızası için paranı ver" deyip 165 YTL’sini almışlar. Bununla yetinmeyip "Altın senin neyine" diyerek kadının kolundaki altın künyeyi de alan gençler, gözyaşlarına boğulan kadına bir de Kuran-ı Kerim hediye etmişler. Daha büyük günah işlememesi için olayı kimseye anlatmamasını da tembihlemişler. (Akşam, 01.03.08)

Meğer kadın Almanya’da yaşayan kızını görmek konusunda adak adamış ve adağını yerine getirmemişmiş. Gençlerin bir kadına yanaşıp "Teyze, bir adak adamış ama yerine getirmemişsin!" diyebilmesinin gerisinde "Kadınların adak adayıp yerine getirmedikleri" varsayımı bulunmakta...

* * *

"Selam teyze ben Hazreti Hasan!"
diye kendisini selamlayan bir delikanlıya inanan kadın ile İslami inancı nedeniyle türbanlandığını ileri süren genç kız arasında hiçbir fark yok benim gözümde! Bunun neden ve gerekçelerini zahmete girip açıklamayacağım burada! Aylardır yazdıklarım yeter de artar bile!

En zoruma giden, türban şaklabanlığını özgürlük adına yaptıkları iddiaları! "Özgürlük" tekil yazıldığı zaman bile çoğuldur; kendisi de anlamı da çoğuldur. Türban konusunda "Özgürlük!" diye dayatacaksınız, hayatın ve dünyanın tamamında özgürlüğe engel olan, özgürlüğü yok eden ne varsa onun kölesi olacaksınız!... Ailenin, kocanın, babanın, ağabeyin, kurulu düzenin, adaletsizliğin, eşitsizliğin, düşmanlığın, otoritenin, dinin, kitabın, faşizmin kölesi!...

Sonra da, utanmadan, demokrasinin özgürlük savaşçısı olduğunuzu iddia edeceksiniz; iddia edecekler!... Psikiyatri kliniğinde tedavi olması gereken bazı çağdaş (!) kadınlar da güya, demokrasi ve özgürlük adına, bu fesada arka çıkacaklar. Cinnet manzaraları!..

* * *

8 Mart’ın "Dünya Kadınlar Günü" değil "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olduğu aklımdan çıkmış. Varlık Dergisi’nin Mart sayısının "Kültür Gündemi" sayfalarındaki soruşturma gerçeği anımsattı. Özellikle de Oya Baydar’ın yanıt yazısı:

"1910 Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kopenhag Konferansı’nda Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilen 8 Mart’ın anlamı ve içeriği, aradan geçen yüz yıla yakın zamanda neredeyse tümüyle değişti; günün içi boşaltıldı. Kapitalist sömürüye ve eşitsizliklere karşı tepki olan 8 Mart, şimdi kapitalizmin tüketim pompalamasının bir parçası oldu, 364 günü erkeklerin olan bir dünyada, yol-iz bilen işverenlerin kadın çalışanlarına kırmızı gül dağıtmayı ihmal etmedikleri, karısını döven erkeğin bile gülünü, çiçeğini unutmamaya çalıştığı, kadınlara resmi kutlama mesajları gönderilen bir güne; Sevgililer Günü gibi bir hoşluğa dönüştü."

* * *

Köleliğin simgesi türbanı özgürlük ve demokrasi bayrağına dönüştüren akıl almaz sahteciliği düşündükçe, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nden "Emekçi" sözcüğünün düşmüş olması şaşırtmıyor beni. Ama onmaz bir acı var içimde: Dünya (Emekçi) Kadınlar Günü’nü kutladığımız kadınlarımızın bir kesiminin türban fesadının kurbanı, parçası ve aleti olmaları!?
Yazının Devamını Oku

