14 Nisan 2010
TÜRKİYE birkaç hafta önce Antalya’da, bir kız bebeği dünyaya getirdikten sonra işadamı sevgilisinin “sperm hırsızlığı” yapmakla suçladığı R.A’nın davasını merak ve şaşkınlıkla izlemişti.
Bu olaydan sonra bana mail atan çok sayıda kadın okurum da merak edip “Böyle bir suç olabilir mi?” diye sordular. Yargıtay içtihatlarını araştırıp, hukukçulara danıştım. Hamile kalan R.A’nın eylemi Türk Ceza Kanunu ve Yargıtay içihatlarına göre suç değil. R.A ile sevgilisinin birlikteliği rızaya dayalı olduğu için hukuka uygunluk sebebi var ve suç sayılmıyor. İşin cezai boyutu böyle.
Sperm çarşıda satılmıyor
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Prof Dr Ahmet Kılıçoğlu’na da konunun hukuki boyutlarını sordum. Bakın o nasıl değerlendirdi:
“Sperm çarşıda, pazarda satılan bir ürün değil. Burada artık bir hırsızlıktan sözedilemez. Doğan çocuğun babasının kim olduğunun belirlenmesi istemesine, istememesine, spermlerini reddetmesine bağlı değildir. Önemli olan çocuğun korunmasıdır. Soybağının tespitidir. Çocuk masumdur.
Tazminat davası da olmaz
Evli bir kimsenin eşini başka bir kadınla aldatması ve evlilik dışı çocuk edinmesi farklıdır. Evlilik birliğinde cinsel sadakat hükümlüğü vardır. Bu haksız fiil nedeniyle örneğin evli bir kadın eşiyle ilişkiye giren kadına maddi-manevi tazminat davası açabilir. Ama burada kendisi de doktor olan bu kişinin ‘Sevgilim spermlerimi çaldı. Beni babalığa zorladı’ diye dava açmasını ve kazanma ihtimalini zayıf görüyorum. İstisnai hal var. Cinsel ilişkinin sonuçlarını göze alması lazım. Cinsel ilişkide bulunduğu takdirde, kadının hamile kalabileceği ihtimalini düşünmesi lazım. Cinsel ilişkide bulunup sonra da ‘benim rızam dışında çocuk doğdu, tazminat isterim’ demesi de olmaz.
Evlilik olmasa da soybağı kurulur
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2010
KIRIK, dökük bazıları yanmayan, bazen de güpegündüz yanıp isyan ettiren sokak lambalarından çok sayıda şikayet var.
Bu şikayetlerden biri de Jinekolog Operatör Doktor Aysel Yavuz Şengüler’e ait. O da bu duruma tepki gösteriyor. Arayıp bir türlü bulamadığı “Yetkililere” mailinde bakın nasıl sesleniyor:
“Bilmem dikkat ettiniz mi? Ankara’nın bazı bölgelerinde ışıklar devamlı yanar, bazı bölgelerinde ise mum ışığı gibi patlamamış birkaç ampul yanar. Zaman zaman onlar da söner. Ortalık simsiyah olur. Akşam üzeri daha güneş batmadan, sabahları da pırıl pırıl güneş varken yanan ışıkları hayretle görürsünüz. Zaman zaman düşünürüm, acaba Ankara çok zengin bir şehir mi? Yoksa Başkent olması dolayısıyla güneş ışığına takviye mi yapılmak isteniyor? Fuzuli harcanan bu elektriğin parasını kimler öder derseniz tabi biz Ankaralılar. Bu milli serveti hoyratça harcayanlara yazıklar olsun.
Yetkililer hep toplantıda
Her seferinde yetkilileri ararım, ama bulamam. Nedense her aranan toplantıdadır. Göreve geldiklerinde bir toplantıya girerler, bir daha çıkmazlar görevden ayrılana kadar. Tesadüfen bulduğunuz sözüm ona bir yetkili, ki onun görevi olduğu halde. O da sizinle yakınır bu durumdan. Bu bilmem kimin görev sahasıdır, der. Onu ararsınız. O bir başkasının ismini veya ilgilenmesi gereken müessesenin adını verir. Tabi orası da başkasını ismini. Yılmadan her verilen numarayı aramama rağmen bu işten sorumlu bir Allah’ın kulunu bulamadım. Ne dersiniz, bir gün bir kişi veya kuruma ulaşabilir miyim? Geçenlerde konuşurken yardımcım oturduğu Hasköy’de sokak lambalarının yanmadığını, çoğunun bozuk olduğunu söyledi. Acaba bu işin bir ortası bulunsa ve ışıklar ihtiyaç olduğu zaman yansa geceleri. Lambalar güneşe rakip olmasa! Bu işi düzeltmenin zor bir iş olduğunu da sanmıyorum. İnşallah telefonlarda duyuramadığım sesimi, gazete sütunlarında yetkililere duyurabilirim.”
EGO’nun bir tek O’su kaldı
Maillerin çoğunda şikayete adres Büyükşehir Belediyesi gösteriliyor. Ama gözden kaçan birşey var. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, Elektrik, Gaz ve Otobüs olan EGO’sunun ancak otobüsü elinde kalmış. 1982 yılından sonra belediyeler gaz ve elektriği devretmiş durumda. “Güvenlik” nedeniyle ana arterlerdeki sokak lambalarını değiştiriyorlar. O kadar. Büyükşehir yetkilileriyle konuştum. Bakın ne dediler:
“Örneğin eskiden Gençlik Parkı’na halk ücret karşılığı giriyordu. Bu ücretle parkların giderleri karşılanıyordu. Biz şimdi bu parkı da da halka açtık. Hiçbirinden ücret almıyoruz. Elektrikte özel sektöre geçti. Görünen o ki, bozulan sokak lambaları değiştirilmiyor. Bazılarını güvenlik açısından biz değiştiriyor. Ama artık bu iş bizim görevimiz değil.”
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2010
Köy Öğretmenleri ile Haberleşme ve Yardımlaşma Derneği son olarak geçen Çarşamba günü Beypazarı Altay İlköğretim Okulu’nda bir okul kütüphanesi daha açtı. 48 yıl önce yedek subaylıklarını köy öğretmeni olarak yapan bir grup idealist gencin kurduğu dernek, bugüne kadar köy öğretmenlerini hiç yalnız bırakmadı. Kız öğrencilere eğitim bursu derneği en büyük hedefi.
KÖY Öğretmenleri ile Haberleşme ve Yardımlaşma Derneği son olarak geçen Çarşamba günü Beypazarı Altay İlköğretim Okulu’nda bir okul kütüphanesi daha açtı. 48 yıl önce yedek subaylıklarını köy öğretmeni olarak yapan bir grup idealist gencin kurduğu dernek, bugüne kadar köy öğretmenlerini hiç yalnız bırakmadı. Kız öğrencilere eğitim bursu derneği en büyük hedefi.
Ben de Başkanları İnci Tuğ’la görüşüp derneği size daha yakından tanıtmak istedim. Başkan Tuğ, gazetemize dernek ikinci başkanı Hadice Çetin ve eski genel sekreter dernek üyesi Nuran Hatipoğlu ile birlikte geldi. Üçü de ömürlerini öğrencilerine adamış. Emeklilik günlerini de evde değil yine eğitime katkı için çırpınarak, geçiriyorlar.
Dernek, Türkiye’nin Doğusundan, Batısına Erzurum’dan, Siverek’e kadar tüm köy öğretmenlerinden öğrencilerinden gelen mektuplar, mesajlar ışığında her türlü yardımı yapmaya çalışıyor. Doğu’daki köy okullarına gönderdikleri giysi, voleybol topu, kırtasiye malzemeleri, kitapları alan çocukların teşekkür mektuplarını da dosyalamışlar. Her okuduklarında da gözleri doluyor. Derneğe Erzurum ve Siverek’ten gönderilen ikisinden ben de alıntı yaptım. O iki mektup şöyle:
Erzurum’dan sıcak selam
“...Yaşadığımız bu soğuk çoğrafyada bizleri hatırlayarak, bizlerle paylaşan birilerinin olduğunu bilmek içimizi ısıtan güzel bir duygu. Bu duyguyu bizlere yaşatan sizlere idarecilerimiz, öğretmenlerimiz ve yarınlarımızın teminatı öğrencilerimiz adına en içten duygularımızla teşekkür ediyoruz. Sizlerle olan bu iletişimimizin devam etmesini diliyor, soğuk ve karlı Erzurum’un bu köy okulunda sizlere öğrencilerimizin sımsıcak selamlarını gönderiyorum.”