Elit çikolatası

7 Mart 2008
BİR süre önce, çok erken kalktığım bir sabah, Prof. Dr. Nur Vergin’in "Siyasetin Sosyolojisi"nin (Bağlam Yayınları) "Elit Teorisi ve Siyasetin Belirleyiciliği" bölümünü okurken, bir yandan da kafamda bu okumakta olduğunuz yazıyı tasarlıyordum. Özellikle AKP iktidarının ikinci döneminden itibaren Türkiye siyasetini değerlendiren yabancı yazar ve yorumcuların, laik ya da Kemalist elitlerin (seçkinlerin) hál ve gidişlerini eleştirdiklerine tanık olduk. Bu zevata göre "bu elit" statükocu idi, sahip olduğu ayrıcalıkları elinden kaçırmak istemiyordu. Böyle bir zırvasal değerlendirmeyi ancak "elit"in ne olduğundan habersiz kafalar yapabilirdi. Ama lejyonerlerinin desteklediği bu yorumlar, AKP iktidarının pek çok hoşuna gidiyordu. Çünkü bu iktidar da "elit" ile "aristokratı" birbirine karıştırıyordu. Şunu kesinlikle bilelim ki günümüzde elit ya da seçkin denen katmanın aristokrasi ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.

HER TÜRDE VAR

Abdest alırken ayağına ibrikle su döktüren politikacı da, karısı Washington’un en şık lokantalarında ender yemekler ısmarlamayı beceren politikacı da, ev kapısının önüne ayakkabı yığan Merkez Bankası Başkanı da, oğulları, damatları 30 yaşından önce "sahip" durumuna gelen politikacı da seçkindir, elittir. Düğünlerde aldığı armağanları sermayeye dönüştürme yeteneğine sahip olan siyasetçiler de elittir.

Her türün kendi eliti vardır! Özellikle de Türkiye’de! Çünkü Cumhuriyet "parasız yatılı" politikasıyla, elit olma yolunda halk çocuklarının önünü ardına kadar açmıştır. "Çoban Sülü", "Takunyalı Turgut", "Kasımpaşalı Recep Tayyip", "Gayserili Abdullah" benzerleri Cumhuriyet’in ardına kadar açtığı kapıdan geçerek "ülke yöneten seçkin" kadrosuna katılmışlardır. Bunlara Anadolu’da eşraf denir. "Eşraf-ı belde": Memleketin ileri geleni!

Beni şaşırtan: Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, Doğru Yol Partisi, MHP ve AKP’nin elit ve seçkin’in anlamını bilmeden, kendilerinin de birer yönetici elit ya da seçkin olduğunun farkına varmadan CHP’yi, laik Kemalistleri elit (seçkin) olmakla suçlamalarıdır. Recep Tayyip Erdoğan halkın içinden geldiği için milli iradeyi temsil etmek hakkına sahipmiş (!) ama Deniz Baykal "hanedan evladı" imiş! Destur de bre, çarpılırsın!

Alnımın yazgısı olan "tamircilik"i yapmak için bir kez daha alet kutusunu açalım: İster sağcı, ister solcu, ister futbolcu olsun her ülkeyi elitler (eşraf) yönetir! Halk yönetmez! Halkın seçtiği temsilciler yönetirler ki ya elittirler ya da yönetici olduktan sonra seçkinleşirler.

Doğal olarak teokratik, aristokratik, monarşik katmanların sahip olduğu seçkinler zümresinden söz etmiyoruz. Yöneticilerin iyi-kötü demokratik yöntemlerle seçildiği rejimlerden söz ediyoruz. Adamları yönetmesi için hem seçiyorlar, sonra da "seçkin" olmakla suçluyorlar. Ya da işgal ettikleri makamları, banka hesaplarını, kasada sakladıkları tapuları, hisse senetlerini unutup "adam gibi" seçkinlere küfrediyorlar.

AKP’NİN ELİTLERİ

Kurtuluş yok, bütün rejimlerde yönetici sınıfı seçkinler ("eşraf", "notable") oluşturur. Bu kaçınılmaz! Ama önemli olan "elit"i seçkin yapan kalitelerdir. Şimdi örneklerine mebzul miktarda rastladığımız Yedi-Sekiz Hasan Paşa da bir zamanlar elit idi! Şimdi zibil gibi!

AKP’nin eliti de türban konusunda baş ile kıçı birbirine karıştıran Cüneyd Zapsu gibilerden oluşuyor.
Yazının Devamını Oku

Pandora’nın kutusu açıldı

5 Mart 2008
ÇOK ihtiyacım olduğu bir anda Nilgün Cerrahoğlu (Cumhuriyet, 23 ve 25.02.08) hızır gibi yetişti. Cerrahoğlu’nun iki yazısından birer alıntı yapacağım. DİNDEN GÜÇLÜ!

Avrupa Parlamentosu’nun İtalyan milletvekili, gazeteci Lilli Gruber, Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu Hasan el Banna’nın kardeşi, İslam álimi Gamal el Banna’dan "Kadın korunması gereken değerli bir varlıktır. Örtünme ve hicap bu hazineyi güvence altına alan bir mücevher kutusudur" mavrası hakkında görüş soruyor. Gamal el Banna’nın yanıtı şöyle:

"Kadının başını örtmesi gerektiğine dair hiçbir yerde yazılmış tek satır yoktur. İleri sürülen tek talep, kadının göğsünü örtmesinden ibarettir. Örtü ne var ki çok eski bir gelenek. Gelenekler ise dinden güçlü. Geleneği devam ettirebilmek adına din kisvesi kullanılıyor. Kutsal Kitap’tan (Kuran’dan) böyle kadın düşmanı yorumları çıkaranlar öncelikle iktidarla ilgilidir. Bu bir iktidar meselesidir."

İBNİ TEYMİYYE’DEN

Khaled Fouad Alam’ın, "La legge del Corano non impone il velo" ("Kuran yasası türbanı dayatmaz") başlıklı yazısından birlikte okuyalım:

"Aksi iddia edilse de; ’hicap’ hiçbir zaman İslam’da bir dogma, yasal zorunluluk ya da dini simge olmamıştır. ’Hicap’ın Kuran’da fiili bir temeli yoktur. Sözcük itibarıyla çok geniş anlamlar içeren ’Hicap’ın başörtüsü anlamında spesifik kullanımı; XIV. yüzyıl İslam fıkıhçısı İbni Teymiyye’nin icadıdır. Köleden (ya da cariyeden) farklı olarak özgür kadına örtünme kuralı bir aidiyet ve kimlik sembolü olarak İbni Teymiyye ile çıkmıştır. // İbni Teymiyye, 31. ayetteki genel ilkeyi, ilkesel içeriğinden soyutlayarak ’maksimalist’ (aşırı) bir yoruma tabi tutar ve ’normatif’ bir değer yükler. Altı çizilmesi gereken husus bunun bir ’yorum’ olmasıdır. ’Yorum’dan kural çıkartılmıştır."

O halde, İbni Teymiyye’nin yorumunu kendisine bırakılarak gerçeğe dönmenin zamanı gelmiş olmalı artık. İnsanın yorumu ne zamandan beri Allah’ın buyruğu oldu?

HACİVAT FEYLESOFLARI

Tıpkı Başbakan gibi "bir ulemaya sorma"yı çağdaş düşüncenin ilkesi haline getiren, kendilerini "fevkalade ciddiye alan" düşünürcüler, mütefekkirler var ülkemizde. Ama bu kimseler yazılarımdaki iddiaların ben fakirle ilgili olmayıp "ulema"nın düşünceleri olduğunu nedense görmezden geliyorlar. Ben sadece aracılık ve yalanbozuculuk (demistificateur’lük) yapıyorum. Türban konusunda dinci-İslamcı cephe yalan söylemekten, gerçeği saptırmaktan başka bir şey yapmıyor. Her zaman olduğu gibi.

Türkiye’nin huzurunu kaçıran, ülkemizi ve insanlarımızı büyük kaosa sürükleyen türban fesadını Allah’ın buyruğu olarak yutturmak alçakça fitnecilik yapmaktır.

Pandora’nın kutusu artık açılmıştır, yalanlar birer birer ortaya çıkacak, putlar birer birer kırılacak ve kadınlarımız gerçekten özgürlüğe kavuşacaklardır.