Siverek’li kızlardan teşekkür
“...Bu mektubu öğlen grubu 1 ve 2. sınıf öğrencileri ile birlikte yazıyorum. Şanlıurfa Siverek Musa Mangal İlköğretim Okulu’ndan kucak dolusu sevgiler. Okulumuza 2008-2009 eğitim öğretim yılında da yardım göndermiştiniz. Çocuklar da ilk kez bu mezra dışında birilerinin kendilerinden haberdar olduğunu ve onlar için düşünüp yardım edebileceğini anladılar. Mezramızda 18 yaşında olup hayatında hiç ilçe merkezine gitmemiş kız ve erkek öğrencilerimizin hayattaki tek tecrübeleri anne, baba ve kız kardeşleri olduğunu düşünürsek, bu mektup onların tüm Türkiye ile ilk bağlantıları olacak. Okulumuzun öğrencileri için ve dolasıyla mezramızın geleceği için sizlerden giysi, kırtasiye, kitap yardımı bekliyoruz. Sizlerin gönderdiği voleybol topu hala çocukların en özen göstererek, kullandığı malzeme. Şimdiden çok ama çok teşekkür ederim.”
ben de
En büyük hedefimiz kız öğrencilere burs
İnci Tuğ ise derneklerini ve hedeflerini şöyle anlattı:
“Derneğimiz 1962’de kuruldu 1964’te ise Bakanlar Kurulu kararnamesi ile kamuya yararlı dernekler arasına girdi. Bizler bu amaç doğrultusunda yıllardır çalışıp çocuklarımıza faydalı işler yapmaya çalıştık. Devletin elini uzatamadığı Türkiye’nin her köşesine, mütevazı kaynaklarımızla, yılmadan yardım yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. Her yaptığımız okul kütaphanesine bir bilgisayar, bir slayt cihazı ve çeşitli ansiklopediler, romanlar, hikaye kitapları koyuyoruz. Nihai hedefimiz özellikle kız çocuklarımıza eğitimleri için burs verebilmek. Herşey eğitimle başlıyor. Ama şu anda malesef kaynaklarımız buna yeterli değil. Biz sadece üyelerimizin bağışları ile ayakta kalan bir derneğiz. Destek bekliyoruz. ”
Kardenlerimize, destek vermek isteyen dernek için gönüllü çalışmak isteyen herkese duyurulur. Ankara Onur İş Hanı’ndaki (Kat 7 No:175) Derneğin telefon numarası da şöyle:
418 33 58
Yazının Devamını Oku 24 Mart 2010
TÜRKİYE hala Elazığ depremine ağlarken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ndan deprem müteahhitlerinin zamanaşımı nedeniyle tazminat davalarından kurtulmalarını engelleyecek çok önemli bir karar çıktı. Satır arasında kalan karar, 11 yıl önce yaşadığımız Marmara Depremi sırasında, Eskişehir’de yıkılan tek apartman olan Tarhan apartmanı ile ilgili. Yargıtay Hukuk Genel Kurul, 17 Ağustos Depremi’nde Eskişehir’de yıkılan ve 32 kişiye mezar olan Tarhan Apartmanı’nda oturan bir ailenin açtığı 15 bin liralık tazminat davasının “zamanaşımına uğramadığına” karar verdi. Kurul, depremde zarar görenlerin, müteahhitlere veya devlete karşı açacakları tazminat davalarının Borçlar Kanunu’ndaki 5 yıl değil, TCK’da düzenlenen 7.5 yıllık süre içinde açılması gerektiğine karar verdi.
Tazminat ödenecek
Kurul, mahkemenin apartmanın mimarı, proje müellifi ve teknik sorumlusu H.G yönünden açılan hukuk davasının beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, ceza davalarındaki “yarı oranında uzama” (7.5 yıl) kuralının, “hukuk davalarında uygulanamayacağı” gerekçesiyle direnme kararını bozdu. Kurul, işin esasının incelenip, aileye tazminat ödenmesini istedi. Önce, Eskişehir’den Ankara’ya uzanan dava sürecine bir bakalım:
Tazminat davası
Tarhan Apartmanı’nda oturan Dilek B, Arzu I ve Arda B. 15 Şubat 2007’de depremde daireleri yıkıldığı, eşyaları parçalandığı için uğradıkları zararın karşılanması için Belediye ve mimar Güngörsün’e karşı 6 bin lirası maddi, 9 bin lirası manevi olmak üzere 15 bin liralık tazminat davası açtılar.
Zamanaşımı reddedildi
Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle tazminat davasını reddetti. Temyiz talebi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, davanın zamanaşımına girmediğine ve belediye yönünden davanın idari yargıda görülmesine karar verdi ve kararı oyçokluğu ile bozdu.