Anlamı yoruma izin vermeyecek kadar açık bir ayet konusunda iki Diyanet İşleri Başkanı anlaşamıyorsa, o zaman, AKP iktidarının uşağı Hacivat feylesofların iznine gerek kalmadan, bu konuda herkes söz söyleme hakkına sahip olur.
Yazının Devamını Oku

3 Mart 1924

4 Mart 2008
3 Mart 1924 günü, Cumhuriyet tarihimiz için son derece önemlidir. O gün üç önemli devrim yasası kabul edildi TBMM’de: Şeriye ve Evkaf Vekáleti ile Erkán-ı Harbiye-i Umumiye Vekáletini kaldıran 429 numaralı kanun; Tevhid-i Tedrisat’a ait 430 numaralı kanun (Öğrenim Birliği Yasası); Hilafetin kaldırılmasını ve Osmanoğulları hanedanının yurtdışına çıkartılmasını öngören 431 sayılı kanun. LAİKLİK GÜNÜ

Kullandığım takvime göre, bugün "Dünya Laiklik Günü" (World Secularism Day). Bence laiklik ile sekülarizm aynı anlama gelmez ama neyse, şimdi kavga çıkarmanın bir álemi yok. Dün hilafet kaldırıldı, Şeriye ve Evkaf Vekáleti (Bakanlığı) kaldırıldı, Tevhid-i Tedrisat Yasası çıkartıldı. Bugün, özellikle, "Türkiye’nin Laiklik Günü". Çünkü söz konusu üç yasa çıkartılmasaydı laikliğin kapısı açıl(a)mazdı.

Gerçekten "Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti" özümsemiş bir hükümetin ve TBMM’nin her 3 ya da 4 Mart günü özel toplantılar düzenlemesi gerekir(di).

KIRMIZI ÇİZGİM BELLİ

Geçen pazar günü çok değer verdiğim bir arkadaşımla ailecek yemek yiyorduk. Bana, aslında benim türbana karşı olmamam gerektiğini söyledi. "Senin gibi, ’Demokrasi = Özgürlük + Eşitlik + Kardeşlik’ şiarının savunucusu olan birinin türban yasağının karşısında olması lazım" dedi. Ben de öyle düşünüyorum. "Aslında" türbana karşı değilim. Peki neden karşı olduğumu kanıtlayabilecek bir tutum ve davranış içindeyim. Bakın bir şey söyleyeyim ve bir kenara yazın: Türban gerçekten laik ve demokratik bir toplumda dinsel-siyasal bir simge olarak tehlikeli olmayabilir. Toplumun laik-demokratik niteliğinin gücü ile dinsel-siyasal simge olarak simgenin temsil ettiği tehlike doğru orantılıdır. Laik demokrasinin güçsüzleştiği oranda türbanın temsil ettiği tehlike artar. Hele türban siyasal İslam ile özdeşleşmiş ise...

Son iki hafta içinde tanık olduğumuz çıkarcılık örnekleri midemi bulandırıyor: Cumhurbaşkanı’nın Anayasa değişikliğini TSK’nın kara harekátına denk düşürerek imzalaması; YÖK Başkanı’nın üniversitelere gönderdiği "Türbanlı öğrencileri okula alın!" talimat-mektubu ve yaptığı yasadışı işgüzarlıklar; özellikle hastane, resmi daireler ve ilköğretim okullarında görülen korsan türban uygulamaları, midemi bulandırıyor. Yasal dayanakları olmaksızın böylesine şımarıp saldırganlaşan kitle, ellerinde ve arkalarında yasal bir dayanak olsa kimbilir nasıl zorbalaşacaklar. Bunları görmemek için insanın liberal falan değil sadece budala olmaması gerekiyor.

Türban konusunda benim kırmızı çizgim belli, bir kez daha ilan ediyorum: Türbanın karşısından çekilmem için bir tek koşulum var: İmam hatip okullarının, 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na uygun olarak yeniden organize edilmesi...

* * *

Maç anlatıcıları için not:
Avrupa dillerinde "H" harfini (sesini) okutmak için önüne "K" harfi konur. Örnek: "Khalid" yazılır ve "Halid" okunur. Ama bizimkiler "Kalid" diyorlar. "Khalil"e de hiç düşünmeden "Kalil" diyebilirler. Beşiktaşlı basketbolcunun adı "Kalid El Amin" değil "Halid El Amin".
Yazının Devamını Oku

Mutluluğun resmini yapan adam

2 Mart 2008
"sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin / işin kolayına kaçmadan ama / gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil / ne de ak örtüde elmaların / ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini / sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin / 1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin / çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat / yazık yazık Havana’da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin /..."

SAMAN SARISI

Názım Hikmet’in 1961 yılında yazdığı 347 dizelik "Saman Sarısı" adlı uzun şiir, yirminci yüzyılda yazılmış en güzel şiirlerden biridir. Názım bu şiiri son eşi Vena Tulyakova’ya adadı. "Saman Sarısı"nın 298-307’nci dizeleri arasında yer alan bölüm şiirin en tanınmış, en bilinen dizelerinden oluşur. "sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin" ise bu bölümün ve belki de şiirin en ünlü yeridir. 1965 yılında Paris’te "Saman Sarısı"nı ilk okuduğum zaman bana verdiği estetik hazla bütün gece sokaklarda dolaşmıştım. Ertesi sabah Abidin Dino’ya telefon ederek şiirin bu bölümünü hıçkırarak okumuştum. Sanki, doğduğumdan bu yana görmediğim bir ağabeyi ilk kez görmenin, ona dokunmanın mutluluğu içindeydim.

"Seher vakti habersizce girdi gara ekspres / kar içindeydi / ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım / peronda benden başka kimseler yoktu / durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri / perdesi aralıktı / genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada / saçları saman sarısı kirpikleri mavi / kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı /..."

Ülker, Lunaçarski’nin sanat ve edebiyat üzerine yazdığı denemeleri çeviriyordu Adam Yayıncılık için. (Çeviri, 1982 yılında, "Sanat ve Edebiyat Üzerine" adıyla yayınlandı. Günün siyasal koşulları gereği çevirmenin adını Kevser Kavala yaptılar.) Ben de karalamaları okuyordum meraktan. Makalelerden birinin adı "Mutluluğun Resmini Yapan Adam" idi. 1933 yılında Renoir’ın tabloları üzerine izlenimlerini yazmıştı.

Anlaşılan Názım Hikmet, Lunaçarski’nin denemelerini okumuş ve "[Renoir] mutluluğu bol bol resmini yapmış insandır. Mutluluğu başkalarına bol bol dağıtmış... Kadınları alışılmamış biçimde tatlı, ılık, dost yaratıklardı" (S.77) satırlarını unutmamıştı.

BÖYLELERİVARDI

Ve Renoir’ın kadın ve çocuk resimlerini gözünün önünde canlandırmıştı. Büyük şairler, ressamlar ve sanatçılar arılara benzerler!

Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski (1875-1933), 1917-1929 yılları arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Eğitim Halk Komiseri yani Eğitim Bakanı’ydı. Yazar, sanat tarihçisi, düşünür ve oyun yazarı idi. Bir zamanlar yeryüzünde böyle insanlar da vardı. Renoir, Shakespeare, Marcel Proust ve Dostoyevski üzerine denemeler yazan siyaset insanları!..

* * *

Hilmi Yavuz için özel not:
Yalanların tartışılmasından, gerçeklerin ortaya çıkmasından "softa"nın canı sıkılabilir ama senin neden canın sıkılıyor? Senin gibi bir Şark Feylesofu’nun düşünceye devlet sansürü teklif etmesi pek hüzün verici! Yoksa doğal mı? Bu gidişle beni, kurulması muhtemel Diyanet Divanı’na da sevk edersin artık!
Yazının Devamını Oku

Elma, armut, kel Mahmut

1 Mart 2008
CHP Genel Başkanı, hava durumu hakkında bir şey söylese bile eleştirecekler var bu ülkede. Bunun son örneğine türbanın dinsel kökenlerini didiklediği grup konuşmasından sonra tanık olduk. Kimisi "şeyhülislamlık" yapmakla, kimisi de fakihliğe özenmekle suçlamaya kalkıştı onu. Deniz Baykal, AKP’nin referanslarını laik hukukun verilerinden vazgeçerek eleştirmedi. AKP’nin türbanla ilgili girişimlerini yıllardır laik yasalar ve Anayasa bağlamında eleştiriyordu zaten. Ne dedi? "Sizin dinsel dayanaklarınız yalana dayanmaktadır!" dedi. Demesin mi? Böyle bir kanıt ileri sürdüğü zaman dini siyasete alet mi etmiş oldu? Böyle bir iddiada bulunanların aklından ve düşünce yeteneğinden kuşku duyarım.