Zamanaşımı yok
Bozma kararında, şöyle denildi:
“Davalı H.G’nin cezalandırılmasına ilişkin karar 16 Şubat 2007’de gününde verilmiş olup, eldeki tazminat davası ise ceza kararından bir gün önce 15 Şubat 2007 günü açılmıştır. Davacılar görülmekte olan ceza davasına katılma isteminde bulunmuşlardır. Davacılar ceza davasına müdahil olarak katıldıkları dönemde yürürlükte bulunan Ceza Muhakemeleri Usülü Yasası’nın 365/2 maddesi uyarınca kamu davasına katılmak suretiyle uğradıkları zararın ödetilmesini isteyebilecekleri gibi inceleme konusu olan davada olduğu gibi hukuk mahkemesinde ayrı bir dava açmak suretiyle tazminat isteminde bulunabilirler. Şu durumda yerel mahkemece ceza davası sonuçlanmadan önce açılan eldeki davanın süresinde açıldığı ve zamanaşımına uğramadığı sonucuna varılarak, işin esasının incelenmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle istemin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması doğru olmadığından bozulmalıdır.”
Yargıtay bozdu
Yerel Mahkeme, belediye yönünden verilen karara uydu, zamanaşımı kararında ise direndi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, mahkemenin direnme kararını da oybirliği ile bozdu. Kurul, böylece, yeni TCK’nın yürürlüğe girdiği 2005’ten önceki depremler nedeniyle zamanışımı süresinin 7.5 yıl olduğuna hükmetmiş oldu.
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2010
ON yıllık diyaliz hastası Adem Köşker, yeni Sosyal Güvenlik Yasası’nın yüzde 60 oranını yeterli saymasına ve yüzde 90 oranında “malüliyeti” bulunduğuna ilişkin altı kez çeşitli hastanelerden heyet raporu almasına rağmen emekli olamadığından yakındı. Köşker, “malülen emekli” olabilmek için SGK’yı mahkemeye verdi.
Ankara Diyaliz Hastaları Derneği Başkanı Selim Gündüz ve kendisiyle aynı durumda olan Neriman Odabaşı ile birlikte Hürriyet’i ziyarete gelen Köşker dava açma sürecini bakın nasıl anlattı:
“48 yaşındayım. Diyaliz hastasıyım. Numune, İbni Sina dahil tam altı kere Ankara’daki hastanelerden yüzde 90 ‘maluliyet’ raporu aldım. O zamanki adıyla Bağkur’a raporlarımı sunarak, 2002-2004 arasında üç kez emekli olmak için başvurdum. Hepsi geri çevrildi. Bana, ‘ancak mahkeme kararıyla emekli olursun’ dediler. Bunun üzerine, dava açtım. Bu sürede yasada değişti bizim durumumuzdakilerin emeklilik için prim ödeme gün sayısı 3600’e çıktı. Şu anda 5 bin 500 günüm doldu. Hala emekli edilmedim. Geçmişe dönük haklarımı istiyorum.”
Hastalığını gizlemedi
Raporlarını da gösteren Köşker’in, Ankara 11. İş Mahkemesi’nde, 27 Mayıs 2008’de açtığı sigortalılığının tespiti ve geçmiş emekli maaşlarını alabilmek için açtığı dava hala sürüyor. Dava dilekçesi de özetle şöyle:
“Davalı yanın (Devredilen Bağı-Kur) iddia ettiği gibi rahatsızlığını gizleme gibi bir kastının olmadığı çok açıktır. Müvekkil uzun yıllar SSK’lı olarak çalışmış sonra kendi işini kurup Bağ-Kur’a kayıt olmuştur. Müvekkilin rahatsızlanarak, Numune Hastanesi’ne kaldırılış tarihi altı ay sonra 29 Eylül 2001’dir. Müvekkil bu tarihte bu hastalığa yakalandığını öğrenmiştir. Dava dosyasına sunulmuş gerek tedaviyi yürüten gerekse diğer devlet hastanelerince hastalığın ne zaman başladığının tespitinin imkansızlığı karşısında müvekkilin çalışma gücünün yüzde 90 oranında kaybolduğunun sabitliği ve müvekkilin ağır mağduriyeti karşısında haklı davamızın kabulüne ve başvuru tarihinden itibaren sigortalı sayılarak, bu tarihten itibaren hak ettiği aylıkların faiziyle ödenmesini talep etmek zorunlu olmuştur.”