SAYGILARI YOK

Şimdi Deniz Baykal’ı yazımızın dışında bırakalım ve kendisine yöneltilen ipe sapa gelmez iddiaları değerlendirelim. Laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin ilkelerine inanan bir birey, AKP ve yandaşlarının "türbana özgürlük" dogmalarını nasıl eleştirecek? Bunun iki yöntemi var:

1. Dogmayı Cumhuriyet’in ilkeleri, Anayasası ve yasaları ekseninde eleştirmek.

2. Dogmayı, oturduğu dinsel bağlam içinde çürütmek.

Bu nasıl yapılacak?

Türban, üniversitede ve kamusal alanda hangi dayanaklardan yola çıkılarak sınırlandırılmıştı? Neden, "yasaklanmıştı" demiyorum da "sınırlandırılmıştı" diyorum? Sınırlandırmanın gerisinde Anayasa, yasalar ve yargı kararları vardı. Danıştay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları vardı. AKP + MHP koalisyonu, sözünü ettiğim hukuksal doğruların hiçbirine saygı duymadığını, Anayasa’yı rafa kaldırdığını her vesileyle kanıtlamış bulunuyor. Yaptığı değişiklikle bunu iyice kanıtladı.

GÜLEN’İN SÖZLERİ

M.Fethullah Gülen’in (Zaman, 06.02.08) işe aceleyle karışmak zorunda kalması, türbana tapanların içinde bulundukları bozgunun en çarpıcı örneğini oluşturmaktaydı.

"Tesettür gerçi dinin esasını teşkil eden imani meselelerden değildir: İslam’ın beş şartı arasında da yer almaz. Fakat Kur’an’ın açık emridir. Farziyeti, hem Kur’an’la, hem sünnet-i sahiha ile hem de 14 asırlık İslam tarihindeki uygulamalarla sabittir. Nur Suresi 31. ayette mü’min kadınların başlarını, boyunlarından ve göğüslerinden açık bir yer bırakmayacak şekilde örtmeleri emredilmektedir" diye yazıyordu.

YALAN SÖYLÜYOR

Bir zamanlar "Türban teferruattır" diyen M.Fethullah Gülen, şimdi kimden emir aldı da düşünce değiştirdi? Doğru söylemiyor, dahası yalan söylüyordu. Söz konusu ayette "baş" ve "boyun" sözcükleri yoktur. Bundan önceki yazılarımda, Kuran’ın 15. yüzyılda yapılmış Türkçe çevirisinden, Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca çevirilerinden örnekler vererek bunu kanıtlamış bulunuyorum. Doç. Dr. Şahin Filiz, bundan önceki yazılarımda adını verdiğim kitabında M.Fethullah Gülen’in iddialarının gerçek dışı olduğunu kanıtladı. Yaşar Nuri Öztürk dostum, "İslam Nasıl Yozlaştırıldı" (Yeni Boyut) ile din sömürgenlerinin ipliğini pazara çıkartıyor. Prof. Dr. Zekeriya Beyaz "İslam ve Giyim Kuşam" (Sancak Yayınları) kitabında M.Fethullah Gülen’in iddialarını bozguna uğratıyor. Yetmez mi?

Peki, Cumhuriyet’i yok etmek için yapılan girişimler karşısında, ileri sürülen dinsel kanıtların geçersizliğini kanıtlamak neden fakihliğe özenmek olsun?
Yazının Devamını Oku

Fethullah Gülen İskandinavya’da

29 Şubat 2008
GEÇENLERDE DHA Stockholm muhabiri Tandoğan Uysal ile konuşuyorduk. O anlattı: Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen Zaman Grubu İskandinavya’da büyük bir atak başlatmış. Stockholm’de kısa bir süre önce Türk öğrencilere derslerinde yardımcı olmak için 2 dershane açan grup, Zaman Gazetesi’ni 1 Mart 2008 tarihinden itibaren günlük olarak yayınlayacakmış. Günlük yayın öncesinde, Stockholm’de çok modern bir gazete binasını törenle hizmete açmışlar. Türkiye’nin Stockholm Büyükelçisi Necip Egüz de davete katılarak yaptığı konuşmada, Zaman Grubu’nu bu atılımından dolayı kutlamış...

Söylentiye göre, Zaman Gazetesi İsveç’teki Türklere bedava dağıtılacakmış. Bu arada İsveç’teki Türk çocuklarının Türkçe anadil sıkıntısını gidermek için yıllardır Türkiye’den Türkçe öğretmen getirmesi düşüncesi bir türlü yaşama geçirilemezken, Fethullah Gülen’in Stockholm’deki okullarında Türkiye’den getirilen 10 uzman öğretmen göreve başlamış...

* * *

Hakan Yavuz, salı günü adını verdiğim kitabında ("Modernleşen Müslümanlar") Yeni-Nur (Fethullahçılık) hareketini üç aşamada inceliyor (s. 245-278). Dördüncüsünü ben ekleyeceğim:

1. Dinsel cemaat inşa etme dönemi (1966-1983); 2. Kamusal alanın genişlediği ve dinsel cemaatin sınırlarının gevşetildiği dönem (1983-1997); 3. Baskı ve zorunlu liberalleşme paradoksu dönemi (1997-2002); 4. Bir el yağda bir el balda dönemi (2002 sonrası).

Salı günkü yazımda da söyledim, bir dinsel cemaat hareketinin siyasal rejimi etkilemek ve değiştirmek gibi bir niyeti yoksa eğitim ve öğretimde, ekonominin bütün alanlarında, medyada, yazın dünyasında, üniversitelerde ve devlet kadrolarında neden örgütlensin? Böyle bir niyeti olmasa bile örgütlendikten sonra ortaya çıkar bu! Hazırlanan "Altın Nesil", Fethullahçı İslami anlayışa göre yeniden biçilip-dikilecek toplumun yönetici kadrolarını oluşturmayacak mı?

* * *

Başbakan istediği kadar "Bir din devletiniz peşinde değiliz, böyle bir gayretimiz yok!" desin, kendisini iktidara getiren güçlerin (Nurcular, Nakşiler, Milli Görüş, Fethullahçılar) böyle bir amacı var. AKP ve onu destekleyen güçler şu anda laik devleti kötürümleştirme operasyonunu yapmakta. Operasyon tamamlandığı zaman bu güçlerin kendi aralarında bir çekişme ve iç savaş başlayacak. Bu iç savaş kansız da olabilir, Filistin’deki gibi kanlı da olabilir.

Bu gelecekten kurtulabilmemizin tek bir olanağı var: Laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin, cumhuriyet devletinin yıkılmaması.

Başbakan’ın içtenliğine inanmamızın en önemli koşullarından biri, imam-hatip okullarının, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun gösterdiği doğrultuda yeniden örgütlenmesi. Türban fesadı sanıldığı kadar önemli değil, yaranın gözü İHL’lerde. Liberal demokrat olduğunu iddia edenler, bu yazımı çok dikkatli okusunlar. Bireysel özgürlük falan diyerek türbana arka çıktılar ama İHL’nin özgürlüklerle hiçbir ilişkisi yok. "Türkiye şeriat esaslarına göre yönetilen ülke olamaz, bunun tarihsel ve toplumsal koşulları yok!" diyenler ile "Yahu askerler nasıl olsa müsaade etmez!" diye avunanlara Melih Pekdemir’in çok güzel bir cevabı var: "Şeriat, selamünaleyküm ben geldim, demez!" (Birgün, 18.02.08) Ben de yıllardır, aylardır, iki gündür bunu ve bunun nasıl olduğunu, olacağını anlatıyorum zaten!
Yazının Devamını Oku

Bir Fethullah Gülen yaratmak

27 Şubat 2008
FETHULLAH Gülen talebanından, Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın "Anlama Gayreti" başlıklı iki yazısını (Zaman, 14-15.02.08) okuyunca, Fethullah Gülen hareketinin ürettiği insanların "yeni bir Fethullah Gülen" yaratmaya giriştiklerini fark ettim. ABD ve İngiltere’de akademik muhitlerde düzenlenen, CIA’nın "adam yaratmak" modeline uygun çalışmaları da bu bağlamda değerlendiriyorum. Sözünü ettiğim CIA modelini anlamak için Frances Stonor Saunders’in "Parayı Verdi Düdüğü Çaldı" (Doğan Kitap) adlı müthiş kitabını okuyabilirsiniz.