İkinci dava yolda
Diğer ziyaretçim 13 yıllık diyaliz hastası olan 44 yaşındaki Neriman Odabaşı da SGK’nın, Ankara’nın hakem hastanesi durumundaki Numune Hastanesi’nin yüzde 90 oranında malüliyet raporunu kabul etmediğini ve kendisinin de emekli olmadığını söyledi. Köşker gibi davacı olmayı düşünen Odabaşı da “Ben de 3600 günümü doldurdum. Yasaya göre malülen emeklilik hakkım var. Ama emeklilik hakkımız elimizden alınıyor” dedi.
Gündüz: SGK diyaliz hastalarını emekli etmemekte kararlı
Son söz de Dernek Başkanı Gündüz’ün. O da SGK’ya tepkilerini şöyle dile getirdi:
“SGK Kanunu belli. Biz diyaliz hastaları yüzde 90 özürlüyüz. 3600 günü tamamlayınca kanuna göre ‘malülen’ emekli olma hakkımız var. Ancak, SGK diyaliz hastalarını ‘malülen’ emekli etmekte kararlı görünüyorlar. 50 bin diyaliz hastası var. Diyaliz hastaları on yılın üzerinde çok yaşamıyor.
480 lira bakıcı ücreti var. Yönetmelikle verildiği halde, hastaneler ‘ağır özürlü raporu’ vermediği için biz bundan da yararlanamıyoruz.”
Yazının Devamını Oku 10 Mart 2010
İKİ gün önce Dünya Kadınlar Günü’ydü. Türkiye’de hala üç kadından biri hayatının bir döneminde şiddet görüyor. Kadınların yüzde 20’si okur yazar değil, Parlementoda temsil oranı yüzde 9.1. Bu tespitler Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi’nin. Katılmamak mümkün değil. Bir an önce Eşitlik Çerçeve Yasası’nın çıkarılmasını talep ediyorlar. Önce tespitlerine ayrıntılı şekilde gözatalım:
* Neredeyse yüzde 80’lik kadın nüfusu kayıtlı iş gücüne katılamamaktadır.
* 81 ildeki Belediye başkanları arasında sadece iki kadın başkan bulunmaktadır.
* Birleşmiş Milletler’in Toplumsal Cinsiyet Güçlenme Endeksine göre Norveç’in birinci, Yemen’in sonuncu olduğu 109 ülke arasında Türkiye, Pakistan ve Azerbaycan’nın ardından 101. sırada,
Önerileri ise bakın şöyle:
“1-Anayasa’nın 10. maddesi ile ortaya konulan eşitlik politikasını, geçici özel önlemleri pozitif ayrımcılığı da kapsayacak şekilde toplumsal cinsiyet bakış açısı ile daha ayrıntılı tanımlayan,
2-TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nu bütçeye ve icrai yetkilere kavuşturan ve bu ulusal eşitlik organına bağlı yerel eşitlik birimlerini inşa eden,
3-Toplumsal cinsiyet bakış açısını, yönetenlerin keyfiyetine yer bırakmayacak şekilde bütçe planlamaları dahil tüm ana politika, plan ve hedeflere yerleştiren,
4-Kamu ve özel sektörde kadın-erkek eşitliğini sağlamak üzere; karar alma mekanizmalarına ve iş gücü piyasasına kadınların katılmalarında uygulanacak politikaları, alınacak önlemleri belirten, aykırı davrananlara yönelik etkili cezai yaptırımlar içeren,
5-Kadınların siyasete katılımını ve temsilini mümkün kılmak ve kadın istihdamını arttırmak için kota koyan,
6-Özellikle “cinsiyet ayrımcılığında ispat yükümlülüğünün” davalıya ait olduğunu düzenleyen evrensel usul kuralını içeren,
7-Diğer kanun ve yasal belgelerdeki kadın-erkek eşitliğine aykırı düzenlemeleri ilga eden,
“Eşitlik Çerçeve Yasası”nın çıkarılmasını acilen talep etmekteyiz.”
Yeni bir kadın platforumu daha
Kadınlar adına bir de iyi haberim var. Artık Türkiye’de kadınlar biraraya gelip çok güzel çalışmalara imza atıyorlar. Ankara’da, 3 aydır, “Üreten Kadınlar Platformu” adıyla yeni bir platform daha faaliyet gösteriyor. 40 kişiler. Aralarında avukat, doktor, ressam, stilist, terzi, ev hanım her meslekten kadın var. Başkanları Dursen Bingöl. Yakında dernek oluyorlar. İzmir şubeleri yolda. Kadınların enerjilerini “üretime” yönlendirmek ortak amaçları. En büyük hedefleri ise Tohum Bankası kurarak, GDO’suz üretim yapılmasını sağlamak. Kadınlar günü de bir gün önceden biraraya gelip doyasıya eğlenerek, kutladılar. Başarılar diliyorum.