EVRENSEL ÖNDER!

Fethullah Gülen cemaatinin okuttuğu, adam ettiği, bir yerlere getirdiği insanlar, yazarlar, gazete yönetici ve yazıcıları, akademisyenler, şimdi, Fethullah Gülen Hocaefendi için gayet kullanışlı bir evrensel düşünür ve önder imgesi yaratmaya, inşa etmeye çalışıyorlar.

Bu yazımda bana gelen özel mektup ve mesajlardan, Fethullah Gülen aleyhinde olduğu iddia edilen belgesel yazı ve tanıklık kitaplarından, Hocaefendi’nin yaptığı konuşmalardan, ABD’ye kaçmasına yol açan televizyon haber ve programlarından kesinlikle yararlanmayacağım. Elimin altında, cemaatten olduğunu tahmin ettiğim, Utah Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü öğretim üyesi Hakan Yavuz’un 2003 yılında Oxford University Press tarafından yayınlanan "This Translation of Islamic Political Identity in Turkey" adlı kitabının Türkçe’ye çevirisi olan "Modernleşen Müslümanlar" (Kitap Yayınevi) adlı kitabı var. Bu kitaptan alıntılar yapacağım. Yazar, "Nurcular, Nakşiler, Milli Görüş ve AK Parti"yi incelerken, Fethullah Gülen cemaatini Yeni-Nurcu Hareketi adıyla takdis etmektedir. Bu kitaptan birkaç ay önce de söz etmiştim. Şimdi gelelim alıntılara:

"1983 yılından sonra, en önemli değişim, eğitim alanında gerçekleşti. Eğitim sisteminin özelleştirilmesi, bu sistemi rekabete açtı ve hareket daha iyi bir eğitim sistemi kurma gereksinimine ve arzusuna yatırım yaptı." (S. 248)

"Gülen hareketi, nasıl yaşamalıyız ve nasıl yaşamamız gerektiği mevzuunda nasıl düşünmeliyiz gibi konulara, kamuoyu oluşturulması sürecinin içine ’dini’ taşıma çabası gösterdi." (S. 249)

"Hareket yükselen yeni Anadolu-Müslüman burjuvazisiyle sembiyotik bir ilişki kurmayı başarmış ve bu burjuvazinin kaynaklarını Kemalist-laik düzende siyasal ve kültürel üstünlük iddiasında bulunanların varsayımlarına meydan okumak için kullanmıştır." (S. 250)

"Dünyayı İslam ahlakı bağlamında şekillendirme amacını taşıyan ’aktivist dindarlığın’ oluşumu, yeni-Nur hareketinin özüdür... Gülen öncülüğündeki harekette, hizmet, himmet ve ihlas gibi Türk-İslam kültürünün içsel itici güçleri toplumu İslam ahlakı ideallerine göre şekillendirmek için kullanılmaktadır... Cemaatin misyonu, verili bir toplumda sosyal ve kültürel eylem matrisi oluşturmak için, İslam’ın mesajını anlamak, tartışmak ve taşımaktır." (S. 253)

TOPLUMA DİNİ KEFEN

Gülen hareketi bireyleri değil toplumun tamamını yeniden İslamlaştırmak, Nurculuk paftasına göre biçimlendirmek, topluma dini bir kefen biçmeyi amaçlamaktadır. Fethullahçılık, Anayasa’nın değişmez hükümlerini değiştirmeyi amaçlamaktadır. Böyle bir amacı yoksa bütün yaptıklarını neden yapmaktadır? Bütün örgütlü dinsel hareketler tehlikeli ve yıkıcıdır! (Devam edecek.)

Yazının Devamını Oku