İşte “üreten kadınların” amaçları
1) Kadınlarımızın mevcut durum ve problemlerini tespit etmek ve mesleki dayanışmayı sağlamak.
2) Kadınlar arası iletişim ve dayanışmayı sağlamak.
3) Toplumun tüm kesimlerinden kadınlarla onurlu bir yaşam ortak paydasında bir platform olarak biraraya gelip her türlü üretim başta olmak üzere faaliyet gösterip çalışmalar yapmak.
4) Kadınlarımızın ekonomik bağımsızlığını kazanmasına destek olmak.
5) Kadınlarımızın statüsünü yükseltmek için çalışmalar yapmak.
6) Kadınlarımızı bilinçli tüketicilik konusunda bilgilendirmek.
7) Kadınları sağlıklı yaşam ve doğru beslenme konularında bilinçlendirmek.
8) Evde üretim yapan ancak ürününü pazarlamakta zorlanan kadınlara yardımcı olmak.
9) Kadınlarımızı sosyal yaşamın bir parçası olmaya yöneltmek.
10) Üretim yapan kadınlarımıza mesleki, konularda danışmanlık yapmak.
11) Üretim yapan kadınlarımıza finans bulma konusunda yardımcı olmak.
12) Üretim yapan kadınlarımızı hukuksal ve mali konularda destek verip onları bilinçlendirmek.
13) İkinci el her türlü ürünlerin tekrar kazanımlarını sağlamak.
14) Bilgi alışverişinde bulunmak ve birbirlerini tanımaları için ortam hazırlamak.
15) Üreten kadınlarımıza kendi işlerini kurmaları konusunda özgüven kazandırmak ve desteklemek.
16) Kadınlarımızı ve gençlerimizi iş istihdamı konusunda bilgilendirmek ve dayanışma sağlamak.
17) Kadınlarımızı her türlü sosyal, hukuksal ve kültürel alanlarda bilgilendirip desteklemek.
18) Tohum Bankası kurarak ülkemizi GDO’lu ürünler tüketmeye mahkum olmaktan kurtarmak.
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2010
ANKARA’DA, katologtan sipariş veren Zeynep B’nin “ayıplı gelinlik” davasında, provaya gitmeyen gelinlerin, hayalini kurdukları gelinliği giyememe riskini almış olacaklarına karar verildi. Mahkeme, son provaya gitmeyen gelinlerin “hayalini kurduğum gelinliği giyemedim” diye manevi tazminat istemeyeceklerine hükmetti. Bakın ilginç mahkeme kararı şöyle alındı:
Zeynep B. iki yıl önce Sinop’ta yapılacak düğünü için Ankara’da bir firmadan gelinlik siparişi verdi. Katologtan seçip beğendiği 800 liralık gelinlik için ölçüleri alınan Zeynep B ve nişanlısı firmaya 400 lira peşinat ödedi. Düğününe iki gün kala 6 Ağustos 2008’de kargoyla gelinlik eline geçen Zeynep B. hayal kırıklığına uğradı. Firmayı telefonla arayarak, gelinliğin dar, kolunun uzun olduğunu söyledi. Zeynep B. sipariş ettiği gelinliği hatalı olduğu için kullanamadı. Düğününde ise Sinop’ta bir mağazadan 800 TL’ye aldığı başka bir gelinliği giydi.
Gelinlik davası açtı
Zeynep B ve eşi düğünden sonra 24 Eylül 2008’de gelinlik firmasına dava açtılar. Davacı gelin, Sinop’tan mecburen alınan yeni gelinliğin bedeli olan 800 TL ile birlikte, istediği gelinliği giyemediği için 4 bin 730 lira manevi tazminat talep etti. Firmaya ödenen 400 lira peşinatın iadesi ve bakiye gelinlik bedeli olan 400 liralık borcun da iptali talep edildi.
Firmadan karşı dava
Gelinlik firması ise davacı gelinin siparişini teslim aldıktan sonra telefon edip “Kol boyu biraz uzun. Ama gelinliği beğendim” dediğini gelinliği gönderseydi derhal istediği gibi düzeltilebileceğini, akrabalarının da telefon açıp hakarette bulunduklarını savunarak, karşı dava açtı. Ticari itibarının sarsıldığını iddia eden firma, çiftten kalan 400 lira bakiye yanında, 5 bin lira manevi tazminat talep etti.
Bilirkişi: Gelinlik ayıplı
Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, gelinliğe bir avukat ve gelinlik imalatı yapan modacıdan kurulu bilirkişi heyetine inceleme yaptırdı. Bilirkişi raporunda “gelinliğin, kolunun giyilmeyecek şekilde beş santimetre uzun, kalıbının tamamen hatalı, etek boyunun uzun, iki kolunun farklı takılmış kullanım açısından hatalı, fermuarının ise kısa olduğu” belirtildi. Raporda, gelinliğin davacı Zeynep B tarafından kabul edilemeyecek nitelikte “ayıplı imal edildiği” ifade edildi.
Manevi tazminata ret
Mahkeme, çiftin ödedikleri 400 lira peşinatın iadesine, bakiye 400 lira borcun iptaline karar verdi. Ancak davacı gelinin 4 bin 730 liralık manevi tazminat davası “son provalara katılmadığı” gerekçesiyle reddetti. Mahkeme, gelinlik firmasının açtığı karşı davayı da geri çevirdi. Gerekçeli karar taraflara tebliğ edildi. Davacı gelin manevi tazminat yönünden kararı Yargıtay’da temyize hazırlanıyor. “Ayıplı gelinlik” davasında son sözü Yargıtay söyleyecek. 30 Aralık 2009 tarihli gerekçeli kararda özetle şöyle denildi:
Gelinlik giyemeseydi, manevi tazminat talep edebilirdi
“Olayımızda davacı düğünü için gelinlik siparişi vermiş ancak bu gelinliği düğününde giyememiştir. Toplumdaki hakim değer yargısına göre ilk kez evlenen genç kızlar düğünlerinde gelinlik giyerler. Davacının hayatında ilk kez ve bir kez yaşayacağı bu duyguyu yaşamayasaydı; manevi tazminat talep etme hakkından söz etmek mümkün olacaktı. Ancak somut uyuşmazlıkta davacının düğününde başkaca bir gelinlik giydiği ve dosyaya ibraz edilip incelenen fotoğraf ve bilgisayar kayıtlarından makul şekilde gelinlikle düğününü yaptığı görülmüştür.
Son provaya yapılmamış
Davacının istediği gelinlikten mahrum kaldığı düşünülecek olursa, toplanan delillerden ve özellikle taraf beyanlarından ve son celse davacı vekilinin ‘son prova yapılmadan kargoyla teslim’ konusunda tarafların anlaştıklarına ilişkin beyanından davacının gelinliğe son şeklini verecek provalara katılmamış olduğu anlaşılmıştır.
Gelin riski üzerine almış, manevi tazminat yok
Düğünün Sinop’ta yapılması ve gelinliğin de Ankara’da bulunan davalı şirkete imal ettirilmesi gelinlik teslimi ile düğün tarihi arasında kısa süre bulunması ve davacının da düğününde mutlaka isetidği şekilde gelinliği giymek isteyen makul ve objektif insan davranışana uygun şekilde davranmayarak, son provaya katımamış olmasından dolayı siparişi verirken, düğününde sipariş etitği gelinliği giyemeyeceği riskini de üzerine almış olduğu kabul edilmiş ve bu nedenle manevi tazminat talebinde bulunamayacağı sonucuna varılmıştır.”
Gelinlik alacak genç kızlara duyurulur...
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2010
ALTI yıl önce yürürlüğe giren 5188 sayılı Özel Güvenlik Yasası’na göre güvenlik hizmeti verenlerin beş yılda bir eğitimlerini yenilemeleri gerekiyor. Özel Güvenlik Görevlilerinin (ÖGG) bu yenilemeyi yapmadan görevlerini sürdürmeleri halinde çalışanlar ve onları çalıştıran kurum için cezai yaptırımlar uygulanıyor.
Temel Eğitim’den, 2009 yılına kadar beş yıl için muaf tutulan eski yasaya tabi çalışan ÖGG’ler ise 2009 yılı ilk altı ayı içerisinde yenileme eğitimlerini almakla zorunlu tutuldular. Geçen yıl bu eğitimi alıp sınava girdiler. Şimdi sınavda başarılı olanlara valilik onaylı sertifika verilecek. Sertifikayı alan “Güvenlik Çalışanları” ise “Kimlik Kartı” için başvuracaklar. Başvuru öncesinde yasada belirlenen sağlık raporunu alacaklar ve içinde bulunulan yıl için belirlenen harcı da yatıracaklar.
Harç isyanı
İşte bu eğitime katılıp sınavı kazanan özel güvenlik görevlileri kimlik kartlarını yenilemek için yapmak oldukları bu bir dizi masrafa isyan ediyorlar. Bir aylık maaşlarını aşan masrafa tepki gösteren ÖGG’leri adına faks çeken bir okurumun mektubu bakın şöyle:
“Ben özel bir bankada silahlı özel güvenlik görevlisi olarak çalışmaktayım. 1998 yılından itibaren 2495 sayılı Özel Güvenlik Yasası’yla bize özel güvenlik görevlisi kimlik kartı verdiler. Fakat kimlik kartımız 5 yıl süreli. 26 Haziran 2009 tarihi itibarıyla süreleri bitti. Yeniden yenileme eğitimi yapılarak sınava girdik ve başarılı olduk. Diğer bankalar bütün bu masrafı kurum olarak ödedi. Biz ise kendimiz ödüyoruz. Aldığımız ücret asgari ücret. Sertifikayı yani kimlik kartını alabilmek için sağlık raporu isteniyor. Ben işe yeni başlamıyorum. 12 yıldır bu sektörün içindeyim. Bu da yetmiyor. Sağlık Raporu 150-200 TL. Kurs ücreti 300-500 lira arası. Emniyet harç parası 320 TL.Daha net belli de değil. Bu paralar bizden alınıyor ve mağdur durumdayız. Bu konuya Başbakan ve İçişleri Bakanı’nın acil bir çözüm bulmasını istiyoruz”
Güvenlik görevlilerinin öteki yakınmaları da bakın şöyle:
Para yüzünden yenileme eğitimine giremiyoruz
“Bir güvenlik elemanı bu alanda iş sahibi olabilmek için eğitim ve harç masrafları adı altında yaklaşık 1.000-1.500 TL aralığında para ödüyor. Zaten geliri olmayan veya dar gelirli vatandaşların seçtiği iş kolu olan güvenlik en baştan zafiyete uğruyor. Tabiidir ki işsiz olan güvenlik elemanlarının yenileme eğitimlerine girmeme düşünceleri haklılık oluşturuyor.
Anayasa’ya aykırı
Anayasa’nın eşitlik ilkesine de adalet kavramına da bu uygulama aykırı. Hiçbir meslekte böyle bir uygulama yok. Sınav masrafları sırtımızda büyük maddi yük oluşturuyor. ÖGG’ler yeniden sınavla özel güvenlikçi statüsü kazanırken kamu düzenini ve asayişi sağlamakla görevli Genel Kolluk neden sınava tabi tutulmuyor? TSK , Emniyet vb. gibi güzide kurumlarda bile böyle bir uygulama yok. Yenileme eğitimleri bize göre de gereklidir ve mutlaka yapılmalıdır. Ama işin diğer bir yönü hiçbir meslek eğitiminde KDV % 18 olarak uygulanmıyor. Bu konuya da çözüm bulunmalı.”
Son bir not:
Güvenlik görevlileri yasal düzenleme yapılarak, “iş sözleşmelerinde”, “her beş yılda bir yapılacak yenileme eğitimlerinin ücretleri işveren tarafından karşılanır” şeklinde bir madde eklenmesini de istiyorlar.
Poyraz’dan düzeltme
AVUKAT Filiz Poyraz’ın geçen haftaki yazımla ilgili bir düzeltmesi var. Aynen yayınlıyorum.
“Hürriyet Gazetesi’nin 10.02.2010 tarihli Ankara ekinde hakkımda çıkan haberde kullandığınız tarafıma ait fotoğraf ve mesleki tabela gazetenizce yanyana getirilerek, kullanılmış ve habere konu taraflar arasında yaşananlarla ilgili olarak gazetecilik mesleğine özgü mizansen ile bir haber yapılmıştır. Oysa benim gazetinizden böyle bir talebim olmadığı gibi benden habersiz olarak tabelamın fotoğrafını kullanmanızdan ve hakkımda haber yapmanızdan ötürü mesleki kuruluşumuz olan Ankara Barosu tarafından hakkımda bir soruşturma başlatılacak olursa hiçbir hukuki-cezai sorumluluğu kabul etmeyeceğimi bildirir, ‘haber konusu ile ilgili bir haber veya köşe yazılması için benim bir talebim olmadığı ve ‘kullanılacağından da haberim olmayan haberde kullanılan fotoğraflarla’ ilgili gerekli açıklamanın/düzeltmenin/tekzibin en kısa zamanda derhal yapılmasını saygı ile arz ederim.”
Yazının Devamını Oku